Euzubillahimineşşeytanirracim, bismillahirrahmanirahim. elhamdülillahirabbilalemin. Allahümme salli ala muhammed. Eşhedü en la lilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasuluhu.
İmam Heysemi’nin Mecmau’z-Zevaid isimli eserinde 13.554 nolu hadis-i şerifi ki bu hadis-i şerif, İmam Buhari’nin Edebü’l-Müfred’inde de bulunmaktadır. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Yanındaki komşusu açken bunu bile bile tok yatan kimse, bana iman etmemiştir.”
Bu hadis-i şerifi, hepimiz biliriz. Çocukluktan beri gördüğümüz, duyduğumuz hadis-i şeriflerden biridir. Neden, bunu tekrar okuma, söyleme, anlatma, gündeme getirme ihtiyacı hissettim? Bu hadis-i şerifi, bir de farklı yönden anlamaya, düşünmeye çabalayacağım, o yüzden. Elbette bu hadis-i şerifin direkt anlamı açlık ve tokluk üzerinedir. Yani gerçekten komşu aç olarak sabahlarken yandaki adam bundan duyarsız, haberi yok ve tok ise bu mü’mince bir tavır olamayacaktır. İman toplumu, birbirine bağlı bir toplumdur. Birbirlerine bir duvar gibidirler. Tuğlalar nasıl birbirleriyle bağlantılıysa, birbirlerini taşıyorlarsa İslam’ın oluşturduğu yapı da yan yana, omuz omuza cemaat yapısıdır ve Müslümanlar birbirleriyle sürekli ilgilidirler. Sıla-ı rahim vardır. Komşuluk, anaya babaya güzel davranma, kardeşler arası geçim, dirlik vardır. İnsanların hizasında Allah’a kul olunur. Yani “insanları bırakayım, insanları terk edeyim de yalnız bir kulluk tercih edeyim” anlayışı, İslam’ın yapısına, ruhuna aykırıdır. İslam, bize kitapta, Kur’an’da ve Efendimiz’in (sav) oluşturduğu örneklikte bunu ortaya koymuştur. Bu, ekmeği bölüşmektir. Eyvallah ve bu, böyle olacaktır, olmalıdır. Oysa kapitalist toplumlar; bireysel ve maddeci toplumlardır. İnsanların yalnızlaştırıldığı toplumlardır. Kendi kavanoz dünyalarında kendilerini yaşarlar. Herkesin birbirine hükümran olduğu bir toplumdur. Dikta yapısı vardır. İnsanlar birbirleri üzerinde etkin ve egemen olma derdindedir. Anneler babalar, çocukları üzerinde; çocuklar, ana babaların üzerinde; kadınlar, erkekler üzerinde; erkekler, kadınlar üzerinde söz sahibi olmak için çabalar. Çünkü Allah’a itaatın olmadığı toplumda, insanların egoları tanrılaşmıştır. Kendilerini ilah yerine koymuşlardır ve her bir ilah, kendisini ortaya koyar ve diğerlerinin ona kul olması için baskı yapar. Konu, iman konusudur. İman ettiğimiz zaman itaat edeceğiz Allah’a; öyle olunca, diğerlerine de yani Allah’ın ‘itaat et’ dediği insanlara da.
Peki, biz, bu hadis-i şerifi hangi noktada değerlendirelim? Müslümanların evliliği konusunda değerlendirelim. Başka şeyler için de düşünmememiz mümkündür. Bu açlık, insanın vücudunda herhangi bir yere ait olabilir. Belki insanda üç noktada açlık vardır: Bunlardan birisi, beyin/kalptir. Diğeri, midedir; bir diğeri ise cinselliktir. Erkeklik ya da kadınlıktır. Dolayısıyla hadis-i şerifin ilk akla gelen bölümü, karnımızın doyurulmasıdır. Yani komşu perperişan sabaha kadar tencereye taş koymuş çeviriyor, çocuklarını uyutmaya çalışıyorsa; bizimki mü’minlik değildir. Bu, tamam.
Diğeri, kalp ve beyin; İslam’da ikisi bir arada değerlendirilir. Peki, gönül neyle doyar? Bunların gıdası nedir? Buradaki açlık, hangi noktadadır? Temeli zikirdir; çünkü ‘Yürekler ancak Allah’ı (cc) anmakla mutmain olur (doyar).’ Yani vahiyle. Zikir; Allah Teâlâ’yı gündeme alma, gündemde tutmak demektir. Allah’tan gelen mesajın dilde durması, gözde durması, kalpte durması ve beyindeki fikirleri, düşünceleri etkilemesidir. Doyması gereken, o zaman insanın bu yönüdür. Ben, oturduğum yerde vahiyle birlikteyken, Allah’ın kelamıyla birlikte olurken bundan dolayı bir sükûnet haliyle, bir dinginlikle, bir mutmainlikle, güya dindarlığımla yaşarken yanımda yöremdeki komşum, arkadaşım vs. perperişan savrulmalar, kitapsız bir hayatın getirdiği gerilimler, agresiflikler, stresler, bunalımlarla baş edemiyor; ilaçlarla, uyuşturucular ya da başka şeylerle kendini, hayatını mahvediyor ise bu benimki nasıl bir iman olabilir? Yani sorumluluğum var, imanımın benden istediği iş var demektir.
