İnsana Manevi ve Psikolojik Yaklaşım
Arşiv Duyurular Yazarlar

İnsana Manevi ve Psikolojik Yaklaşım

İnsana Manevi ve Psikolojik Yaklaşım[1]

İnsanın maneviyatını ve psikolojisini anlamak için önce insandan başlamak lazım. İnsan nedir? Nasıl bir varlıktır? İnsan maneviyatı nelerden oluşur?

İnsan; Arapça “ins” kelimesinden türetilmiştir. Beşer, insan topluluğu anlamına da gelen “ins”, daha ziyade insan türünün erkek veya dişi her ferdine denir. Bu kelime, “üns” kökü ile de irtibatlandırılmıştır. Alışmak, uyum sağlamak, temiz, sempatik, hoş, güzel, vefakâr, gerçek dost, “ekin ekilmedik yer” anlamlarına da gelmektedir. Nisyan kelimesiyle irtibatlandığında ise unutmak, ertelemek anlamını da kapsar.

Beşer ise dış deri, derinin dış kısmı, kabuk gibi görünen yüz anlamına gelir.

Kur’an-ı Kerim’de “insan”, Bakara suresi 30. ayette şöyle ifade edilmiştir: “Rabbin, meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz, sana hamd ederek daima seni tesbih ve takdis ediyoruz’ dediler. Allah da, ‘Ben, sizin bilmediğinizi bilirim’ demişti.” Bu ayetin ışığında, gördüğümüz gibi insan, yeryüzüne ‘halife’ olmuştur. Dolayısıyla bütün varlıklara ve yeryüzüne karşı sorumludur. Bu sorumluluk yani yeryüzüne ahlaka dayalı sosyal bir düzen kurma, yaşam oluşturma görevi, Kur’an’da ‘emanet’ olarak ifade edilmiştir. Ahzab suresi 72. ayette Rabbimiz, “Biz, emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik ama onlar, bunu yüklenmek istemediler. Ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan, çok zalim, çok bilgisizdir” buyurmuştur. Ayetten de anladığımız gibi emaneti yüklenen insanın, bu emaneti anlamlı kılan olumlu, olumsuz pek çok yeteneklerle donatılmış olması önemlidir.

İnsanda iki zıt kutup bulunur. Bunlar, iç içedir. Bu iki zıt kutuptan hangisini seçeceği, tamamen kendisine kalmıştır. Elbette ilahi yönlendirme, bu noktada yol gösterme düzeyinde ilerler. İnsan suresi 3. ayette Yüce Yaradan, “Şüphesiz biz, ona doğru yolu gösterdik; artık o, isterse şükreden olur, isterse nankör” buyurmuştur. Doğru yol ise insana kendi gibi bir beşer olan peygamberler aracılığı ile gösterilmiştir. Kur’an’da belirtildiği gibi her kavme, bir peygamber gelmiş ve insanlık, ilahi mesaja, doğru yola çağrılmıştır.

Biz, insan olarak yaratılmakla, insan olarak doğmakla adeta Yaratıcı tarafından belirlenmişiz. Bu yüzden sonu gelmeyen seçimler yapmak durumundayız. Yaratılışımız gereği biz; hem dünya hayatıyla hem de ahiret hayatıyla sorumluluk alabilecek şekilde donatılmışız. Öncelikle fıtratımız buna uygundur. Bu asli yaratılışımız, Allah’ın yarattığı gibi sağlam bir şekilde korunur. Rum suresi 30. ayette “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanlar üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değişiklik yoktur” buyrulmuştur. İşte burada bahsedilen fıtrat değiştirilemez, bazen geçici olarak bozulabilir. Böyle bir arıza oluştuğunda ise tövbe devreye girer. Tövbe, bu temel anlayışa dayalıdır. İnsan, hata yaptığında tövbeyle asli yaradılışına, özüne döner. Psikanalist ve sosyolog olan Eric Fromm, “İnsanın yüreği, katılaşabilir ama hiçbir zaman insanlık dışı olamaz. Her zaman insan yüreği olarak kalır” der.

Diğer canlılardan farklı olarak insan, kendine ait özellikleri bakımından da tektir. Her insandaki DNA olsun, parmak izi olsun fiziki özellikleri milyarlarca insan arasında nasıl tekse, onu oluşturan ruhi, manevi, duygusal tarafı da hiçbir insanoğluyla aynı değildir. Gerçekten Yaratıcı, diğer varlıklara bakıldığında insanı, mükemmel bir şekilde yaratmıştır. İnsan, Allah’ın sıfatlarından, esmalarından yansımalar taşır. Adeta minyatür bir kâinat gibidir. Mesela insanla hayvan arasında, başta şekil farkı vardır. Bunun dışında ise araya fark koyan onun bilinçlilik hali, bilmek, anlamak, düşünmek gibi yetileri gelir. İnsan, bu yetilerin farkında olan bilinçli, aynı zamanda iradeli bir varlıktır. Sorular sorar, cevaplar arar. Diğer canlılara baktığımızda; hayatını koruma, beslenme, neslini koruma içgüdüleri ile donatılmış ve çevrelerine intibak edecek şartlarda yaratılmıştır. Soğuk ve sıcak bölgelere göre vücut yapıları, yine yaradan tarafından ayarlanmıştır.

