Bu noktada Saff sûresi 2 ve 3. ayet-i kerîmeler üzerinde biraz durduktan sonra yavaş yavaş konunun genel hatlarını tamamlayabileceğimizi düşünüyorum kardeşler;
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ
كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُون
“Ey iman edenler! Neden yapmayacağınız şeyleri söyleyip duruyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap sebebidir.”
Ayette hitap, iman eden kadın ve erkeklere. İman ettiğini iddia eden kadın ve erkeklerden Rabbimiz, iddialarını ispat etmelerini emrediyor. İman iddiasını o doğrultudaki salih amellerle taçlandırmaları gerektiğini emrediyor. Bu ayetin nüzûl sebebi olarak rivayet edildiğine göre; Müslümanlar, amellerin Allah yanında en sevgilisinin hangisi olduğunu bilseydik o uğurda mallarımızı ve canlarımızı feda ederdik, demişlerdi. Bunun üzerine “Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda çarpışanları sever” meâlindeki âyet nâzil oldu. Fakat Uhud savaşında, bazılarının geri dönmesi, Saff sûresinin bu âyetindeki kınamanın sebebi olmuştur.
Şimdiye kadar başlıkta belirttiğimiz gibi söylem ve eylem üzerinde durduk; ancak bu ayet-i kerime ile birlikte meselenin hem ahiret hem de dünyaya bakan yönüyle iman-amel birlikteliğini de konuşmak gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz, 50’yi aşkın yerde iman ve salih ameli birlikte anmış. Merhum şehid (inşallah) Seyyid Kutub, bu konuda diyor ki; “Amel-i salih, imanın tabiî semeresidir. İman kalbe yerleştiği andan itibaren kendiliğinden bir hareket başlar. Çünkü iman, aktif ve harekete geçirici bir gerçektir. Bir vicdanda iman yer eder etmez, kendi varlığını dış dünyaya salih ameller olarak yansıtır. Tıpkı kokusunu içinde tutamayan çiçek gibidir. Hareketsiz, pasif ve sönük halde beklemesi, dışa çıkıp dışında kendini göstermeden gizli kalması mümkün değildir. Eğer aksi oluyorsa o iman, ölü veya zayıftır. Aynı zamanda iman, soyuttan/söylemden somuta/eyleme dönüşmeyen sırf iyi niyetlerden ibaret de değildir” (Kutup, ts: 351). Buradan hareketle imanın bir hareket, bir eylem, bir aksiyon olduğunu görmekteyiz.
Sahabe’nin yaklaşımında da zaten Seyyid Kutub’un bahsettiği iman anlayışını görebiliyoruz. Kur’an’a göre sahabe, Rasulullah’a 13 mesele soruyor, 11’i amele taalluk eden meseleler; 1’i ruh, 1’i de kıyamet ile alakalıdır. Yine hepimizin bildiği gibi sahabenin Kur’an ile amel etme anlayışı nasıldı?
Ebu Amir ed-Dâni; Hz. Osman, Hz. İbn Mes’ud ve Hz. Ubey’den rivayet etmektedir: “Resulullah (s.a.v), onlara Kur’ân-ı Kerim’den on âyet-i kerime öğretirdi. Onlar ise bu âyet-i kerimelerde amel ile ilgili hususları öğrenmedikçe bir başka on âyet-i kerimeye geçmezlerdi. Böylelikle Hz. Peygamber, bizlere hem Kur’ân-ı Kerim’i ve hem de onunla amel etmeyi birlikte öğretirdi.”
Yani anlayacağımız, “iman” öyle boş bir söz değil, bilakis içi doldurulması gereken bir iddiadır. Şimdi, başta bahsettiğim çocuklar konuşmayı öğrendiğinde onlara “Lailaheillallah”ı öğretin emr-i nebevisindeki hikmeti daha iyi anlayabiliyoruz değil mi? Kuru sözden ötesini kastediyor Allah Rasulü mutlaka. Zira bugün diller binlerce, milyonlarca kez “Lailaheillallah”ı zikrediyor fakat amelden yoksun, güzel ahlaktan yoksun bir iman, ruhsuz bir cesetten başka çağrışım yapmıyor maalesef.
Merhum Ali Küçük Hoca, Saff sûresi 2 ve 3. ayetlerin tefsirinde diyor ki:
“Bu ayetlerin iki veçhesi var aslında; 1. Ey mü’minler; amelin konusu olmayan, yapmanın konusu olmayan şeyleri ne diye gündem ediyorsunuz aranızda? Yani size ne ABD’den, Çin’den? Efendim, İnkaların Amerikan kültürüne etkilerini tartıştığınızda amel defterinize salih amel olarak mı, malayani olarak mı yazılacak? Bunun gibi yarın amele dökülemeyecek fantastik denilebilecek, ütopik denilebilecek, bize lüks olan konuları konuşup ne diye zaman kaybediyorsunuz? 2. Yapmadığınız, yapmayacağınız şeyleri neden konuşup duruyorsunuz? Konuştuğunuz şeyler neden hep olduğu yerde kalıyor? Yani sizler hep söz Müslümanı mı olarak kalacaksınız? Amelî planınız, aksiyona geçme iradeniz nerede? Namaz kılmayacaksınız madem, ne diye abdest alıyorsunuz? (rahatlatsın diye!) Orucu da kilo verdirsin diye tutuyoruz, işte fakirlerin halini anlayalım diye yorum yapıyorlar ya! Sanki fakire oruç farz değil. Bir ibadetin içi ancak böyle boşaltılır. Bu denli amel ve hareket odaklı olan din, ancak bu kadar pasifleştirilir. Allah, bu ayette işte laf ebelerini böyle azarlıyor. Allah, ‘bilmiş bilmiş şunu yapmak lazım, bunu yıkmak lazım’ diye sadece kuru laflarla meşgul olanları değil, lafı eyleme dönüştüren, kendi yolunda bir binanın tuğlaları gibi saf bağlayıp çarpışanları sever.”
Allah Rasulü, “Kişinin iyi bir Müslüman olduğunun alametlerinden bir tanesi de onun kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesidir” buyurmaktadır. Bir başka rivayette, “Kişinin malayaniyi terk etmesi onun imanındandır” buyruluyor.
Peki, lüzumluyu, lüzumsuzu nereden anlayacağız? Bizi, sâlih amele yönlendiriyor mu, yönlendirmiyor mu? Bunun da yolu, tabii ki Kitap ve Sünneti iyi bilmekten geçiyor. Demek ki imanımızı güçlendirmek, sâlih amellerimizle Allah’a yaklaşmak için dinimizi, kulluğumuzu ilgilendirmeyen konulardan uzak durmamız gerekiyormuş.
Kendi çocuklarımızı unutup başkalarının çocuklarını konuşuyoruz. Filanın şu kadar malı varmış, şurayı satmış, şurayı katmış, bilmem hangi siyasetçi şunu demiş, öteki ona şu cevabı vermiş vs… Adam daha evlenmeden boşanmanın konularını tartışıyor, oturduğu yerden ihramlıyken yasak olan şeyleri konuşuyor. Yahu şimdi, el’an, imkânın varken yasak olan ve yapılması emredilen şeyler var, onları gündemine bir alsana? Dolar şöyle oldu, hükümet şunu yaptı… Niye konuşup duruyoruz bunları? Ahiretimize bir faydası var mı? Mizanımızda ağırlık yapacak mı? Hayır! O halde neden? İşte, artık bunlarla vakit harcamaktan vazgeçin, diyor Rabbimiz.
Beşir Eryarsoy Hoca, bir anekdot anlatmıştı. Bir toplantıda gencin biri ısrarla bir soru soruyor. Diyor ki; “Zânînin cezası 100 celde mi, recm mi?” Beşir Hoca diyor ki, “evladım, şu an İslam devletinde mi yaşıyoruz?” “Hayır.” “O zaman önce İslam devleti kurulsun. Oturur delilleriyle hepsini konuşuruz, şimdi daha acil meselelerimiz var.”
İman-amel birlikteliği demişken, Bakara sûresi 44. ayetten bahsetmeden olmaz tabi; اَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ اَنْفُسَكُمْ وَاَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَۜ /“Yoksa siz, başkalarına iyiliği, birr’i takvayı emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz? Üstelik kitabı da okuyup durduğunuz halde? تَعْقِلُوَ اَفَلَ “Ne kadar az aklediyorsunuz!” Kendinizin yapmadığı bir şeyi neden başkalarına emredip duruyorsunuz? Buradaki bir nüansı belirtelim, yani denilebilir ki bir baba acayip tiryaki, adam sigarayı bırakamıyor, severek de içmiyor, bağımlılık farklı bir mesele ama çocuklarına da “içmeyin şunu” diye öğüt vermesin mi? Gece teheccüde kalkmak, şüphesiz övülecek bir ameldir, nitekim de her vaiz buna teşvik eder insanları. Ancak kaç kişi bu ameli sürekli ifa edebiliyordur? Çok azı. Eğer herkes yapabildiği kadarını anlatacak olsaydı, bu din güdük kalırdı. Allah Rasulü de veda hutbesinde buyuruyorlar ya; “Burada bulunanlar bulunmayanlara bu sözlerimi ulaştırsın, ola ki bir başkası sizden daha iyi anlar ve daha iyi amel eder.” Hani İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye atfedilen bir yalan var ya, diyor Ali Küçük Hoca, meşhur bal hikâyesini duymuşunuzdur. Yani birine “bal yeme” demek için bal yemiyor olmak gerekmez.
