Kıymetli okur. Arabistan topraklarında yaşıyor olmanın maddi ve manevi nimetlerinden faydalanmaya karar vermemde Kur’an Kıssalarının bir kısmının buralarda yaşanmış olması büyük rol oynadı. Yaşadığım belde olan Cidde’ye uzaklığı 700 km olan Medain-i Salih öteden beri merak ettiğim yerlerdendi. Bu amaçla yarıyıl tatilini fırsat bilip yola çıktık. Önce Medine-i Münevvere’ye gidip Mescid-i Nebevi’de ibâdet, tefekkür ve tezekkür ettik. Ravza-ı Mutahhara’ya girdiğimde Hz. Peygambere selâm vererek ona manen dedim ki: “Ey elçi, ey Peygamber, ey Allah’ın bizlere uyarıcı ve müjdeleyici olarak gönderdiği haberci. Sana selâm olsun, sana salâvatlar yolluyorum. Bil ki burdan çıktıktan sonra kardeşin Salih’in yurduna gideceğim. Senin Semud için haber verdiğin herşey aklımda, senin tüm tavsiyelerine bizzat uyacağım. Sana da Salih’e de senden önce gönderilen tüm Nebîlere de selâm olsun.” Ravzadan çıktığımda sanki bir emanet yüklenmiştim. Bu emanet Kerim Rasul’ün bu kavme uğrayanlara tavsiyeleri idi. Bunlar oraya uğrayanların uzun süreli konaklamamaları, oradan yiyecek içecek temininde bulunmamaları, oraya hüzünle girip hüzünle çıkmaları idi.
Hedefimiz Medine’ye yaklaşık 400 km mesafedeydi ve bu yollara daha önce hiç girmemiştik. Tebuk yoluna revan olduğumuzda sabah namazını henüz eda etmiştik. Kulağımızda çağrı filminden alınan fon müzikleri bizi bir devenin sırtında, ridasının ucuyla gözlerini kapatan çöl seyyahı gibi hissettiriyordu. Salih peygamberin içlerinde yaşadığı Semud halkıyla ilgili ön bilgileri günler öncesinden araştırıp bulmuş ve bunları okuyarak ilerliyorduk.
Hz. Salih aleyhisselamın soyu Salih b. Ubeyd b. Asif… şeklinde hz. Nuh’un oğlu Şam’a kadar uzanmaktadır. Semud kavmi de Arap kavimlerinden biri olup yine Hz. Nuh’un oğlu Şam’ın torunlarından Semud bin Amire nispetle bu ismi almışlar. Diğer arap kavimlerinden duyulanlar ise Ad, Cürhüm, Medyen ve Kahtan idi. Hz. İsmail’den önceki Arap kavimlerine el-Arabu’l-Aribe” denirdi. Hz. İsmail’in soyundan gelen arap kavimlerine ise “el-Arabu’I-Musta’rebe” denirdi.
Semud’un yaşadığı coğrafya ise Hicr diye bilinmektedir. Burası Hicaz ile Şam arasında bir bölge ve Kur’an’da Allah bu kavme Ashab-ı Hicr de demiştir. Aşağı yani Güney Arabistanda yaşayan Ad kavminin torunları, yukarı yani Kuzey Arabistana göçüp orada Semud’u teşekkül ettirmişler. Hicr bölgesi Akabe Körfezine yakın mesafededir.
Semud’dan bahsolunan ayetleri okuyarak ilerlerken yolumuz üstünde Hayber Kalesini de görmek nasip oldu. (Sonraki yazımız inş.Hayber’le ilgili olacak)
Hayber’i geçtikten sonra yol boyu seyrek de olsa deve çiftliklerini göreceğimiz hatta yola aniden çıkıverecek develerin olabileceği bize söylenmiş biz de dikkatle ilerlemeye devam ediyorduk. Hakikaten de yolda bu develere rast geldik. Semudun deveyle imtihanı hatırmızda iken elbette bu develere; yola fırlayan bir köpek, bir kedi gibi bakamıyorduk. Deve bizim yolculuğumuzun hedefinin esas kahramanlarındandı.
Bu düşüncelerle ilerlerken sağımızda solumuzda beliren dağların, tepelerin eşkalinde değişimler başlamıştı. Bu dağlar ve tepeler ilginç renkleri, tuhaf duruşları ve ürkütücü çehreleriyle bizi birazdan karşılacağımız ibret vesikalarına hazırlıyorlarmış da haberimiz yokmuş. Buralar sanki bir yanardağın artıkları gibi birbirine hem renkleriyle benzeyen hem de şeklen benzemeyen kardeşlerin el ele tutuşmalarını andırıyorlardı. Omuz omuza vermiş, önemli bir sırrı paylaşmakla meşgullermiş gibi duruyorlardı. Onların fotoğrafını çekerken onlarla manen konuşup dedim ki: Önemli sırrınıza beni de ortak eder misiniz, hangi yanardağdan aktığınızı hangi fırtınalarla şekil aldığınızı, hangi kavimleri görüp hangi peygamberlere şahidler olduğunuzu bana da anlatır mısınız? Başlarını yukarı kaldırıp sırlarına müttali olmak isteyen bu garip yaratığa karşın daha bir kenetlenip ketum oldular sanki.
Yol üstünde fazla mola vermemeye dikkat ederek ilerlerken ufukta daha enteresan dağlar ve kayalar dikkatimizi celbetti. Hedefimiz el-Ûlâ şehrinin içinden geçmekteydi. Burası bizi hayrette bırakan bir yer. İlginç ihtişamlı, bloklar halinde ya da tekil yüksek kayalarla çevrelenmiş, hatta bu çerçevenin içine kurulmuş. Öğlen namazını eda için bir mescidde durana dek devam ediyoruz şehir merkezini ortadan bölen yolda ilerlemeye. Medain Salih eyne diye sorarak ilerliyoruz. Kentin gördüğümüz her taşını kayıt altına almak isteğiyle sık sık araçtan iniyor ya da camı açarak elimizde makinelerin deklanşörüne bundan daha iyi bir fotoyu bir daha çekemeyeceğimizi düşünerek basıyoruz. Ama bu tezimizi her defasında çürütüyor kaya blokları.
Misal çok etkilenip fotosunu çektiğimiz bir kayayı ilerde kaya topluluklarının yanında bir kez daha görüyorum. Sanki bizden önce koşarak diğer kaya gruplarına haber vermiş geleceğimizi.
Böyle ilerlerken kent merkezini geçip insan anlamında son derece tenha ama kayalar anlamında kendimizi hiç yalnız hissetmediğimiz bir yola çıkıyoruz. Medain-i Salih tabelasını görene dek durmaksızın yol alıyoruz. Bu geziye çıkmadan önce Semud Kalıntılarını Unesco’nun koruma altına aldığını ve burayı açık hava müzesine çevirdiklerini de biliyorduk. Vehhabi yıkıcılığından kurtarılıp batının materyal hatıra geziciliğine teslim edilişine şükür mü etmeliyim bilemedim. Tel örgülerle çevrili bu müzeye giriş eğer burada ikamet etmiyorsanız şu an 2015 senesi itibarıyla 100 Riyal kişi başı. Fakat biz ikametlerimizi gösterip giriyoruz içeriye. Burdaki kayalar şu ana kadar gördüğümüz kayalardan daha farklı ve ilginç şekilli. İşte tam burası Kur’an ayetlerini kıraât edip ruhlarımıza dinleteceğimiz nokta.
Buraya gelmeden önce Semud kalıntılarını bir kaç bin mertekarelik bir alanda kurulu küçük bir köy olduğunu zannetmiştim. Bilakis burası el- Ûlâ şehrinin öncesi ve şehir çıkışından sonrası ve hedefimizle birlikte km’lerce uzanan bir alanı kapsayan doğal müze gibi. Ne yana çevirsem gözlerimi bir ibret…
Ve Semud’un Kur’an’daki acıklı hikayeleri. Kur’an’ın İ’cazındandır, bilinir; bu tür kıssalar farklı sûrelerde farklı anlatılır. Bu tezat değil bilakis konu bütünlüğünü koruma ve algıya esas hedefi yerleştirme dileğidir. Ve bu ayetleri okuyup karşımızda Semudun kalıntılarına bakarken Bediüzzaman’ın “Kâinat mescid-i kebirinde Kur’ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim (sürekli okuyalım). Evet, söz odur ve ona derler…” dediği gibi; Allah’ın ayetlerini kâinat kitabından okumanın ayrıcalığının tadını çıkarmaya çalışıyordum.
