“Allah Yolunda Öldürülenlere ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler. Ama siz farkında olmazsınız !” Bakara, 2/154
Allah yolunda ve Allah için ölmek!.. Dünyevi hiçbir beklenti içine girmeksizin, dünyadaki bütün nimetleri elinin tersiyle iterek sadece ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak için, Allah’ın kendisinden, kendisinin de Allah’tan razı olarak ölmek! Bu, nasıl bir duygu, nasıl bir anlayış; ölümü, hayata, dünyaya ve içindekilere tercih etmek!.. Bu, vahiy olmaksızın beşer aklının anlayamayacağı, idrak edemeyeceği bir anlayıştır. Henüz gençliğinin baharındayken, önünde uzun bir ömür duruyor iken, Allah için ölümü arzulamak, gerçekten beşer aklının çok fevkinde olan bir durumdur! İnsanoğlunun fıtratında uzun yaşamak, hatta ebedilik/ölümsüzlük duygusu vardır. Hz. Adem (as)’ın şeytanın vesvesesine uyarak ‘o ağacın meyvesinden yeme’ (Taha,20/120) nedeni de bu değil miydi? Bundan da anlaşılıyor ki, insanoğlunun fıtratında ebedilik/ölümsüzlük arzusu vardır. Ve bu nedenledir ki, hiç kimse kendi isteğiyle ölmeyi arzulamamaktadır. Şehitler bundan müstesnadır! Çünkü şehidler, Allah yolunda ve sadece Allah rızası için ölmeyi ve öldürülmeyi can-ı gönülden istemektedirler. Çünkü şehidler bilirler ki, dünyaya gelen her canlı şu ya da bu şekilde, er ya da geç mutlaka ölecektir. Nitekim ‘her nefsin ölümü er ya da geç muhakkak tadacağını’ (Enbiya, 21/35) buyuruyor bir ayetinde bizi yaratan Yüce Mevla’mız!.. Nasıl olsa bir gün mutlaka ölüneceğine göre bir mü’min neden sıradan bir ölümü beklesin? Allah’ın razı olacağı ve Cennet’inde yüce makamlar vaat ettiği bir ölümü neden arzulamasın? Elbette bu bir tercihtir ve bu tercih de mü’minlere bırakılmıştır. Mü’min bilir ki, Allah’ın razı olacağı ve Cennet’le müjdelediği ölüm şekli, Kendi yolunda ve rızasına uygun olan ölüm şeklidir. İnsanı yaratan, rızıklandıran ve ona her türü nimeti veren kendisini yaratan Allah’tır. Dolayısıyla insan için hangi ölüm şeklinin hayırlı olduğunu bilen de, yine Allah (cc) değil midir? Nitekim Cenab-ı Allah bir başka ayetinde nasıl ölünmesi gerektiğini; “Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin” (Al-i İmran, 3/102) buyurmak suretiyle belirtmektedir.
İlahi vahyin hikmetini anlamamış olanlar, Allah yolunda ölümler dahil her türlü ölümü, bir kayıp olarak değerlendirmektedirler. Oysa Müslüman için Allah yolunda ölmek bir kayıp değil, tersine bir kazançtır. Üstelik kâinatın ve içindekilerinin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’u Teala ‘Allah yolunda öldürülenler ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler, ama siz farkında değilsiniz’ (Bakara, 2/154) buyurmak suretiyle, Allah yolunda öldürülenlerin, insanların zannettiği gibi bir normal ölüm olmadığı, bilakis Allah katında onların diri olduklarını belirtmektedir. Bir başka ayette ise “Allah yolunda öldürülenleri sakın ‘ölüler’ sanmayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar” (Al-i İmran, 3/169) buyurulmakla bu, teyid edilmektedir.
