1.1 Siyerin Tanımı
Sîre kelimesinin çoğulu olan siyer, sözlükte, iyi ya da kötü tutulan yol, hayat tarzı, gidişat anlamlarına gelir. Hz. Peygamberin doğumundan vefatına kadar hayatını konu alan ilmin adı “siyer” dir. Tarihin belli bir bölümünden bahsettiği için tarih ilmiyle; Hz. Peygamber (a.s.)’in söz, fiil ve takrirleriyle ilgilendiğinden dolayı da hadis ilmi ile alâkalıdır. Hadiste, Hz. Peygamber’in hayatı ile ilgili hadislere “siyer” dendiği gibi, bu hadisleri konu edinen hadis dalına da “siyer” denir (A.G..) Ayrıca, fıkıh kaynaklarında, uluslararası ilişkileri inceleyen bölüme de siyer ismi verilmiştir.
Bir Müslüman için siyerin önemi, en başta müntesibi bulunduğu dinin temel kaynağı olan Kur’an’ın Hz. Muhammed’i “en güzel örnek” olarak vasfetmiş olmasından ileri gelir.
1.2 Siyerin Önemi
Siyerin önemini maddeler halinde sıralayacak olursak;
1- Kur’an’ın ilk muhatabı ve ilk tebliğcisi olması sebebiyle Hz. Peygamber’in siyeri, Kur’an’daki birçok ayeti daha iyi anlamamız hususunda önemli bir kaynaktır. Bu konuda “ifk hadisesi, Ümmü Mektum olayı, Hz. Zeynep ile ilgili anlatılanlar, Enfal ayetleri, Hicret olayları” sadece bir kaç örnek olarak zikredilebilir. Kur’an’da buna benzer onlarca ayetten, olaydan söz etmek mümkündür. Bu ayetlerin daha iyi anlaşılmasında siyer bilgisinin sağladığı yararı tartışmak bile anlamsızdır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, Kur’an’ın anlaşılmasında siyer bilgisinin bütün yarar ve faydalarına rağmen “mutlak” olmayıp “yardımcı” olduğu gerçeğidir.
2- Siyerin Hz. Peygamber ve çevresindekilerce yaşanmış olayların bilgisini taşıyor olması bize yüklüce bir tecrübe ve bilginin miras bırakılması demektir. Buna göre geçmişin deney ve tecrübelerinin ışığında günümüz sorunlarına daha doğru yaklaşma ve çözme imkânı söz konusu olacaktır. Misal olarak; Hz. Peygamber’in yaptığı Hudeybiye Antlaşması ya da komşu ülkelerle münasebetleri bize nasıl ve nelere dikkat etmek gerektiği hususunda “en azından” yaşanmış bir tecrübeyi sunmaktadır. Bu tecrübenin siyerle sabit yani “bizim” oluşu ise O’nun sıradan bir tecrübe ve bilgi olmadığının ifadesi olarak görülmelidir.
Basit bir bilgi ve tecrübenin bile hayattaki önemi hatırlanacak olursa siyer bilgisinin sağladığı tecrübelerin önemi daha da iyi anlaşılır. Bırakalım siyer boyutunu Kur’an’da tarihe ve geçmişe dikkat çeken onlarca ayetin bulunması dahi Kur’an’ın söz konusu “tecrübelere” karşı duyarlı olmamızı istemesiyle ilgili değil midir?
3- Asıl rükunları Kur’an’da olmakla birlikte detay ve teferruatları Kur’an’da bulunmayan namaz ve hac gibi ibadetlerin bilgilerinin bize ulaşmasında da siyer bilgisinin önemli bir rolü söz konusudur.
4- Topluma hâkim olan kimi yanlış gelenek, düşünce ve adetlerin dinle irtibatlandırılmasında siyerin istismar edilmesi de Rasulullah’ın siyerinin bilinmesini gerekli kılmakladır. Toplumun yanlış anlayış ve uygulamalarının referansları arasında siyerin kullanılmasının önü, ancak doğru bilgilenmeye dayalı siyer anlayışından, bilgisinden geçer. Bu konudaki yanlışlıkların, uydurmaların en meşhurlarından birisi olan “Garanik olayının kimi siyer kitaplarında bulunması da bu cümledendir. Bu tür yanlışlıkların tashihi ise sağlıklı bir siyer bilgisiyle mümkün olabilir.
5- İnsanların genelinin olayları somutlaştırma, canlandırma isteklerinin, olayı daha iyi kavrama ve algılama ile olan yakın ilişkisi de siyer bilgisine lüzumu hâsıl etmiştir. Şöyle ki, Kur’an’da anlatılan Abese Sûresi’nin Ümmü Mektum adındaki âmâ ile ilgili olduğu ya da “mağara arkadaşı” ifadesinin Hz. Ebu Bekir’i anlattığı şeklindeki siyer bilgileri çoğu insanın zihninde olayları daha net kılmakladır. Bu netlik Kur’an’ın siyerle somutlaşmasında en açık bir şekilde ortaya çıkar. Kuran ifadelerinin neye tekabül ettiğinin somut ifadesini bilmek, bulmak normal ve hatta gerekli olarak görülmelidir. Burada dikkat edilecek husus ise, bu somutlaştırmanın Kur’an’ı o döneme hapsedici, günümüz olaylarına yaklaşmada emsal ve örnek almayı zorlaştırıcı sonuçlara ya da “yan etkilere” yol açmaması gerektiğidir. Kur’an’ın her dönemi ve mekânı kuşatan mesajının böylesi muhtemel saplantılara ve sapmalara karşı zihnimizi uyarıcı olması beklenir.
6- Siyer bilgisinin yani Hz. Peygamberin hayatının sağlıklı bir şekilde bilinmesi, dini anlamada ve yaşamada bir müştereklik, bir kolaylık sağlayacaktır, Bugün içinde yaşadığımız karmaşa ve kargaşanın boyutları ve sonuçları göz önüne getirildiğinde bunun önemi daha iyi anlaşılır.
7- Siyer çerçevesinde ortaya konanlar, dinin yaşanabilirliği, uygulanabilirliği. Kur’an mesajının hayati ve afaki olmadığı noktasında somut mesajlar taşır.
8- Kur’an’ın topluca ve birden değil de yirmi üç yıl gibi bir süre zarfında peyderpey indirilmiş olması, O’nun bir düzen ve sıralama esasına (tertil) riayet ettiğini gösterir. Bu iniş şekli Kur’an’ın hayata geçirilmesi, uygulanmasıyla; o da, Hz. Peygamberin hayatı ile doğrudan irtibatlıdır. Dolayısıyla Hz. Peygamberin siyerini bilmek, Kur’an’ın anlaşılması ve yaşanmasında önemli katkılar sağlayacaktır.
Siyerin önemini genel olarak bu maddelerde vermeye çalıştık.
1.3 Siyerin Kaynakları
Hz. Peygamber’in hayatını anlamamız hususunda en temel kaynak Kur’an’dır. Kur’an’ın Allah’ın kelamı olması ve O’na hiç bir batılın yaklaşamayacak olması/korunması gerçeği her konuda olduğu gibi siyer konusunda da önümüzü aydınlatmaktadır. Siyer bilgisinin diğer kaynakları olarak da hadisleri, siyer kitaplarını, Arap edebiyatı ve şiirini, tarih kitaplarını ve kitabeleri sayabiliriz.
Bunun yanında Kuran dışındaki kaynakların bazı zaafiyetleri bulunabilir. Bu kaçınılmazdır çünkü tüm tarihi anlatımlar için geçerli olan zannilik, tartışılabilirlik, yorum mahsulü olma, abartı, tarafgirlilik ihtimali gibi sebepler Siyer bilgileri içinde geçerlidir. Siyer kaynaklarının zaaflarının sebepleri:
1- Söz konusu kaynakların çoğunun tedvini Rasulullah’ın vefatından çok sonraları başlamıştır. Misal olarak hadis tedvini hicri 2. yy’da, tarih yazımı ise ilk olarak Abbasiler devrinde başlamıştır. İlk siyer kitabının yazarı İbni İshak ve O’nun eserinin şerh edicisi İbn Hişam Hicri 2. yy’da yaşamışlardır. Bu uzun zaman aralığı ise siyer bilgilerinin arasına bir takım olumsuzlukların sirayet etmesine zemin hazırlamıştır.
2- Bu kaynakların beşer menşe’li oluşu, onları oluşturanların zaaflarından, kısıtlılığından doğan durdukları ve baktıkları yerin farklılıklarından beslenen eksiklikleri getirmiştir. Bu haliyle de nesnel ya da objektif olmak mezkûr kaynaklarda her zaman mümkün olamamıştır. Çünkü yaşanılan çevrenin ve dönemin özel ve genel etkileri, söz konusu kaynaklan oluşturanları zaman ve mekân şartlarıyla yönlendirmiş ve sınırlamıştır.
3- Bu eserlerden bir kısmında özellikle hadis ve tarih yazımında yer yer görüldüğü gibi çok farklı ve çelişik anlatımlar söz konusu olmuştur.
4- Bu eserlerin birçoğunun belirgin bir sistematiği de olmamıştır. Örneğin Taberi önüne gelen her rivayeti kaydederken aktarmacılığın ötesinde fazla bir şey yapmamıştır. Bu arada onun bu müdahaleci’siz aktarmacılığının kimi avantajları da söz konusu edilebilir. Çoğuna göre daha güvenilir addedilen İbn İshak ve İbn Hişam için de kimi zayıf rivayet ve görüşlere yer verdikleri vurgusu önemli bir hakikati ifade eder. Onlardan sonra gelen birçok kimse ise büyük oranda bu ilk dönem kaynaklarını takip ve taklit etmişlerdir.
