Kulluk Sürecinde Yol İşaretleri*
Yazarlar

Kulluk Sürecinde Yol İşaretleri*

Şehid Seyyid Kutub’un (rahimehullah) kıymetli eseri “Mealim-i fi’t-Tarik/Yoldaki İşaretler” adlı eserinden mülhem, yazıma bu başlığı seçtim.

Şehid, bu eserinde özetle; “İslami diriliş hareketi nasıl başlayacaktır? Öncelikle bu işe bütün benliğiyle karar vermiş ve ‘bu yola baş koymuş’ bir öncü topluluk gerekir. Böylesi kararlılıkla bu yola baş koyan ‘öncü topluluk’un üstlendiği bu zorlu görevin tabiatını bilmesi, görevinin hakikatini kavraması, amacının asaletini ve çıkacağı bu uzun yolculuğun başlangıç noktasını saptayabilmesi için ona kılavuzluk edecek ‘yol işaretleri’ gerekir. Bu yol işaretleri, öncelikle ‘Akide’den yani Kur’an’dan alınmalıdır. Yoldaki İşaretler, gelmesi sabırsızlıkla beklenen bu topluluk için yazılmıştır” der.

Yol (İslam ya da diğer batıl yollar), yolcu (Mü’minler ya da iman etmeyenler) ve yolculuk (Allah’a kulluk ya da Allah’tan başka ilahlara kulluk süreci) kavramları bir arada düşünüldüğünde ortaya, hepimizin şu veya bu şekilde kahramanı olduğumuz bir hikâye çıkar. Fakat bu hikâyeyi, sadece maddî mânâda düşünemeyiz. ‘Yolculuğun bir de mânevî olanı’ vardır ki yol, yolcu ve yolculuk denilince asıl bunları anlamak gerekir. Zîrâ üzerinde söz söylemeye değer asıl yolculuk’ budur.

Bu büyük ve kutlu bir yolculuk, ruhlarımızın yaratılması ile başlamıştır.

“Rabbin Âdemoğulları’ndan -onların sırtlarından- zürriyetlerini alıp bunları kendileri hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben, sizin rabbiniz değil miyim? ‘Elbette öyle! Tanıklık ederiz’ dediler. Böyle yaptık ki kıyamet gününde, ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ demeyesiniz.” (A’raf, 172)

Ruhlar âleminden, ilk insan Âdem babamızın yaratılması, cennete konulması ve sonrasında insanoğlunun dünya hayatındaki yolculuğunun başlaması; kıyamet günü ile bu yolculuğun nihayete ermesi söz konusudur.

Allahu Teâlâ, insanı yarattı ve ona iki yol gösterdi: “Ona iki yolu gösterdik” (Beled,10).

İman ve Küfür Yolu:

İman edenler, zor bir hayata kucak açarak ahireti kazandılar. İnkâr edenler, nefislerine esir olarak ahireti kaybettiler. Bu haliyle insanlık tarihi; iman edenler ile küfre sapanların, kazananlar ve kaybedenlerin ibretlik hayat öyküsünden ibarettir. Bu yolun işaretleri olduğu gibi, bu kutlu yolda birçok çeldiriciler de vardır. İman etmek, uzun ve meşakkatli bir yolculuğun başlangıcıdır. Bu yolda birçok saptırıcılar, kınayıcılar, zorbalar vardır. İnsanın nefsi de büyük bir düşmandır.

Bu kutlu yolun yolcusu demek; kendisini öldürmeye gelen kardeşine bile, “And olsun! Sen, beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben, seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” (Maide, 28) diyen Habil olabilmektir. Aziz ve Hamid olan Allah’a iman ettikleri için ateş dolu kuyulara diri diri atılan Ashab-ı Uhdud; zalimlere baş kaldıran Ashab-ı Kehf olabilmektir. Firavunun cazip tekliflerine karşılık Musa’ya (Aleyhisselam) iman eden ve tehditlere karşı (iman eden) Sihirbazlar şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni, asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen, vereceğin hükmü ver. Sen, ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin” (Taha,72) diyebilmektir. Kızgın çöllerde, devasa kayalar altında şirke zorlanan; fakat “EHAD! EHAD!” diyerek imanını haykıran Bilal (ra) gibi olabilmektir. Akabe’de, Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te, Tebuk’te Allah’ın davası için malını ve canını ortaya koyan mübarek sahabî efendilerimizin yolu üzere olabilmektir. Günümüzde de Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Türkistan’da, Bilad-ı Şam’da müstevli kâfirlere karşı yiğitçe direnebilmektir.

Bu uzun ve aynı zamanda çileli yolda; âlemlerin Rabbi Allah (azze ve celle), imtihan etmek üzere kullarını/yolcuları da yaratmış ve bu yolda ne tür tehlikelerin olduğunu, nelere dikkat edilmesi gerektiğini; bu yolun aşılabilmesi, hakkının verilebilmesi için gerekli yol azığının neler olduğunu ortaya koymuştur.

Bu konuda, Kerim Kitabımızda birçok ayet vardır. Bazıları şunlardır:

“Yolun doğrusu Allah’ındır. Yolun eğrisi de vardır. Allah, dileseydi hepinizi doğru yola iletirdi” (Nahl, 9).