O zaman burada temiz bir niyetle, istediği halde birtakım sebeplerle yapamadığı iyi işleri, takvaya, birr’e ulaştıracak amelleri teşvik edenlerden değil de zaten kalbi de mutmain olmamış, elindeki kitapta sürekli okuduğu üzere Allah’ın kendisini her zaman görüp, işittiğini unutarak insanlar nezdinde bir itibar elde etmek adına iyi görünüp, kendisine gelince o emrettiklerinin tam tersini yapan ikiyüzlü münafıklardan bahsediliyor, diyebiliriz. Bunlar, kendilerini zaten helak ediyorlar; ancak Müslümanlara da büyük zararları dokunuyor.
Fuzûlî’nin şu beyti, bunu ne güzel ortaya koyar:
“Vâizin küfrün benim rüsvâlığımdan kıl kıyâs
Anda sıdk olsaydı ben takvâ şiâr etmez midim”
Nasıl bir toplum olduk ki, “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” gibi sözler meşhur olmuş. Bugün Müslümanlar itibarlarını kaybetti, izzet ve şerefini kaybetti. Dirlik ve birliğini kaybetti. İnsanlığın karanlığa bulanmış çehrelerine bir umut olma potansiyeli sadece İslam’da var; fakat Müslümanlarda bunu hayata geçirecek irade olması gerekiyor. Bunun için de en önemli adım, ahlak ve erdemli hayatı topyekûn tesis etmektir. İman ve amel birliği yapmış yiğit Müslümanlara ihtiyaç vardır. Bir şekilde insanlara güçlü bir mesaj verilmesi gerekmektedir; “durun, teslim olmayın bir umut var. Bu kötülüğü devirecek bir İbrahim var. Firavunu boğacak Musa burada, içimizde. Kâbe’yi, Harem-i Şerifi, putlardan, necasetten arındıracak Muhammed’in (s.a.v.) ümmeti burada.” diye seslenebilmeli, güven ve umut verebilmeliyiz tüm insanlığa.
Bu noktada söylem-eylem tutarsızlığını azaltmak için basit manada neler yapılmalı diyecek olursak;
1- İnsanlara imanı hatırlatmalıyız. Rasulullah’ın “Din, nasihattir” buyruğu mûcibince bol bol nasihatleşmeli ve sahabenin deyimiyle “iman tazelemeliyiz.”
2- İnsanların, inandığı değerlerine daha çok önem vermesini sağlamalıyız. Bunun için bu dergilerimiz, konferanslarımız ve çeşitli davet çalışmalarımızı yaygınlaştırmalı ve imanın değerini ve önemini sürekli anlatmalıyız.
3- İnsanları, inandıklarıyla amel etmeye, eyleme geçmeye teşvik etmeli ve bu konuda kolaylaştırıcı, yardımcı olmalıyız. Amel etkinlikleri düzenlemeli, mesela nafile namaz, nafile oruç, iyilik hareketleri, çevre bilinci, hasta ziyaretleri vs. gibi imanı amele dönüştürecek, bunu teşvik edecek etkinliklerle iyiliğin yolunu açmalıyız.
4- Tabiî iyiliğin önünü açarken, imanımızın emrettiği amelleri kolaylaştırırken, imanımıza ters, Allah ve Rasulü’nün nehyettiği amellere ulaşmanın da önünü elimizden geldiğince kapatmalı ve zorlaştırmalıyız. Toplumdaki nifakla, bozgunculukla, ifsat edici her türlü propagandayla savaşmalı, ya kökünden kazımalı ya da insanlar nezdinde onları küçük düşürmeliyiz.
Bu maddeler çoğaltılabilir ama şimdilik biz, bu kadarıyla iktifa edelim. Rabbimiz, hepimize iman bereketiyle amel edebilmeyi nasip etsin. Fitneden, nifaktan, fesattan kendimizi, ailemizi ve tüm insanlığı kurtarmanın yollarını bize göstersin. Bize, Hakk’ı hak bilip hakka yönelmeyi, batılı batıl bilip ondan uzaklaşmayı nasip eylesin.
وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟ (Yunus, 10)