Şehadet
Arşiv Yazarlar

Şehadet

Nicedir semadan kaçmakta ellerimiz, dualar korkulu rüya sanki; dillerimiz umutsuzluk zindanlarında mahpus, şehadet dilemez oldu gönüllerimiz.

Dünya ziynetleriyle süslendi yüreklerimiz, gözlerimizin önünde dünyalıklardan şatafatlı, gösterişli bir perde.

Başımıza yeni şeyler geldi, adı konformizm, güç, makam, mevki, para ve daha niceleri. “Lüks yaşamlar Müslümanın da hakkı” diye kurulmaya başlandı cümleler. Öyle görkemli hanelerimiz, konaklarımız hatta saraylarımız olmalıydı ehl-i küfre karşı güç gösterirken. Hâlbuki Müslümanın izzeti yeterdi küfre karşı eskiden, şimdi o da yetmiyor ya da yitik bir hazine.

Oysa hepsi yıkılası kapitalizmin yok edilmesi, dikkate alınmaması gereken tuzaklarıydı. Yıkılmalıydı kapitalizm, liberalizm, üvey kardeşleri olan sosyalizm, komünizm ve adını sayamadığımız daha nice izmler.

İslam tek başına bir hayat düsturuydu ve yeterdi bizlere; öyle görmüş, öyle öğrenmiştik; öyle de öğretmiştik aşkla, şevkle bambaşka zihinlere. Hatta hatırı sayılır isimlerden duymuştuk tüm bunları.

Hoş önce hatırı sayılanları kaybetmiştik siperlerde, artık hatırı sayılır mevkilerde mücadele eden. Bilgi ne kadar fazla olursa bedeli de o kadar çok oluyordu dünyaya bağlanmanın. Nice değerlerimiz vardı, elimizden kayıp giden; pek çok dost, kardeş, arkadaş kaybettik dikenli, meşakkatli yollarda ilerlerken.

Öyle bir hasretti ki şehadet, dillerimizden eksik olmazdı, marşlarımıza bile işlemişti en derinden.

Kimimiz şerbetinden içmiş, kanmıştı; kimimiz ise sırasını bekliyordu sessizce. Ne kesada uğramasından korktuğumuz ticaretimiz vardı ne de bizleri bu dünyaya bağlayan mallarımız, evlatlarımız.

Yemyeşil İslam sancağının altında gölgelenecek, altlarından ırmaklar akan cennetlerin düşlerini görecektik. Resul, ellerimizden tutacak, yol gösterecekti bizlere.

Gecenin geç saatlerine kadar süren gençlik sohbetlerimizin aslan payını “cihad” alırdı ve onun baş tacı şehadet.

Dünyanın dört bir yanında feryatları yükselen mazlumların ahını yerde bırakmayacaktık.

Bosna olacaktık mesela, Keşmir, Ogadin; kimi zaman Kudüs ufuklarında görünürdük, kimi zaman Çeçenistan bizimle özgürleşirdi.

Metin Yüksel en havalı kahramanlarımız arasında boy gösterirdi ve Fuat olurduk ibretlik deryalarda, adlarını unuttuğumuz daha nice genç fidan, şehadet topraklarında yeşeren.

Onlardan biri de biz olacaktık, bizim için de ağıtlar yakacaktı analar, ezgi söyleyen gruplar.

Bizim de isimlerimizi söyleyecekti yeni nesiller, bizler de bu topraklarda yeşeren birer fidan olacaktık.

Şimdi bambaşka ezgiler mırıldanıyor dillerimiz, gönüllerimiz durgun.

Ufuklarımızda bambaşka diyarların ışıltılı yansımaları dalgalanmakta, anne sütü kıvamında bir ninni diye tutturduğumuz şehadet nameleri, yerini kirli ihalelere bıraktı.

Ceketlerimizin iç ceplerinde taşıdığımız yüce kitabın yerinde yeller esiyor, söylemesi acı belki ama şimdi o boşalan ceplerde ihale şartnameleri, “hamil-i kart yakınımdır” ibareli kartvizitler.

Yükselmek, bir köşe kapmak umuduyla bir ismi bile olmayan dev insancıkların peşinde koşuşturmalar vardı artık hayatımızın merkezinde. Birer dev gibi görünüyorlardı; çünkü sonu gelmez zannettiğimiz makamların başındaydılar, gücü ellerinde bulunduruyorlardı.

Oysa ne de çabuk unuttuk dünyanın en güçlü insanlarının iki metrekarelik bir toprak parçasında saltanat sürdüklerini, en zengin insanların beş metre bezden daha fazlasını alamadıklarını. Ne de çabuk aldandık Şeytan’ın hilelerine; sağdan, soldan, önden ve arkadan yaklaşmalarına.

Hâlbuki daha dün hatırla, diye heyecanlı ünlemler eşliğinde anlatıyorduk muhataplarımıza. Evet, o da bir devrandı geldi ve geçti, yine çok iyi biliyoruz ki bu da bir devran ve gelip geçecek. Ne mutlu İslam sancağını bir an bile ellerinden indirmeyenlere, şehadeti her an arzulayanlara.

“EY ŞEHADET

Herkese uğradın sen bana küsülü müsün?

Birçoğuna göz kırptın bana yeminli misin?

Ben senin aşkın ile kavrulurken burada

Ey şehadet sen bana neden nazlar edersin?”

 

Taşkın ÖNEL

GRUBA KATIL