İbn Abbâs der ki: Yani Allah kimi hidâyete iletmeyi dilerse, ona îmana giden yolu izlemeyi kolaylaştırır. Kimi de saptırmayı murat ederse, ona îmana giden yolu ve imanın fürû’unu (yani ona bağlı amelleri) ağırlaştırır.

“De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bilerek Allah’a çağırırız. Allah’ın şanı yücedir. Ben, Allah’a ortak koşanlardan değilim” (Yusuf, 108).

“Bizi doğru yola ilet” (Fatiha, 5).

“Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: ‘Şüphesiz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) yoludur.’ Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (arzu ve tutku)larına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır ne de bir yardımcı” (Bakara, 120).

“Gerçekten Allah, benim de Rabbim sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na ibadet edin. Dosdoğru olan yol, işte budur.” (Al-i İmran, 51).

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar; inkâr edenler ise tağut yolunda savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır” (Nisa, 76).

“Kim kendisine ‘dosdoğru yol’ apaçık belli olduktan sonra, elçiye muhalefet ederse ve mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeyde bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o!” (Nisa, 115).

“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar, ancak zanna uyarlar ve onlar, ancak zan ve tahminle yalan söylerler” (En’am, 116).

“Şüphesiz ki bu, benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, başka yollara uymayın” (En’âm, 153).

“Rabbimiz Allah’tır, deyip sonra da istikamet üzere, doğru yolda yürüyenler yok mu; işte onların üzerine melekler inip: Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaad edilen cennetle sevinin, derler” (Fussilet, 30).

“Eğer insanlar ve cinler, Allah’ın yolunda dosdoğru yürüselerdi, onlara bol yağmur verir, rızıklarını bollaştırırdık” (Cinn, 30).

İbni Ömer (r.anhumâ) şöyle dedi: Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) benim iki omzumu tuttu ve: “Dünyada sanki bir garip/yabancı veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. (Bu hadisi rivayet ettikten sonra) İbni Ömer (r.anhumâ) şöyle derdi: “Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme. Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al” (Buhârî, Rikak 3. -Ayrıca bk.- Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3).

Yolcu, zâhirî yolculukta görünen âlemi temâşâ ederek fikir ve zikirle hikmete yol bulmaya çalışır. İç yolculukta ise meselâ “cehâletten ilme”, “kötü huylardan güzel huylara”, “kendi varlığından geçip Hakk’ın varlığına”, “cismânî bedenden rûhânî bedene” yol almaya çalışır. Bunlar; “kibirden tevâzuya”, “cimrilikten cömertliğe”, “bencillikten diğergamlığa”, “ihtirastan kanâat”e yolculuk şeklinde olmalıdır.

Sûfîlerce,“seyr-u sülûk” olarak adlandırılan yolculuk, geçici ve beşeri olandan hakikate ve mutlak varlığa geçişi simgeleyen manevi bir eylemdir.

Bu yolculukta birtakım ayetler/işaretler vardır ki şunlardır:

  1. Kevni ayetler/işaretler. 2. Enfusi işaretler. 3. Vahyi işaretler.
  2. Kevni ayetler/işaretler:

Âyet’in sözlükteki asıl anlamı, “bir şeyin ve bir amacın mevcudiyetini gösteren alâmettir. Buna bağlı olarak “açık alâmet, delil, ibret, işaret gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de tekil ve çoğul şeklinde 382 defa geçen ‘âyet’ kelimesi, terim olarak çeşitli anlamlar ifade etmektedir.

* Göklerin ve yeryüzünün belli bir düzende yaratılışı;

“Şüphesiz, göklerde ve yerde, inananlar için (Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren) nice deliller vardır. Sizin yaratılışınızda ve Allah’ın (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda da kesin olarak inanan bir toplum için elbette nice deliller vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Allah’ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kullanan toplum için dersler vardır” (Casiye 3-5).

* Yer küresinin, canlıların yaşamasına elverişli hale getirilişi;

“Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar sağlayacak şeylerle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirip kendisiyle ölmüş toprağı dirilttiği yağmurda, yeryüzünde her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve gökle yer arasındaki emre amade bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için deliller vardır” (Bakara, 164). Bu ayet-i kerimede sekiz ayrı kozmolojik delil sıralanmaktadır: 1. Göklerin yaratılışı. 2. Yerin yaratılışı. 3. Gece ve gündüzün değişmesi. 4. Gemilerin denizlerde seyretmesi. 5. Yağmurun yağması ve onunla ölü haldeki toprağın canlanıp yeşermesi. 6. Yeryüzünde her çeşit canlının gelişip yayılması. 7. Rüzgârların çeşitli yönlere doğru hareket etmesi. 8. Bulutların yer değiştirmesi.

* Ona belli bir ağırlık kazandıran dağların mevcudiyeti;

* Ziraata ve iskâna uygun ovaların, seyahate elverişli yolların oluşumu;

“Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler, yollar meydana getirdik. Biz, gökyüzünü korunmuş bir tavan gibi yaptık. Onlar ise, gökyüzünün âyetlerinden yüz çevirirler” (Enbiya, 31-32).

