Evrenin rabbi olan, sonradan yarattıklarının hiçbirine benzemeyen, ilmi ile gizli, açık her şeyi bilen, yarattığı bütün varlıkları bir sistem üzere yaratıp başıboş bırakmayan, gönderdiği kitap ve peygamberler ile kullarına hidayet veren, af ve mağfiret için insana mühlet tanıyan, canlılar arasından insanı seçip muhatap alan, kalpleri evirip çeviren, sabrı ve direnmeyi bizlere öğreten ve öğütleyen, aklı verip akletmeyi öğreten, sayısız nimetler yaratıp insanın hizmetine sunan, bir dakika sonradan bile haberimiz yokken bize gideceğimiz yolları ve sonuçlarını bildiren, yeryüzünde söylenen sözlerin en doğrusunun sahibi olan, yolu gidilen yolların en müstakimi (düzgün, doğru, mutedil, dengeli) olan, ipi tutunulacak olanların en sağlamı olan, merhametlilerin en merhametlisi ve sonsuz kerem sahibi olan Allah’ın (cc), şanı çok yücedir.
Dillerimiz, onu gereği gibi anmaktan aciz; aklımız, onu tahayyül etmeye muktedir ve yeterli değil. Onu gereği gibi ve hakkıyla anlatan yine kendisidir.
Bizi, yine ve yeniden bir ramazan ayına ulaştıran, ibadetlerimiz ve itaatimizle affedilme ümidimizi yeşerten Allah’a hamt olsun. Ramazan denince hemen her Müslüman’da çocukluğundan bulunduğu yaşa kadar biriktirilmiş anılar, özel duygular ve özlemini hissettiği anlar vardır. Pide kuyruklarındaki heyecanlı ve telaşlı bekleyişin ardından, sokak aralarından buram buram yayılan yemek kokuları arasında evlerimize gidişlerimiz, insanların iftar için hazırlanırken koşuşturmaları, oruç tutmaya yeni başlayan çocukların gururlu ve sabırsız bekleyişleri, iftar sonrası teravih için, özellikle ilk günler, çocukların camilere doluşması, yanan mahyalar, ikramlar, akraba ve komşu davetleri, televizyonlarda ramazan programları, sahura kaldırmak için dolaşan davulcular vs. Bütün bunlar ve daha sayamadığım birçok ramazan manzarası… Geçmişten günümüze aktarılan ve her devrin kendine has ramazan manzaraları… Ramazan, Müslüman toplumlarda her sene bir coşku ile karşılanır ve ifa edilir.
İslam medeniyet tarihi, toplumlarda birçok maddi ve manevi yapı oluşturmuş. Ramazan ve oruç kültürü de bu medeniyetin temel taşlarından biridir. Tabii ki İslam, topluma sunduğu her önermede yapılış şekliyle birlikte mutlaka bir ruh, derin bir içerik, bireysel ve toplumsal mesajlar barındırır. İslam, kendi toplumunda emrettiği davranış ve tutumları sadece bedenen ya da ruhen öngörmez. Hangi ibadete bakarsak bakalım, vücudunun içinde bir ruh, ruhunun giyindiği bir vücut muhakkak vardır. Bahsettiğimiz bu ruh, aslında özü oluşturur. Yani yapılan eylemin neden yapıldığını, asıl maksadın nasıl hasıl olacağını, bu eylemin bir şekilden ibaret olmadığını anlatır. Bu beden ve ruh, tıpkı bir insan anatomisi gibi, ayrılmaz bir bütündür. Herhangi bir ibadeti sadece şekle indirgersek ya da sadece ruhuna atıfta bulunursak o ibadetin canına kastetmiş oluruz.