5- Yine söz konusu çalışmalarda siyer, kimi teferruatlar arasında kaybolmuştur. İncir çekirdeği mesabesindeki nice konu etrafında dönüp durulurken, Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu birçok konunun ya vurguları düşürülmüş ya da tamamen unutulmuştur. Siyerin oluşturduğu canlılık ve dinamizm, bin bir gece masallarının anlatımlarını ve ayrıntılarını hatırlatan bir tarzda ele alınmak suretiyle kaybedilmiştir. Bir misal olması bakımından; hicret öncesinde ve esnasında oluşan olayları ele alacak olursak, Hz. Peygamber’in hicreti gerçekleştirmek için ortaya koyduğu cehd ve gayretin söz konusu birçok eserde adeta unutulduğunu, olayların çokça yapıldığı gibi mitolojik tarzda, efsane havasında sunulduğunu görürüz. Tebliğin durmaması, önünün kesilmemesi için uygun ortam arayışları olarak ortaya konan Peygamber çabaları cümlesinde olan önce Medineli Müslümanlarla akitleşmek, Hicret’i gerçekleştirmek için rehber kiralamaktan, istikametlerini gizlemek için yanıltmaca yön tayinine, yol boyunca konaklama sorununu çözme teşebbüsüne kadar bir dizi eylem “düşüncenin ve gayretin” yani gerçek siyer ve sünnetin bir göstergesi olarak değerlendirmeyi ele alınmayı beklerken bir de bakıyoruz ki olay “uçma-kaçma” hafifliğinde anlaşılmakta ve anlatılmakta. Öyle olduğunda ise siyerin ve Rasulullah’ın örnekliği hayatta karşılığı olmayan ya da olamayan bir düzleme taşınmakladır.
6- Siyer bilgisinin sağlayacağı faydaların neler olması gerektiği hususunda ortaya çıkan belirsizlikler ya da maksat tayinindeki yanlışlıkların yol açtığı hatalar da gerçek siyer bilgisinin önünde duran engellerdendir. Siyer bilgisiyle amaçlananın Kur’an’ın hayata geçirilmesinde Hz, Peygamber’in ortaya koyduğu güzel örnekliğin öğrenilmesi olduğu anlaşılmaz da sadece belirsiz bir saygı ve kutsama ile siyere yaklaşılırsa ortaya vahim hatalar çıkacaktır. Misal olarak Hz. Peygamber’in doğumuyla birlikle zikredilen olağanüstülükler bağlamında anlatılan; validesi Hz. Amine’den göbeği kesilmiş, sünneti yapılmış olduğu halde, üzerinde doğuma dair en ufak leke dahi bulunmadan, secde halinde şehadet parmağını kaldırmış olarak doğduğunu, beşiğini meleklerin salladığını, doğumuyla bütün putların yüzüstü düştüğünü, doğar doğmaz konuşmaya başlayıp Allah’ı takdis ve teşbih ettiğini anlatan rivayetler bu cümledendir.
Yine Rasulullah’ın örnekliğinin zaruri bir sonucu olarak gündeme gelen siyer bilgisinin müminlerin hayatına yön vermesi gereği ortadayken Rasulullah’ın eli, ayağı, yüzü, sakalı vb. konularla ilgili “şemail” kitaplarının, bu amaca varmak yerine meseleyi başka noktalara taşıyıcı üslupları da önemli zaaflar arasında zikredilmelidir.
1.4 Sonuç
Siyer Kuran’ı hayata uygulamada en önemli yardımcıdır Resulullah, bizim için en güzel örnektir. Kitabı veya Allah’ı örnek alamayız. Ancak bizim gibi bir insanı örnek alabiliriz. Bu yüzden Yüce Allah, her topluma mesajını gönderirken içlerinden birisini elçi olarak görevlendirdi. Bu elçilerin görevi, sadece Yüce Rabbin sözlerini toplumlarına iletmek değildi. Yüce Allah’ın sunduğu hayat programını ilk önce kendi hayatına geçirerek toplumlarına örnek olmaktı. Son Resul olan Muhammed (s) de bu örnekliği en mükemmel bir şekilde yerine getirdi, Mü’minlere her ortamda Rabb’e teslim olmanın nasıl olacağını en güzel şekilde gösterdi. Kur’an’ı en güzel ve doğru Resulullah anladı ve en güzel ve en doğru O yaşadı.
Resulullah’ın hayatını Kuranı Kerim ile paralel okuduğumuzda Allah’ın razı olduğu bir kul nasıl olunur? Bunu öğrenmiş oluruz. Ahlaklı, ilkeli bir insan, koruyucu bir erkek, şefkatli bir baba, anlayışlı bir eş, sadık bir arkadaş, güven veren bir lider, cesur bir komutan, ne yaptığını bilen bir yönetici, anlayışlı bir komşu, bilge bir öğretmen nasıl olunur müşahede ederiz.
ASR-I SAADETTE KUR’AN ANLAYIŞI VE GÜNÜMÜZ ANLAYIŞI İLE FARKLILIKLARI
- Asr-ı Saadette Kur’an Anlayışı
Kur’ân’ın ilk muhatabı olan ashabın, Kur’ân karşısındaki duruşları, onu okuyup anlamaları bizler için son derece önemlidir. Çünkü Kur’ân, öncelikle onlara hitap etmiş, onların diliyle, onların anlayış ve kavrayışlarına göre ve onların problemlerine çözüm üretmek, sorularına cevap vermek üzere onlara inmiştir. O insanlar da Kur’ân ayetlerini kendi üzerlerine almışlar, her ayeti kendileri hakkında iniyormuş gibi okuyup anlamışlar, Kur’ân’ın pratiği olan Hz. Peygamberi izlemişler, takıldıkları yerlerin açıklamasını bizzat ondan öğrenmişler ve ayetlerden çıkardıkları derslerin gereğini yerine getirme gayreti içerisinde olmuşlardır. Kur’ân’ı anlama, üzerlerine alma ve gereğini yerine getirme konusunda, bizlere en güzel örnekleri sunmuşlardır.
Her şeyden önce onlar, Kur’ân’ı anlamanın önemini kavramışlar ve bunu kendilerine temel bir görev bilmişlerdir. Onlar bu asil görevi hakkıyla yerine getirebilmek için birbirleriyle yarışırlar ve bu konuda hiçbir fedakârlıktan sakınmazlardı. Kur’ân onların gündemini oluşturuyor, her konuda onların müracaat kitabı oluyordu. Abdullah b. Mesud, şu sözleriyle bu konudaki azim ve kararlılığını ortaya koymaktadır: “Allah’ın kitabını benden daha iyi bilen birinin olduğunu bilseydim, bineklerin ulaşabileceği yere kadar gider, ondan istifade ederdim”.
Onlar Hz. Peygamberin; “Geçmiş ve gelecek olanların ilmini isteyen Kur’ân’ı harmanlasın” hadisinin gereğini yerine getirmek için yapılması gereken her şeyi yapmışlardır. Hadiste, “deşelesin, harmanlasın, araştırıp tahlil etsin” anlamına gelen “Esîru, felyüsevvir” kelimelerinin seçilmiş olması oldukça dikkat çekicidir. Bu kelimelerin türetildiği “s-v-r” kökü, yeri ziraat için eşmek, deşelemek, sürmek anlamına gelir. Buna göre ilme ulaşmak isteyen Kur’ân tarlasını sürecek, başka bir deyişle onun altını üstüne getirerek onu işleyecek ve o tarlanın içerisinden ürünleri devşirecektir. İşte sahabe de bunu en güzel bir biçimde yapmıştır.
Allah’ın, Kur’ân ile kendilerinden istediğini yerine getirebilmek için Kur’ân’ı anlamaya yönelen sahabe, Kur’ân’ın iniş esprisine uygun bir şekilde, gereksiz detay açıklamalarının içerisinde asıl manayı kaybetmemeye de özen gösteriyorlardı. Onlardan bize intikal eden Tefsir rivayetleri kısa ve özlü oluşlarıyla bu özellikleri taşımakta ve bu söylediklerimizi desteklemektedirler. Onların Kur’ân anlayışlarının en önemli bir özelliği de, Allah’ın hükümlerini peşinen kabul etmiş olmalarıdır. Onlar öyle bir imanî noktaya ulaşmışlardı ki, haklarında nasıl bir hüküm / ayet geleceğini bilmedikleri halde “İnandık biz ona, hepsi Rabbimiz katındandır” diyerek teslimiyet gösterebilmişlerdir. Onların bu tutumu, Allah’ın ayetlerine ön yargılı, tereddüt ve şüphelerle yaklaşan günümüz insanı için iyi bir örnektir.
Onlar Kur’ân âyetleri hakkında konuşurken ihtiyatlı davranıyorlar, bilmedikleri yerleri, bilmediklerini söylemekten çekinmiyorlar, ama en önemlisi bu konudaki eksikliklerini tamamlamak ve seviyelerini yükseltmek için çalışıyorlardı. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in, Abese suresi 31. âyetinde geçen “ebben” kelimesinin anlamını tam olarak bilmediklerini söylemeleri de bunun örneklerindendir. Ama onlar, âyette Allah’ın kullarına nimetlerinden bir kısmını sayıp hatırlattığını ve “ebben” kelimesinin de bu nimetlerden biri olduğunu bilebiliyorlardı. Âyetin temel esprisi de buydu zaten. Bunu kavradıktan sonra “ebben” kelimesinin ot yahut diğer bir hayvan yemi olduğunu ayrıntılı bir biçimde bilmek, herkes için pek o kadar önemli değildi.
Ashab da, Kur’ân’ı anlayarak okumak için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamış, bunun için gereken her türlü tedbiri almış ve bunu gerçekleştirebilmek için yapılabilecek her şeyi yapmıştır. Birkaç örnek verecek olursak:
Bir gün Hz. Ömer, Bakara suresi 266. âyetinin ne hakkında indiğini yanında bulunanlara sorar. Onlar: “Allah en iyi bilir.” cevabını verince Ömer, kızar ve şöyle der: “Ya biliyoruz deyin, ya da bilmiyoruz deyin.” Bunun üzerine İbn Abbas, “Ey Ömer, o âyet hakkında ben bazı şeyler biliyorum” deyince ona da; “Yeğenim! Bildiklerini söyle, çekinme!” der. Bu rivâyet ashabın Kur’ân âyetleri hakkında yanlış bir şey söyleme endişesi taşımalarının yanında, Kur’ân’ı anlamak için ne kadar gayret gösterdiklerinin ve özellikle Hz. Ömer’in Kur’ân’ı anlamanın gerekliliği konusundaki gayretkeşliğinin çarpıcı bir örneğidir.
Nitekim Hz. Ömer, Kur’ân ezberleyen hafızlar için maddi yardım isteyen Basra valisi Ebu Musa el-Eşa-ri’ye yazdığı mektubunda şöyle diyerek Kur’ân’ı anlama işini ihmal edenleri tasvip etmediğini ortaya koyuyordu: “Onları kendi hallerine bırak. Korkarım ki, insanlar kendilerini Kur’ân’ı ezberleme işine kaptırırlar da, O’nu anlama işini ihmal ederler.”
Bakara suresi üzerinde sekiz veya on iki sene çalışan kimse de aynı Ömer’den başkası değildi.
Abdurrahman Ebu Leyla, Hud suresini okurken yanına giren bir kadının kendisine şunları dediğini bize haber vermektedir: “Ey Abdurrahman! Sen Hud suresini böyle mi okuyorsun? Vallahi ben altı aydır onu okuyorum, ama hala bitiremedim.”
İlmin kapısı Hz. Ali, Hâricîlerle tartışmak üzere giden Kur’ân’ın Tercümanı olarak bilinen Abdullah b. Abbas’a şu uyarılarda bulunmuştu: “Onlarla Kur’ân’a dayanarak tartışmaya girişme. Çünkü Kur’ân, bir çok yönlü olan, türlü yorumlara açık olan bir kitaptır. Sen ayetleri delil getirirsen, onlar da ayetleri delil getirirler. Bu yüzden sen onlara sünnetten deliller getir, çünkü onlar ondan kaçamazlar.”
- Günümüzde Kur’an Anlayışı
Ashabın hayatındaki gibi bizim hayatımızda Kur’-ân’ın belirleyici ve etkin olma özelliği kalmamış yahut azalmış. Zira onlar Kur’ân merkezli düşünüyor ve yaşıyorlardı. Bizler ise, aklımıza esince, sıkışınca, ibadet ve cenaze gibi belli zamanlarda Kur’ân’ı hatırlıyor ve okuyoruz.
Çoğumuzun konuşma ve yazılarının kaynağını Kur’ân ayetlerinden çok, başka kaynaklar oluşturuyor. Hatta Kur’ân ve onun yaşam biçimi olan sünnet kaynaklı konuşmalar, çoğumuzun nazarında klasik söylemlerden ibaret kalıyor.
Kur’ân eğitim ve öğretimi bizim öncelikli işimiz değil. Zira biz, daha çok para kazandıran işlere/eğitim ve öğretimlere yöneliyor ve çocuklarımızı onlara yöneltiyoruz. Kur’ân eğitiminin bizim için fazla bir anlamı ve cazibesi kalmamış. Bizim ve çoluk çocuğumuzun beynini işgal eden bilgileri yoklarsak, bunu daha iyi anlamış oluruz. Cilt cilt ansiklopedileri taramak zorumuza gitmezken, bunca cilt tefsiri okumak zorumuza gidebiliyor.
Kur’ân’ın lafzına, mushafına, yazısına verdiğimiz değeri, onun manasına ve onunla amel etmeye vermiyoruz. Ya da Kur’ân’a saygıyı, ona karşı olan sorumluluklarımızı, onun mushafına ve yalnızca lafzının okunuşuna saygı ile geçiştiriyoruz.
Kur’ân merkezli eğitim-öğretim içerisinde olanlarımız da öğrendiklerini eyleme dönüştürmek yerine, daha çok malumat sahibi olmak ve işin edebiyatını yapmak için yapıyor. Çoluk çocuklarını da büyük ölçüde Kur’ân eğitiminden kaçırıyorlar.
Bizler, Kur’ân ayetlerini seçici olarak okuyor, onları kendimize göre taksim ederek, bizi ilgilendirenler, başkalarını ilgilendirenler diye ikiye ayırarak okuyoruz. Oysa Kur’ân ayetleri bütünüyle bize inmiştir. İman, İslam ile ilgili olanları kendimiz için; küfür, şirk, nifakla ilgili ayetleri başkaları için okuyoruz. Cennetliklerle ilgili ayetleri üzerimize alırken, cehennemliklerle ilgili olanları başkalarına kaydırıyoruz. O ayetleri okurken başkaları için okuyup anlıyoruz.
Baştan sona ve bütüncül Kur’ân okuyup anlama yerine, seçici okumaları tercih ediyoruz. İşimize gelen yerleri, bizim fikirlerimizi destekleyen yönleri öne çıkarmayı, bazı ayetleri bayraklaştırmayı seviyoruz.
Kur’ân hakkında konuşanlarımız, biraz fazla cüretkârdırlar bugün. Herhangi bir alt yapıya sahip olmadan, rahatlıkla Kur’ân hakkında ahkâm kesebiliyor ve ön kabullerimizi Kur’ân’a söyletebiliyoruz.
KUR’ANI ANLAMADA ÖNEMLİ FAKTÖRLER
- Kur’an Kıssaları
Kuran-ı Kerim, insanlara öğütlerini çeşitli biçimlerle verir. Hidayetini doğrudan anlattığı gibi, ‘kıssadan hisse’ çıkarılması için önceden yaşanmış olaylardan kesitler anlatır. Örneğin insanların maddi refahtan dolayı şımarıp haktan savrulmamaları için ‘Karun’u anlatır. Malın, servetin ve iktidarın Allah yolunda kullanılmasının yüceliğini anlatmak için Hz. Süleyman’dan örnekler verir. Allah’ı unuttuğunda gücün, insanı nasıl saptırdığını göstermek için Firavun’a dikkat çeker; sahip olduğu güçle haddini aşan ve insanlara zulmeden kimselere karşı mücadeleye örnek olarak Hz. Musa’yı gösterir.
Hz. Eyüp saf sabrın örneğidir. Hz. İbrahim’in kıssaları aklı, sağduyuyu ve Rabb’e teslimiyeti anlatmak ister. Hz. Meryem ve Hz. İsa kıssalarında iffet, merhamet ve sevgi ön plana çıkar. Bütün kıssalarda denilmek istenen şudur: “Sizin yaşadıklarınız, öncekilerin yaşadıklarının birer benzeridir; onların başından geçenlerden dersler çıkarın…” Bu amaç Kur’an’da şöyle belirtilir:
“Geçmiş milletlerin kıssalarında akıl sahibi insanlar için pek çok dersler vardır.”
Peygamberlere ait kıssaların Kur’an’da anlatılmasının bir nedeni de, Hz. Adem’den bu yana devam eden Tevhid öğretisinin sürekliliğini göstermektedir. Bu kıssalarla bütün peygamberlerin aynı amaçla gönderildiği ortaya konulmuştur.
- Tefsirler
Bir şeyi iyice açıklamak, keşfetmek anlamında “el-Fesr” masdarından tef’il babında bir kelime. Istılâhta beşerî takat oranında, Allah Teâla’nın muradına delâlet etmesi yönünden Kur’an-ı Kerim’i inceleyen bir ilimdir. Konusu, Kur’an ayetleridir. Gayesi, iki cihanda selamete ve mutluluğa ulaşmak için Allah Teâla’nın kitabını yine O’nun murâdına uygun bir şekilde anlamak, anlatmak ve yararlı hükümler çıkarmaya kudret kazanmaktır.
Genel anlamda Kuran ayetlerini yorumlama olarak tanımlanabilir. Ancak gelişigüzel her akla gelen yorum tefsir değildir. Bunun da bir yöntemi vardır. Tefsir usülü olarak anılan ilim dalı tefsirin yol ve yöntemlerini belirlemiş. Nitekim böyle olmamış olsaydı her önüne gelen kendi hayal ve akıl ürünlerini tefsir olarak ortaya koyardı. Burada ulema ile avam arasındaki fark ortaya çıkıyor.
Tefsirler başlıca iki kısma ayrılır:
1- Rivâyet tefsirleri: Bu tefsir, selefden nakledilegelen eserlere dayanan tefsir-i naklîdir ki, buna et-Tefsir bi’l-me’sur veya Bi-Tariki’r-Rivâye Tefsir de denir. Bu tefsirlerde ayetlerin manaları, nüzûl sebepleri, nâsıh ve mensuh olanları gösterilir. Böylece rivâyet yolu ile yapılan tefsirlerin başlıca kaynakları, Hadis-i Şerif kitapları ile Siyer ve Tarih kitaplarıdır. Bunlara muhalif, aklın hükmüne aykırı olan rivâyetlere itimat edilmez.
2- Dirayet Tefsirleri: Buna rey ile tefsir de denir. Bu tefsirde müfessir, ayet hakkında açıklayıcı bir nakil bulamayınca reye başvurur. Yani ictihad eder ve Lugat, Belâğat gibi lisan ilimlerinden yararlanır. Müfessir bunu yaparken, müfessirde aranan bazı şartları taşıması tabiidir.
- Arapça ve Usül Bilgisi
Apaçık Kitab’a andolsun ki biz, anlayıp düşünmeniz için onu Arapça bir Kur’an kıldık
Arapçayı bilmek Kur’an ı anlamaya ve yaşamaya çalışan biz Müslümanlar için hayati önem taşır. Arapça bilmeyen biri kuran okurken önce onun Arapça metnini okuyacak daha sonra onu anlayabilmek için mealine bakacaktır. Fakat hiçbir meal ayetin ihtiva ettiği anlamı tam olarak sunamayacaktır. Bir başka yönden bakacak olursak aynı zamanda vakit kaybına neden olacaktır.
Dini hayatımızda daha iyi yerleştirebilmek için hadis, tefsir, fıkıh gibi ilimlere ihtiyaç duyarız. Fakat bunların her biri köklü bir mirasın birikimidir. Her bir ilmin bir usulü, çalışma metodu vardır. Bunlar bilinmeden yapılan ilim çalışması eksik olacaktır.
- Kur’an İlimleri
Kur’an-ı Kerim ile ilgili olan bütün ilimleri kapsar. Bu başlık altında kuran ilimlerini oluşturan konuları şöyle sıralayabiliriz:
4.1. Mekkî-Medenî sûreler, Kur’an’ın doğru yorumlanabilmesi için âyetlerin nâzil olduğu yer ve zamanın bilinmesinde büyük faydalar vardır. ”İlmü’l-Mekkî ve’l-Medenî” başlıklı Kur’an ilminin konusu sûre ve âyetlerin indiği yerleri tesbit etmektir.
