İnsanlık tarihi boyunca şeytan ve dostlarının, Allah’ın kullarını suret-i haktan görünerek “Allah ile aldatmaları”, en etkili ve en yaygın olan aldatma yöntemi olarak süregelmiştir. Özellikle de toplumlara egemen olan sistemler, “din adamı, âlim, hoca, şeyh, akademisyen vb.”nin de yardımıyla oluşturdukları Hak ile bâtıl karışımı “kendi sistem dinlerini”, Hak din olarak sunmak suretiyle kitleleri “Allah ile aldatıp” statükonun destekçisi hâline dönüştürmeleri, çok yaygın ve sürekli tekrarlanan bir uygulamadır.
Aldatmak, kandırmak ve yalan söylemek, günümüzün en önemli ahlak problemidir.
Dinimizde; “aldatmak, kandırmak ve yalan söylemek”, kabul edilemeyen bir davranış ve ahlak zafiyeti olarak görülmektedir. Her ne suretle olursa olsun, hile yapmak ve insanları aldatmak, dinimizce kesinlikle yasaklanmıştır. Bununla ilgili çok sayıda ayet ve hadis bulunmaktadır. Bu hadislerden bir tanesi şöyledir: “Doğru olun; doğruluk iyiliğe, iyilik ise Cennete çeker. Yalandan sakının; yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.”
İslam dininin aldatma ve kandırma ile ilgili hassasiyetini ortaya koyan, yaşanmış bazı olaylar da vardır. Bazı kaynaklarda İmam-ı Buhari’nin, bazı kaynaklarda da İmam-ı Müslim’in yaşadığı söylenen bir olay şöyle anlatılır: İmam, çok “Hadis” bildiği söylenen bir kişiden “Hadis” almaya gider. Bakar ki bu kişi, kaçmış olan atını yakalamak için külahını çıkarıp ata doğru uzatıyor. At, kendisine uzatılan külahın içinde yem olacağı hissi ile külaha doğru yaklaşır ve sahibi de atı yakalar. İmam, atın sahibine; “o külahın içinde bir şey var mıydı?” diye sorar. “Hayır” cevabını alınca: “Atı kandıran, insanları da kandırır” diyerek, ondan hadis almaktan vazgeçip, geri döner.
Her Müslüman aynı hassasiyeti ve aynı tavrı gösterdiğinde, aldatma, kandırma ve yalan söyleme üçlüsü de kendiliğinden yok olacaktır. Bazen korkudan, bazen “neme lazımcılık”tan ses çıkarmadıkça, bu üçlü varlığını artarak sürdürmektedir. Sessiz kalmak, kabullenmektir. O halde aldatan kadar aldatılan da suçludur. Bazen hayıflanır ve şikâyet ederiz, “Bunlar, dini kendi çıkarları için kullanıyorlar” deriz. Arkalarından konuşur ama yüzlerine hiçbir şey söyleyemeyiz. Zamanında ikaz etmez ve onların bu davranışlarını sürdürmelerine neden oluruz. Onların yanında durarak, doğru yolda olduklarını sanmalarına sebep oluruz. Onlar kadar olmasa da, biz de işlenen bu ahlak suçuna ortak olmaktayız.
Dindar idareci, kendilerine itaat etmeyen ve sadakat göstermeyenlere, kin ve nefret duyamaz. Kin ve nefret; kendilerine muhalif olanları, iftira ve karalama kampanyalarıyla bertaraf etmeye yöneltmez. Kin, nefret ve iftira da İslam dininin yasakladığı ve hoş görmediği davranışlardır. Dindarlık, dinin gereklerini yapmaktır. Dinin gereğini yapmayanlara, dindar denilmemeli, itibar kazandırılmamalıdır. Kandırmak, aldatmak ve yalan söylemek, Allah’ın haram kıldığı ve istemediği işlerdir. Hiçbir kimse; hiçbir mahlûku ve hiçbir insanı kandırma, aldatma ve yalan söyleme hakkına sahip değildir. Nitekim Hud sûresi, 112. ayette, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” buyrulmuştur.
Tabii ki ilk aldatma, Hz Âdem (aleyhisselam) ve Havva annemizle şeytan arasında olmuştu; yine onları, Allah ile aldatmıştı. Şeytan, bir yalancıdır, yalanlarla insanı kandırır. Nitekim bu olayda; yasak ağaçtan yerlerse Hz. Âdem ve Havva annemize cennette ebedi kalacaklarını söylemiş, onların cennetten çıkmalarına sebep olmuştur. Yani bir nebze yalan söyleyerek onları Allah ile kandırmıştır ve bu, ilk kandırma olarak karşımıza çıkmaktadır ve peygamberlerin hayatlarına bakıldığında Allah ile kandırma hep olmuş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Burada, Müslümanların uyanık olması gerekmektedir: “Ey insanlar! Allah’ın vaadi, haktır. Dünya hayatı, aldatıcıdır. Aldatıcılar, Allah’ın adını kullanarak sizi aldatmasın” (Fatır sûresi 5. ayet).
Rabbimiz, biz Müslümanlara çok büyük uyarıda bulunmasına rağmen bu uyarıları pek ciddiye almaz bir hayat yaşamaktayız. Sebebi de bize düşman olarak bildirilen Şeytanın aldatmalarına kanmamızdır. Zira Şeytan, Allah’tan kıyamete kadar aldığı izinle sırat-ı müstakim üzere oturup insanları aldatmak için Allah’ın zatına yemin etmiştir. Her Müslüman, namazda okuduğu Fatiha sûresinin 5. ayetinde Allah’tan, sırat-ı müstakim üzere kendisine hidayet isteyip o nimet verilen yolda olmayı diler. Oysa Şeytanın sırat-ı müstakim yolu üzere oturacağını Rabbimiz, bize, Araf sûresinin 16. ayetinde beyan buyuruyor: “Bunun üzerine İblis: Mademki benim yoldan çıkıp hataya düşmeme ve sapmama izin verdin, ben de gidip senin dosdoğru yolunun üzerinde, onlar için pusu kurup oturacağım.” Yani biz, her gün sırat-ı müstakimi isterken Şeytan, o yol üzerinde oturarak o yolun yolcularını bazen Allah’ın adını kullanarak, bazen nefislerini azdırarak, bazen rızık endişesi, bazen malı-mülkü, bazen ailesi, bazen de dedelerinin veli olması ile güvendirerek sırat-ı müstakim yolundan alıkoyar. Şeytanın işi bu… Allah’ın adıyla aldatmak!
Peki, bu iş yani Allah’ın adını kullanarak aldatmak, sadece Şeytanın işi midir; yoksa şeytanlaşmış insanlar da Allah’ın adını kullanarak insanları aldatıyorlar mı? Buna, cevap bulmamız gerekiyor. Fatır sûresi 5. ayetinde geçenleri inceleyelim: “Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın va‘di gerçektir. Öyleyse sakın dünya hayatı sizi aldatmasın! O çok hilekâr şeytan da, sizi Allah’ın rahmeti ve affına güvendirerek kandırmasın!” Allah, birçok ayette “Ey iman edenler” buyurarak hitap eder ama bu Ayet-i Kerime’de “Ey İnsanlar” buyurarak bütün insanlığa hitap etmektedir. Yani çağrı bütün insanlığa… Bütün insanlara, “Allah’ın vaadi haktır” buyuruyor. Geçmişte ve günümüzde birçok insan, Allah’ın vaadinin hak olduğuna ve gerçekleşeceğine inanmazlar. Bundan dolayı Rabbimiz, kesin bir ifade ile “Allah’ın vaadi haktır” buyuruyor. Yani “ister inanın ister inkâr edin bu vaat, haktır ve gerçekleşecektir” emri, çok ciddiye alınması gereken bir ilahi uyarıdır. Ayetteki ikinci İlahi uyarı, “Dünya hayatı, aldatıcıdır” uyarısıdır. Rabbimiz, dünya hayatlarını kendi istekleri doğrultusunda imar edip İlahi uyarılara uymayanların sonlarının nasıl hüsranla bittiğini, bize, yine Kur’an-ı Kerim’de bildiriyor. Firavun ve benzeri ilahlık taslayanların, insanları kendi hükümranlıkları altına alıp dünyayı yönetmeye kalkışmalarının hiçbir neticesinin olmadığını ve kendi elleri ile kendilerini tehlikeye attıklarını, yine Kur’an’da bize beyan buyuruyor. Ayetteki üçüncü ilahi uyarı olan, “Aldatıcılar, Allah’ın adını kullanarak sizi aldatmasın” uyarısı, en can alıcı uyarıdır. İşte günümüzdeki bütün Müslümanların üzerinde en çok durmaları gereken, “Allah’ın adının kullanılarak aldatmayı gerçekleştirenlerin aldatması”dır.
İnsanlık tarihi boyunca egemen statükoları ayakta tutmak ve egemenlerin iktidarlarını sürekli kılmak için kitlelerin desteğini almak amacıyla uydurulan statüko dinleri ya da Kur’an’ın “atalar dini” olarak nitelendirdiği dinler, hep Allah’ın dini olarak sunulmuştur. Çünkü insanları ikna etmenin en etkili yolu, budur. Şeytan ve dostları da bunu bildikleri için, hep egemenlerin rant, güç ve iktidarlarına zarar vermeyecek dinler oluşturup Hak ile bâtılın karışımından oluşan bu dinin Hak din olduğunu iddia etmişlerdir. İşte bu “statüko dini” ya da “atalar dini” üreticileri ve bilinçli destekçileri ile bu dinin halk nezdinde meşruiyet kazanması için bilinçli olarak katkı sunanların hepsi, şeytanın velisi ve hizbi olmuş ve insanları kasıtlı olarak “Allah ile aldatan” aldatıcılar hüviyetini kazanmışlardır.
Atalardan devraldıkları şeytanî cahiliye kültürünü Allah’ın dini olarak kabul edenler için Rabbimiz, şu tespiti ve uyarıyı yapmaktadır: “Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız’ derler. (Peki), ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?” (Bakara, 2/170). “Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine (Kur’an’a) ve Peygamber’e gelin’ denildiğinde onlar, ‘Babalarımızı üzerinde bulduğumuz din, bize yeter’ derler. Peki, ya babaları bir şey bilmiyor ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?” (Maide, 5/104).
Üstelik bu kesimler, “atalar dinine” tâbi olmaktan daha da ileri gidip yaptıkları kötü işleri ve hatta şirk koşmalarını dahi, “Allah, bize böyle emretti” diyerek, tıpkı şeytanın kendi azgınlığının ve isyanının faturasını Allah’a kesmeye kalkması gibi Allah’a fatura etmeye kalkarlar. Böylece bu tür bâtıl tercihlerinin bile Allah’ın isteğiyle olduğunu, iddia ve iftira ederler. Sonuçta da bâtıl din anlayışlarını Allah’ın dinine uygunmuş gibi sunup meşru göstermeye çalışırlar. Bu, düpedüz Allah’a iftiradır. Eğer Allah böyle bir şey isteseydi kitabında, onu bizzat emrederdi. Allah; emirlerini, yasaklarını kitapla bildirmiştir. Bugün şeytanın uşakları, şeytan vahiylerine kulak vererek kendi mantıklarına göre, kendi hevâ ve heveslerine göre bir din oluşturmaya ve bu dinin de Allah tarafından onaylandığını iddia etmeye çalışıyorlar. Hayatlarına karışmayan, kendilerinden hiçbir sorumluluk istemeyen, keyifleri nasıl isterse öylece yaşamalarına izin veren, onlar neyi beğenmişlerse ona ses çıkarmayan bir Allah, bir din ihdas etmeye çalışıyorlar. Allah, bu iftiracıların yalanlarını ifşa etmekte ve uyarmaktadır: “Onlar, kötü bir iş yaptıkları zaman: ‘Atalarımızı böyle yaparken bulduk, Allah da bunu bize emretti’ derler. De ki: Allah, kötülüğü emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah’a mı atıyorsunuz?” (Â’raf, 7/28).
