Gerçek Sanatsever
Arşiv Genel Yazarlar

Gerçek Sanatsever

Sanat, estetiğin farklı zihinler tarafından yorumlanması ve birbirinden tamamen farklı ürünlerin ortaya konmasıdır. Yani sanatkârın ruh hâlinin ne buyurduğu ile ilgili, eşref saati ile kuvvetli bir münasebeti var. Öfkesi dünyalar kadar ise ressamın, tuvalin üstünden kızgın bir bakışla bakar bütün dünyaya. Karnında kelebekler uçuşuyorsa şayet şairin, kiraz çiçekleri renk verir dizelerinde. Hele bir de bir karış havadaysa aklı sanatçının, mantığın izah etmede zorlandığı şaheserlerle baş başa kalırsınız. Fountain-1917, Marcel Duchamp tarafından 1917 yılında yapılan heykel, bir pisuvarın “R. Mutt” imzasıyla imzalanmasından ibaretti. İtalyan heykeltıraş Maurizio Cattellan’ın eseri, “Duvara Bantlanmış Muz” bir çağdaş sanat galerisi tarafından gerçekleştirilen açık artırmada 120.000 dolardan alıcı buldu. Bu, bir çizim veya tasvir değildi; bildiğimiz, kararmaya yüz tutmuş bir muzun siyah koli bandıyla duvara bantlanması ile ortaya konan bir şaheser(!) ve bu şaheser için ödenen küçük bir servet: 3 milyon 600 bin TL. Ortada bir estetik olduğundan söz etmek, izan ve insaf sahipleri için imkânsız ancak sanatseverlerin bu şaheser(!) karşısında hayranlıklarını gizleyemedikleri; teklif ettikleri, ödedikleri paralardan belli. Üstelik eserdeki estetik dehayı görmemeyi; büyük bir cehalet, saygısızlık, sanattan anlamamak gibi görüyorlar. Söyle bakalım Alican, sanatçı burada ne anlatmak istemiş? Ehem, şimdi burada şunu söylemek istemiş aslında ya da evrene, doğaya çok farklı bir açıdan bakarak kimsenin göremediği bir derinlik yakalamış, falan filan. Akıllara ziyan bir ucube karşısında bile aklın, mantığın bütün sınırları zorlanarak koca bir anlamsızlığa anlam kazandırma çabası ve bu çaba, iftihar sözleri eşliğinde söylenen sanatseverliğin büyük nişanesi. Öyle bir ortam oluşturulur ki ortaya konan ve eser demek için binlerce şahidin gerektiği bu ürün hakkında olumsuz bir şeyler söylemek; yadırganacak, garipsenecek bir fiil olarak görülür. Bu ucubeye sanat dememek; sanattan anlamamak, çağdaş olamamak, basitlik gibi yaftalarla damgalanmayı beraberinde getirir. Bu durum da modernleşme adı altında Allah’tan uzaklaşmaya çabalayanların, kendilerini toplum baskısı altında hissetmelerine; bu güruhun, olmadıkları birileri gibi görünmek için çabalamalarına yol açıyor. İşte, aklın asli vazifesinden habersiz, nefsin kontrolündeki bir zihin yapısına sahip bu sanatsever kitlenin, ne gariptir ki topluma hükmeden, onu aşağılayan bir gücü de var gibi görünüyor. Elbette bu güç, mevcut devlet yapısının temel ilkelerinden kaynaklanıyor. Zira Batılılaşma, resmî devlet politikası olarak uygulanıyor bugün.
Karşısında çaresizlik duygusuna kapıldığından veya gerçekten öyle düşündüğünden olacak ki bu baskıya boyun eğen, teslim olan büyük bir kesimin varlığından söz edebiliriz. Nihayetinde de komik bir hâl arz ederler lakin bu komedinin farkında değildirler. Garbi bir sanatsever tavrı takınmaya çalışan, yedi göbek Anadolulu efeler, yörükler, seymenler, dadaşlar, laz uşakları, şoparlar atalarının kemiklerini sızlatmaktan, pek gülünç bir komedi sahnelemekten başka hiçbir şey yapmazlar.
“Kahrolası insan, ne kadar da nankördür!” Abese-17; “Kör ile gören, iman edip salih ameller işleyenler ile kötülük yapan bir değildir. Siz pek az düşünüyorsunuz.” Mümin-58. Ne kadar da nankörsün, ey insanoğlu! Sen ki kendin, en büyük sanat eseri iken büyük sanatkârı unutup heva ve hevesinin peşine düşersin. En olmaz eserlerin ardına takılıp kibrine yenik düşen, kendini eşref-i mahlukatın en gözdesi zannetme zehabına düşen sanatkâr müsveddelerinin methi ile meşgul olursun. Oysaki bunun böyle olmadığını, asla olamayacağını sen dahi çok iyi bilirsin fakat anlamamak noktasında inat eder, anlamak için hiçbir çaba sarf etmezsin. Yüce Mevla’nın örnek göstermekte hiçbir beis görmediği sineğin, gözlerini kavramaktan dahi aciz iken o, büyük kudreti görmek, tespih etmek istemezsin. Allah’a yemin olsun ki senin methine zerrece ihtiyacı olmayan Allah, hiçbir sanatçıyla kıyas kabul etmeyecek kadar muazzam bir sanatkârdır. Onun her bir eseri, akılları acziyet içinde bırakacak mükemmelliktedir.
Subhâne men tehayyera fî sun’ihi’l-ukûl,
Subhâne men bikudretihî ya’cizü’l-fühûl.
(Sanatıyla, eserleriyle akılları hayrete düşüren, kudretiyle idrakleri aciz bırakan Allah’ı tespih ederim.) Terci-i Bent, Ziya Paşa
Yol yakın iken, menzile varmamışken yani uzun lafın kısası, iş işten geçmemişken hakikat mektebinin, talep etmekten imtina etmeyen bir öğrencisi olmak, insanoğlunun yapabileceği en akıllıca iş olacaktır Zira herkesin az veya çok bildiği bir bilgi vardır, yaratıcının kudretine dair ama pek azı bu bilgiyi özümser ve mutlak yaratıcıyı, ilahı, sanatkârı, din gününün sahibini idrak eder, ona hakkıyla kulluk yapar. “Resulullah (sav), ashabının durumuyla ilgili bir haber alınca şöyle bir konuşma yaptı: ‘Cennet ve cehennem gözlerimin önüne serilip bana gösterildi. Hayır ve şer açısından bugün gibisini görmedim. Eğer sizler, benim bildiklerimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız.’ buyurdu. Resulullah’ın ashabına bundan daha ağır gelen bir gün olmamıştı. Başlarını örterek hıçkıra hıçkıra ağladılar.”
Sanatın da sanatçının da gayesi nettir, yektir: Allah’ı bilmek, bildirmek, ona teşekkür etmek.
Anladım işi sanat Allah’ı aramakmış
Marifet bu, gerisi hep çelik çomakmış
Necip Fazıl Kısakürek
Taşkın Önel
Nisan 2024
Akhisar

GRUBA KATIL