“Şüphesiz (sağmal) hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (süzülen), içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz” (Nahl, 66).

* Hayat kaynağı suyun gökten indirilişi, aynı su ile beslenen aynı iklimin topraklarında tadı ve besin değeri farklı yiyecek ve meyvelerin bitirilişi;

* Göklerin, görülebilir direkler olmaksızın yükselişi;

* Atmosferin, tehlikelerden korunmuş bir tavan haline getirilişi;

* Güneşin, ısı ve ışık, ayın da aydınlık kaynağı oluşu;

“O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır. Şüphesiz gece ve gündüzün art arda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller vardır” (Yunus, 5-6).

* İnsan ve yük naklinde faydalanılan gemilerin denizlerde batmadan seyredişi;

* Besin kaynağı ve binek olarak kullanılan çeşitli hayvanların insanların emrine verilişi;

* Erkekli-dişili olarak yaratılan insanların dünyayı imar etmesi ve uyum içinde çoğalmasını sağlamak üzere karşı cinsleri arasında güçlü bir sevgi bağının kuruluşu;

* Uykuya yatan insanın, bir tür ölü haline geldikten sonra tekrar hayata dönüşü…

* Bütün bunlar, “her şeyi bilen”, “her şeye gücü yeten” ve “dilediğini yapan” yüce Allah’ın varlığına, birliğine, yüceliğine, kudretine; rububiyyeti ve ulûhiyetine dair apaçık âyetlerdir/işaretlerdir. Ne var ki bunları düşünebilen, gerçeklere inanmak isteyen kimseler anlayabilmektedirler (bk. Bakara, 164; Rûm, 20-25; Enbiyâ, 31-32; Nahl, 66-69; Câsiye, 3-5; Ra‘d, 2-4; Yûnus, 5 ve 67; En‘âm, 95-99; DİA, Ayet maddesi).

  1. Enfusi Ayetler:

Rabbimiz, Fussilet suresi 53. ayette şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın gerçek olduğu kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan kanıtlarımızı hep göstereceğiz. Rabbinin her şeye tanıklık etmesi, (onlar için) yeterli değil midir?” Bu ayet-i kerimede geçen “âfâk”tan maksat; yıldızları, ayı ve güneşiyle semanın uçsuz bucaksız köşeleri (kozmik evren), astronomik, meteorolojik, biyolojik vb. olaylar, yasalardır. “Enfus”tan maksat da, en ince sanatların ve yaratılış hikmetlerinin örneği olan insanın biyolojik ve ruhsal dünyasıdır; kısacası “dış dünyadaki kanıtlar”, kozmolojik evrenin sırlarıdır. “Kendilerinde bulunan kanıtlar” ise insanın ‘biyolojik, psikolojik, parapsikolojik yapısındaki sırlardır.’ Âyette, ileride insanoğluna bu sırların gösterileceği, yani insanlığın bu konularda keşifler yapacağı bildirilmektedir (Bu iki farklı yorum için bk. Taberî, XXV, 4-5; Râzî, XXVII, 139; Şevkânî, IV, 598).

Sûfîlere göre, bütün âlem bir âyet olmakla beraber en büyük âyet, insanın kendisidir.

  1. Vahyi işaretler:

Kulluk yolculuğu sırasında bize yol gösteren, yolumuzu aydınlatan ve bulmamızı sağlayan, yoldan çıkmamıza mani olan, yolun selametini sağlayan temel işaretlerdir kavli ayetler.

“İnkârcılar, dediler ki: Bu Kur’an’a kulak vermeyin, okunurken gürültü yapın, belki bastırırsınız” (Fussilet, 26).

“Biz, onu (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ve o da hak ile indi. Seni de ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Biz, Kur’an’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik” (İsra, 105-106).

“Gerçekten bu Kur’an, en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü’minler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler” (İsra, 9-10).

Ömer İbni Hattâb’dan (r.a.) rivayet edildiğine göre, Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Allah, şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir bazılarını da alçaltır” (Müslim, Müsâfirîn 269).

Abdullah İbni Amr İbni Âs’tan (r.anhumâ) rivayet edildiğine göre, Nebî (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Her zaman Kur’an okuyan kimseye şöyle denecektir: Oku ve yüksel, dünyada tertîl ile okuduğun gibi burada da tertîl ile oku. Şüphesiz senin merteben, okuduğun âyetin son noktasındadır” (Ebû Dâvûd, Vitr 20).

Yolunu bulmak, yolda istikamet üzere hareket etmek ve yolu Allah’ın (Azze ve Celle) rızasına uygun tamamlamak isteyen bir Müslüman, Kur’an ayetleri ile sürekli hemhâl olmalı, Kur’ansız bir günü asla olmamalıdır. Bu ayetler, kulluk yolculuğumuzu özetleyen ve bu yolda bizlere ışık tutan, istikamet üzere olabilmemiz için yoldaki işaretlerdir. Bu işaretlere göre yol alanlara selam olsun.

Ahmet İMAMOĞLU

GRUBA KATIL