Kıymetli Müslümanlar! Burada, şunu anlamamız gerekiyor: Sistem, uyanık artık. Şeytan ve şeytanlaşmış insanlar direkt bizimle uğraşmıyor, günahı bize aşikâr bir şekilde söylemiyor, bilakis güzelce ambalajlıyor ve bize hoş gösteriyor. Bizler, bu ambalajı açtığımızda bir bakıyoruz ki kumar, faiz, zina, alkol… saymakla bitmeyen günahlar ortaya çıkıyor. Burada Müslümanların uyanık olup suret-i Haktan görünenlere kanmaması gerekiyor; çünkü bizim örneğimiz, Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin sünnetidir. Ona göre hayatımızı dizayn edip yaşamamız gerekiyor.
Kıymetli Müslümanlar! Son olarak şuna dikkat edelim: Bugün sistem, şeytan ve aveneleri, bize günahları süslü göstermektedirler. Çünkü aşikâr bir şekilde gösterseler, istedikleri hedefe ulaşamayacaklardır ve bu süslü günahlar, belli bir süre içinde zuhur ediyor. Adeta kanımıza, beynimize, damarlarımıza işliyor. Bir süre sonra bu ambalajları açtığımızda bir bakıyoruz ki içinden zina çıkıyor ama bu günahın süslü ismi; flört, arkadaşlık…
Bir bakıyoruz ki faize, kredi demişler, desteklemişler; adını sürekli değiştirmişler. Bir bakıyorsunuz ki “şans oyunu” diyorlar. Açıyorsun; “kumar” çıkıyor, onun altında milli piyangosu, iddiası, lotosu… Özetle; Allah’ın yasakladığı tüm büyük günahları, bize ambalaj şeklinde kabul ettirdiklerini görmekteyiz. Söylemleri, eylemleri bize benzeyen birileriyle bu dini bize farklı kabullendirdiklerini görmekteyiz. Allah rızası için bu dinimizi ve Rasulullah’ın (sav) hayatını gerçek manada öğrenip ona göre yol aldığımızda, bunlara kanmayacağız. Nitekim kelime-i şehadet getirmiş, canıyla, kanıyla bu davaya baş koymuş bir müslümanın dinini en iyi şekilde öğrenip tatbik etmesi gerekiyor. Düşmanının silahıyla kuşanması icap ediyor; çünkü düşman, aslında “din” kisvesi altında bizi, kendi silahlarımızla vuruyor ve başarıyor da. Müslüman, uyanıktır; kendi silahıyla kendini vurmaz…
Son olarak; Rabbim, şeytanın şerrinden ve şeytanlaşmış insanların şerrinden bizi korusun. Allah ile aldatanlardan ve aldatılanlardan eylemesin. Rabbimiz, rızasına uymayan sistemlerden, hükümlerden ve yönetim şekillerinden bizi muhafaza buyursun. Bizi, Hakk’ı hak bilip ondan ayrılmayan, batılı da batılı bilip hemen ondan uzaklaşan kullarından eylesin. Âmin. Velhamdülillahi Rabbi’l-Âlemin…
Hakverdi DOĞRU
Kaynakça:
1. Mücahit Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon
2. Mehmet Pamak, Dini İstismar Ederek İnsanları “Allah ile Aldatmada” Üç Kategori