Yaşayan Hurafeler ve Ölen İbadetler
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Yaşayan Hurafeler ve Ölen İbadetler

Hamd, ancak Allah içindir. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağrifet dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüklerinden O’na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur. Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur. Ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür.

Öncelikle yazıdaki hata ve yanlışlar tamamen nefsime aittir. Bundan dolayı Rabbimin affına ve merhametine sığınırım.

Yasayan_Hurafeler

 

Hurafe: Kuran’da bulunmayan, ancak farklı yollarla sonradan Müslümanların hayatına katılan ve dini inanışmış gibi kabul edilen söz, düşünce ve davranışların tümüdür.           Peygamber Efendimiz (sav)’in döneminde yaşanan cehalet, şüphesiz günümüzde de yaşanmaktadır. Yaşadığımız yüzyılda insanların en büyük sıkıntılarından ve şikâyetlerinden birisi ibadetlerini samimi bir şekilde eda edemeyişileridir. Durum böyle olunca insanlar ve Müslümanlar bırakın hayatlarında mutlu olmayı ibadete gittikleri vakit mutsuz, asık surat ve aklında dünya hayatına dair her türlü meşgale gelmektedir. Topluma baktığımızda tepeden tırnağa şirk bataklığına batmış durumda; şeyhlerini Allah’a tercih edenler, mezarlara tapmalar, heykellere tapmalar, atalarını körü körüne taklid etmeler, genelevlerini açanlar ve vergi alanlar, fallara baktıranlar, hayvanlara tapanlar, henüz dünyaya göz açmadan erkek ya da dişi bebeklerini öldürenler (kürtaj)  vb. hurafeler ne yazık ki günümüz toplumunda yaşatılmakta ve ibadetleri öldürmektedir. Böyle bir durumda Müslüman, ibadetlerinde ne kadar huşu içinde olabilir? İbadetlerimizde huşuyu yakalayabilmek için Rabbimizin bizim için yasakladıklarından uzak durmak gerekir. Aksi takdirde Rabbimizle aramız düzelmez: ‘’Şüphesiz ki bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez’’ (Rad suresi 11).

Oysa Yüce ve Kerem sahibi olan Rabbimiz insanların sadece kendine tapmaları ve yalnız kendine kulluk etmelerini emretmiştir. Zira Kur’an-I Kerim’de Allah (c.c); “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım’’ buyurmustur. Böyle bir durumda Müslüman olduklarını söyleyen insanlar, Allah’a olan kulluk bilincinin farkında olmaları gerekir. Bilakis azaba uğrayanlardan olur. İslâm’da dilek ve istekler sadece Allah’a arzedilir. Allah’tan başkasına sığınmak ve O’ndan gayrisinden mağfiret dilemek doğru değildir. Gerçek böyle olmasına rağmen, halkımızdan bazıları dua şeklini ve adabını adeta değiştirmişlerdir. Duaya bir sürü bâtıl hareketleri sokmuşlardır. Bazıları dua ederken sanki kavga ediyor gibi bağırıp çağırıyor. Kimisi dua yapmak için türbelere, yatırlara koşuşturuyor. Kimisi de mezarlara elini yüzünü sürmekte, türbelerin eşik ve pencerelerini öpmektedir. Bir çeşit tapınma hareketleri yapmaktadırlar ve bu hareketler tamamen şirktir. Yegâne ilah olan Rabbimiz kendisine şirk (ortak) koşulmasını asla affetmez. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz: “Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını (şirki) asla bağışlamaz.” buyurmaktadır. Bu hareketlerin cümlesi yanlıştır ve batıldır. Şu bir gerçektir ki, dua etmek için kabir başına, yatır taşına gitmeye gerek yoktur. Zira kabirde yatan mevtalar insanların dileklerini yerine getiremezler. Dua eden kişi ile Allah arasında vasıta olamazlar. Çünkü İslâm’da Allah’a sığınmak, O’na dua etmek için bir aracıya ihtiyaç yoktur. Kul, vasıtasız Allah’a iltica eder. Bu itibarla bir kimse, “Falan yatıra gittim ona dua ettim o mübarek zatın himmetiyle duam kabul oldu” derse bu caiz değildir.