İşte bu şekilde, Allah yolunda ve Allah rızası için öl(dürül)enlere İslami literatürde ‘Şehid’ denilmektedir. Şehidin makamı ise İslam’da çok önemli ve çok yüce bir makamdır. Hem Kur’an’da ve hem de Hadis-i Şeriflerde şehidler övülmekte, Müslümanlar şehidliğe özendirilmektedir. O halde, Allah (cc)’nun Cennet’le ve Cennet’in içindeki nimetlerle ve yüce makam ve rütbelerle müjdelediği, Peygamberi Hz. Muhammed’in de birçok Hadis-i Şerifi’inde çokça övdüğü şehidlik nedir ve kimlere şehid denmektedir? Şehidlik konusu, İslami düşüncede çok açık olmasına rağmen, İslami kavramları sulandırmak, asli konumundan uzaklaştırmak için, başta kimi teologlar olmak üzere kompleksli kimi yarı aydınlar tarafından bu konuda kasıtlı olarak bir kafa karışıklığı meydana getirilmeye çalışılmaktadır. Ne yazık ki, kimi Müslümanlar da bu kafa karışıklığının oluşmasına, bilerek ya da bilmeyerek katkı sağlamaktadırlar. Dolayısıyla sıradan, hatta bazen İslam ve Müslümanlara karşı mücadele eden birtakım batıl ve sapık ideoloji mensupları da, kendi ölülerine ‘şehid’ demektedirler. Oysa Müslüman olmayan ve Allah yolunda mücadele etmeyenlerin ölümleri ne şekilde ve ne uğurda olursa olsun, bunlara ‘şehid’ demek mümkün değildir. Aksi ise, İslam’ı bilmemek, anlamamak anlamına gelir. Ne yazık ki, Komünizm uğruna, kapitalizm uğruna, Kemalizm uğruna, Kürtçülük, Türkçülük, Arapçılık gibi etnik sebeplerle ya da sol/sosyalizm/devrimcilik uğruna öldürülenlere şehid denildiği bir dünyada yaşamaktayız.
İSLAM’DA ŞEHİDLİK; ŞEHİD NEDİR, ŞEHİD KİME DENİR?!.
Arapça bir kelime olan ve (Ş, H, D) kökünden türetilmiş olan Şehid kelimesi, lügat olarak çok geniş bir anlama sahiptir; “hazır oldu, huzurda bulundu, şehadette bulundu veya müşahede etti gibi manaların yanında; “hazır”, “tanık”, “dosdoğru ve güvenilir bildirici (haberci)”, “bilinçli” “hissedilip görülen”, “bütün gözlerin ona dikildiği kimse”, “örnek” ve “örnek alınan” anlamlarına gelmektedir. Şehid kavramının çoğulu ise, ‘Şuheda’ ve ‘eşhad’dır. Kur’an’da otuz beş dolayında “şehid” kelimesi ve yirmi civarında da, çoğulu olan “şuheda” kelimesi geçmektedir. Aynı kökten gelen kelimelerle beraber, Kur’an’da geçen “şehid” kelimesi, daha çok şâhid manasınadır. Şehid, aynı zamanda Yüce Allah’ın isimlerinden biridir.(Şamil Ansiklopedisi, http://www.sevde.de/islam_Ans/islam_ans.htm) Şer’i anlamı ise ‘Allah’a ve Resulüne itaat etmiş, Allah yolunda, Allah rızası ve Allah’ın dinini hayata hâkim kılmak için kâfirlere ve müşriklere karşı direnişte ve verilen mücadelede öldürülen Müslüman’a şehid denir.’ Gerek lügat ve gerekse şer’i tanımdan da anlaşılacağı üzere sıradan ölümlere ya da İslami amaçlı olamayan mücadelelerde ölenlere şehid denmez. O halde, ölen bir kişiye şehid denilebilmesi için, o kişinin; öncelikle Mü’min olması, ikinci olarak, Allah yolunda ve sadece O’nun rızası için mücadele ediyor olması, üçüncü olarak, Allah’ın dinini hayata/kâinata hâkim kılınması için yani ‘din yalnız Allah’ın oluncaya ve fitne yeryüzünde kalmayıncaya kadar mücadele etmeye niyet etmiş olması, dördüncü olarak ise, Allah’ın ve O’nun Resulü Muhammed’in koymuş olduğu çerçeve dahilinde verdiği mücadelede ölmüş/öldürülmüş olması gerekmektedir. Bu belirtilen dört şıkkın dışında, ne için ve kim adına olursa olsun, hatta Müslüman olmasına rağmen Allah yolunda ve Allah rızası olmaksızın herhangi bir beşeri sistemin korunması için verilen mücadelede ölen kimseye asla şehid denmez. Velev ki, bu ülke, onun içinde doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı, anasının, babasının, akrabalarının bulunduğu bir ülke olsun, fark etmez!..