Hâlbuki insan, çok zayıf yaratılmıştır. Fakat aklı sayesinde insan, hayvandan binlerce kez kuvvetli hale gelir, gıdasını üretebilir, ısınabilir hatta uçabilir. Aklı sayesinde yaptığı makinelerle uzaya gidebilir. İşte diğer canlı ve cansız bütün mahlûkattan onu ayıran bu özellik ve kabiliyetler, ruha sahip bir varlık olmasından kaynaklanır.

İnsan, maddi olarak bedenden oluştuğu gibi manevi olarak da ruh ve nefisten oluşur.

Ruh ve nefis kelimeleri, İslam âlimleri tarafından çoğunlukla birbirlerinin yerlerine, farklı anlamlarda kullanılmıştır. Kur’an’da, ruhun varlığından Secde suresinde şöyle bahsedilir: “Sonra O (Allah), bunun (insanın) neslini (zürriyetini) hakir bir sudan oluşan nutfeden yaratmıştır. Sonra onu düzeltip tamamladı ve içine ruhundan üfürdü.”

Peygamberimiz ise, “Sizden birinizin yaratılışı, ana karnında kırk günde toplanır. Sonra o kadar zaman içinde hilkati belli belirsiz bir çiğnem ete dönüşür. Sonra bir melek gönderilir de ona ruh üfler.

Görüldüğü gibi gerek Kur’an’da gerekse hadiste geçen ruh kelimesi, bize, ruhun varlığının bir gerçek olduğunu ifade eder. Bunun yanında ruhun mahiyeti tartışmalıdır, tam anlamıyla bilinemez.

İnsan, zaman içinde başlangıcı olan bir mekânda bulunan, cinsine uygun canlı bir organizmadır. Bu organizma, çeşitli fiilleri gerçekleştirebilecek yapıya sahip organlardan oluşur. İnsan, beyni ile düşünür, diğer organlarıyla düşüncesine uygun fiilleri gerçekleştirir. “BEN” ise bu canlı organizmanın ahenkli işleyişi içerisinde oluşan fiziksel, duygusal ve düşünsel fiillerin bütünüdür. Bu yüzden insana, yaptığı işlerde bu duygu eşlik edebilir ve onu olumlu, olumsuz etkileyebilir. ‘Ben’ ile ‘Rabbi’ arasında iletişim içerisine girerek kendinde olumlu davranışlar oluşturabilir. Bu bağlamda diğer canlılar arasında elbette derece farkı oluşur.

Nefis kelimesine gelince; Fazlur Rahman ve Muhammed Esed, nefis teriminin; benlik, kişilik ve insanın yönelimleri olarak tercüme edilebileceğini söylemektedirler. İslam filozoflarından Kindi, nefis kavramını şöyle değerlendirir: “Nefis; basit, şerefli ve yetkindir, değeri büyüktür.” Mesela; öfke gücü bazen insanı tahrik ederek çok kötü işler yapmaya sevk eder. Fakat nefis, ona karşı koyar ve öfkenin yapmak istediğine engel olur. Tıpkı süvarinin sert başlı atı dizginle zaptettiği gibi o da insanın kin ve intikam duygusuna kapılmasını önler.

Şems suresi 1-7. ayetlerde, insanın doğası şöyle anlatılır: “Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi takip ettiğinde aya, karanlığı giderdiğinde gündüze, varlıkları örttüğünde geceye, gökyüzüne ve onu bina edene yere ve onu düzlük yapana, nefse ve onu düzgün biçimde şekillendirene, sonra ona kötülük duygusundan sakınıp iyi olmayı da ilham edene yemin ederim ki nefsini, kötülüklerden arındıran, kurtuluşa ermiş; onu, kötülüklere daldıran da ziyan etmiştir.”

Mevdudi’ye göre; güneş ve ay, gece ve gündüz, yeryüzü ve gökyüzünün birbirinden farklı ve birbirine zıt olması gibi iyilik ve kötülük de birbirinden farklıdır. Allah, insana fıtri bir ilham aracılığı ile şuuraltında bile olsa iyi ile kötü arasındaki farkı anlayabilecek, doğru ve yanlışı, hayır ve şerri birbirinden ayırt edebilecek bir his vermiştir.

İnsanın geleceği, Allah’ın ona verdiği irade ve kararı kullanarak, iyi ya da kötü eğilimlerden hangisini güçlendirip hangisinden arınacağına bağlıdır. Eğer iyilik eğilimlerini güçlendirirse, beslerse, kötü eğilimlerden de nefsini temizlerse o zaman ‘FELAH’ı, huzuru bulacaktır. Bunun tersine eğer nefsinin iyilik eğilimlerini bastırırsa, kötülük eğilimlerini ise serbest bırakır ve güçlendirirse ‘HÜSRAN’a, başarısızlığa uğrayacaktır.

Tasavvufta nefis, farklı mertebelerle açıklanır. İnsanın ruhi hallerini, duygularını, kendini bilmesini, nefsini bilmesini, Kur’an ayetleri ışığında kısaca şöyle ele alabiliriz:

– Nefs-i Emmare: Kur’an’da, ‘emreden benlik’tir. Yusuf suresi 53. ayette, “Muhakkak ki nefis, daima kötülüğü emredicidir” diye geçer. Nefis, bedensel hazlara meyillidir. Sürekli kötülük peşinde koşar, şehvetinin esiri olan dünyaya aşırı meyleder.

– Nefs-i Levvame: ‘Kınayan nefis’tir. Bu seviyede insan, kendisini sorgulamaya başlar. İradesi gelişmediği için pişman olur. Karar verdiği olayları yaşayabilir. Yaptığı işlerin takdir edilmesini ister. Yalnız bu isteği, gizli tutmaya çalışır. Ölüm korkusu, çok; hesap verme duygusu, azdır. Bu mertebe Kur’an-ı Kerim’de Kıyamet suresi 2. ayette, “Hayır! Daima kendini kınayan nefse yemin ederim” şeklinde geçer.

– Nefs-i Mülhime: Zihinsel bütünleşmenin başlangıcıdır. Olumlu-olumsuz davranışlar arasında gider gelir. Şems suresi 8. ayette, “Nefse, bozukluğunu ve korunmasını ilham edene and olsun” der.

– Nefs-i Mutmainne: ‘Huzura eren nefis’ demektir. Bu mertebe, arzu ve isteklerden kurtuluş mertebesidir. İçsel çatışmalardan, dünyevi bağlanmalardan, sahip olma eğilimlerinden kurtulmaktır. Bu aşamada ilim, akılla sevginin birlikteliğiyle gerçekleştirilir. İbadetler, görev olarak değil, sevgiyle yapılır. Kur’an-ı Kerim’de, Fecr suresi 27. ayette “Ey huzur içinde olan nefis!” diye geçer.

– Nefs-i Raziye: Şikâyet etmeme, ilahi huzur ve teslimiyetin yaşandığı mertebedir. Bu aşamada Allah, henüz nefisten razı olmamış; sadece nefis, Allah’tan razıdır.

– Nefs-i Marziye: Allah’ın kendisinden razı olduğu insanın bulunduğu mertebedir. Ayıpları örtmek, bağışlayıcılık gibi özellikler mevcuttur. Gayet, dengelidirler. Kur’an’da Fecr suresi 28. ayette “Sen ondan razı O’da senden razı olarak rabbine dön!” olarak ifade edilir.

– Nefs-i Kamile: Olgunlaşmış insanın bulunduğu mertebedir. Kur’an’da Şems suresi 9. ayette, “Nefsini temizleyen, kurtuluşa ermiştir” denilmiştir.

İnsanın maneviyatında iki farklı yön vardır. Bunlardan birincisi, ‘FÜCUR’; diğeri ‘TAKVA’dır.

FÜCUR, haktan sapma, hak yolu yarıp düzeninden çıkarak kötülük ve isyana düşmektir. Aynı zamanda yalan söylemek, zina etmek, edepsizlik etmek gibi insanı alçaltan tavır ve davranışlar sergilemektir.

TAKVA ise fücurun zıddıdır. Erdemli olmanın, Allah’ın koruması altında fenalıktan, günahtan sakınmanın ismidir.

Takva ve fücur, insanda yine iki zıt kutup olarak vardır. Nasıl ki denize baktığımızda incilerle taşlar bir aradadır; büyük bir deniz gibi insanın da içinde tüm duygular, düşünceler zıtlarıyla bir aradadır. Bunların içinden elbette ki Allah’ın verdiği akıl kuvveti ile iyiyi seçebilme yetkisi insana verilmiştir. Biz, bu kuvvetle inanırız, ibadet ederiz, şükrederiz, tövbe ederiz, dua ederiz.

Aslında içimizdeki duyguları, biz besleriz. Allah’ın verdiği her nimet, her duygu, her eylem, iyi veya kötü derken bizim onu nasıl beslediğimiz önemlidir. Mesela su ve ateş, büyük ve çok önemli nimetlerdir. İnsanın hizmetine sunulmuşlardır. Susuz hayat mümkün müdür? Su, hem ab-ı hayattır hem de gereğinden fazla olması ile bir felakettir. Yine ateş; ısınma, yemek pişirme gibi insanlığa hizmet sunarken, kontrolsüz olduğunda yakıcıdır. Duygularımıza gelince; öfke, merak, sevgi, iffet, adalet gibi duygular, hep içimizdedir. Biz, bu duyguları yerinde kullanırsak, doğru davranmış; yerinde kullanmazsak, hatalı davranmış oluruz.

İnsanın tabiatında Tin suresinde de belirtildiği gibi, hem üstün ruhi mertebelere yükselme hem de açık ahlaki zaaflar gösterebilme özelliği vardır. Surede, “Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu, aşağıların aşağısına indirdik” diye ifade edilmiştir.

İnsan, bir nevi nefs-ruh mücadelesi içindedir. Bu durum, modern psikolojide, ‘iç ben’- ‘dış ben’ şeklinde ortaya çıkar. Pek çok batılı ve varoluşçu filozof ve psikologun temel düşüncelerinde; insana dönmek, insanda başka insanlarla, kainatla ve Tanrı ile birleşen bir ‘İÇ BEN’ keşfetmek, ruhun yüceliğine ve ebediliğine yükselmek fikirleri mevcuttur. Mesela Sigmund Freud, bu alanda benlik kuramını geliştirmiş ve teorisini oluşturmuştur.

İnsanları, olayları kontrol etme ihtiyacımız, alt benlikten kaynaklanmaktadır. Alt benlik dünyasında, karşımıza çıkan sorunlarla mücadele etme gücüne sahip olmadığımızı düşündüğümüzden, gelecek, her zaman korku vericidir. Bu nedenle alt benlik, bir garantiye ihtiyaç duyar. Ancak dış dünyada garanti yoktur.

Üst benlik seviyesine sıçradığımızda, aradığımız güvenceyi bulmanın büyük rahatlığı içinde oluruz. Bu güvence, “Hayat, karşıma ne çıkarırsa çıkarsın onunla başa çıkabilirim“ anlayışıdır. Üst benlik, sürekli bize hayırlı olan yolu izlememiz için mesajlar yollar. Bu noktada ‘sezgisel akıl’ önem kazanır.

Bize, mantıksal düşünme öğretilmiştir, sezgisel değil. Mantıksal akıl, gündelik hayatta bize yol gösterir. Böylece beynimizin sadece bir kısmını kullanırız. Ne zaman ki sezgisel akılla birlikte kullanmaya başladık, hayatı, güçlü bir şekilde yaşama kabiliyetimizi genişletmiş oluruz.

Robert Johnson, tükenmeyen enerji akımına ‘diyonik enerji’ adını vermiştir. Johnson, bu enerjiyi hepimizin içinden geçen ve bizleri cennet ve yeryüzüyle birleştiren ‘YAŞAM GÜCÜ’ olarak tanımlıyor. Araştırmacıya göre benliğimizin içindeki doğal ve sağlıklı diyonik değerin ortaya çıkmasına izin vermediğimiz takdirde, bunu telafi etmek için bize heyecan verebilecek birçok yola başvuruluyor. Bu durum, toplumda uyuşturucu, alkol, yiyeceğe bağımlılık, cinayetler ve şiddeti açıklamaktadır. Yani ‘manevi arayışın olumsuz yönü’ olarak karşımıza çıkıyor. Aslında ruh, sevinçle doldurulmak isteniyor ama kişiyi kuşatan o boşluğu, kısa bir süre fiziksel heyecan olarak kaplıyor.

Hâlbuki insan, umudu olduğunda, geleceğe karşı kendisini sorumlu hissettiğinde, manevi arayışını doğru yaptığında, ruh sevinçle doluyor, özüne dönebiliyor.

Kur’an’da, insanın olumlu-olumsuz pek çok özelliğinden bahsedilmektedir. Şimdi bunlardan, insanın fücur olarak nitelendirebileceğimiz olumsuz olanlarını şöyle özetleyebiliriz:

  1. Enbiya suresi 37. ayette, “aceleci yaratılmıştır” denilerek insanın aceleci ve tez canlı olmasına vurgu yapılmıştır.
  2. Maide suresi 30-31. ayette, “Bunun üzerine kardeşini öldürmekte nefsine uydu ve onu öldürdü de hüsrana uğrayanlardan oldu. Sonra Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek için ona yeri eşeleyen bir karga gösterdi. ‘Yazıklar olsun bana, bu karga gibi bile olmaktan aciz kaldım da kardeşimin ölüsünü örtmedim’, dedi. Pişmanlık duyanlardan oldu” buyrulmaktadır. Bu ayette ise insanın acizliği gösterilmiştir.
  3. İsra suresi 100. ayette, “Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız, tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz” buyruluyor. Bu ayette, insanın cimriliği göz önüne seriliyor.
  4. Araf suresi 105. ayette, insanın az şükretmesinden bahsedilirken,
  5. Mearic suresi 19-20-21. ayetlerde, “Gerçekten insan, hırsına düşkün yaratılmıştır. Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu da cimrilik eder” denilerek insanın hırslı olmasından bahsedilmiştir.

Aynı konuyla ilgili olarak Fecr suresi 16-20. ayetlerde de, “Onu, imtihan edip rızkını daralttığında ise ‘Rabbim beni önemsemedi’ der. Hayır hayır, doğrusu siz, yetime ikram etmiyorsunuz. Birbirinizi, yoksulu doyurmaya teşvik etmiyorsunuz. Size kalan mirası, hak gözetmeden yiyorsunuz. Malı da ‘bir yığma tutkusu ve hırsıyla’ seviyorsunuz” denilmiştir.

  1. İsra suresi 83. ayette, insanın zor günlerde karamsar olduğu ifade edilir.
  2. Hud suresi 9. ayette, nankör bir varlık olduğu,
  3. Nisa suresi 28. ayette ise duygusal açıdan zayıf olduğu vurgulanmıştır.
  4. Kehf suresi 54. ayette, insan, tartışmaya en düşkün varlıktır.
  5. Mearic suresi 19. ayette, insan, endişeli bir karaktere sahiptir.

Kur’an’da fücur olarak ifade edilen insanın olumsuz yönüne böyle vurgu yapılırken, psikanalizin kurucusu Freud; bilinç dışı, içgüdüsel, akıldışı güçlerin yönlendirdiği bir insan modeli çizmektedir. İnsanı; bencil, kendi içinde savaşan, saldırgan, cinsel yönü ağır basan bir canlı olarak görür.

Freud, yetişkin insandaki olumsuz özellikleri, gelişim evresindeki saplanmalara bağlar. Mesela kişinin cimri ve tutucu olmasını, baskıcı tuvalet eğitimine bağlar. Freud’a göre insanın yapısında acıdan kaçış, zevkli olanı, haz vereni arayış vardır. En ufak huzursuzluk, acı kaynağıdır.

İnsanın, Kur’an’da vurgulanan takva kavramının açılımı olarak nitelendireceğimiz olumlu özellikleri de şöyle sıralanabilir:

  1. İnsan, alçak gönüllüdür; Furkan suresi 63. ayette, “Rahmanın has kulları onlardır ki yeryüzünde tevazu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında ‘selam’ der geçerler.”
  2. Bakara suresi 155. ayette, insan, sabırlıdır.

“Sizi, mutlaka biraz korku ve açlık ile biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden noksanlaştırmak suretiyle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.”

  1. Fussilet suresi 34-35. ayetlerde, kötüye iyilikle karşılık verir. Cenab-ı Hak: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, kötülüğü en güzel şekilde savmaya bak. O zaman göreceksin ki, aranızda düşmanlık bulunan kişi, sanki candan, sımsıcak bir dost oluvermiş” buyurur.
  2. İnsan, affeder. Araf suresi 199. ayette, “Sen, af yolunu tut, iyiliği emret, cahillerden yüz çevir” denilir.
  3. Ali İmran suresi 134-135. ayetlerde, insan öfkesini yönetir.
  4. Lokman suresi 12. ayette, şükreder.
  5. Nahl suresi 97. ayette, barışı tercih eder.
  6. Bakara suresi 222. ve Maide suresi 8. ayette, tövbe eder.
  7. Bakara suresi 177. ayette, dürüsttür.
  8. Ali İmran suresi 119. ayette ise sever.
  9. Ahzab suresi 23. ayette, vefalıdır.
  10. İbrahim suresi 12. ayette, tevekkül eder.
  11. Ahzab suresi 23. ayette, vericidir.
  12. Fussilet suresi 53. ayette, insan, düşünür. Kur’an’da düşünmek, farklı kavramlarla ifade edilir. Tefekkür: Bilinenden, ilme varma kuvvetine “fikir” denir. Bu kuvvetin faaliyetine ise “tefekkür” denir. Teakkul: Sebep-sonuç arasında ilişki kurmaktır. Tezekkür: İlahi mesajı hatırlama, anma ve düşünmek demektir. Tedebbür ise Kur’an-ı Kerim ayetleri hakkında düşünmek demektir.
  13. Hac suresi 46. ayette, insan, düşünürken gönlüyle düşünür. Hz. Muhammed, “Rabbim, bana eşyanın hakikatini göster…” diyerek kendisini yüksek gerçeklere açmıştır.
  14. Leyl suresi 5-10. ayetlerde, insanın bir şeye yönelmesiyle Allah’ın o kimseyi o yönde başarıya ulaştırdığını belirtmektedir. İnsanda, Allah’ın vermiş olduğu potansiyel güçler vardır. Bu konuda Hz. Muhammed şöyle bir misal vermiştir: O (s.a.v.), insanların potansiyel güçlerini gerçekleştirme sürecini üçe ayırarak, toprak ile yağmurun ilişkisiyle örneklemektedir: “Allah’ın, benim vasıtamla gönderdiği hidayet ve ilim, bol yağmura benzer. Bu yağmur, bazen öyle bir toprağa düşer ki onun bir kısmı suyu kabul eder, çayır ile bol ot bitirir. Bir toprakta çorak olur, suyu üstünde tutar da Allah, insanları onunla faydalandırır. Ondan hem insanlar içerler hem de hayvanlarını sularlar ve ekin ekerler. Bu yağmur, bir başka toprağa isabet eder ki düz ve kaypaktır. Ne suyu üstünde tutar ne de çayır bitirir. Allah’ın dinini anlayıp da vasıtamla gönderdiği hidayet ve ilimden faydalanan ve başkalarına bildiren insanın bu güzellikleri duyduğu halde, kibirlenerek başını bile kaldırmayan ve beni tanımayan insanın hali, buradaki toprağa benzer.“