Kabirler; ölümü düşünmek, ahireti hatırlamak ve insan hangi mevkide olursa olsun bir gün gelip mezarda yatan gibi toprak olacağını görmek ve ibret almak için ziyaret edilir. Nitekim Allah Elçisi sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) bir hadislerinde: “Kabirleri ziyaret edin çünkü ziyaret sizi dünyada zahidâne yaşatır, size ahireti hatırlatır, sizi gafletten uyandırır” buyurmuşlardır. Kabir başına varınca, ölenlerin ruhuna Kur’ân okumak, okunan Kur’ân’ın sevabını mevtaların ruhuna “Allah rızası için” armağan etmek caizdir ve sevaptır. Ancak, “Duam oraya gitmekle kabul olacak” inancı yanlıştır. Bu hareketler İslam’la hiçbir şekilde bağdaşmaz ve İslam bundan münezzehtir. Bir Müslüman öncelikle bu cehaletlerden arınarak Rabbine yönelmeli ve asıl yaratıcısının, yardım edenin, yaşatanın ve öldürenin, diriltenin, rızkı verenin, O dilemedikçe siz dileyemezsiniz diyen ve “kalu bela”da ben sizin Rabbiniz değil miyim? diyen Rabbimize “bela, sen bizim Rabbimizsin” dediğimiz tek ilaha ve tek ibadete layık olana yönelmelidir. O zaman Müslümanlar yaşamlarında Rabbinin izlerini görürler.   Kendi toplumumuza baktığımızda da aynı durumla karşı karşıyayız. İslam’da puta tapanların, önünde eğilenlerin cehenneme gideceği belirtilmektedir. Allah (c.c), bizleri her türlü kötülüklerden korusun..

Nitekim yaygın olan hurafelerden biri de fala bakmak, “FAL AÇMAK” âdetidir. Fal hurafesi ile okumuşu da cahili de meşgul olmaktadır. Bazı kimseler de: “Fala inanmıyoruz amma eğlence olsun diye açtırıyoruz” diyorlar. Bu düşünce doğru değildir. İslâm dinine göre hangi şekilde olursa olsun, fal baktırmak ve falcıların söylediklerine inanmak yasaktır. Bu hususta Kurân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:“Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki felaha erişesiniz.” (Maide Sûresi, 90) Yine Allah Elçisi Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S) de şöyle söylemiştir: “Kuşun ötmesinden, uçmasından uğursuzluk kabul etmek, ufak taşlar (nohut, bakla, fasulye, iskambil kâğıdı, kahve telvesi vs.) ile fal açmak, kum üzerine hatlar çizmek, bunlardan geleceğe dair hükümler çıkarmak SÎHİR ve KEHANET nevindendir. (Riyazü’s-Salihin, c. 3, Hadis No: 1702) Bu ilahi emirlerden açıkça anlaşılıyor ki, fal yasak bir davranış olup haram kılınmıştır. Haram olan bir hükmün şakası helal olamaz. Bu bakımdan eğlence için dahi olsa, falcıların dediklerine ve fala inanmak caiz değildir. Falcılar bir takım şekil ve sembollere dayanarak geleceği gördüklerini ve gaybı bildiklerini iddia ederler. Bu iddialar yalandır. Söylediklerinden binde biri rast gelse dahi bu onların gaybı bildiklerine kanıt olamaz. Çünkü gaybı Allah’tan başka kimse bilemez. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de (Neml Sûresi, 65) “Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur” buyrulmuştur. Rasulullah (S.A.V.) Efendimiz de: “Kâhin ve falcıya (yani gaipten haber veren kişiye) inanan kimsenin 40 gün namazı kabul olmaz”, “Ona inanan kişi, bana indirileni (kitap ve vahyi) inkâr etmiş olur” buyurmuştur.

Eğer falcılar her şeyi önceden bildiklerini iddia ediyorlarsa, sınaması kolay. Gelsinler bir araya toplansınlar; ilim adamlarından da jüri kurulsun ve dünya üzerinde herhangi bir şehir tesbit edilip, bu şehirde yarın neler olacak diye falcılara sorulsun. Bakalım bir gün evvelden o tesbit edilen yerde veya ülkede neler oluyor, tümünü haber verebilecekler mi?

İşte meydan, işte dünya!

Diğer bir ahlaksızlık ise genelevleridir. Şeytan’ın en büyük silahı fuhuş ve zinadır.. Gerçekten de bir toplumun medeni bir toplum olup olmadığını anlayabilmek için o toplumda genelevi, sokak ve caddelerle insanları zinaya teşvik edecek terbiyesiz ve ahlaktan yoksun insanların olup olmadığına bakılır. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iş ve çok kötü bir yoldur.’’ (İsra 32)

Böyle şirke batmış, ahlaktan yoksun, her türlü fenalık ve azgınlıgın yaygın olduğu bir toplumda Müslümanlar şeytanın silahıyla karşı karşıya kalmışlardır. Şüphe yok ki samimi bir şekilde iman edip ve salih amel işleyen Müslümanlar Allah tarafından mükâfatlandırılacaktır. “Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır. Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte bu büyük başarıdır.” (Yunus 63, 64)

Selam ve dua ile…

 

1. Abdulaziz Tarhan ‘Yaşayan Hurafeler’

2. Mevdudi ‘Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi’