“Doğru yolu göstermek, Allah’a aittir. Yolun eğrisi de vardır. Allah dileseydi, hepinizi doğru yola iletirdi” (Nahl, 9).
İnsana layık görülen en büyük nimetlerden biri olan akıl, Allah’ı tanıyıp dini anlamayı isteyenler için büyük rol oynamaktadır. Her dakikası siciline işleyen bir kişi, tek bir adımını bile kırk kez düşündükten sonra atmaz mı? Gittiği yerin kendisinde çoğaltacağı veya azaltacağı şeyler neler diye kendini sorgulamaz mı? Uğraşlar sonucunda vardığı yolun, her iki dünyasında da kendisinde pişmanlık uyandırmayacağına eminse, Rabbinin ve Nebîsinin rızasına uygun bir işin neticesine vardı ise, biiznillah onun yorgunluğu bir müjdedir. Mükâfatı artık Allah’ın ellerindedir.
İnsan, dünyada kazanmak istiyorsa tutunduğu dal sağlam olmalıdır. Ama insan, ahirette kazanmak istiyorsa, tutunduğu dala sahip olan ağaç da sağlam olmalıdır. Yaslandığı dal koparsa, o ağaçtan kendine başka bir dal bulur ve bu sefer ümidini ona bağlar. Ama tek bir dalı kendine çıkış yolu olarak bellediyse, kırılan dalın ve yiten umudunun bir daha dönüşü olmaz. Teşbih izah etmeye çalıştığım bu meseleyi açmaya çalışacağım.
Sahabe dönemine bir yolculuk yapalım. Sahabe, ömrünün tamamını Rasulullah’ın (s.a.v.) yanında, dizinin dibinde geçirdi. Onun ağzından çıkan her kelimeyi zihinlerine kaydetmek için hep yarış halindeydiler. En küçük sıkıntılarında, hüküm koyması için nebinin yanında buldular kendilerini. Mutluyken Rasulullah’a koştular, hüzünlüyken Rasulullah’a koştular. Uyudular, Rasulullah… Uyandılar, Rasulullah… Acı çektiler, Rasulullah… Hangi mesele olursa olsun, çıkış yolunu onda buldular. Hangi duygu içerisinde olurlarsa olsunlar, hep onunla paylaştılar. Yani sahabenin tutunduğu dal hep Rasulullah’tı. Hayatlarının bir parçasıydı. Ruhları, onunla birleşmişti sanki. O olmadan kuru bir bedenden ibarettiler. Ama ne zamanki tutundukları dal koptu, ne zamanki Rasulullah hakiki yurduna göç etti, ne zamanki Rabbi onu yanına kabul etti, işte o an sahabenin üzerine çöken ağırlık ne yapıldıysa kaldırılamadı. Aralarında yeni Müslümanlar da vardı, peygamberlik geldiğinden beri O’nun yanından ayrılmayanlar da vardı. Ama hepsinin tutunduğu dal, birdi. Hepsi, çilekeş hayatlarında kalan son demlik umutlarını da ona bağlamışlardı. O da gitmişti işte. Yaşam sebeplerini kaybetmişlerdi. Artık yaşamak istiyorlarsa, kendilerine tutunacak yeni bir dal bulmaları gerekiyordu.
Buldular da. Eğer onların ağacı, “dünya ağacı” olsaydı yani dünyadaki huzurları için, dünyadaki başarıları için hayat savaşı veriyor olsalardı, kendilerine yeni bir yol çizmeleri mümkün olmazdı. Çünkü dünya, umurların kendisini terk ettiği bir çöldür. Tüm benliğiyle kendini buraya bağlayan kişi, bir kere tuttuğu dal koptu mu yenisini bulmaya kalkmaz, bunun için kendini yormaz. Zira o da farkındadır ki amacı, bu geçici mekândaki mutlu (!) bir yaşam oldukça, ne kadar sağlam olursa olsun kendine tayin ettiği dalların tümü kopacaktır. Ama sahabenin tutunduğu dal, hafif değildi; onda dünyadan bir beklenti yoktu. Sahabenin ağacı, “ahiret ağacı” idi. Onların gayeleri, yalnızca ahiret mutluluğuydu, yalnızca oradaki galibiyetti. Bu yüzden kayıplarının hüznü çok durmadı üzerlerinde. Yalnızca kalplerinde yer ayırdılar Nebî (s.a.v.) için. Bedenleri, bu hüznü taşımaya izin vermedi. Hemen yeni bir dayanak aramaya koyuldular. Evet, vahyin asıl kaynağı gitmişti belki. Ama gerisinde bıraktığı tüm evrenden daha kıymetli o dağınık sayfalar, önce iki kapak arasında, sonra da kalpler ve zihinler içerisinde toparlanmayı bekliyordu. Yeni gayeleri belirlenmişti: “Kur’an’ın emrettiği yolda yürümeye son gaz devam etmek.”
Kur’an’ın çizdiği bir yolda, çareler tükenmez. Satırlarındaki ayetlerse, asla huzursuzluk vermez. Herhangi bir kitap gibi inmedi çünkü o. Bilgi vermek için ya da edebî ihtiyacımızı gidermek için inmedi. Onun her sayfasında nebilerden ve sahabilerden birçok iz vardır. İnananların kimisine moral olsun diye, kimisine çıkış yolu olsun, örnek alınsın diye hep onların hayatlarına yer verdi yüce Allah. Süs değil bunlar, uyurken çocuklara okunup unutulacak hikâyeler de değil. Hepsi tek tek insanların kalpten geçirmesi ve hayatlarına tesir etmesi için bekliyor, bizse hâlâ bekletiyoruz.
Seçtiğimiz yol, her zaman geçtiğimiz yol olmayabiliyor. Kararlarımız, bizi her zaman memnun etmiyor. Bazen ilk tümsekte tökezleyip vazgeçebiliyoruz hedefimizden. Ama inançlı bir kişide görülmesi gereken, bulunduğu yolda istikrarla ilerlemesidir. Allah katında basit şeyler olarak nitelenen engeller, onun yoluna taş olmamalıdır. Karşısına çıkan yolların eğrisini değil, kendisi için sâlim ve kerim kapılar açacak olan yolu seçmelidir. Yolun sonunun en güzel biçimde neticelenmesi için de önünü, Kelamullah ile aydınlatmalıdır. Sözlerin ve hükümlerin en güzeli yüce Allah’a aittir.
Rüveyde Bera PALA