Sonra tarihçilerden bize ulaşan bilgileri de -gerçekliğini ıspatlamanın zorluğunu ve bazen imkansızlığını bilerek- ayetlerde anlatılan kıssanın uygun yerlerine yerleştirmeye çalışıyordum. Hz. Salih, Hz. Adem’in 19. batından torunudur. Semud ise Güney Arabistan taraflarında yaşayıp Hz.Hud’un helak edilen Ad kavminin, imanları sebebiyle helak edilmemiş olan bir kaç kişisi yurtlarını terkederek kuzeye gidip Hicr bölgesine (Hicr taşlık bölge ya da yasak bölge anlamına gelmekte) ulaşıp orada çoğalarak Semud’u kurdular. Ad kavminin meşhur İrem Bağlarına nispetle Semud; Hicr bölgesinde kayaları oyarak muhkem binalar, aralarında ise bağlar ve bahçeler kurmuşlardır. Dahası tarihten atalarının helakını okuyan yeni yetmeler, tarihten ibret almayı yanlış anlayıp, “çöl kumlarına sütunlu binalar yapılır mı, yıkılmaları elbette mukadderdi” demişlerdir. İki kavmin akrabalıkları şu ayetlerle bellidir:
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM: “Düşünün kî, (Allah,) ‘Ad’den sonra sizi hükümdarlar kıldı. Ve yeryüzüne sizi yerleştirdi: Yeryüzünün düzlüklerinde saraylar yapıyorsunuz, dağlarında evler yontuyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini hatırlayın da, yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.”
“Ad’ı ve Semud’u (yıkıma uğrattık). Onların meskenleri, sizin için ortaya çıktı. Şeytan, onların amellerini süsledi ve böylece onları yoldan alıkoydu. Ancak onlar, (helak olurken) kavrayanlar oldular.
Şüphesiz, ‘Şi’ra’nın’ Rabbi O’dur. Muhakkak, önce Ad’ı, O yıkıma uğrattı. Ve Semud’u da, bırakmadı.”
Zamanla Dokuz kabileye ayrıldılar. Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdiler. Sanatta, sonra zevk ve safâda ilerlediler. Atalarından devraldıkları Hz.Hûd tarafından bildirilen hak dinden yavaş yavaş uzaklaştılar. Kabile reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından uzaklaşıp câhil ve azgın bir kavim oldular.
Bu azgınlıkları Semud’un sosyal yapısını belirledi. Zenginin çok zengin, fakirin çok fakir olduğu, elit ve avam tabakasının keskin hatlarla ayrıldığı bir yapıya dönüştüler.
Kavmin kendi içinde doğup büyüyen Hz.Salih kırk yaşına doğru Allah tarafından peygamber olarak görevlendirildi. Hz.Salih maddi olarak avam tabakasına mensupsa da soy olarak elit tabakadadır. Hemen her peygamberin başına geldiği gibi inananların çoğunluğu avam tabakadandır. Semud’da da böyle olmuştur. Peygamber insanları doğruluğa davet etmiş, avam tabaka tarafından kabul görmüş, elit tabaka tarafından dışlanmıştır. Avam tabakanın Salih peygambere iman etmesiyle avam ve elit tabaka arasındaki uçurum sorgulanır ve elit tabaka zihnen ve bedenen işgal ettikleri potansiyel kitlelerin uyanıp bir devrim yapmalarına müsade etmemek için savaş başlatır. İşte bu sosyal kapışmaya sebep olacak peygamber ihtarları:
“Ey kavmim, Allah’a köle olun, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Sizi Arz’dan inşa etti ve sizi orada yaşattı. O’ndan bağışlanma dileyin, sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz benim Rabbim, yakın olandır, icabet edendir.”
“Sakınmıyor musunuz? Muhakkak ben, sizin için emin bir elçiyim. Allah’tan korkup ve bana itaat edin! Buna karşılık, ben sizden bir ücret istemiyorum. Muhakkak benim ücretim, Alemlerin Rabbi’ne aittir. Siz burada, emniyet içinde bırakılacağınızı mı (sanıyorsunuz)? Bahçelerde ve pınarlarda, ziraatler ve yumuşak tomurcuklu hurmalıklarda? Dağlardan ustalıkla, evler yontuyorsunuz. Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin! Ve müsriflerin emrine itaat etmeyin! Onlar ki, yeryüzünde, bozgunculuk çıkarıyor ve ıslah etmiyorlar.”
Enteresan olan Semud kavminin aslında hiç de azımsanmayacak ölçüde dindar oluşlarıdır. Zira atalarından göregele Semud, Hicaz bölgesine saygılı, çeşitli ibadetler için Harem’e gidip Kabe’de dini ritüellere katılan bir kavimdir. .. Putperestlikleri de yüce bir yaratıcı ile aralarında şefaat içindir.
Semud dağları üst taraflarından oyarak su şehri kurup bununla değirmenler döndürerek bağlar bahçeler sularlar. Bu sular ziraat için kullandıkları sulardır. İçme suyu olarak da su kuyuları vardır. Kentin merkezinde ve elit tabakanın kontrolünde olmakla birlikte ortak kullanılan büyük su kuyusu da kıssa içinde önemli bir yer tutacaktır.
Bu bilgiler ve ayetleri bir araya getirdiğimizde;
Hz. Salih Semud’a eski akidelerini hatırlatıp onları tek Allah inancına geri döndürmeye çalışır. Onlara yeni bir din veya kitap getirmez. Bu diriliştir. Dirilişe ilk tabi olanlar halkın fakir kısmıdır. Hz. Salih Diriliş’e tüm yönleriyle destek vermeden önce “namaz kılan bir Allah adamı” olarak bilinmekte ve zararsız görülmekteyken daha sonra kıldığı namaz tehlikeli, insanlara verdiği öğütler anarşik bulunacaktır.
Bu gerçeği de yine ayetlerden şöyle okuruz.
BİSMİLLAH: Semud (Kavmi) de uyarıları yalanladı. Dediler ki: “Bizden olan bir beşere mi uyacağız? Bu takdirde, gerçekten bir sapıklık ve delilik içinde kalırız. Zikir (vahiy), aramızdan ona mı verildi? Bilakis (Salih), çokça yalanlayan ve aşırı giden (birisidir).”
Başka bir sûrede ise:
Dediler ki: “Ey Salih, bundan önce, sen aramızda (iyilikleri) umulan biriydin. Atalarımızın köle olduğu kimselere, köle olmamızı mı yasaklıyorsun! Muhakkak biz, senin çağırdığın o şeyden şüphe içindeyiz ve ondan tereddüt (etmekteyiz).” Dediler ki: “Sen ve seninle birlikte olanlar yüzünden, uğursuzluğa uğradık.” Dediler ki: “Bizden olan bir beşere mi uyacağız? Bu takdirde, gerçekten bir sapıklık ve delilik içinde kalırız. Zikir (vahiy), aramızdan ona mı verildi? Bilakis (Salih), çokça yalanlayan ve aşırı giden (birisidir).”
Salih’in dirilişe çağrısı dirilen ve dirilmeyenleri ikiye ayırır. Yaşadıkları yanlış hayatın götürüleri ve tabiattaki muntazam yaşam döngüsüne zıt yaşamları Semudu etkilediğinde üzerlerine bereketsizlik çöker. Kadınları kısır, bağ ve bahçeleri verimsizleşirken suları acılaşmaya, anarşi sokaklarını sallamaya başlar. Suçlu(!) bellidir; Salih. Ve ona eğer kendilerini rahat bırakmazsa onu öldüreceklerini söylerler. Ve Hz. Salih’in soyunun gücü etkisiyle bunu hemen yapmaz ve onu halkın gözünden düşürmenin yollarını denemeye başlarlar.
BİSMİLLAH: “(Salih) Kavmi’nin önde gelenlerinden, büyüklük taslayanlar, içlerinden iman eden ve zayıf bırakılanlara dediler ki: “Salih’in, gerçekten Rabbi’nden gönderildiğini, biliyor musunuz?” Onlar: “Biz gerçekten, (Salih’le) gönderilene iman edenleriz” dediler. Büyüklük taslayanlar ise dedi ki: “Biz de, gerçekten sizin o iman ettiğiniz şeyi, örtenler (tanımayanlarız).”
Bunda başarılı olamayınca Hz.Salih’i sigaya çekerek onu rezil edip halkın gözünden düşürmenin daha iyi bir fikir olacağına karar verip ondan bir Mucize isterler.
BİSMİLLAH: Semud, elçileri yalanladı. Onlara, kardeşleri Salih dediği zaman: “Sakınmıyor musunuz? Muhakkak ben, sizin için emin bir elçiyim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin! Buna karşılık, ben sizden bir ücret istemiyorum. Muhakkak benim ücretim, Alemlerin Rabbi’ne aittir. Siz burada emniyet içinde bırakılacağınızı mı (sanıyorsunuz)? Bahçelerde ve pınarlarda, ziraatler ve yumuşak tomurcuklu hurmalıklarda? Dağlardan ustalıkla, evler yontuyorsunuz. Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin! Ve müsriflerin emrine itaat etmeyin! Onlar ki, yeryüzünde, bozgunculuk çıkarıyor ve ıslah etmiyorlar.” Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin. Sen, bizim bir benzerimiz olan beşerden başkası değilsin. Şayet doğru sözlü isen, bir ayet (mucize) getir.” Dedi ki (Salih):
“İşte, bir ‘dişi deve’, su içme hakkı (bir gün) onun, belli bir günde de sizindir. Ona, bir kötülükle dokunmayın, sonra büyük bir günün azabı, sizi yakalar.”