Komşularımın, belki karınları çok toktur. Nitekim yaşadığımız bölge/memleket itibariyle konuşuyorum. Yeryüzünün başka bölgelerinde elbette çok sıkıntılı aç, yiyecek bulamayan insanlar var. Ama hitap ettiğim, Müslüman bu coğrafyadaki insanlar, bunu konuşan/yazan Müslüman da tokluktan/çok yemekten sıkıntı yaşamaktadır. Ama aynı şekilde zihinleri bomboş, yüreklerinde zikir olmayan, Allah’ın kelamı dilinde durmayan ve bunun yerinde reklamlar, diziler, filmler, haberler, eğitim ortamlarından akıp gelen bilgilenmelerle yüreği tarumar olmuş bir toplum var. Oturup konuştuklarında, düşündüklerinde Allah Teâlâ’yı gündeme almayan bir toplum. Öyleyse bu da doyurulması gereken başka bir yöndür.
Ama üçüncü bir görev vardır ki bu da çok ihmal edilmektedir: Cinsellik! Doyurulması gereken bir başka nokta da erkekliğimiz veya kadınlığımızdır. Bu, fıtrattır yani mide için doyma söz konusu olduğunda, ‘acıktım’ dediğinde, açlıktan gözü döndüğünde, susuzluktan dili kuruduğunda çözüm nedir? “Haram, helal” demeden bir şeyler bulup yiyecektir. Acıkmıştır. Önünde durulabilir mi? Perişandır artık. İmanıyla bir noktaya kadar fren yapar ama sonra? Kötülüğe/günaha mazeret bulmuyoruz elbette.
Öyleyse; bu noktadaki açlık, insanı nasıl günaha ittiriyor ve şeytana açık hale getiriyorsa cinsel alandaki açlık yani bekârlığın uzaması, aynı şekilde insanlar için büyük bir sıkıntıdır. Allah Teâlâ, Nur suresi 32. ayetinde, ‘İçinizden evliliğe ihtiyacı olanları evlendirin’ emrini veriyor Müslüman topluma. Herkes, evlenmek için çabalayacak, evliliğe niyet edecek, Allah adıyla besmele çekecek, bu salih ameli işlemek için… Öte yandan Müslümanlar da bu konuda her türlü desteği sağlayacaklar. Çünkü evlilik, bir çevre işidir. Beraberinde olan kimseler, birbirlerini tanımayan delikanlılara/evliliğe ihtiyaçlı olanlara (yaşlı da olabilir) yardım edecekler. ‘Evliliğe ihtiyacı olmak’, hiç erkek görmemiş, evlenmemiş bakire kadın ya da hiç kadın görmemiş erkeği ifade etmiyor. Bütünüyle belki de evlenmiş boşanmış, eşi vefat edenleri daha çok ilgilendiriyor. Anneler babalar başta ama sonra bizler, diğer insanlar, hepimiz yanımızda, yöremizde bulunan, bize yakın olan kimseleri, bekâr durumda olan, evli olmayan, evliliğe ihtiyaçlı pozisyonda duran Müslümanların evlenmesi için çabalamamız lazım. Bir baba, kızının-oğlunun evlenmesini bile bile geciktiriyorsa; kendisi hanımıyla keyfederken, kendisi kocasıyla zevk ederken, tok bir hayatı yaşarken diğer odadaki insanın açlığını, yokluğunu; okulla, dersle, kariyerle, başka işlerle kapatmasını talep eden anlayış, sağlıklı bir zihin işi değildir. Yani fıtrata aykırı davranıştır, akıntıya karşı yüzmektir. Evet, takvalıdır Müslüman gençler, iffetlidirler. Gözlerini haramdan korurlar. Bedenlerini haramdan korurlar. Bu, onlara gerekendir. Güçleri yetmezse oruç tutarlar. Biz Müslümanlara düşen, özellikle ana babalara düşen, hiç olmazsa önlerinden çekilmek, onları engellememek, onların hayrı için bu işi çabuklaştıracak yöntemleri aramaktır. İçinde yaşadığımız toplumsal şartlar, ekonomik dünya vs. pek çok konuşacağımız durum var; evliliği engelleyen yani yanlış, bir tane değil. Dolayısıyla çözüm olarak sadece “evlendirin ve bırakın” demiyorum. Ben, bu toplumdan birisi olarak konuşuyorum. Yani sorunları yaşayan, gören biri olarak “hiç olmazsa bu niyeti taşıyalım”, diyorum.
Bir; evinde ekmeği olmayanlara ulaşıp bölüşelim. İki; insanların vahiy ile tanışıp buluşmaları derdini özellikle taşıyalım. Ve üç; insanların evliliği için de gayret gösterelim. İnanın, kâfirlerin bile evliliği, biz Müslümanlar için bir avantajdır. Çünkü onlar evlendiklerinde umulur ya, sükûnet bulurlar da sakin kafası olanlara bir şey arz etmek daha kolay olur. Sükûneti olmayanla konuşmak da güç, ondan bir denge istemek de güç olacaktır.
V’elhamdülillahirabbilalemin…
Ali AKAR