İbadetler bazen öyle çok vücut olur ki ruhtan eser kalmaz hatta sadece şekil kalır desek yeridir. Şekilden öteye geçemeyen “ibadet”ler, failine hiçbir katkı sağlamayacağı gibi sonraki nesillere büyük hasarlarla ulaşır. Sonra bir bakarsın ki ameller çer çöp olmuş. Ruhtan arındırılmış bu ibadetler bir ceset gibidir, kendine de başkasına da hiçbir fayda sağlamaz. Zaman geçtikçe anlamsızlaşan bu ameller ya toplum tarafından terk edilir ya da yine toplum tarafından anlam yüklenip canlandırılmaya çalışılır. İçi, Allah (cc) tarafından bir maksat, bir hakikat üzere doldurulan bu ibadetler, insanlar tarafından bidat, hurafe şeklinde dizayn edildiğinde din, tanınmaz bir hâle geldiği gibi, hedeflediği insanı ve toplumu oluşturamaz. Ruhsuz kalan bu ibadetler, birer ritüele ya da örfe dönüşür. Bunlar artık bir ibadet değil, toplumun sahip olduğu geleneksel bir kutlama ya da değerdir.
Sırf şekilden ibaret olunca ameller; şekil kutsallaşır, keramet giyside sanılır, herhangi bir mekân kutsallaşır, kabir kutsallaşır; zaman, şahıs, harf, rakam, ırk, belde ve özden ya da ruhtan arındırılmış birçok şey kutsallaşır. Aslında dinî bir vecibe olmasına rağmen, şekle indirgenmiş birçok amel, faydasız bir hâl alır.
Şekilde kalan bütün fiiller sadece şeklimize katkı sağlar, yani sadece bedenimizi besler. Müslüman gibi görünmemizi sağlar. Bedenin yükselişi, ruhun çöküşü demektir. Bizi iyi bir insan yapan sevgi, saygı, merhamet, adalet gibi özelliklerimiz, tarihi şahsiyetlere hatta çevremize dikkatle bakıldığı zaman görülür. İnsan, beden ve ruhtan oluşan bir varlıktır Sürekli bir yanı beslendiğinde diğer yanı zayıf kalır ve zamanla melekelerini yitirir. Göz, bakar kör olur; kalp sadece kan pompalar; kulak duyar ama işitmez ve vicdan susar. Bütün insani ve ilahi değerler yerinden edilir. Din tüccarlarına büyük bir pazar açılır. Allah ile kulları arasına birçok şekil, şahıs ve aracı girer.
İbadetin şekilde kalmış, şekle indirgenmiş hâllerinden bahsettik, aynı şeyler sadece içsel manada algılanan, ibadetin deruni olduğunu savunan ve öylece yapılması gerektiğini düşünen mantık için de geçerlidir. Vücut bulmamış bir ibadet anlayışı, ayağı yere basmayan, toplumun arasında dolaşmayan, vicdana sıkıştırılmış yaşanabilirlikten uzak ve yine ruhban sınıfının elinde, istedikleri gibi evirip çevirdikleri bir din hâlini alır. Bu da ayrı bir pazarlama şekli ile sahneye çıkar. Haşa Allah (cc) ile anlaşma yapmışlar gibi tevbe, cennet, sırat, helal, haram, ölüm zamanı, mülk taksimi, ilmin tasarrufu, dualardaki keramet ve daha birçok şey kendi tasarruflarındaymış gibi davranıp pazar oluşturarak halkı sömürmeye başlarlar.
Akıl, iman, ilim ve erdemin bir arada olmadığı bedenlerde marazlar oluşur. İslam, getirdiği mesajla insanı, tüm yönleriyle ele alır, her boyutu ile besler, eğitir ve ahsen-i takvime ulaştıran yolları açar. O, artık ne melektir ne hayvan ne ruhtur ne beden. O, insandır; Allah’ın (cc) bir fıtrat üzere yarattığı vasat insan.
İbadetler de insan gibi iki yönden oluşur: Şekil, hareket ve vücudun oluşturduğu insani boyutu; ikinci ise ruhu, metafiziği, manayı, maksadı, erdemli eğitimi oluşturan ilahi boyutu. Bu yönü ile ibadetler anlaşılır ve hayata geçirilir ise özde başlayan değişim, zaman içinde bedeni, daha sonra toplumu sarar.
“… Bir kavim, kendi özünde olanı değiştirmedikçe Allah, onları değiştirmez.” (Ra’d, 11).
Şimdi içinde bulunduğumuz bu mübarek günler, bu mübarek ay, Allah’ın (cc) kullarına lütfettiği, değerini belirlediği bu bereketli zaman dilimi, sadece aç, susuz bıraktığı için mi kutsal?