Ondan istedikleri Mucize devedir. Alelade bir deve değil. Deve kendi şartları içinde yararlı hayvandır. Kadınları kısırlaşan, ekinleri sararan, hayvanları verimsizlikten döllenemeyen bir kavim üzerlerindeki makus talihin kaldırılıp kaldırılmayacağını belki bir hamile ve verimli bir devede görmek istemişlerdir. Hz. Salih’ten istedikleri bu deve şu kayanın içinden gebe olarak çıkmıştır. Yarılan kaya aslında onlara çıplak kayaların eğer emir ilahi olursa nasıl da içinden bir deve çıkartacak kadar bereketli olabileceğini anlatmalıdır. Deveyi kendi elleriyle isteyen kavim devenin yavruladığını da bizzatihi kendi gözleriyle görmüşlerdir. Bu isteğin kendilerine pahalıya patladığını ise kentin tek su kaynağının deve ile aralarında nöbetle kullanılacağını duyunca anladılar.
İstedikleri mucizenin şehir devletinin ana yasasını esastan bozan bir darbeye dönüşmesi huzurlarını kaçırmıştı. Kent için su önemli ve kast sisteminin imtiyazlı tabakasının emrindeyken işler tersine dönmüştür.
BİSMİLLAH: Semud’a kardeşleri Salih’i (gönderdik). (dedi ki): “Ey kavmim, Allah’a köle olun, sizin O’ndan başka İlahınız yoktur. Size, Rabbinizden apaçık bir delil gelmiştir: Allah’ın bu ‘dişi devesi’, sizin için bir ayettir. Onu salıverin de, Allah’ın Arz’ında otlasın. Ona kötülükle dokunmayın, sonra sizi elim bir azap yakalar. (Allah’ın), Ad’den sonra, sizi halifeler kıldığını ve sizi yeryüzünde yerleştirdiğini hatırlayın! Ki, onun düzlüklerinde, köşkler kuruyor ve dağlardan evler yontuyordunuz. (Şu halde), Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın.” Biz Semud’a, bir basiret olarak ‘dişi deveyi’ verdik ve ona zulmettiler. Biz, ayetlerimizi (mucizelerimizi), ancak korkutmak için göndeririz.” Ama eğer Semud bu iri mucize devenin su içtiği günlerde bol süt verip kendilerine daha faydalı olacağına kanaat etseydiler suyun ve devenin bereketinden faydalanabileceklerdi. Oysa bu onların imanını değil inkarlarını artırdı. İnanç sorunsalı yaşayan bu kimseler sömürdükleri tabakanın devenin bereketinden faydalanmasını kahredici bulup bu kez deveyi öldürmeye karar verdiler. Bunu bilen Salih onlara bu kez de deveye dokunmamaları için uyarıda bulundu:
BİSMİLLAH: (Salih) dedi ki: “Ey kavmim, Şayet ben Rabbimden, apaçık bir delil üzerindeysem, bana Kendisi’nden bir rahmet vermişse, ve eğer ben O’na isyan edecek olursam, Allah’a karşı bana kim yardım edecektir? Görmüyor musunuz? (Bu tutumunuzla) benim hüsranımdan başkasını artırmıyorsunuz. Ey kavmim, şu sizin için bir ayet (mucize) olan;’Allah’ın dişi devesi’; onu bırakın, Allah’ın arzında yesin. Ona kötülükle dokunmayın. Sonra sizi yakın bir azap yakalar.”
Bunca uyarı fayda etmedi ve dişi deveyi öldürdüler. Bunun için dokuz kabilenin en azılı adamları bir araya gelip dokuzlu bir çete oluşturdular. Dokuzlu çete ya da çeteleşme sosyolojik olarak da şehir devletinin önemli köşe başlarını tutmuş adamlarıdır. Nitekim Merhum Necmeddin Erbakan da dokuzlu çeteyi şöyle aktualize edecektir: 1- Mafya 2- Medya 3- Mason 4- Münkir 5- Müşrik 6- Münafık 7- Müdür 8- Milletvekili 9- Mal “DOKUZ M” Formülü”
Bu dokuzlu çete, deveyi kesmeden önce Hz.Salih’e de bir suikast planlamıştılar.