Bu açıklamalardan da anlaşıldığı üzere şehitlik kavramı, sadece İslam’a ait bir kavramdır. O, sadece Müslümanlar için İslami bir rütbe ve bir makamdır. Bu rütbenin İslam dışı rejim, sistem, ideoloji ve dinlerle hiçbir alakası ve ilişkisi yoktur. Buna rağmen, İslami kavramlar içerisinde en çok istismar edilen kavramlardan birisi de, ne yazık ki, şehadet ve şehitlik kavramıdır. Oysa gerek Kur’an-ı Kerim ve gerekse Hz. Peygamber (as)’ın Hadis-i Şerif’leri, bu konuda oluşmuş ya da oluşacak bütün kafa karışıklıklarını, yanlış değerlendirme ve algılamaları ortadan kaldıracak derecede açıktır. Dolayısıyla bu kavram ile ilgili olarak kim ne derse desin ya da nasıl bir tanımlama getirirse getirsin, ben Müslüman’ım diyen birisi için, bu konuda tek ölçü ayet ve hadislerdir.
Bu çerçevede Kur’an-ı Kerim’de konu ile ilgili ayetlere bakıldığında, bu konunun ne kadar açık olduğu görülecektir. İşte konuyla ilgili birkaç ayet:
“Allah Yolunda öldürülenler ölüler demeyiniz, bilakis onlar diridirler. Ama siz farkında olmazsınız!..” (Bakara, 2/154)
“Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Hayır (onlar) dipdiridirler. Rableri katında rızıklanmaktadırlar! Allah’ın lütfundan verdiği nimetle sevinçlidirler. Arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere de hiçbir korku olmayacağını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler…” (Al-i İmran, 3/169-170)
“Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat’ta da, İncil’de de Kur’ân’da da Allah’ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah’dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur.” (Tevbe, 9/111)
“O halde geçici dünya hayatını, ebedî ahiret hayatı karşılığında satacak olanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Her kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, her iki durumda da biz ona yarın pek büyük bir mükâfat vereceğiz.” (Nisa, 4/74)
Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah yolunda öldürülenlere ölü denmez. Bu şekilde yani Allah yolunda ölüm ya da öldürülme, bir kayıp olarak da değerlendirilemez. Çünkü Allah yolunda ölmek yani şehid olmak Müslümanlar için çok önemli bir kazançtır. Hz. Peygamber (as)’ın elçisi Hz. Haram b. Milhan (ra) gönderildiği Ma’une kuyusu halkına İslam’ı tebliğ ederken: “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur. Hz. Muhammed de O’nun elçisidir” dediği esnada arkasından habersizce onu mızrakla vururlar. Vücuduna saplanan mızrak göğsünden çıkar. Göğsünden çıkan kanları eline yüzüne sürerek: “Allah’ü Ekber! Allah’ü Ekber! Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kazandım” diyerek haykırır. İnsan beşer gözüyle, yeryüzü ölçüsüyle baktığı zaman ölüp gitmekte olan bu insanın ‘ben kazandım’ sözüne bir anlam veremez. Ancak İlahi vahyin ölçüsüne göre bakıldığı zaman, ölüp gitmekte olan bu insan, gerçekten kazançlıdır; çünkü bu insan kârlı bir alış-veriş yapmıştır; 60-70 sene olan bu dünya hayatı karşılığında ebedi/sonsuz olan bir hayatı, üstelik Allah’ın rızasını kazanmış bir şekilde satın almıştır. Elbette böyle bir alış-veriş kazançlıdır. Bu kazanç ancak ve ancak Allah yolunda mücadele etmekle kazanılabilir. Çünkü, bir Müslüman sadece Allah yolunda (Nisa, 4/76) ve Allah rızası için mücadele eder. Ve bu mücadele de “Yeryüzünde fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar…” (Enfal, 8/39) devam edecek bir mücadeledir. Bu mücadelenin karşılığında ise dünyevi anlamda bir karşılık değil, uhrevi anlamda, o da sadece Allah’tan bir ecir/karşılık beklenir. Tıpkı Akabe Biatı’nda ‘Ey Muhammed, biz sana biat edersek, kılıç bir daha kınına girmeyecek, Arap ve Acem herkese karşı savaşmak durumunda kalacağız. Peki bunun karşılığında bize ne var’ diyen bir sahabeye, Hz. Peygamber (as); “Cennet” var dediğinde, o sahabe de ‘ne güzel bir alış-veriş, bu sözleşmeyi ne bozarız, ne de bozulmasını kabul ederiz” demesi gibi!..
Hadis-i Şeriflerde de şehid ve şehadet övülmekte ve Müslümanlar teşvik edilmektedir. Konuyla ilgili birkaç Hadis-i Şerif şöyledir:
Hz. Peygamber’e (as) bir Arabi geldi: “Bir adam ismi anılsın diye harp eder, övülsün diye savaşır, ganimet almak için harb eder, mevkiini görsünler diye savaşır” dedi. Resulüllah (as) “Her kim, Allah kelimesi yüce olsun diye savaşırsa, işte o kimse, Aziz ve Celil olan Allah yolundadır.”
Ebu Musa (ra)’dan; “Hz. Peygamber (as)’a soruldu: “cesaretini göstermek için, hamiyeti için ve gösteriş olsun diye savaşanların hangisi Allah yolundadır?” Hz. Peygamber (as): “Kim, Allah Kelimesi’nin yüceltilmesi için savaşırsa onun savaşı Allah yolundadır, diye buyurdu.” (Buhari, Müslim)
“Cennete giren hiçbir kimse, dünya üzerindeki her şey kendisine verilse dahi, dünyaya dönmek istemez. Ancak şehid müstesnadır. O, göreceği ilahi ikramdan dolayı tekrar dünyaya dönüp on defa daha öldürülmeyi (şehid olmayı) temenni eder” (Buhari, Cihad 6; Müslim, İmare, 108,109; Nesei, Cihad 33)
“Ebu Hureyre (ra)’dan rivayet edildiğine göre Hz. Muhammed (as) şöyle buyurmuş:
Kıyamet gününde aleyhinde hüküm olunacak halkın birincisi, şehid edilen bir adam olacaktır. O kişi Allah’ın huzuruna getirilir. Allah, ona verdiği nimetleri bir bir anlatır. O da bunları bilir, hatırlar. Yüce Allah ona:
– Bu nimetlerin arasında ne yaptın? diye sorar. O, şu cevabı verir:
– Senin rızan için savaştım ve nihayet şehid oldum. O zaman Allah şöyle der:
– Yalan söylüyorsun! Fakat sen, hakkında kahraman denilsin diye savaştın ve neticede de öldürüldün. Allah’ın emri üzerine o kişi yüzüstü sürüklenerek Cehenneme yollanır.
İkinci olarak, ilim öğrenmiş, başkalarına öğretmiş, Kur’an okuyan biri Yüce Allah’ın huzuruna getirilir. Allah, ona da verdiği nimetlerini tek tek anlatır. O da bu nimetleri anlar ve kabul eder. Yüce Allah ona şöyle sorar:
– Bu nimetlerin içinde bulunurken, benim için ne yaptın? O kişi, şu cevabı verir:
– Senin rızan için ilim öğrendim, Kur’an’ı okudum ve başkalarına da öğrettim, okuttum. Ondan sonra Allah ona şöyle der:
– Sen yalan söylüyorsun! Sana âlim, ne güzel okuyor, denilsin diye okudun. İlim öğrenmeyi, Kur’an’ı okumayı, başkasına öğretmeyi ve okutmayı, riya ve gösteriş için yaptın. Nihayet senin için bu övgüler de yapıldı. Allah’ın emri üzerine bu adam da yüzüstü Cehenneme atılır.
Üçüncü olarak, Allah’ın kendisine zenginlik ve çeşitli mallardan verdiği bir kişi getirilir. Allah, bu kişiye de verdiği nimetleri ayrı ayrı anlatır. O da, bu nimetleri bilir, hatırlar. Yüce Allah ona da şu soruyu sorar:
– Bu nimetlerin arasında bulunduğunda, ne gibi hayırlı işlerde bulundun? Kişi şu cevabı verir:
– Senin rızan için, sevdiğin her türlü hayır yollarına harcamada bulundum. Allah, onun bu cevabı üzerine şöyle der:
– Sen yalan söylüyorsun! Sana cömert desinler diye bu hayır yollarına harcamada bulundun. Bu yardımları, riya ve gösteriş için yaptın. Sonra, Allah’ın emri üzerine bu kişi de, yüzüstü sürüklenerek Cehenneme yollanır” (Şamil Ansiklopedisi)
Konuyu daha da açık hale getirmek için bazı alimlerin görüşlerini de nakletmek faydalı olacaktır.
Merhum Şehid Seyyid Kutub, konuyla ilgili olarak şöyle diyor: “Kalem tutan eller pek çok şey yapabilirler. Ama bir şartla: “Düşüncelerini yaşatabilmeleri için ölmeleri, onu kanlarıyla, etleriyle beslemeleri lazımdır. Hak bildiklerini söylemeleri, o hak söz uğruna kanlarını feda etmeleri gerekir. Düşüncelerimiz ve sözlerimiz hareketsiz cesetler gibidirler. Biz ne vakit onları kanlarımızla besler, uğurlarında ölürsek, o zaman dipdiri fırlar ve canlılar arasında yaşarlar. Demek ki, yeryüzünde bir inancın hayat sürmesi ancak o inancın uğrunda hayatların feda edilmesiyle mümkündür.
Yine merhum Seyyid Kutub bir başka yerde de: “Kur’an yolunda yanmadıkça, küfrün karanlığı aydınlanmaz.”
Şehid Hasan el-Benna da: “Ölümü hayata tercih eden kimse için ölümle hayat müsavidir. Ölümü hayata tercih eden bir milletin önünde hiçbir şey durmayacaktır.”
Şehid Mutahhari de: “Şehid aynen bir muma benzer, yanar, yanar, etrafına nurlar saçar ve kendi yokluğuna mal olacak bu yanışla muhitini huzura kavuşturup, işlerini görmeye yardımcı olur. Fakat sonunda kendini bitirip söner gider.”
ÖLÜM YOK OLUŞ DEMEK DEĞİLDİR!..
