Ramazan Ayı Kur’an Ayıdır…
Arşiv Duyurular Genel Gündem Video

Ramazan Ayı Kur’an Ayıdır…

Ramazan Ayı Kuran Ayıdır

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi sizlerin ve dünyanın çeşitli yerlerinde, bu mübarek ramazan günlerinde bile, bütün yokluk ve yoksulluğa rağmen İslami mücadele veren bütün Müslümanların üzerine olsun, İnşaallah!

Bu vesileyle ramazan ayınızı tebrik ediyor ve İslam âlemine rahmet, bereket, uyanıklık ve hayırlar getirmesini Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, bu ayda (Bakara, 2/185) ve mübarek bir gece (Duhan, 44/3) olan bin aydan hayırlı Kadir Gecesi’nde (Kadir, 97/1) inmeye/nazil olmaya başlamıştır. Rabbimiz, Kur’an’ı, “…kitap nedir, iman nedir bilmeyen…” (Şura, 42/52) ümmi olan (7/157), bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen (Enbiya, 21/107) son Peygamber (33/40) Hz. Muhammed (as)’a indirmiştir.

Kur’an, Allah’ın kelamıdır; kelamullah’tır. Mucizevi bir kitaptır; bütün yaratılmışları aciz bırakan, benzerinin meydana getirilmesinin söz konusu olmadığı i’caz bir kitaptır. Aynı zamanda kendisinden önce indirilen bütün İlahi kitapları tasdik eden, doğrulayan musaddık bir kitaptır ve Kıyamete kadar da geçerlidir.

Kur’an-ı Kerim, Rabbimiz tarafından öğüt almamız için (38/29), kolaylaştırılmış (Kamer, 54/17), tafsilatlandırılmış (Hud, 11/1), benzersiz, apaçık (Nisa, 4/174) ve anlaşılır kılınmış bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim, içinde tenakuzun, eğrilik ve ivecın (18/1; 39/28)) bulunmadığı bir kitaptır. Bu kitap, Hakk’ın, doğruluğun ve gerçeğin de tek ve mutlak kaynağıdır. Bizler için bir hayat kitabıdır; yol işaretlerini gösteren bir kılavuzdur. Rabbimizin korumasında olduğu için değiştirilmesi ve tahrif edilmesi de söz konusu değildir. (15/9)

Ramazan ayında çokça Kur’an okunmakta, hatimler indirilmekte ve mukabeleler yapılmaktadır. Kimileri, Kur’an okumayı, namaz kılmayı, infak etmeyi sadece bu aya hasretmektedirler. Oysa Ramazan ayında inmeye başlayan Kur’an 23 yılda tamamlanmış ve bu süre içerisinde bireysel ve toplumsal hayatı ilmek ilmek yılın her gününü kapsayacak ve hayatı bütünüyle kuşatacak tarzda inşa etmiştir. Dolayısıyla Allah’a karşı kulluk/ibadi görevler, belirli bir aya ya da zaman dilimine hapsedilecek görevler değildir. Yılın her ayı, hatta her günü Kur’an ayı/Kur’an günü haline getirilmesi Rabbimizin bir emri ve Hz. Peygamber’in de bir uygulamasıdır. Çünkü Kur’an, hayata hükmetmek, bireysel ve toplumsal hayatı düzenlemek amacıyla gönderilmiş bir kitaptır.

Kur’an, hayatımızı bütünüyle kuşattığına göre nasıl okuyalım ki, Rabbimizin bu emrini yerine getirmiş oluruz. Kur’an’ı yüzünden okumak, Hatim indirmek, mukabele etmek elbette önemlidir. Ama acaba ‘oku’ emrinden sadece yüzünden okuma mı kastedilmiştir? Ya da ‘Rabbimizin Oku’ emrinden bizler, anlamını düşünmeden sadece yüzünden okumayı yeterli mi görmeliyiz? Yoksa ‘oku’ emrinden, üzerinde düşünmeyi, tefekkür ve tezekkürü, okunanı anlamayı da kapsar şeklinde mi anlamalıyız? Kur’an’a ve Allah Resul’ü Hz. Muhammed (as)’in hayatına ve emirlerine baktığımızda, ‘Oku’ emrinden sadece yüzünden okumayı anlamamamız gerektiğini görmekteyiz.

Çünkü, yine ilk inen surelerden birisi olan Muzemmil Suresinde Rabbimiz Kur’an’ı tertil üzere okumamızı (Müzemmil, 73/4) bizlere emrediyor. “Tertil” kelimesi; Kur’an’ı tane tane, yavaş yavaş, kelime ve harflerine hakkını vererek; anlamını bozmayacak bir şekilde okumak demektir. Bu emir, Medine’de inen bir Sure’nin bir ayetinde geçmiyor; bu ayet, Mekke’de, üstelik Mekke’nin ilk dönemlerinde ve ilk inen ayetlerden birisiyle gelen bir emirdir. Çünkü Kur’an’ı taşıma, O’nu yaşamlaştırma/hayata aktarma sorumluluğu, Müslümanlar tarafından yüklenilecek çok ağır ve ciddi sorumluluk gerektiren bir görevdir. Zaten aynı surenin bir sonraki ayetinde: “Biz sana ağır bir söz vahy edeceğiz” (Müzemmil, 73/5) buyurulmaktadır. Bu ağır sözden kasıt ise, Kur’an’ın emir ve nehiyleri doğrultusunda Müslüman olma ve hayatı Müslüman olarak devam ettirmektir. Bunun için de Müslümanların Kur’an’la eğitilmeleri gerekmekte idi. Çünkü ancak böyle bir eğitimden geçenler, İnançlarını, yaşantılarını, bireysel ve toplumsal ilişkilerini, şirke karşı duruşlarını yeniden inşa edebilirlerdi. Aksi halde Yesrip, Medineleşemezdi; Mekke fethedilemezdi, putlar, onları yapan eller tarafından parçalanamazdı. Zulumatla kararmış Mekke semaları tevhid nuruyla aydınlanamazdı. İşte bu nedenle bu eğitim, 13 sene Mekke’de, 10 sene de Medine’de ara verilmeksizin devam ettirilmişti.

Sahabe Kur’an’ı, bilgilerini, görgülerini, kültürlerini artırmak, tarih ve sanat anlayışlarını geliştirmek için okumuyorlardı. Onlar tartışmalarda üstün gelmek için de okumuyorlardı. Onlar, Kur’an’ı yaşamak, hayatlarını Kur’an’la yeniden inşa etmek için okuyorlardı. Abdullah İbn Mes’ud (ra) dediği gibi on ayet alıyorlardı, iyice öğrenip hayatlarına geçirdikten sonra yeni ayetlere geçiyorlardı. Bu eğitimin neticesinde önce inançları, düşünceleri değişmişti, sonra öncelikle zihinsel/düşünsel planda ana-babaları da olsa müşriklerle, cahili ve şirki bütün unsurlarla bağlarını koparmışlardı. Çünkü onlar, Kur’an’ı ‘tertil’ üzere okuyorlardı; anlayarak, düşünerek, mukayese ederek anlamak için, yaşamak için okuyorlardı. Bir sahabenin ifadesiyle “Kur’an’ı öğrenmeden önce iman ettik. Ondan sonra Kur’an’ı öğrendik.

Rabbimiz bir başka ayette de: “Biz Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye ayet ayet ayırdık ve onu peyderpey indirdik” (İsra, 17/106) buyurmuştur.

Kur’an’ın ayet ayet, peyderpey indirilmesinden amaç, Kur’an’ın anlaşılmasıdır. Çünkü anlaşılmayan bir şeyin hayata aktarılması, ona uygun davranılması da mümkün değildir. Dolayısıyla biz mü’minler, Ramazan ayını bir fırsat ve bir başlangıç kabul ederek Kur’an’ı anlayarak, üzerinde düşünerek, Arapçasını anlamıyorsak mealini ve tefsirini okuyarak anlamaya çalışmalıyız. Zamanımız yok demeyeceğiz. Nelere ve nerelere zaman ayırmıyoruz ki! O halde Kur’an’ı, anlamak ve ona tabi olmak için okumak, mü’minler olarak üzerimize düşen en önemli bir mükellefiyet olmalıdır. Nitekim Rabbimiz, Kur’an’ı nasıl okumamız gerektiğini bir başka ayette şöyle buyurmuştur:

“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler” (Bakara, 2/121).

Bakara Suresi’ndeki bu ayetten de anlaşılacağı üzere Kitabı okumak, ona iman etmenin de bir gereğidir. Yani, kitabı okumak, kitaba güvenmekle/inanmakla alakalıdır. Çünkü kişinin Kur’an-ı Kerim’e yaklaşımı onun imanıyla doğru orantılıdır. Kitabı hakkıyla, ayetin tabiriyle “hakkını gözeterek okumak” demek; onu takip etmek, gösterdiği yolda yürümek, leh ve aleyhinde de olsa ona uymak, tabi olmak demektir. Dolayısıyla anlamını bilmeden, üzerinde düşünmeden Kur’an’ı okumak, bu ayette de belirtildiği gibi onu hakkıyla, hakkını vererek okumak değildir. Kur’an’ı hakkıyla okumak demek, onu anlamaya çalışmak, emir ve nehiylerine uymakla, tabi olmakla olur.

Kur’an okumada da Peygamber örneğimizdir. Nasıl ki Hz. Peygamber, namazda, Hacda, oruç tutmada ve diğer amellerimizde bize örnek, ‘Usvetun Hasene’ ise, Kur’an okumada da Peygamberi kendimize örnek almalıyız. Aksi halde sadece Kur’an’a değil, onu getiren ve onun ilk uygulayıcısı olan Peygambere de gereği gibi itaat etmemiş oluruz.

Dolayısıyla Kur’an’ı anlamak için Peygamberi, Peygamberi tanımak için de Kur’an’ı çok iyi okumamız ve anlamamız gerekmektedir. Çünkü Kur’an’sız Peygamber, Peygamber’siz de Kur’an olmaz. Dolayısıyla Ramazan’da ve geri kalan diğer bütün aylarda Kur’an’ı ve onu en iyi uygulayan Hz. Peygamberi hayatımızın her alanında rehber edinmeliyiz. Zaten Peygambere uymak, O’na ittiba etmek, O’nun “Usvetun Hasene” (33/21) oluşu da Rabbimizin emridir. Bu emir de bizlere, İslami bir hayatı yaşamak için Hz. Peygamber’i siyer ve sireti ile çok iyi tanımamız gerektiğini açıkça göstermektedir.
Ümmü Seleme (ra), Allah Resûlü’nün Kur’an okuyuş şeklini şöyle anlatmaktadır: “O’nun okuyuşu açık bir şekilde ve harf harf / tane tane idi.”

Bir başka rivayette ise, Hz. Peygamber “Kur’an okurken bir korku ayetine geldiğinde Allah’a sığınır, bir rahmet ayetine geldiğinde Allah’tan rahmet diler, Allah’ı tenzih eden bir ayete geldiğinde O’nu tesbih ederdi” buyurulmuştur. (Darimi, Salat 69; Ahmed, V, 382, 384, 389, 394, 397.)

Hz. Âişe (ra) ise, bazı kimselerin bir gecede iki veya üç hatim indirdikleri söylenince, onların bu davranışlarını beğenmemiş ve şöyle demiştir: “Onlar, Kur’ân okudukları halde (gerçek anlamda) okumamışlardır. Benim, Allah’ın Elçisi ile beraber bütün gece uyanık bulunduğum olurdu. Ancak o, bir gecede Bakara, Âl’i İmrân ve Nisâ suresini okurdu. Müjde ayetine geldiği zaman dua edip dilekte bulunur; korku ayetlerine geldiği zaman da Allah’a iltica eder, O’na sığınırdı.”

Benzeri bir rivayet de Enes b. Mâlik (ra)’dan gelmektedir. Kendisine, “Peygamberimizin okuyuşu nasıldı?” diye sorulunca, O da: “Onun kıraatı med’li idi (uzatılacak yerleri uzatırdı)” dedi ve sonra misâl olarak Besmeleyi okuyarak: “Peygamber (sav) Bismillâh’ı uzatır, er-Rahmân’ı uzatır ve er-Rahîm’i uzatırdı” demiştir. (Buhârî, Fedâilü’l-Kur’ân, 29.)

Bu hadis-i Şeriflerden de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamber (as), Kur’an’ı yavaş yavaş, dura dura yani tertil üzere okumaktaydı. Bizler de böyle okuduğumuz zaman Peygamberimizin sünnetine uymuş oluruz. Kur’an’ı anlamadan okuyanlar, azap ayetlerinden nasıl sakınacaklar ve rahmet ayetlerini nasıl talep edecekler? Resulullah (as) gibi Kur’an okuyacağız ki, azap ayetleri geldiğinde biz de sakınalım ve rahmet ayetleri geldiğinde de biz de talepte bulunalım.

Kur’an’ı gereği gibi okumayanlar, Hz. Peygamber (as) tarafından Allah’a şöyle şikâyet edilmektedir: “Ya rabbi! Kavmim, Kur’an’ı terk edilmiş bıraktı” (Furkan, 25/30). Anlaşılmayan, hayatımızı tanzim etmeyen Kur’an, terk edilmiş yani ‘mehcur’ bırakılmış demektir. Elbette “mehcur bırakmak/terk etmek,” “onu reddetmek” anlamına gelmez. Aslında anlaşılmadan, tefekkür edilmeden Kur’an okunuyor anlamına gelmektedir.

Ne demektir Kur’an’ı ‘mehcur’ bırakmak;

Kur’an hükümleri hayattan uzaklaştırılıp, O sadece raflarda muhafaza edilen bir süs eşyasına dönüştürülürse;

O, hayattan kovulup, sadece hastalara ve ölülere okunan bir kitap haline getirilirse;

O, apaçık ve anlaşılır olduğu halde, “anlaşılmaz” veya “O, sadece falan ya da filan tarafından anlaşılabilir” denilirse,

İşte o zaman, Kur’an, ‘mehcur’ bırakılmış olunur.

Gözyaşları içerisinde dinlenen Kur’an’ın, bizzat bireysel, ailevi ve toplumsal hayatı tanzim etme yönü görmezlikten gelinirse, Kur’an, ‘mehcur’ bırakılmış olur.

Kur’an; okul, iş, evlilik, eş, çocuk, çocukların geleceği, tatil, ev, otomobil, makam, mevki, maaş, terfi… deyip, hayatı bunlar üzerinde inşa etmeye karşılık, Kur’an’ı bir süs tablosu gibi duvara asmak veya sadece cenazelerde veya belirli gecelerde “formalite yerine gelsin” türünden okunursa, ‘mehcur’ bırakılmış olur.

Hz. Peygamber (as)’ın bu şikayetine muhatab olmamak için bu mübarek ay vesilesiyle Kur’an’ı hayatımıza müdahale edecek şekilde okumalıyız. Ticaretimizi, alış-verişimizi, tüketim alışkanlıklarımızı, infak mükellefiyetimizi, eşyaya biçtiğimiz değeri, Kur’an’la yeniden gözden geçirmeliyiz. Siyasete bakışımızı, siyasi bilincimizi, sistemlere bakışımızı, siyasi, ekonomik ve hukuki anlayışımızı ve bize dayatılan cahili ve şirki bütün anlayışları, Kur’an’i ve İslami ilkeler çerçevesinde yeniden gözden geçirmeliyiz. Bu anlayışlarımız şirk ve küfürden arındırılmadan Müslümanca hayatımızı devam ettirmemiz de mümkün olmayacaktır. “

Kur’an-ı Kerim okuyuşumuz, hayatımızı mutlaka değiştirmeli, yanlış ve hatalarımızı düzelterek, bizi münker ve habaisten uzaklaştırarak mü’mince yaşamamızı sağlayacak tarzda olmalıdır. Aksi halde, bizim düşünce, ahlâk ve davranışlarımızda hiçbir değişiklik meydana getirmeyen ve onun, Kur’an’ın yasakladığı şeyleri yapmaya devam etmememizi engellemeyen bir okuma, gerçek müminin okuyuşu değildir. Böyle kimseler hakkında Hz. Peygamber (as) şöyle buyurmuştur: “Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an boğazlarından aşağıya geçmeyecektir.” Hz. Peygamber (as), bir başka hadisinde; “Kur’an sizin lehinize de aleyhinize de bir şahittir” buyurmuştur. Eğer hayatımızı Kur’an’a göre tanzim eder ve Kur’an’ın içindekilerle amel edersek o zaman Kur’an, lehimize bir şahitlik edecektir. Aksi halde ise aleyhimizde şahitlik edecektir.

Kur’an’ı, lehimizde şahit olacak şekilde okumalıyız. Eğer Kur’an okuyuşumuz, bizleri, münkerden, kötülüklerden ve günahlardan uzaklaştırıyorsa, bizi canlandırıyor ve bize hayat veriyorsa (Enfal, 8/24) bu okumaya devam etmeliyiz. Aksi halde ise, okuyuşumuzu mutlaka düzeltmeliyiz. Ölümlü bir dünyada yaşıyoruz; ömür de tıpkı sayılı günler gibi bir gün mutlaka bitecek ve bizler Allah’ın huzuruna hesap vermek üzere çıkacağız. Hesap verirken ya yüzleri ışıl ışıl parlayanlardan oluruz ya da yüzleri asık olanlardan (Kıyame, 75/22–24) oluruz. Tercih bize aittir.

GRUBA KATIL