BİSMİLLAH: “Muhakkak Biz, Semud’a, kardeşleri Salih’i: “Sadece Allah’a köle olun” diye gönderdik. O zaman onlar, hasım iki fırka olmuş (tartışıyorlardı). (Salih) dedi ki: “Ey kavmim, neden iyilikten önce, kötülükte acele ediyorsunuz? Keşke Allah’tan bağışlanma dileseydiniz. Umulur ki, merhamet olunurdunuz.” Dediler ki: “Sen ve seninle birlikte olanlar yüzünden, uğursuzluğa uğradık.” (Salih) dedi ki: “Sizin uğursuzluğunuz (başınıza gelenler) Allah Katı’nda (yazılı)dır. Bilakiz siz, sınanan bir kavimsiniz.” Şehirde, ‘dokuzlu bir çete’ vardı. Arz’da fesat çıkarıyorlar ve ıslah edici olmuyorlardı. Allah’a and içerek, dediler ki: “Geceleyin, mutlaka (Salih’e) ve ailesine bir baskın düzenleyelim. Sonra (Salih’in) velisine: ’Ailesinin helakına biz şahit olmadık ve gerçekten bizler doğruyu söyleyenleriz’ diyelim.” Onlar, bir plan kurdular. Biz de, farkında olmadıkları bir plan kurduk. Bak! O tuzak kuranların, akıbeti nasılmış? Muhakkak Biz, onları ve kavimlerini topluca yerle bir ettik. İşte, zalimlerin boş-ıssız evleri! Şüphesiz anlayan bir kavim için, bunda bir ayet vardır. İman edenleri kurtardık ki; onlar sakınanlardı.”
Deve bu durumda şehir devletinin faydasına kullanılan bir bereket iken dokuzlu çete onu ayakları üzerinde iken keserek helak yollarını açtılar.
BİSMİLLAH: “Ey kavmim, şu sizin için bir ayet olan; ’Allah’ın dişi devesi, onu bırakın, Allah’ın arzında yesin. Ona kötülükle dokunmayın. Sonra sizi yakın bir azap yakalar.” Ancak onu öldürdüler. (Salih) Dedi ki: “Yurdunuzdan üç gün daha yararlanın. Bu, yalanlanmayacak bir vaattir.” Emrimiz geldiği zaman, tarafımızdan bir rahmetle, o gün Salih’i ve Onunla birlikte iman edenleri, aşağılayıcı azabdan kurtardık. Şüphesiz senin Rabbin, Kavi ve Aziz olandır. O zalimleri, dayanılmaz bir ‘sayha (ses)’ yakaladı ve onlar yurtlarında diz üstü çökmüş olarak sabahladılar. Sanki orada, hiç refah içinde yaşamamışlar gibi. Dikkat et! Muhakkak Semud, Rablerini örttüler. Dikkat et! Semud Kavmi, uzak oldu!”
Ölen mucize devenin, annesiz kalan yavrusu annesinin içinden çıktığı kayaya doğru yürüyüp üç kez böğürerek ağlayıp, kayanın içinde kayboldu. Bereketi kullanamayan kavim, bereketin yine çıplak kayalarda kayboluşunu seyrettiler. Son hareketiyle Semud kavminin kalan ömrünün üç gün olduğunu işaret eden devenin gidişi de gelişi gibi anlamlıydı.
Şimdi kıymetli okur, Semud’un yaşadığı Hicr bölgesinde durmuş onların kentini bir karpostalı inceler gibi inceliyorum. Semud asırlar sonra gelecek insan oğullarının karpostalına dönüşeceklerini bilseydiler ne değişirdi acaba? Hz.Muhammed Aleyhisselatu vesselam da Semud’dan haber vermişti sahabeye.
-İmam Ahmed’in İbn Ömer’den rivayetine göre: ’Allah Rasulü (s.a.), insanları Tebük ‘e indirdiğinde; onları, Semud’un evleri yanındaki Hicr’e götürmüştü. İnsanlar, Semud’un, su içmiş olduğu kuyulardan içtiler, onlardan hamur yaptılar ve kazanlarına onlardan su doldurdular. Allah Rasulü, onlara emretti de, kazanları döktüler ve hamurları develere yem yaptılar. Sonra Allah Rasulü, onları oradan kaldırıp, Salih’in Devesi’nin su içmiş olduğu kuyunun yanında konaklattı. Ve azap olunmuş kavmin yurduna girmelerini yasaklayarak: “Şu azab edilenlerin yanına, ancak ağlayarak giriniz. Onların başına gelenlerin bir benzerinin sizin başınıza gelmemesi için, eğer ağlayarak girmemişseniz, oralara girmeyiniz”.
