Tarihçi değilim. 80 darbesinde 9 yaşında ne olduğunu anlamayan bir çocuktum. Evimiz gecekondu ve alevi bir kesimin ortasındaydı. Hatırladığım birkaç fotoğraf var anılarımda. Bunlar: evimizin bahçesinden atlayarak kaçan bir grup insan ve patlayan silahlardı. Ve yine hatırladığım bu silah seslerinden korkmuş halimdi. Sağ-sol çatışması bizim mahalleye uğramadı o günlerde. Hiç kimse de bizi rahatsız etmedi. Mahalle baskısı uygulamadı. Kardeşliğimiz, dayanışmamız hep devam etti. Ana caddeye yakın, caddeden sonra üçüncü evdi bizimki. Sokağa çıkma yasağına bir anlam verememiştim. Çocuktuk ve sokağa çıkıyorduk. Sokağa çıkmak bizim kapının önüne çıkmaktı. Ama caddeye çıkmamızı istemiyordu annem babam. Bir kez köşe başından caddeye baktığımı ve askerlerin yolları kapattığını, caddeye çıkanları durdurup sorguladıklarını hatırlıyorum.
Yine hatırladığım babamın kendine ve alevi komşularımıza olan güveniydi. O günlerde korkularım babamın bize yansıttığı güvenle kaybolmuştu. Kapımızı hiç kilitlemediğimizi asla unutamam. Kapımızı kilitlemeden güven içinde uyurduk. Annem ve babamın hiçbir zaman siyasi görüşü olmadı. İslami bir bilince de sahip değillerdi. Asla namazlarını ve tesbihlerini ellerinden bırakmadılar. Namaz her zaman öncelikliydi onlar için. Saf Anadolu insanları olarak Allah diyen kişileri desteklediler hep. Sokağa çıkmadılar çünkü devlet ve asker olgusu her daim önemli olmuştu onlar için. Babamın lise yıllarında askeri okula göndermek istemesi bunun bir göstergesiydi. Allaha hamdolsun ki üniversite yıllarında bilinçlendikçe onların da kafalarındaki birçok tabuyu kırmak bana nasip oldu. 9 yaşında darbe gören bir çocuk olarak babamın o yılda beni korumak istemesi ve psikolojimi bozmama adına güvenle dik durması, çocukluğumu iyi bir şekilde yaşamama sebep olurken, darbe bilincini vermediğini ve kişiliğimi o yönde geliştiremediğini de masumane cahilliğine ve devlet kurumuna olan duruşuna bağlıyorum.
Ama ben 9 yaşındaki küçük kızımın şahit olduğu bu darbe girişimini babam gibi geçiştirmedim. Yaşadığım binanın üzerinden alçak uçan, sonik patlamayla camları sallayan, bomba atan savaş uçaklarına şahit olan kızımın; korkunç gürültüden dolayı kulaklarını kapatarak ve ağlayarak evin bir köşesine sindiğini gördüm. Darbenin ne olduğunu, bu uçakların ne yaptıklarını, eğer başarılı olurlarsa kendi dünyasında özgürce yaptıklarını yapamayacağını anlayacağı bir üslupla güven vererek izah ettim ve bildiği tüm sureleri okumasını istedim. Aslında istediğim; bu yaşta bir şuur oluşturmaktı, militan bir ruh sahibi kılmaktı, değerlerinin farkına varması ve bu değerleri koruması için toplum içinde, toplumu dönüştürecek bir bilinç kazandırmanın temelini atmaktı. Verebileceğim en büyük mirasın bu olduğunu düşünüyorum.
Müslümanlar için çocuklarına İslami bir şuur vermek, geleceğini oluşturma gayretinden çok daha öncelikli bir görevdir. Müslüman bir fert olarak dava, davet ve direniş bilinci bırakılacak en büyük mirastır. Gündemimizden uzaklaştırılan, dile getirilmeyen ve bu yüzden hazırlıksız olduğumuz cihad ve şehadet kavramları bizi diri tutan en önemli kavramlar olması gerekirken; çelik çomak oynayan çocuklar gibi sığ, yapay ve gündem oluşturan değil gündemi gündemine taşıyan bir Müslüman profili çizmeye başladık.
Davet bilinci Allah’ın murad ettiği dinin bu toplumda hakim kılınması için bir şuur kuşanmışlığıdır. İslam’ın değerlerini yaşatma ve diri tutma, hakkı tavsiye etme sorumluluğu kurtuluşumuza vesile olacak bir alandır. Emir kipiyle gelen bu sorumluluğu rabbimiz Kur’an’da birçok ayette bu alanı diri tutmamızı ister: “Asra Andolsun insanlar hüsrandadır. Yalnız iyiliği emreden, hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna” (Asr Suresi), “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Al-i İmran:104),
İçinde yaşadığımız toplumda Allah’tan bize lütfedilen değerleri koruma mücadelesi içinde olmayan Müslümanlar, bu toplumun ifsad eden yüzüne muhatap olmaya mahkûmdur. Her korkak hamle, her geri duruş, her bananeci tavır, her geri adım bizi nefes alamayacağımız karanlık bir köşeye sıkıştırmaktadır. Müdahil olmadığımız, ıslah etmek için geri durduğumuz her alan değerlerimizi törpülemekte ve kişilik zaafiyeti yaşatarak çocuklarımıza bırakmayı düşündüğümüz mirasımıza darbe vurmaktadır. Kendi kabuğuna çekilmiş ve yaptıkları çalışmaları yeterli gören, heyecanını yitirmiş şahıs ve yapılar kan kaybetmeye ve ilahi mirası İslami değerlere göre kişiliği oluşmuş müntesiplerine kabul ettirmeleri ve taşımalarını istemeleri hayalden öte bir şey değildir.
Davette keskin çizgileri korumak, esnetmemek, önüne çıkan fırsatları değerlendirmemek İslami değerlere davette sonuç getirmez. Eğer ameller niyetlere göre ise ve bu niyete göre yaptığımız ameller Allah katında bir değer, bir karşılık bulacaksa, taviz olarak nitelendirilen alanların yaşanan çağın gerçeklerine göre yeni bir fıkıhla güncellenmesi gerekir. Türkiye’deki şartlar 20-30 sene önceki gibi değildir.
Özgürlükler Müslümanlar için rehavetleri de beraberinde getirmiştir. Ama bu toplumun değer yargıları, kırmızı çizgileri değişmemiştir. Vatan ve demokrasi kavramları vazgeçilmez olarak bu toplumun sinelerinde yerini aynıyla korunmaktadır. Son yaşanan darbe girişiminde bu iki kavramın bu toplumun nazarında ne derece önemli olduğu görülmüştür. Yıllardır tembellik yaparak ve davet duyarlılığını kaybederek, bu toplumun İslami hassasiyetini ön plana çıkarmayı başaramadık. Gönüllerini İslami hassasiyet ve İslami değerlerle dolduramadığımız için bugün meydanları da dolduramadık. Sinelere beşeri hukuk yerine Allah’ın hükümlerini, sahiplendikleri demokrasi ve laiklik yerine İslami yönetimi, dillerine şarkı türkü yerine İslami ezgileri, ellerine parti bayrakları yerine kelime-i tevhid sancağını veremedik. Darbe girişimi sanki umurumuzda değildi.
Bu darbe girişimi eğer gerçekleşseydi ki 28 Şubat sürecinde en çok eleştiren biz olmamıza rağmen, Allah’ın lütfu olan bu ortamlarda çalışmalarımızı yapamayacak hale gelecektik. O meydanlara çıkmak, oralarda davet ile ilgili her türlü basılı sözlü argümanları kullanmak demokrasiyi sahiplenmek olarak görüldü. Ya niyetimizde kararlı değildik ya da bir fotoğraf vermekten çekindik. Bu toplumun tepkisinin altında yatan sebep sadece vatan ve demokrasi değildi. Bir kavram ile evlerinden çıktılar: şehadet… Vatan toprağını korumak ve bu uğurda canını ortaya koyacak, tankların altına yatacak kadar cesaretli böyle bir topluma İslami hassasiyet kazandırmak ve yüce değerleri sahiplenmesini sağlamak için Müslüman liderler öncülüğünde her yapının sokaklarda, bu toplumun içinde olması gerekirdi. Katıldığım meydanlarda bir tane tevhid bayrağı görmem ve çok az sayıda tanıdığa rastlamam beni bu konuda çok üzdü. Kısacası sınıfta kaldık.