Ölüm bir son, bir yok oluş değildir. Ölüm geçici/fani olan bu dünyadan ebedi âlem olan Ahirete geçiş köprüsüdür. Ölüm, dünyadan Ahirete doğru devam eden bir yolculukta bir ara duraktır. Ölüm, uykudan uyanmadır, ebedi âlemde, yeni bir hayata başlamadır. Ölüm, sevgiliye vuslattır; vuslat ise hasretin sonu, yeni bir yolun ise başlangıcıdır. Müslüman’ca yaşamış ve Müslüman’ca ölmüş biri için, ölüm böyledir. Allah yolunda mücadele ederken ölümün ve öldürülmenin adı olan şehidlik ise, bu ölümden çok daha yüce, çok daha mukaddes ve çok daha farklıdır. Bu farklılık, defnedilme işleminden itibaren başlar ve Allah’ın vereceği nimetlerdeki ayrıcalığa kadar devam eder. Nitekim Şehid, diğerlerinden farklı olarak yıkanmaz, kefenlenmez, şehid olduğu elbisesiyle defnedilir; çünkü onun kefeni şehid olurken giydiği elbisesidir. Gusül, ölü bir cesedin temizlenmesi içindir. Oysa şehidler, Allah yolunda verdikleri mücadeleden dolayı, her türlü manevi pislikten arınmış ve tertemiz olan kimselerdir. Şehid, hem Allah nezdinde, hem de insanlar nezdinde, verdikleri mücadele neticesinde öldürüldüklerinden dolayı ölümsüzleşirler. Müslüman’ca yaşamış ve Müslüman’ca ölmüş biri, yaşayanların örnek alacağı çok derin izler bırakmaz. Ama bir şehid ise, sadece yaşadığı dönemde/çağda değil, bütün çağlara ve nesillerle örneklik oluşturacak çok derin izler bırakır. Şehid Metin Yüksel’in dediği gibi “Şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara!”
Şehid, İlay-ı Kelimetullah yani Allah Kelimesi’nin yüceltilmesi uğrunda ölümü tercih ederek ölümsüzleşmiş kimsedir. Bu nedenle şehadet, büyük bir fedakârlıktır. Fedakârlığın en yücesi kişinin malından, mülkünden, karısından, çocuğundan ve her şeyinden vazgeçmesinden daha öte, öz varlığından/canından fedakârlıkta bulunmasıdır. Bu fedakarlığın karşılığı olarak onlar, -bizler farkında olmasak da- Allah’ın katında diridirler ve rızıklandırılmaktadırlar. Bu nedenledir ki şehidlik bir kayıp, bir yok oluş değil, bir kazançtır. Elbette beşer ölçüsüyle, şehid olurken bile bunun bir kazanç olduğunu anlamak mümkün değildir. İlahi ölçüyü esas alanların nezdinde ise, şehid olmak bir kayıp değil, bir kazançtır.
Tarih sahifeleri, Allah yolunda zalim, tağut, Firavun, Nemrut, Ebu Cehil ve daha nice tarihin yüz karası insanların ve sistemlerin karşısına dikilerek hakkı haykırmış ve Allah yolunda canını ve her şeyini feda eden şehidlerin hatıraları ile doludur… Hz. Sümeyye (r.anha) ve Hz. Yasir (r.a)’dan bu tarafa sayısız şehidler verilmiştir. Bu şehidlerin kanlarıyla İslam toprakları yeşermiş ve bugün de bütün İslam coğrafyasında emperyalist kafirlere yönelik kutsal bir mücadelenin meşalesi tutuşturulmuştur. Bu meşale yüzyıllardan beri sönmeden Kıyamete kadar devam edecek kutsal bir meşaledir. Şehid Şeyh Saidler, Şehid İskilipli Atıf Hocalar, Şehid Şeyh İzeddin el-Kassamlar, Şehid İmam Hasan el-Bennalar, Şehid Abdulkadir Udehler, Şehid Seyyid Kutuplar, Şehid Şeyh Ahmed Yasinler ve daha niceleri, gerek içinde yaşadığımız topraklarda, gerekse İslam coğrafyasının diğer topraklarında, kanlarıyla bu şehadet meş’alesini söndürmeden nesillerden nesillere taşımışlardır. Bu şehidler kervanı bugün de devam etmektedir ve kıyamete yani ‘din yalnız Allah’ın oluncaya ve fitne yeryüzünde kalmayıncaya kadar da devam edecektir.