İbn Ömer’den rivayete göre; o, şöyle demiştir: “Allah Rasulü (s.a.) ile beraber Taif‘e çıkıp, bir kabre uğradığımızda, O’nun şöyle buyurduğunu işittim: “Bu, Ebu Rigal’in kabridir. O, Sakif’in babasıdır. Semud‘dan idi. Harem’i Şerif’te idi de, azabdan kurtulmuştu. Harem’den çıktığında, kavmine isabet eden azab, ona da isabet etti ve buraya gömüldü. Onun alameti, onunla birlikte altın bir dalın gömülmüş olmasıdır. Eğer kazarsanız onu bulacaksınız. İnsanlar, acele ile orayı kazdılar ve dalı çıkardılar. Hadisi, Ebu Davud da, Yahya İbn Main kanalıyla, İbn İshak’dan rivayet etmişti.
Kitab el-Mesalik ve’l Memalik’i’de ise Istahri şöyle betimler Semud kalıntılarını: “Semûd kavminin bu evleri, bizim evlerimiz gibi tam teşkilatlı ve dağlar gibi yüksektir. Uzaktan bakıldığında bu meskenler, birbirine bitişik sanılır. Fakat biraz yaklaşınca bunlardan her birinin ayrı birer kâşane olduğu görülür. Etrafı dolaşılabilirse de yukarısına kadar çıkmakta çok güçlük çekilir.”
“Böyle kayaları hiçbir diyarda görmedim” diyor Evliya Çelebi seyahatnamesinde… Ve şöyle devam ediyor sözlerine: “Çünkü bu kayaların kimi servi gibi, bazıları ejderha, bazıları arslan veya gemi gibi, altları oyuk, hücre hücre, bazısı fil hortumu gibi birbirlerine uzanmıştır. Zemini ince kumdur.
Benim gördüğüm ve fotoğraflarla sizlere de sergilediğim gibi semud yaşam için gerekli evleri yapmışlar, bu evleri sağlamlık olarak en yüksek kayalara yapmışlar. Burada dikkatten kaçırılmakta olan fakat dikkatle bakılırsa gözden kaçmayan bir hakikat şudur. Yüksek anıtlar ve sadece lüksü temsil eden yapılar Semud’un zengin ve fakir uçurumunu, gelir adaletsizliğini gözler önüne seriyor.
Mevdüdi, bunları 1959 yılında bizzat gördüğünü söylemekte ve gördüklerini şöyle anlatmaktadır:
‘Medayin-i Salih veya el-Hicr olarak bilinen yerde bulunan bu tarihi kalıntılar, Medine ile Tebuk arasında el Ûla’ ya birkaç kilometre kuzeydedir. “El-Ûla” güzel bir vadi olup, etrafında yemyeşil bağ, bahçe, dere ve pınarlar vardır. Fakat, ‘el-Hicr’, hazin ve virane bir manzara arzetmektedir. Burada ne su var, ne bağ, ne de bahçe!.. Nüfusu da yok denecek kadar az. Bir kuyu var ki, Hz. Salih’in devesinin oradan su içtiği bildiriliyor. Osmanlı devrine ait metruk bir askeri karakolun içinde bulunan bu kuyu halen kurumuş vaziyettedir. El Ûla’ya vardığımızda, çatlamış, yıkılmış ve kısmen çökmüş dağ ve tepelerle karşılaştık. Bunların, Kur’an-ı Kerim’de zikrolunan büyük bir zelzele sonucu bu hale geldiği hemen anlaşılıyor. Benzeri dağları, doğuda el-Ula’dan Hayber’e kadar uzanan bölgede de gördük. Bundan, Allah’ın gadabı ve azabı olarak meydana gelen zelzelenin yaklaşık 500 km uzunlukta ve 200 km genişlikte bir alanı tesiri altına aldığı anlaşılıyor.