Ramazan, Müslümanlar için bir festival ayı mıdır? İftar sonrası kutlamalar, konserler, eğlence programları ve din adamları marifetiyle açlığa ve fakirliğe övgüler sunma ayı mıdır?
Pek çoğu israf edilen, türlü türlü yemeklerin sergilendiği ziyafet ayı mıdır?
On bir ay boyunca unuttuğumuz insani ve İslami vazifelerimizi hatırlayıp işlediğimiz bütün kötülüklerin affı için tertip edilen af ay mıdır?
Âlemlerin rabbi (cc), “Ey iman edenler, sizden öncekilere yazıldığı gibi oruç size de yazıldı (farz kılındı), umulur ki sakınırsınız.” (Bakara, 183) buyurarak bu ibadetin daha önceki ümmetlere de farz olduğunu bize bildirmiştir. Bu da oruç ibadetinin insan için elzem olduğu anlamını taşır. Yoksa –haşa- Allah’ın bizim açlığımıza ihtiyacı yok! Oruç emrinden maksadın, sakınmak olduğunu anlıyoruz. Neyden ve nasıl sakınmak?
Oruç, gerçek gücün kimde olduğunu gösteren muazzam bir ibadettir. Bir nida ile bu kadar insanı yemeden, içmeden alıkoyacak ve bazı sınırlamalar getirebilecek başka bir kudret yoktur. Bu kudret, öylesine kuvvetlidir ki oruçlu, yalnızken bile bu kudrete itaat eder. Oruçlu, sindirim sistemini terbiye ettiği gibi sinir sistemini de terbiye eder. Sadece midesiyle tutmaz orucu. Eli oruç tutar; dili, gözü, ayağı, kalbi, vicdanı, kulakları ve aklı oruç tutar, daha da ileri gideyim, duyguları bile oruç tutar.
Yüce yaratıcı, emrettiği bütün ibadetlerde olduğu gibi, oruçta da insanı layık olduğu mertebeye ulaştırmayı murat eder. İnsan; nefsinin esiri olmasın, sınırsız ve ölçüsüz olmasın, hayatı kendinden ibaretmiş gibi algılamasın; insanlara, doğaya karşı merhametli ve duyarlı olsun, paylaşmanın tadının bencillikten daha iyi ve güzel olduğunu kavrasın, hissetsin, ruhunun bilincine varsın ve varılıp durulacak yerin Allah’ın huzuru olduğunu bilsin ister.
Ramazan, insanlara erdemlerin yüklendiği, insanın cevherine dokunup damarlarını beslediği, bedenini aç bırakırken ruhunu alabildiğine doyurup kuvvetlendirdiği bir zaman dilimidir.
Ruhlara şifa veren, gönülleri ferahlatan, sineleri genişleten, yolları aydınlatan, en önemlisi, evrenin rabbi olan Allah’ın (cc), insanlarla konuştuğu yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’in gönderildiği aydır, ramazan.
Ramazan, bizim olduğunu sandığımız şeylerin, aslında bize ait olmadığını, gerçek sahibinin kim olduğunu hatırlatan aydır.
Kur’an-ı Kerim’de “bin aydan hayırlı” olduğu bildirilen Kadir Gecesi, bu aydadır. Bin ay, yaklaşık 83 yıl eder; bu da bir insanın ortalama yaşam süresidir. Hakkıyla yaşanmış bir ömürde, yine hakkıyla değerlendirilen bir Kadir Gecesi’nin bereketi ve mükâfatı, yine Allah’ın (cc) iman edenlere büyük bir lütfudur.
Orucun Müslümanlara farz olduğunu bildiren Bakara suresi 183. ayetin sonunda, “sakınmanız için” diyordu. Oruç sakındırmıyorsa maksat hasıl olmamış demektir. Müslüman toplumlarda yaşanan sıkıntıların sebebi, belki de budur. Tabii ki sadece oruç değil; namaz, zekât, hac, sadaka, dua, selam, adalet, merhamet ve daha birçok ibadet ve müminin vasfı.