Bu temsilde görüldüğü gibi toprak, fayda açısından üçe ayrıldığı gibi insan da üç gruba ayrılır:

  1. Kendisine ve başkasına faydalı olanlar. Bu insanlar, kendisine söyleneni kabul ettiği gibi öğrendikleriyle başkalarına da faydalı olanlardır.
  2. Yalnız başkasına faydalı olanlar. Öğrendiklerini anlamayan veya yapamayan fakat başkalarının yapmasına ve anlamasına yardımcı olanlardır.
  3. Hiç kimseye faydası olmayanlardır.

Toprağın bir özelliği de temizlik kaynağı olmasıdır. İnsanı, maddi ve manevi açıdan temizler. Dolayısıyla insanın da toprak gibi temiz, alçak gönüllü, mütevazı, üretken, cömert, faydalı işlerin anası haline gelmesi gerekir. Nasıl bir çiçek tohumu henüz çiçek değilse ve çiçek olabilmesi için tohumun toprağa ekilip su verilmesi gerekiyorsa, içimizdeki ilahi bilinç tohumunun gelişebilmesi için de bedenin ve kişiliğin ihtiyaç duyduğundan farklı bir besine ihtiyacı vardır. İşte irade ve özgürlük, burada devreye girecek; ya tohumu besleyecek ya da insan, eksik olarak hayatına devam edecektir.

İnsan, ihtiyaçlı bir varlıktır. Bedeni yapısı itibariyle maddi şeylere ihtiyaç duyar ve bu ihtiyaçların karşılanması duygusu, insanda fıtri olarak bulunur. İnsan, ruhi yapısı bakımından da manevi gıdalara ihtiyaç duyar.

Şu bir gerçek ki 19. yüzyılda gerçekleştirilen Sanayi İnkılâbı ve onunla birlikte bütün dünyaya ağırlığını hissettiren materyalist düşünce, insanın manevi dünyasını allak bullak etmiştir. Gelişen teknoloji karşısında şaşkınlığa düşen birtakım düşünürler, insanlığın aradığı ve dinlerin va’d ettiği cenneti, dünyada gerçekleştirebilecekleri duygusuna kapıldılar. Materyalist düşünce ve özellikle Marksist akım, bu anlayışla bütün dünyayı sarstı. Doğu bloğu, Batı ve Amerikan ülkeleri, insanı; maddeyi ilahlaştırarak genelde Allah ve ahireti inkâra yeltendi. Bu yolla aradığı mutluluğa ereceğini sandı. Ancak bir türlü bu mutluluğa erişemedi. Çünkü insanı, fıtratına ters bir yönde yürüten bu sistem, neticede tıkandı. Marksizm, sistem olarak iflas etti. Materyalist ve kapitalist sistem de düşüncede, insan konusunda bir şeyi noksan bıraktığını fark etmeye başladı. Çünkü elinde, maddi güç ve teknoloji vardı. Ama Batı insanı, can çekişiyordu, mutsuzdu, uyuşturucu müptelası idi. Nüfus geri saymaya başlamış, teknolojiyi eline geçiren insan, manevi açlığı sebebiyle iyice gaddarlaşmıştı. Çünkü insanın manevi hayatı, ihmal edilmişti.