Salih aleyhisselam Semudun dirilenlerini yani tevhid çizgisine gelenlerini felaketten üç gün önce toplayarak şehirden ayrıldı. Kalanlar şiddetli bir çığlık ve sarsıntıyla yürekleri ve ödleri patlayarak öldüler. Kimi alimler bir yanardağın kısa ve ani hidrojen püskürtmesi ile kavmin yok olduğunu söylemişlerdir. Kimi alimler de şiddetli bir sarsıntı ile yürekleri yerinden oynayarak dizlerinin üstüne çöküp öldüler derler. Allahu alem. Netice bir şekilde son dakika imanına bile güç yetiremeden dünya sahnesinden alındılar…
BİSMİLLAH: “Muhakkak Hicr Halkı (Semud), elçilerini yalanladı. Onlara, Ayetlerimizi (mucizelerimizi) verdik de, onlar ondan yüz çevirdiler. Dağlardan güvenli evler yontuyorlardı. (Derken) sabahladıklarında, ‘sayha (ses)’, onları yakaladı. Kazandıkları şeyler, onlara yarar sağlamadı.”
Akla hemen şu soru geliyor; bu helak başlamadan önce Hz. Salih ve iman edenler Hicr bölgesini terkedip nereye gittiler? Bazı kaynaklar Hz.Salih’le beraber kurtulanların ileride Ress halkına dönüşüp onların da helak edildiklerini söylerler. Hatta Hz. Salih’in son günlerini Harem’e sığınıp orada yaşayarak geçirdiğini söylerler. Ka’be’nin çevresine gömülü olduğu rivayeti de bu rivayeti doğrular gibidir.
Bu arada kıymetli okur, biz yanımızda bir rehber olmadan gezdik Medain-i Salih’i. Dolayısıyla şu kayanın adı şudur. Şunun içinden deve çıkmış, şunun ardında deve kaybolmuş denilmedi. Çok da önemli miydi, hayır, ayet hadis ve ilmi araştırmalar ile heybemiz yüklü gidince hangi kayaların ev, hangilerinin gösterişli tapınak, hangisinin deve çıkaran kaya olduğunu anlamamız güç olmadı. Bilakis rehberin sağlayacağı kolaylık belki bizi derin düşünmekten alıkoyacaktı.
Hicri 1436 Miladi 2015 senesinde, Semuddan 5000 yıl sonra, elinde barış ateşini taşıyan kadın sembollü bir kavmin insanlığı yönettiği bir dönemde, asyanın uzantısı olan bir toprak parçasına Avrupa ismini verenlerin birleşip salih insanları sömürdüğü bir vasatta, insanlığın kullanımına verilen tabii ihtiyaç gidericilerin parayla alınıp satıldığı, Hz.Salih’in devesine atıfla petrolun, yeşilin, suyun ve belki zamanla havanın bile dokuzlu çetelerin elinde tarumar edildiği gerçekliğini idrak ettiğim bir kaosda bu yazıyı yazmanın ruhumu ne kadar incittiğini ya da başka bir deyişle ne kadar sarstığını anlatmama gerek var mı?
Yaa işte böyle diyorum manen: Atalarınız Ad’ın tarihini yanlış okumak sizin de başınızı yaktı. “Çöllerde evler saraylar kurmak hataydı. Elbette bir kasırga bir kum fırtınası sizi yerle bir etti. Ama akıllı ve güçlü bir topluluğuz. Evlerimizi kaypak çöl kumlarına değil sağlam muhkem yüksek kayalara oyacağız. Depreme dayanıklı konutlarımızda bizi Allah bile batıramaz” diyordunuz. Demek ki böyle değilmiş, demek ki Cebrail’in kanadından ve çığlığından kaçılmazmış. Demek ki temelleri oyuk olduktan sonra saraylar da batarmış kavimler de, insanlık da uygarlıklar da…
Kayadan deve isteyenler şimdi taştan ilahlar çıkartmaya devam ediyorlar. Dokuzlu çeteler kamu mallarının üzerine oturmuşlar, kentleri fesada boğuyorlar. Ama bilinmeli ve bilmeliyiz ki nerde dokuzlu çeteler varsa orda onları bekleyen Allah’ın tuzakları var.
Ve yine bilinmelidir ki: Taş bile olsa Ka’be’nin duvarına asılacak olan var. Hacer’ül esved gibi. Ya da Taş memleketinde taşlaşmış kalplerle uygarlığı taşla taşıyanlar var, Semud gibi…
İlerde Hayber Kalesi üzerine notlarımda buluşmak temennisiyle…
Bu Yazı Genç Birikim Dergisinin 192. Sayısında Yayımlanmıştır…