İbadetlerin yapıcı, geliştirici ve onarıcı yönü aktif hâle getirilmediği müddetçe, gelişim ve güç Müslüman toplumlara uğramayacak gibi. İnanç, sadece ruhta ya da bedende yaşanmaya çalışılınca beklenen zaferler gelmeyecektir.
Karl Marx’ın, “Din, toplumların afyonudur ” sözünden iki anlam çıkarmıştır düşünürler: Birincisi, Fransız İhtilali öncesi, kilisenin elinde bulunan ve tasarrufu tamamen din adamlarında olan köhneleşmiş, yozlaşmış ve topluma, insana hiçbir fayda sağlamayan “din”in, toplumları Allah ile kandırıp uyuttuğu afyon manasında; ikincisi ise ezilmiş, yoksul bırakılmış, sömürülmüş ve iradesizleştirilmiş mustazaf halkın acılarını dindiren, onları teselli eden afyon manasında. Her iki manada da yaratıcı ile yaratılan arasında, başkaları tarafından örülen duvarları görüyoruz. Bu duvarlar ne ile yıkılır? Kişinin, rabbiyle münasebetindeki samimiyet, ki bu takvadır ve dinin vaaz ettiği bireysel ve toplumsal davranışlar (ibadetler) bütününü, dinin tek menşei olan Allah’tan öğrenip bunların özüne inerek bunları en güzel ve en doğru biçimde anlayıp uygulayan elçisini örnek almakla mümkün olacaktır.
Doğru anlaşılmamış bir din, doğru uygulanmayan bir ibadet, doğru ve sağlam bir temele oturtulmamış bir inanç, dünyada asla hedeflediği topluma ulaşamaz. Hatta kullanılmaya ve sömürülmeye çok müsait bir toplum oluşturur. Her ramazan ayında, bir nevi doğum gününü kutladığımız yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, aklımıza ve kalbimize yük olan düşünce ve duygulardan arınmış bir şekilde okunduğu zaman, kendini bütün saf bilgileri ile açarak insanı hak ettiği makama ulaştıracak ve hedeflediği toplumu oluşturacaktır.
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız size hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıracak şaşmaz bir ölçü (furkan, bakış açısı) verir, günahlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah, pek büyük lütuf ve ihsan sahibidir.” (Enfal, 29).
Yeryüzünde en çok okunan kitap, belki de Kur’an-ı Kerim’dir. Buna karşın en az anlaşılan kitap, belki yine Kur’an-ı Kerim’dir. Bunun sebebi ya Kur’an-ı Kerim’in kendini topluma ya da toplumun kendini Kur’an-ı Kerim’e kapatmış olmasıdır. Nefsin hâkim olduğu bedenler, fonksiyonel olarak ilahi olan emir ve yasakları sevmezler ve kendilerini ilahi olana kapatmış bir vaziyette kör, sağır ve taş kalpli hâldedirler.
“Kendi istek ve arzularını ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkan, 43).
Kur’an-ı Kerim’i gereği gibi okuyup anlayan bir topluluk, elbette var olacaktır. İşte o zaman Kur’an, kendi neslini yetiştirip insanlığa örnek ve önder kılacaktır. Mutlak güç ve kudret sahibi olan “… Allah dilediğine hesapsız rızk verir.” (Nur, 38).
Ve bir dua…
Rabbim! Girdiğim yolları doğruya ilet. Doğruya ulaştığımda sebat ver. Sebatımı sabrımla destekle. Sabrıma direnişi kat. Direnişime cesaret bahşet. Cesaretime kuvveti ver. Kuvvetimi adaletle hükmettir.
Rabbim! Aklımı pakla. Şuurumu aç. Tefekkürümü derinleştir. Şükrümü artır. Kalbimi temizle. Fikrimi keskinleştir. Ayaklarımı emrine amade kıl.
Rabbim! Kulluğumu kabul et. Kapılarını aç. Kusurlarımı, ayıplarımı ört. Hayırlı olanı sevdir. Sevdiklerimi hayırlı kıl. Ümidimi artır. Tereddütlerimi emin eyle. Faydasız olandan sana sığındım. Faydası olmayanı uzaklaştır benden. Amin.
Erdal TUĞRUL