Ben Kimim?
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Ben Kimim?

İlginç bir soru oldu değil mi? “20 yıldır, yani kazara bile olsa, kim olduğunu öğrenemedin mi?”, bu sorudur ilk tepki bu belli. Ancak biraz sakin olun ve ön yargılarınızdan, mesela, yaşına rağmen ergenlikteki kimlik bunalımından çıkamamış birisinin yazısına mı düştük gibi, uzak biraz düşünelim!

unnamed (1)

 

Milyonlarca hücrenin arasından galip hücre olan ben dünyaya geldim! Her bebek fıtrat üzere Müslüman doğar ya, Müslümandım. Çevrem beni tanımlamak için bir isim koydu, sahiplendim. Doğuştan getirdiklerim ve çevremin eğitimiyle şekillendim. Gün geldi ergenlik dedikleri noktada durdu ayaklarım ve etrafıma bakakaldım. “Bu adımdan sonra, çocuk değilsin artık, bizim seçimlerimizle değil, benin seçimleriyle yaşayacaksın!” kulaklarımda çınlayan cümlelerle kalakalmıştım. Sonra bugüne kadar defalarca kullandığım BEN kelimesine takıldı gözlerim… Yüzüme “Hadi!” der gibi bakıyordu. Ancak farklı iki yönü vardı sanki. Bir yönünde çocuksu bir samimiyet, fıtratımın hiçte yabancı olmadığı… Bir yönünde ise bazı sinsi ipuçları… Ancak hayatım akmaktaydı. Durduğum yerde durup, zamanı durdurup, durmaksızın düşünemezdim. Yolumu yürürken düşünecektim. Yapacak, bozacak, düşecek, kalkacak ama hep yürüyecektim. Benden öncekilerin imtihan dediği şey bu olsa gerekti! Ama nasıl diyordum nasıl? Yanılacak, düşecek ama tekrar kalkacak gücü ayaklarımda nasıl bulacaktım? Ayağa kalktığımda doğru gidiş yönüne tekrar nasıl ulaşacaktım? Dosdoğru yolu tanımaya, yolda yürüyüş klavuzuna ve onu en güzel örnekleyen peygamberimin örnek hayatına ihtiyacım vardı. İşte o zaman sağlam adımlarla yürümek için her şey tamam olacaktı! ‘İslam’ım, ‘Müslüman’ım, o halde hayat yürüyüş klavuzum ‘Kur’an’ım! Düşünmeliydim, Kur’an’la düşünmeliydim, Kur’an beni nasıl tanımlıyor önce bunu bilmeliydim ve yaşanmışlığın en güzeli peygamberimi örneklemeliydim.! Ben kimim? Ben deyince ne anlamalıyım? Daha sonra, neler benim?, sorularına cevap bulmalıydım. Bir iki üç, o halde düşünmeye başladım!

Ben kimim? İnsanım; o halde imtihan salonunda olanlardanım! İnsan olarak;

“Ve ben, cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zariyat 56, ayetine muhatabım.

“O ölümü ve hayatı yarattı ki, sizi imtihana çekip hanginizin amelce daha güzel olduğunu bildirsin. O güçlüdür, bağışlayandır.” Mülk 2… Anladım; hayatın ve ölümün bir imtihan olduğunu… Ve imtihanım hakkıyla kulluk yapıp yapmamamdı. Bundan öncesinde kim olduğumu bilmiyorum ama artık kim olmam gerektiğini biliyordum. BEN BİR KULDUM! İzzet ve şerefi Rabbimin mükemmel dininde buldum!

Peki, ben kelimesi neleri kapsıyordu, neleri anlamalıydım? Bu soru gündeme gelince, benin sinsi ipuçları taşıyan yönü huzursuzlandı. “Boş ver düşünmeyi, ben kelimesi sensin işte, Rumeysa yani.” demekteydi. Onu susturup düşünmeye devam etmeliydim!.. Ben; etim, kemiğim, fiziğim, toprak bedenim ve ruhum ve de içimdeki üç ses; nefsim, vicdani ses, şeytani ses… Bulmuştum, benin sinsi yüzünü! Şeytani sesti, düşünmemden ve kendimi tanımamdan rahatsız olan. Vicdani ses Rahmaniydi, bana hep fıtratımı, doğruyu hatırlatan, şeytani ses ise batılın, yanlışın yoldaşı… Nefsim ise, en özde bendim! Benle, nefsimle kararımı vicdan ya da şeytan yönünde kullanacaktım. İmtihan burada olsa gerekti! Benin sinsi yönü ürkütmeye başlamıştı ki, şu ayetlerle yüreğim genişledi!

“Doğrusu benim halis kullarım üzerine senin (şeytanın) hiçbir saltanatı yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter!”İsra 65…

“Eğer şeytandan bir vesvese sana gelirse hemen Allah’a sığın. Şüphesiz o işitendir, bilendir. Allah’tan korkanlar, kendilerine şeytandan bir vesvese geldiği zaman, durup düşünürlerde hemen onlar gerçeği görürler.” A’raf, 200,201…

Ben şeytandan güçlüydüm! Rabbim benimleydi! Ve bu imtihanı, O’na sığıp BEN kazanmalıydım! İnşallah başaracaktım! Umut taşan ve şeytana gözdağı sunan bir tebessüm yayıldı yüzüme ve yüreğimdeki coşkuyla daha bir sağlam bastı ayaklarım yere ve yürümeye devam ettim. Peki, nelerdi Benimmm diyebileceklerim? Düşününce hayrete düştüm! Aslında birçok şeyin sahibi değil, emanetçisiydim. Ama Benim Rabbim, Benim Dinim, Benim Kitabım, Benim Peygamberim, bunlar müthiş sahipliklerdi! Bunlar dışında benim diyebileceğim ve üstüne basa basa, belki de iddialı tek nokta amel defterimdi, Benim Amel Defterim! Sonra irkildim! O yapayalnız huzura çıktığım günde, amel defterimi “Bu benimmm!” diye, göğsümü gere gere, büyük bir coşku ile gösterebilecek miydim? Yoksa benim diye bir fısıltı dahi çıkmasın mı isteyecektim! Titredim! Bu yürüyüşte amel defterimin içine yazdırdıklarım, benim ellerimle yaptıklarım belirleyecekti o gün aidiyet hissimi! O an daha iyi anladım, kulluk yürüyüşümün ciddiyetini. Yürümeye devam ettim ve Rabbime sığındım, Benim Rabbime!.. Benim olanların, amellerimin hayrını dileyerek yürüdüm yürüdüm…

Şimdi mi? Hala yürümekteyim! Elhamdulillah ki kitabım elimde, Rabbim benimle, ömrüm akıp gitmekte ve ben dosdoğru yolda yürüme gayretindeyim…

Ne zamana kadar mı bu yürüyüş? İnşallah cennete kavuşana dek!… Rasulullah (s.a.v) buyurmuştur ki; “Dünya mü’minin zindanı, kafirin de cennetidir.”(Müslim)…O halde Kur’an ile ve Rasul örnekliğinde bu yürüyüşü tamamlayıp, bu zindandan kurtulup, Rabbimize kavuşana dek!…

Ya siz, hedef cennetken yürümeye değmez mi? “Siz kimsiniz?”, bir başlangıç sorusu, ister misiniz peki?…

 

 

 

GRUBA KATIL