“… Gönüller ancak Allah’ı zikrederek huzura kavuşur.” (Rad-28)
Huzur-ı ilahide rahmet var diyorsa Allah, ondan şüphe mi edilir? Şayet kalbinde zerre kadar şüphe duyan varsa dönüp kalbine bir bakmalı, kendini yoklamalı. Zira âlemlerin rabbi olan Allah (cc), vaadinden asla dönmez. Huzuru, sükûneti, ferahlığı vadetmiş ve bunu, kendi zikrine endekslemişse elbette o zikirde genişlik vardır. Bu konuda şüpheye yer bırakacak hiçbir şey yok. O hâlde huzuru getirmeyen zikrin sebebi ne olabilir? Binler, on binler ile ifade edilen sayılara endekslenen zikir kelimeleri, neden kifayet etmez? Günlere, haftalara hatta aylara yayılan ibadet seanslarının niçin faydası görülmez? İnsanlar huzur buluyor da dışa vurmaktan mı imtina ediyorlar ya da göze gelmekten, tekrar huzursuzluğa düşecek olmaktan mı korkuyorlar? Bu işte garip olan taraf ne? Öyle ya zikir ile gelen huzur, ne diye insanlara özlenen sakinliği vermiyor? Hemen herkesin içinde olduğu buhran, toplumun birbirine tahammül edememesi, en ufak bir kıvılcımla patlamaya hazır birer bomba misali olan insanların hal-i perişanın sebebi nedir?
X kuşağı dedikleri kuşak, mahrumiyet içinde büyüdü, benlikleri örselendi; fakat edepten, ahlaktan, inançtan haberdar idiler. Asgari düzeyde bir Allah korkusu, biraz vicdan kırıntısı, her an uçacakmış gibi, emaneten duran ahlak ölçüleri vardı ellerinde. Mahrumdular pek çok şeyden: sevgiden, imkândan, saygıdan… Hep bir eksiklik duygusu, istediklerini gerçekleştirememe pişmanlığı hiçbir zaman yalnız bırakmadı bu kuşağı. Camilerde, kurslarda, medreselerde Kur’an talimi yaptılar çokça fakat ilahi mesajın, ruhlarına nüfuz etmesine müsaade etmedi ya da edemediler. İçinde hep bir boşluk barındıran bu kayıp neslin huzursuzluğu da büyük oldu. Hiçbir zaman kurtulamadı bu huzursuzluktan. Çocukken hayalleri alındı elinden, hayatın soğuk ve zalim yüzüyle karşı karşıya bırakıldı. Ya tarlada ebeveynlerinin peşinden yardım için koşturdu ya ev işlerine yetişmeye çalıştı ya da sanayide çocuk işçiydi yağlı elleriyle soğukta. Ne kendine ayırabilecek zamanı ne kendini gösterebileceği bir ortam ne de onu dinleyecek birileri vardı. Derdi kocamandı, huzursuzluğu çöller kadar. Ancak elindekilerinin hiçbiri tam değildir ki huzursuzluğu gidersin ya da en azından hafifletsin: azıcık ahlak, birazcık örf, yüzünden Kur’an okumak… Neye yetecekti ki bunlar? Hele bir de bunları doğru yerde ve doğru zamanda kullanmayı bilmeyen üstelik böyle bir şeyi istemeyen bay ve bayan X, huzuru da ıskalamış oluyordu. Allah zikri yalnızca dillerde tezahür eden birkaç esmau’l-hüsnanın ötesine geçmemişti. Tüm bu olumsuzlukların üstüne, hızla şehirleşen ve şehirleştikçe birbirine yabancılaşan, birbirini umursamayan bir toplum, yaşam tarzı eklendi. Teknoloji, akıl almaz bir gelişme gösteriyor, hayatı kolaylaştırıyor, insanın insana olan ihtiyacını en az seviyeye indiriyor ya da yok ediyordu. Bütün bu gelişmeler, mahrumiyet içinde yetişen X kuşağının celladı olmuş, ipini çekmiştir bir bakıma. Dünyevi imkânlar, tüm cazibesiyle koca bir kuşağı içine çekmiş, âdeta yutmuştur. Sadece dilinde tezahür eden ve kalbe hiçbir faydası dokunmayan zikir de terk edilmiştir. İşte bir kuşağın uçuruma son sürat yuvarlanışını izledik çaresizce. Zira hayatının hiçbir noktasına uygulamadığı Kur’an’ı, zikri dilinden de söküp atmış; huzura, genişliğe açılan son kapıyı da kaybetmiştir. Yani yüce Allah’ın (cc), niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz, uyarısını belki de en çok hak eden bir nesil, eriyip manen yok olmuştur. İşte bu, maneviyatı yitik, dünyeviliği kıble edinmiş, değer yargıları yozlaşmış, dolandırmayı marifet sayan neslin inşa ettiği toplum da maalesef acuze bir toplum olup çıkmıştır.
Anne, baba X’in yetiştirdiği çocuklar da bu garabet kuşağın kodlarını yüklenmiştir. Hayatının kaybolmuş bütün arzularını, biz yaşamadık bari onlar yaşasın, düsturuyla çocuklarına yaptırma yoluna koyulmuştur. X’in mamulü Z de ifade yerindeyse defolu doğmuş ve bu yönde gelişim göstermiştir. Her istediği yapılan, saygı bilmeyen, değer yargılarını çağ dışı bulan bu yeni nesil, Kur’an’ı da Allah’ı da bilmeden yetiştirilmiştir. Bunlardan azıcık haberdar olanlar ise X kuşağının gudubet örnekliği sebebiyle farklı mecralara kaymıştır. En iyileri, dini modernleştirip hevalarına uydurma yolunu seçerken “tanrı” mefhumunu dahi inkâr eden çocukları oldu bazı ebeveynlerin. Dolayısıyla sadre şifa olan Kur’an, zikir; artık bir anlam ifade etmemeye başladı. Böyle olunca yalandan sarıldığımız din de sahibi olan Allah da bizi terk etti. Alnı secde gören, haris ihale avcıları, Hac vazifesini en lüks otellerde ifa eden riyakâr tüccarlar, makam sevdasıyla ellerini göbeklerinin üstünde tutan bürokratlar, memurlar her yerde bitiverdi. Anne babalar, Allah’ı öğretmeden önce yabancı bir dili, matematiği öğretiyor çocuklarına. Haram yol, hak; üçkâğıtçılık, uyanıklık olarak verilmeye başlandı. Üç kuruşa beş köfte olmuyor işte her zaman. Kulun hesabı Allah’ın rızasına uymayınca zikri de huzur vermiyor insana.
Taşkın ÖNEL