Yaşamını çağa uyarlamaya çalışan, ölçüt olarak din dışı kaynakları önemseyen insanların hayatlarında bir istikrar, lezzet var mıdır? Dünyadan beklentilerine cevap alabiliyorlar mı? Zannettikleri gibi din, mutluluklarının önünde bir engel midir? Her şeyden önemlisi hayatı ladini bir şekilde yaşamak bir sorun mudur? Sorunlu gibi görünen bir durumu anlamak, o konuda birkaç kelam edebilmek için saptamaların doğru yapılması gerekir. Vahyi ve sünneti dikkate almadan bir yaşam sürmek, gerçekten sorun mudur, değil midir bunu anlamak için sünnete, onun yaşamla olan münasebetine, pratikliğine bakmak gerekir. Vahiy ve sünnetin, bireyin ve toplumun yaşantısına girebilme gücü, kudreti var mıdır gerçekten? Yani topluma, onun vazgeçilmez bir unsuru olan bireye yön verebilir mi, onu bir kalıba sokabilir mi yahut sünnetin böyle bir işlevi, misyonu söz konusu mudur yoksa vahiy ve sünneti ladini yaşam sürenlerin dediği gibi biz mi abartıyoruz? Semavi bir kudret tarafından desteklendiğine inandığımız vahyin ve sünnetin elbette yaşamları düzenlemek, onu Allah rızasına uygun bir forma sokmak gibi bir gücü de bulunur amacı da. Evet, bu ayrılmaz ikilinin Allah tarafından belirlenmiş tespitli, ispatlı görevleri vardır, öyle afakî iddialara da dayanmaz bu söylem. Zannedilenin aksine boşlukta kalan bir aldanmaca da değildir üstelik. İster günümüze çevrilsin bakışlar, bu zamanda aransın ispatı ister geçmişte…
Bulmayı gerçekten murad eden nazarlardan kaçamayacaktır gerçekler. İnsanın keyfine, zamana, yönetime göre değişen kurallara uydurulmaya çalışılan yaşamların, insana hırs, kavga, mutsuzluk; insanlığa ise savaş, ölüm getirdiği muhakkak. Bu tespit, öyle bir anda karşı çıkılacak, yabana atılacak bir tespit değil. Tarihin tozlu rafları ve günümüzün kanlı savaşları bu konuda çok şey anlatıyordur bize. Hepsi de güya insanların mutluluğu, toplumların refahı için düzenlenmiş olan kanunların, kuralların bu amaca hizmet etmedikleri ortada olsa gerek. Öyle olmasaydı şayet durmadan değiştirilmez, sonu da hüsranla bitmezdi elbette. Hâl böyleyken, kibrinden olsa gerek, başarısızlığını itiraf etmek istemeyen, dünyevi hayatı ilahlaştırmış insanoğluna ağır gelmektedir. Oysa vahiy ve sünneti önemseyen insanların hayatlarına baktığımızda bu kimselerin çevrelerinde iyi tanındıklarını, aile bireyleriyle münasebetlerinin olumlu olduğunu iş hayatlarında başarıyı yakaladıklarını görüyoruz.
Sünnetin kılavuzluğunda yürüyen bireylerin hayatlarını mutlu bir biçimde sürdürdüklerini söyleyebiliriz rahatlıkla; çünkü sözleri, davranışları ilahi bir güç tarafından desteklenen bir rahmet elçisinin yardımına, yol göstericiliğine başvurmuşlardır. Dolayısıyla bu bireylerin hayatlarından lezzet almamaları mümkün görünmüyor. Tabii mutlu bir hayat sürdüklerini söylerken hayatlarında hiçbir zorluğun, sıkıntının olmadığı iddia edilmez, edilemez. Elbette baş etmekte zorlandıkları durumlarla karşı karşıya kalırlar. Bu durum onları kısa süreliğine de olsa zorlayabilir ancak bu sorunlarla nasıl mücadele edeceklerini ya da böyle bir durumda nasıl bir tutum takınacaklarını yine vahiy ile desteklenmiş bir peygamberden öğrenirler. Bazen sorunları aşmada elde ettikleri başarı, bazen de musibet karşısında gösterdikleri sabırla hayatlarına anlam katarlar. Hayata katılan bu anlam, onları mutlu etmeye, hayattan lezzet almalarına yardımcı olur. İşte böyle olunca hayata küsmek, mutsuz olmak mümkün olmaz gibi görünüyor. Nimete şükreden, musibete sabreden bir birey vardır karşımızda. Böyle birinin hayatı, zorluklarla dolu olsa da bir eziyet aracı değildir. Hayattan şikâyet etmesi hayatını sonlandırması gibi Allah’ın sevmediği ve bireyi sakındırdığı fiiller de görülmez.
Taşkın ÖNEL