- 2. Esbâb-ı nüzûl, ilmi âyet ve sûrelerin nerede, ne zaman ve hangi olay hakkında nâzil olduğu konularıyla ilgilenmektedir. Kur’an’ın anlaşılması ve tefsiri için büyük yardım sağlayan bu ilim sahâbe ve tâbiîn devrinde Kur’an tefsirinin vazgeçilmez kaynağı idi. Esbâb-ı nüzûl ilmi rivayete dayandığı için gerek sened gerekse metin bakımından dikkatle incelenmelidir. Aksi takdirde aslı olmayan bir rivayet sebebiyle âyetlerin anlamı daraltılmış veya genişletilmiş ya da değiştirilmiş olur. Konuyla ilgili olarak telif edilen eserlerin tarihi 200 (815) yılına kadar gitmektedir.
- 3. Nâsih-mensuh, Rivayete dayanan bir başka Kur’an ilmi nâsih-mensuhtur. Nesih, belli bir konudaki farklı nasların hangisinin diğerinin hükmünü ortadan kaldırdığını veya değiştirdiğini ve nihaî şer‘î hükmün hangisi olduğunu tesbit bakımından İslâm hukukunun konusunu teşkil edip bu çerçevede âyetin âyeti neshi yanında sünnetin sünneti neshi veya bu iki temel kaynağın birbirini neshi tartışılmakla birlikte hangi âyetin hangi âyeti neshettiğine dair rivayetleri bir araya getiren ilim dalı Kur’an ilimleri içerisinde mütalaa edilmektedir. Bu ilim dalı da ilk dönemlerden itibaren bilinmektedir.
- 4. Kur’an’ın isimleri, toplanması, çoğaltılması ve tertibi,
- 5. Sûre ve âyet bilgileri,
- 6. Münâsebâtü’l-âyât ve’s-süver,
- 7. Kıraat ve tecvid bilgileri,
- 8. Fezâilü’l-Kur’ân, Kur’an’ın bazı sûre ve âyetlerinin faziletinden bahseden rivayetleri bir araya getiren ilme fezâilü’l-Kur’ân denilmiştir.
- 9. Havâssü’l-Kur’ân, hakkında güvenilir kaynaklarda yeterli bilgi bulunmadığı halde zamanla tecrübe yoluyla elde edilen bilgilerden söz eden ve kelime, âyet ve sûrelerin belli bir tertibe göre okunması veya yazılması halinde niyet ve maksada uygun sonuçlar veren tesir ve özelliklerinden bahseden bir disiplin olup Kur’an’ın anlaşılmasına veya yorumlanmasına yardımcı olmadığı için belli sayıda kimselerin ilgisini çekmiş, bazan da hoş görülmemiştir.
- 10. İ‘râbü’l-Kur’ân, Kur’an’ın diliyle ilgili ilimlerin başında, Kur’an’ın dil bilgisi bakımından doğru okunup yazılmasından ve farklı vecihlerin ne gibi anlam kaymaları ve zenginliği ortaya çıkardığından bahseden i‘râbü’l-Kur’ân gelir. Hz. Peygamber hatasız konuşmaya ve Kur’an’ı dil bilgisi bakımından doğru okumaya dikkat çekmişse de bu ilmin temellerinin Hz. Ali tarafından atıldığı söylenir. Kur’an’ın i‘râbı hakkında yazılan eserlerin tarihinin II. (VIII.) yüzyıla kadar gitmesi de bu ilmin önemini ve ona gösterilen alâkayı ortaya koymaktadır.
- 11. Garîbü’l-Kur’ân, Dilde az kullanılan veya bölgesel kullanımdan dolayı anlamını o dili konuşan herkesin bilmediği kelimeler ”garîb” olarak adlandırılmış,
- 12. Müşkilü’l-Kur’ân, birkaç mânaya ihtimali olması sebebiyle anlamını belirlemede zorluk çekilen kelime ve terkiplerde müşkil olarak kabul edilmiştir. İbn Kuteybe bu iki sahada eser veren önemli bir araştırmacıdır.
- 13. Mecâzü’l-Kur’ân, Kur’an’da geçen kelime ve terkiplerin gerçek anlamı dışında kullanılması onda mecazların bulunduğunu ortaya koymaktadır. Bazı âlimler mecazî anlatımı bir nevi yalana başvurma olarak kabul ettiklerinden Kur’an’da mecazın bulunmadığını söylemişlerse de genel kabul bunun aksi yönünde olmuş, bu ilim Kur’an’ın anlaşılmasına ve tefsirine büyük katkı sağlamıştır. Konuyla ilgili olarak ilk dönemlerde yazılan kitaplar çoğunlukla lugavî tefsir niteliğinde olduğu için yanıltıcıdır. Ebû Ubeyde Ma‘mer b. Müsennâ’nın Mecâzü’l-Kur’ân’ı bu tür eserlerin en meşhurudur.
- 14. Vücûh-nezâir, Kur’an’da yer alan bazı kelimeler çok sayıda anlam taşıdığı için bunlara vücûh denilmiş, pek çok farklı kelime de bir tek anlama geldiğinden nezâir adıyla anılmıştır. Meselâ ”hüdâ” kelimesi Kur’an’da on yedi ayrı anlamda kullanılmışken ”cehennem, nâr, sakar, hutame, cahîm” gibi kelimeler âhirette günahkârların ceza çekeceği yere verilen isimler olarak ”cehennem” anlamında kullanılmıştır. Bu ilim dalı da eski olup İkrime el-Berberî’nin (ö. 105/723) konuya dair bir eser yazdığı nakledilmiş, Mukâtil b. Süleyman’a (ö. 150/767) nisbet edilen el-Eşbâh ve’z-nezâ’ir fi’l-Kur’âni’l-Kerîm ise (Kahire 1975) günümüze kadar gelmiştir.
- 15. Emsâlü’l-Kur’ân, Kur’an’ın cümle yapısıyla ve âyetlerin anlamıyla ilgili ilim dallarının başında emsâlü’l-Kur’ân gelir. Kur’an, insanların bazı konuları daha kolay anlayabilmeleri için yer yer örnekleme ve temsil getirme yoluna gitmiştir. Meselâ amelleri boşa giden kişilerin durumu suyun üzerinde oluşan ve daha sonra kaybolup giden köpükle anlatılmış,13/17 ayrıca örümcek evi,29/41 sivrisinek2/26 ve eşek31/19 örnek olarak zikredilmiştir.
- 16. Aksâmü’l-Kur’ân, Kur’an’da Allah’ın yer yer kendi zâtına ve isimlerine, Kur’ân-ı Kerîm’e, kıyamet gününe, gök cisimlerine, yiyeceklere, zamana… yemin ettiği görülmekte, bu yeminlerin Kur’an’ın hangi sûrelerinde ve ne şekilde geçtiğini inceleyen ve mânaya tesirini ortaya koyan ilim dalına aksâmü’l-Kur’ândenilmektedir. Hem rivayet hem dirayet ve istidlâle dayanan bu ilim dalında da eserler verilmiştir.
- 17. Üslûbü’l-Kur’ân, kur’an’ın dil ve anlatım özellikleriyle ilgili ilimlerin başında üslûbü’l-Kur’ân gelir. Kur’an nâzil olduğu farklı dönemlerde farklı üslûplar ortaya koymuş, onun üslûbu anlatılan konu ve olaya bağlı olarak değişiklik göstermiştir. İnanç ve ahlâk konularıyla geçmiş milletlerin durumundan bahseden Mekkî sûreler şiir veya hitabet üslûbuna yakın bir tarzda gelmişken ferdî ve içtimaî hukuk konularından bahseden Medenî sûre ve âyetlerde yalın bir anlatım tarzı öne çıkmıştır. Bu husus bir yandan Kur’an’ın ilâhî kaynaklı olduğunu ortaya koyarken öte yandan ona olan ilgiyi hep canlı tutmuştur. Kur’an’ın üslûbundaki bu özellikler onun mûcize oluşunun bir delili olarak değerlendirilmiştir.
- 18. Muhkem-müteşâbih,
- 19. Mutlak-mukayyed,
- 20. Mücmel-mübeyyen,
Daha çok fıkıh usulü terimi olarak geçen mutlak-mukayyed ve mücmel-mübeyyen dar anlamıyla Kur’an ilimleri arasında da yer almaktadır. Kur’an’da yer alan bazı mutlak ifade ve anlatımlar yine Kur’an tarafından sınırlandırılmış, bazı kapalı ifade ve anlatımlar da başka yerlerde daha geniş bir biçimde ortaya konmuştur.
- 21. Edebiyat konularından olan îcâz, ıtnab, hasr, kinaye, teşbih ve istiare, gibi konulara yer verilmiş, Kur’an bir dil mûcizesi olduğundan ve muarızlarına bununla meydan okuduğundan bu bilgilerin Kur’an ilimleri arasında sayılması tabii görülmüştür.
- 22. İ‘câzü’l-Kur’ân, Allah’ın kelâm sıfatıyla ve mûcizelerle alâkası sebebiyle kelâm ilmi içinde incelenirken Kur’an’ın hem anlamı hem de şekliyle ilgili olduğu için Kur’an ilimleri arasında da yer almıştır. Bütün insanlığa bir benzerini getirme hususunda meydan okuyan Kur’an böylece ilâhî menşeli olduğunu ve beşer müdahalesinden uzak bulunduğunu ortaya koymuştur.
- 23. Tefsir ve te’vil ilmi, Kur’an ilimlerinin en önemlisi, diğerlerinin de yardımıyla Kur’an’ın doğru anlaşılmasını sağlayan tefsir ilmidir. Kur’an, ilk asırlarda ulûmü’l-Kur’ân konuları tam olarak bilinmeden veya tasnif edilmeden de tefsir edilebilmekteydi. Ancak bu ilimlerin özümsenmesi sonucunda ortaya konulan tefsirler Kur’an’ın anlaşılmasında daha büyük faydalar sağlamış, Zemahşerî, İbn Atıyye el-Endelüsî ve Fahreddin er-Râzî gibi müfessirler bunun örneklerini ortaya koymuşlardır.
- 24. Müfessirin âdâbı ve şartları.
Bu ilimleri bilmek bize kuranı anlamak noktasında çok faydalı olacaktır.