Artık 21. yüzyılın başında dünyanın yüz yüze geldiği bu tablo karşısında insanın, yeniden kendini ve ihtiyaçlarını gözden geçirmesi gerekiyor. Bu gözle insanın manevi ihtiyaçlarını incelediğimiz zaman, yine iki boyut görüyoruz:

  1. Fert planındaki manevi ihtiyaçlar.
  2. Toplum planındaki manevi ihtiyaçlar.

Fert planındaki manevi ihtiyaçlar:

En önemli ihtiyaç, temiz bir gönle ihtiyaç duymaktır. Peygamberlerin de temel görevleri arasında sayılan ‘tezkiye’, insanların gönül evlerini, manevi dünyalarını temizlemektir. Bugün kültürel kirlenme, düşünce sistemlerindeki tıkanma, gönülleri ve kafaları da kirlettiğinden, günümüz insanının ilk muhtaç olduğu şey, gönlünü arıtmaktır. Bunun yolu da;

  1. Tevhide dayalı sağlam bir iman.

İnsanoğlu, ruhi yapısı, yaratılış gayesi itibariyle inanma ihtiyacında olan bir varlıktır. Çünkü Allah Teâlâ, Zariyat suresi 56. ayette, “Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmaktadır. Ayette geçen ‘bana kulluk etsinler’ ibaresi, “beni tanısınlar”, “benim teklifimi kabul etsinler” şeklinde tefsir edilmektedir. İnsan, kulluk için yaratıldığından, mutlaka bu ihtiyacını tatmin etmek üzere Yüce Yaradan’a teslim olmak zorundadır. O Yüce varlığa kul olmadığı, Onu tanımak şerefinden mahrum kaldığı zaman ise mutlaka başka bir şeye kul olmaktadır. Tabiat, boşluğu kabul etmez. İnsan, Allah’a inanmak ve ancak O’na açılmak üzere yaratılmış bulunan kalbini, başka şeylere açarak bu ihtiyacını tatmin etmeye çalışır. Üstün sayılan bazı varlık ve kişilere, âdeta tanrı imiş gibi gösterilen saygı ve bağlılık, bu duygu kaymasından kaynaklanmaktadır. Tevhid ilkesinden koparak gerçek imandan mahrum kalan insanların gönülleri, yeni tanrılarla dolmaktadır. Bugün bizim toplumumuza kadar giren bazı sanatçıları, ‘ilah’ sayma anlayışı, yine bu tür bir sapmadan kaynaklanmaktadır.

İnanmak, hava kadar, su kadar önemli bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç, iyi bir ‘Tevhid’ eğitimi ile karşılanabilir. İnsan, kimin Rab, kimin kul olduğunu bilirse, kula kulluktan, nefse ve dünyaya kulluktan kurtulur. Çünkü insanın, nefsini de tanrılaştırdığı, Kur’an’da, Furkan suresi 43. ayette belirtildiği gibi bir gerçektir.

  1. Derin bir ibadet hayatı.

İbadet de inanç gibi insanın fıtri bir ihtiyacıdır. Bu fıtri ihtiyaç, fıtrat dini olan İslam’ın gösterdiği usullerle tatmin edilmediği zaman insanlar, kendi putlarına ve tanrılarına ibadete ve yönelmeye kalkışmaktadırlar. Son zamanlarda Türkiye’de, futbol maçlarında, stadyumlarda görülen ve seyircilerin taraftar olduğu takıma hitaben yazılan pankartlarda ‘sana tapıyoruz’ ifadeleri, bu gerçeği seslendirmektedir. Belki insanlar, aklıselim ile konuşulduğunda bu yaptıklarının bir çılgınlık olduğunu kabullenecek fakat kendilerini, bu tür sözler sarf etmekten de alamayacaklardır.

İbadet ve inanç, insan ruhunda kendine güven duygusunu geliştiren en etkili şeydir. Alexis Carrel, ibadet hayatının, hastalıkların tedavisinde bile son derece etkili olduğunu itiraf etmektedir. İnsandaki sığınma ihtiyacı, ancak ibadetle doyurulabilir. Çünkü ibadet, insana huzur ve sükûn verir. Bedenî, malî ve manevî ibadetler, tamamen insanda olgunlaşmanın, tamamlanmanın yolunu açar.

  1. Bunlara bağlı bir san’at anlayışı.

İnsanda ruhi doyuma katkıda bulunan ruhi gıdalardan biri de san’attır. Asıl san’at, Allah’ın yarattığı her şeyi temaşa etmek, tek ve tartışılmaz güzelliğe sahip olan Allah’ı bilmekle olur.

İnsanın Toplum Planındaki manevi ihtiyaçları:

Asr suresinde; insanın, zarardan, isyandan ve hüsrandan kurtulup aradığı mutluluk ve hayra erişmesi dört şarta bağlanmıştır: İnanç, ibadet, Hakkı ve sabrı tavsiye. Bunlardan ilk ikisi, insanın Allah ile ilişkilerini düzenleyen tamamen ferdi hayatta mutluluğu sağlayan şeylerdir. Geri kalan ikisi ise toplum hayatını düzenleyen ve sosyal hayatta inanç ve güzellikleri hâkim kılmayı amaçlayan prensiplerdir.

İnsan, paylaşmak ihtiyacında olan bir varlıktır. İnsanoğlu, daima inanç ve düşüncelerini, sevinç ve tasalarını paylaşacak dost arar. Kardeşçe sıcak bir nefese ve yumuşak bir sese, daima ihtiyaç duyar. Sağlam inanç ve ibadet hayatı, insanı bireysellikten kurtarıp toplumsallaştırır. Hodgamlık ve bencillikten kurtarıp daha feragatli ve özverili hale getirir. İnsanları ve varlıkları sevmeye, her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var.

Batı toplumunun en fazla şikâyetçi olduğu konu, yalnızlıktır. Batı insanı, yalnızdır. Hem aile içinde, hem iş yerinde, hatta toplumda yalnızdır. Bu yüzden arayış içindedirler. İnsan, özellikle elinden tutup kendisine yol gösterecek, problem ve sıkıntılarını kendisiyle özel olarak paylaşacak bir rehber şahsiyete daima muhtaçtır.

Güzel ahlak.

Ahlak, insanın manevi hayatının tezahürüdür. İnanç sistemi ve toplumun tasvip ettiği güzel davranışların insanda meleke haline gelmesidir. İnsanın her hal ve durumda vicdanının sesine kulak vererek doğru, dürüst, tutarlı ve kişilikli olmasıdır. İnsanda en önemli motivasyon, Allah korkusudur. Allah’tan korkan, kuldan utanmasını da bilir. Bu yüzden ahlakın başı, hayâdır. Peygamberimiz (s.a.v.), “Utanmadığın takdirde dilediğini yap” buyurmuştur.

Batının emperyalist zihniyeti, kültür ve egemenliğiyle istila etmek istediği ülkelerde önce hayâyı kaldırmayı hedeflemiştir. Bugün, TV’lerde pembe diziler ve diğer ahlaka uygun olmayan yayınlar, insanımızı hayâ duygusundan uzaklaştırmakta, aile ilişkilerini ve toplum ahlakını tahrip etmektedir.

Bugünün insanı, ferdi planda gönül temizliğine; bunun için de tevhid inancı ile derin bir ruh hayatına, ibadete, ahlak ve hayâya ihtiyaç duymaktadır. Bunlar da elbette manevi destekle elde edilir.

Einstein, manevi desteğe ihtiyacı gündeme getiren kişilerdendir. Şöyle der: “Hepimiz, ayan beyan görüyoruz ki baba, anne, akrabalar hatta liderler ve iktidar sahipleri, ölmektedirler. Öte yandan hayatımızda, tek başına yüzleşmeye güç yetiremeyeceğimiz mesela işini, sağlığını, makam ve servetini kaybetme gibi eksiklikler ve yoksunluklarla karşı karşıyayız. Bazen toplumsal kurumlar bile bu konularda yardımcı olamayabilir. İnsan, bu tür durumlarda ona yardımcı olacak ve onu hep destekleyecek manevî ve insanüstü bir güce ihtiyaç hissetmektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki insan; bedenî tarafının yanında manevî duygular taşıyan, akıllı, irade sahibi, bilinçli, kendisinden daha üstün, daha güçlü bir varlığa (Allah’a) inanma, ibadet etme eğilimi olan, sevgiye ve pek çok şeye ihtiyacı olan, kişilik sahibi, olumlu-olumsuz pek çok yönü bulunan, yeryüzüne halife olarak gönderilip eşref-i mahlûkat olmuş bir canlıdır. Elbette onu, sıradan bir et parçası, fiziki bir yapı olarak göremeyiz; tüm fiziki ve manevi yönleriyle bilmeli ve bütünleştirebilmeliyiz. İşte o zaman insanı, anlamış ve kavramış oluruz.

Meşhur bir söz vardır: “Kendini bilen, Rabbini bilir.” Allah, kendini bilen kullardan olmayı, bizlere nasip etsin. Selam ve dua ile…

Kaynaklar:

Prof. Dr. Öznur Özdoğan, İnsana Manevi ve Psikolojik Yaklaşım

Dr. Mehmet Şanver, Dini Tebliğ ve Eğitim Açısından Kur’an’da İnsan Psikolojisi ve Özellikleri

Prof. Dr. Muhittin Bağçeci, İnsanın Mahiyeti ve Ruhu

Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, Manevi İhtiyaç ve Yönelimler

[1] 26 Aralık 2020 tarihinde, Zoom programı üzerinden gerçekleşen hanımlara özel konferansın metnidir.