“Amellerin değer ölçüsü niyetlerdir. Herkesin niyet ettiği neyse, eline geçecek olan da odur.”
Zihnimiz dış dünya ile ilişki kurarken, temel olarak kelime ve kavramlardan yararlanır. Çevremizde olup biten her şey, zihin haritamızda olgu ve olaylara verdiğimiz adlarla kodlanır ve değerlendirilir.
Her varlık ve olayda esas olan, varlığa ve olaya verilecek adın onu yüceltmesi ve varlığına değer katmasıdır. Zaten Arapça bir kelime olan “isim”, “s-m-v” (sema) kökünden yükseklik ve yücelik anlamı taşır. Buna göre varlık, kendine aldığı veya kendisine yüklenilen ismiyle değer kazanır. İşte paradigma denilen varlık ve hareket kavram örgümüzü, bu değerlere göre inşa ederiz.
KAVRAM DÜNYAMIZ
Varlığa ve olaylara isim vererek hakikat algımızı yöneten vahiy, bizlere buna göre bir dünya-ahiret kurgusu sunmaktadır. Biz de bu noktada vahyin dilinden bazı isimlendirme/kavramlaştırma örnekleri verip konuyu netleştirmek istiyoruz.
1- Nüzul (n-z-l)
Nüzul sözcüğü, temelde “yüksek bir yerden inmek” anlamına gelir. “Nezele’l matar” (yağmur yağdı) ifadesinde yağmurun gökten yere inmesine bir gönderme vardır. Bu nedenledir ki Allah Teâlâ, vahyini insanlığa ulaştırma nimetini “n-z-l” (nüzul) ile ifade etmiş ve yağmur-arz denklemine dikkat çekmiştir. (Bkz.: Al-i İmran, 3; Nisa, 140; Nahl, 89)
“İşte o zaman Allah, kendi katından güven duygusu olarak bir uyku ile sizi bürüyordu. Gökten üzerinize bir yağmur yağdırmıştı ki böylece sizi tertemiz kılsın, şeytanın kirlerini sizden gidersin, kalplerinizi bağlasın ve ayaklarınızı yere sağlam bastırsın.” (Enfal, 11)
2- Tağut, Tuğyan (ta-ğ-y)
Tuğyan kelimesi, “isyanda ve itaatsizlikte sınırı aşmak” anlamına gelir. “Tağa en-nehru” (nehir taştı) ifadesinde nehrin debisinin yükselmesi ile yatağının dışına çıkması kasdedilmiştir. Bu anlamda Allah Teâlâ, kendisine iman ve itaatten yüz çevirip ilahî iradeye meydan okuyan taşkın eylemlere tuğyan derken, ehl-i tuğyanı tağut olarak isimlendirmiştir. Burada tuğyanı nehir-yatak birlikteliğiyle değerlendirmekte fayda vardır. (Bkz.: Hud, 112; Taha, 24; Nisa, 51; Nisa, 60)
“(Nuh tufanında) sular taştığında sizi akıp giden (bir gemi)de taşıyıp (kurtarmıştık.)” (Hakka, 11)
3- Zekât (z-k-v)
Zekât sözcüğü, “bereket temelli büyüme ve artış” veya “temizleme, arındırma” anlamlarına gelir. “Zekâ ez-zer’u” (ürün bereketli oldu) anlamına gelirken, “ğulamün zekiyy” (tertemiz bir oğlan çocuğu) olarak anlaşılır. Bu anlamda İslam’ın temel şartlarından zekât müessesesi, malda bereketin ve arınmanın yoğrulduğu bir anlam örgüsü ile birlikte değerlendirilmelidir. (Bkz.: Kehf, 19; Şems, 9; Meryem, 13)
“Onların mallarından sadaka (zekât) al ki böylece onları, arındırıp tertemiz kılasın ve onların bağışlanmaları için dua et. Çünkü senin duan, onlar için huzur kaynağıdır. Allah, işitendir, bilendir.” (Tevbe, 103)
VE SÜNNET
Kavram Olarak Sünnet
Sünnet, kelime olarak “yol”, ”gidiş”, “tabiat”, “karakter” anlamlarına gelir. Arapçanın zengin ve köklü bir dil olması hasebiyle başka anlamlara ve kullanımlara da rastlıyoruz. Mesela hayvanın omurlarının etrafında antrikot diye bilinen kalın bir et fitili vardır ki buna Arapçada “sünnet” denilir. (Bkz.: Akaid Ders Notları/M. Beşir ERYARSOY)
Bu açıklamalara göre bir kavram olarak sünnet, Allah Rasulü’nün vahye göre çizilmiş yolu din-i Mübin-i İslam’ın Allah Rasulü’nde karakter bulması ve İslam omurgasının Allah Rasulü’nün şahsında dik durmasıdır.
Sünni Paradigma
Şu ana kadar söylediklerimizin üzerine Sünnî paradigmayı yükseltebiliriz. Ehl’i sünnet vel Cemaa’nın sünnet algısı, “Allah Rasulü’nün Kur’an-ı Kerim’i tebyin etmesi ve diğer konularda vahyin işaret ve kontrolünde İslam omurgasının Allah Rasulü’nün şahsında vaziyet etmesi”dir.
Tarihte; Haricî, Şiî ve Mutezilî genel yaklaşımları bir yana bıraktığımızda, Sünnî İslam yorumu, hiçbir zaman içten bugünkü gibi bir saldırıya uğramamıştı. İslam peygamberleri İsa ve Musa (a.s.) üzerinde gerçekleştirilen etkisizleştirme ve vahyi sahipsiz bırakma operasyonları başarılı olmuştu. Musa’yı gömen, İsa’yı uçuran operatörler, bugüne, bugünün İslam dünyasına şu mesajı veriyorlardı: ”Peygamber yaşadığı müddetçe vahyi değiştirme, heva ve hevese uydurma imkânı yoktur.”
“Kur’an’ın yanında bir de sünnet öyle mi? Yok ya!” diyen diller, maalesef bu günlere İslam’ın altını oydukları uzun bir süreçte, kimsenin ne olduğunu anlayamadığı bir şeraitte geldi. Bu dillerin hedefinin İmam Şafii, Buhari ve Müslim olması şimdilerde hiç de boşuna değil.
Kendilerinin 16 yılda anlata anlata hitama ancak erdirdiği, on altı ciltte kendini ancak durdurabildiği Kur’an tefsiri çalışmaları varken; Kur’an’ı Allah Teâlâ’dan teslim alıp ümmete emanet eden Peygambere söz hakkı vermek istemeyenler için artık iyi niyet ve hoşgörü kapıları kapatılmalıdır. Olduğu gibi söylersek, tederrüz (dürzülük) veya zındıklık diyebileceğimiz ve direk İslam’ın omurgasına yapılan saldırılara gereken cevap, net olarak verilmelidir.
Sünnî İslam’ın en önemli özelliği, cemaat yapısıdır. Yani sünnetin yanında, örnek nesil sahabe üzerinde İslam’ın uygulanma modeli vazgeçilemez esastır.
SONUÇ YERİNE
Sünni paradigma, Rabb, vahy, peygamber ve ümmet merkezlidir. Bahsi geçen ümmet, 15 asırdır bu yapıya sahip çıkmıştır ve bundan sonra da sahip çıkacaktır.
Hadis, ya Allah’tan gelen sırf bir vahiydir ya da kitap veya sünnetten sahih bir vahye dayanan, Rasul’den sadır olan muteber içtihattır. (Bkz.: Hadis ve Sünnetin Hayatımızdaki Yeri/Zekeriya GÜLER)
Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun.