Geçen sayıda Lübnan Şiilerinden, Lübnan iç savaşından ve Siyonist İsrail’in 1978, 1982 işgallerinden ve gerçekleştirdiği katliamlarından bahsetmiştik. Ayrıca Musa Sadr’ı, Musa Sadr’ın öncülüğünde kurulan Mahrumlar Hareketi’ni gündeme getirmeye çalıştık. Bu sayıda ise Emel örgütünün kuruluşuna, Musa Sadr’ın mücadelesine ve Libya’ya gittikten sonra kayboluşuna, Emel örgütünden ayrılmalara ve yeni kurulan İslami Emel örgütüne değineceğiz.
Emel Örgütünün Kuruluşu
Lübnan’da Şiiler, 1975 başlarında iç savaş sürecine girdiklerinde üç ana gruba ayrılmışlardı. Bunlardan bir grubu geleneksel liderleri (Zuama’yı), ikinci grubu Musa Sadr’ı, üçüncü grubu ise Marksist ya da Baasçı solu izleyenler oluşturmaktaydı. Bu gruplar içinde en büyüğü ise Sadr’ın önderliğindeki gruptu ve Sadr, Şii unsurun %80’inin desteğini kazanmıştı. Böylece Sadr, kısa bir süre içinde Şii toplumuna güçlü ve birleşik bir politik önderlik kazandırmayı başarmıştı.
El-Hareketü’l-Mahrumin, 1974’te kurulduktan bir yıl sonra 1975-1976 Lübnan iç savaşı patlak vermiştir. Bu savaşta, mezhepsel ve dinsel çatışmalar sırasında Hristiyan Maruniler’in faşist milisleri, Şiilere büyük kayıplar verdirmişti. Bir yıl içinde 30 ile 40 bin kayıp vermek, Şii cemaati arasındaki dayanışmayı güçlendirmiş ve savaş sürecinde yeni tarzda askerî, siyasi bir yapıyı ortaya çıkarmıştır. Bu yapının adı, Efvacü’l-Mukavemetü’l-Lübnaniye’dir (Lübnan Direniş Kıtaları). Örgütün EMEL ismi ise örgütün Arapça baş harflerinin birleşmesinden oluşmuştur.
Bu dönem aynı zamanda Lübnan’da milis örgütlenmelerinin yoğunluk kazandığı bir dönemdi ve hepsi de silahlanmaya başlamıştı. Bu durum Şii grupları da silahlanmaya yöneltmiş ve 1975 Temmuz’unda kurulan EMEL (Lübnan Direniş Tugayı) (AMAL: Afwaj Al-Muqawmat Al-Lubnaniyya) isminde bir milis güç de bu nedenle oluşturulmuştur. Bu örgüt kurulunca Musa Sadr, yaptığı çağrıyla Şii gençleri örgüte katılmaya davet etmiş ve başta FKÖ olmak üzere başka örgütlerde yer alan binlerce Şii, EMEL’e katılmıştır. Böylece Lübnan tarihinde yüzyıllar sonra ilk defa Şii unsur, askerî bir örgütlenmeye sahip olmuştur. Sadr’ın EMEL’i kurmasının en önemli nedenlerinden biri de Lübnan ordusunun Güney Lübnan’daki Şii nüfusu, İsrail saldırılarına karşı korumakta başarısız kaldığını düşünmesiydi. Hatta EMEL’i İsrail’e karşı tüm Lübnan halkının korunmasına yardımcı olacak bir askerî güç olarak da görmekteydi. EMEL, FKÖ’yü müttefiki olarak görmüş ve örgütten eğitim ve silah desteği de sağlamıştı. Suriye yönetiminin de desteğini sağlayan EMEL örgütü, kısa sürede çok önemli bir askerî güce sahip olmayı başarmıştı.
Alagha, Musa Sadr’ın bu silahlı örgütü, siyasi koşulları barışçı yollarla değiştirme umudunun sönmesi üzerine kurduğunu yazmış ve “EMEL, toplumsal ve siyasi reformları amaç edinen eylemci bir hareketti.” demiştir. Zaten Şii gençler de 1972’den beri Filistinli örgütlerin kamplarında (önce FHKC, sonra El-Fetih) eğitim görmekte idiler. Çünkü bu dönemde Lübnan’da siyaset sahnesinde gerilim hızla artmaya başlamış ve Sünni Müslümanların, Dürzilerin, Marunîlerin, Arap milliyetçisi örgütlerin vb. her birinin silahlı milislerinin olduğu bir ortamda, Şiilerin de en azından kendilerini korumak için böyle bir örgüt kurması, son derece doğal hâle gelmişti. Kaldı ki İsrail’in saldırıları ve işgal tehdidi sürmekteydi. Lübnan ordusu da İsrail’e karşı koyamayacak güçte idi. İsrail saldırılarının yoğunlaştığı Güney Lübnan’da, halkın çoğunluğu Şii’ydi ve savunmasızdı. İşte EMEL, bu tür ihtiyaçlardan doğmuştu.
Musa Sadr, örgüt kurulduktan sonra Şii gençleri örgüte katılmaya davet etmiştir. Sadr’a göre askerî eğitim, namaz gibi bir görevdir ve silah taşımak Kur’an taşımakla aynı anlama gelmektedir. Böylelikle Lübnan tarihinde yüzyıllar sonra ilk defa Şiiler, askerî bir örgütlenmeye sahip olmuşlardır. EMEL, Şii radikalizminin örgütsel anlamda ilk önemli sonuçlarındandır.
Lübnan’daki sorunlar, özellikle güneyde, İsrail düşmanının varlığı nedeniyleydi. Musa Sadr, Lübnan’a geldiği ilk günden itibaren Filistin meselesi ve İsrail işgalini geniş çapta ele almıştır. Filistin direnişini destekleyen ülkeler, özellikle Arap liderlerle yaptığı yoğun istişareler, bu çabaların bir parçasıydı. Suudi Arabistan, Kuveyt, Mısır, Suriye, Cezayir, Ürdün vb. ülkelerin yetkilileriyle kurduğu geniş ilişkiler, İsrail’in Arap ve İslam ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirme çabalarının başarısız olmasına neden olmuştu. Filistin direniş cephesinde, uluslararası alanda işler sıkıştığında şehir şehir, ülke ülke seyahat ederek istişarelerde bulunmuştu.
Musa Sadr, Filistin konusunda şunları söylemiştir: “Filistin devrimi, kutsal topraklara giden tek yoldur. Filistin devrimi, Allah’ın halkını desteklemek, bu ümmetin onurunu korumak ve insanlığın düşmanı olan düşmanlarını yok etmek için yaktığı kutsal bir ateştir. Filistin devriminin gerçek dayanağı benim sarığım, mihrabım ve minberimdir. İsrail, küstah maddi medeniyetin bir ürünü ve Batı medeniyetinin ve insanın bencil isyanının kaçınılmaz bir sonucudur. Bu isyan, Orta Çağ’ın sonunda Allah’ı ve değerleri inkâr etme üzerine kurulmuştur ve bu, vicdanının sahte rahatlığını, diğer milletlere el koyarak elde ettiği zulüm içinde bir isyandı. İsrail rejimi, bu medeniyetin tekelcilik, sömürü, ırkçı ayrımcılık, dinî taassup, zulüm, işgal ve acımasızlık açısından eksiksiz bir sembolüdür.”
Musa Sadr tarafından kurulan EMEL, başından beri geleneksel, feodal, egemen sınıf olan Zuama’ya karşı bir tutum içinde olmuştur. Büyük çoğunluğu yoksul ve yoksun olan Şii toplumuna dayanmıştır. Önder kadroları arasında, Şii din önderleri önemli bir yer tutmuştur. Buna karşın EMEL kadrolarının çoğu eğitimli, beyaz yakalı, orta sınıftan kişilerden oluşmaktaydı. Bu arada Amerika’dan gelen bazı yetenekli gençler de örgüt içerisinde önemli roller almışlardır. Bu gençlerden biri Hüseyin Hüseyni’dir, biri de Nebih Berri idi. Berri, Sierra Leone doğumlu bir avukattır. Bir dönem Lübnan’da ABD merkezli General Motors’un avukatlığını yapmış, iki yıl ABD’de yaşamıştır. 1970’lerin sonlarında Lübnan’a dönüp EMEL’e katılmıştır.
Musa Sadr’ın Kayboluşu
Musa Sadr, Lübnan iç savaşını sona erdirmek ve Şii cemaatin çıkarlarını korumak amacıyla Arap ülkelerini ziyaret etmekteydi. Bu çerçevede Libya lideri Kaddafi ile de görüşmek istemişti. Ancak ne Musa Sadr Kaddafi’yi ne de Kaddafi Musa Sadr’ı severdi. Sonuçta 1975’te Sadr, Kaddafi ile görüşmek üzere Libya’ya davet edilmişti. Çeşitli nedenlerle bu ziyaret, ancak 25 Ağustos 1978’de gerçekleşebilmişti. İkisi arasındaki görüşme gergin başlamış, iyi sonuç vermemişti. Bu nedenle olsa gerek Musa Sadr, 31 Ağustos 1978’de, resmî ziyaret için gittiği Muammer Kaddafi yönetimindeki Libya’da, danışmanı Şeyh Muhammed Şahhata Yakup ve gazeteci Abbas Bedreddin ile birlikte ortadan kaybolmuş ve bir daha görülmediği gibi cesedi de bulunamamıştır. Lübnan siyasetinin önde gelen isimlerinden biri olan Sadr’ın, esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolması nedeniyle 1978 yılında Lübnan ile Libya arasında bölgesel bir kriz baş göstermiş ve bu kriz yıllarca devam etmiştir. Libya’nın, Sadr ve arkadaşlarının bu ülkeden ayrılarak İtalya’ya gittiğini iddia etmesi ve Kaddafi’nin daha sonra Sadr’ın görüşmeye gelmediğini öne sürmesi, olayı daha da karmaşık bir hâle getirmiştir.
12 Eylül 1978’de Lübnan ve tüm Orta Doğu gazeteleri “İmam Musa Sadr nerede?” başlığını atmış ve Lübnan halkı sokaklara dökülmüştür. Her kesimden, her dinden ve her mezhepten, Lübnan’ın her yerinden insanlar, kayıp imamlarını aramak için telaşlı ve şaşkın bir şekilde meydanlara inmişlerdi.
Amerikalı yazar Peter Theroux, “Kayıp İmam” adlı kitabında Sadr’ın kaybolmasını şu sözlerle anlatmıştır:
İki arkadaşı ile Libya’da kaybolan Sadr, 1978 yılında bölgesel bir krize neden olmuş ve Lübnan ile Libya arasındaki bu kriz yıllarca devam etmiştir. Muammer Kaddafi yönetimindeki Libya’nın, Sadr ve arkadaşlarının Libya’dan ayrılarak İtalya’ya gittiğini iddia etmesi, olayı daha da karmaşık bir hâle getirmiştir.
Musa Sadr’ın kaybolması nedeniyle 1986’da Lübnan’da başlatılan davada Kaddafi, adam kaçırmak ve alıkoymak suçlarıyla itham edilmiş ancak delil yetersizliği nedeniyle dava kapatılmıştı. Yeni kanıtların ortaya çıktığı iddiasıyla 2004’te dava yeniden açılmış ve 2008’in Ağustos ayında Kaddafi hakkında tutuklama kararı çıkarılmıştır.
İran’da 1979’da yaşanan devrimin ardından Humeyni, “Oğlum gibiydi.” dediği Musa Sadr’ın akıbetini araştırmak için bir komisyon kurdurmuştur. Kaddafi ile iyi ilişkiler kurmak isteyen Humeyni liderliğindeki İran’ın bu komisyonu, Sadr ve arkadaşlarının İtalya’ya gittiklerini açıklayarak olayın üstünü örtmeye çalışmıştır.
Musa Sadr’ın kaybolmasından, günümüze kadar geçen bunca sürede binlerce farklı açıklama yapılmış ve iddia ortaya atılmıştır.
Bu açıklamalardan en ciddisi, Mart 2012’de Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’ten gelmiştir. Mübarek, bir İngiliz yayınevi için yazdığı notlarda Sadr’ın, Kaddafi ile bir tartışma yaşadığını, Kaddafi’nin bizzat kendisinin Sadr’a işkence ettiğini, 4 saatlik işkence sonunda Sadr’ın öldüğünü ve cesetlerin denize atıldığını iddia etmiştir.
Devrik lider Kaddafi’nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra Lübnan hükûmeti, yeni kurulan Libya hükûmetiyle, tanıklarla görüşme ve davanın soruşturulması için temaslara başlamıştır. Bu çerçevede, olay hakkında bilgisi olduğu düşünülen bazı devlet görevlileri sorgulanmıştır.
Kaddafi rejiminin Arap Birliğindeki temsilcisiyken muhalif safa geçen Abdumunim El-Huni, Ağustos 2011’de Mısırlı bir gazeteye yaptığı açıklamada, Musa Sadr ile Kaddafi arasında dinî bir tartışma yaşandığını belirterek “Sadr ve Kaddafi arasında dinî konularda başlayan tartışma, giderek alevlenmiş ve sert sözlere dönüşmüştür. Sadr ve beraberindekiler, Kaddafi’nin huzurunda, hiçbir insanın tasavvur edemeyeceği şekilde canice öldürülmüştür.” ifadelerini kullanmıştır.
Lübnan ile Libya yönetimleri arasında 2014’te imzalanan mutabakat zaptında Libya, Kaddafi rejiminin Sadr’ın ortadan kaybolmasından sorumlu olduğunu resmi olarak kabul etmiştir.
Kaddafi’nin oğlu Seyfülislam Kaddafi’nin yardımcılarından Muhammed İsmail, Mart 2016’da Batılı bir gazeteye verdiği demeçte, Sadr’ın Kaddafi tarafından öldürüldüğünü ve cesedinin de denize atıldığını ileri sürmüştür.
Nebih Berri ve Emel Örgütü
Musa Sadr’ın kayboluşundan sonra, EMEL’in genel sekreterliğine Hüseyin Hüseyni getirilmiştir. Ancak Hüseyni, 1980’de görevinden istifa etmiş ve yerini Nebih Berri almıştır. Nebih Berri döneminde EMEL, daha pragmatist ve uzlaşmacı bir politik çizgiye kaymış ve EMEL’in söylemindeki İslami vurgu azalmıştır. Berri’nin Filistinli mülteciler konusunda Lübnan hükûmetiyle yakınlaşması ve daha ılımlı bir politika izlemesi, örgüt içinde ayrışmalara neden olmuştur.
Ayrışmanın en önemli nedeni ise Nebih Berri’nin, Lübnan devlet başkanı Elias Sarkis’in, İsrail’in Beyrut kuşatması sırasında Lübnan’ın en güçlü milis liderleri arasında bir diyalog geliştirmek amacıyla 1982’de kurduğu Ulusal Kurtuluş Komitesi’ne katılmayı kabul etmesi olmuştur. Komite üyeleri arasında Falanjist (Faşist) Parti lideri Beşir Cemayel de bulunmaktaydı. Cemayel, İsrail’le açıktan açığa işbirliği yapmış ve yüzlerce Müslüman Filistinli ve Şii’nin katliamına bizzat katılmış biriydi. Nebih Berri’nin bu tavrı, İslami kesimi bir hayli rahatsız etmiştir. Ayrıca İran da Berri’nin gittikçe kendi etki alanından uzaklaşıp Suriye’nin nüfuz sahasına kaydığını düşünmekteydi. Kopuş süreci başlamıştı. EMEL saflarında büyük tepkilere yol açmış, öte yandan örgüt ciddi zaaflar göstermeye başlamıştır. Bir zamanlar geniş kitlelerin desteğine sahip, dinamik, halkçı bir hareket olan Emel, uzun süredir geleneksel Zuama’ya atfettiği her türlü yozlaşma, yetersizlik, etkisizlik ve haksızlığı kendinde toplayarak tam bir patronaj sistemi hâline gelmiştir.
İran’daki 1978-79 devriminin, Ayetullah Humeyni’nin öncülüğünde bir Şii İslam devletinin kurulmasıyla sonuçlanması, Lübnan’dan Körfez ülkelerine, Yemen’e kadar uzanan coğrafyadaki Şiiler için büyük moral kaynağı olmuştur. Bu ülkelerdeki Şii topluluklar içinde İran İslam devrimine en büyük desteği verenler, Lübnanlı Şiiler olmuştur. Devrim, Lübnan’da büyük gösterilerle kutlanmıştır.
Yeni İran yönetimi de Arap dünyasındaki Şii topluluklarla ilişki kurma ve onları destekleme amacını gizlememiştir. Zaten bu, İran’ın “devrim ihracı” politikasının da bir gereği idi. Lübnan, Irak’tan sonra en çok Şii’nin yaşadığı ve nüfus içinde büyük bir orana sahip olduğu bir ülkeydi. Öte yandan Irak’ın Baas yönetimi, Şiilere yönelik ağır baskılar uygulamaktaydı. Oysa Lübnan’da, kaotik bir ortam bulunmasına rağmen, Irak’a göre Şiiler kendilerini daha rahat ifade edebiliyor ve örgütlenebiliyordu. Bu durum, İran yöneticilerinin Lübnan’da ikinci bir İslam devrimi gerçekleştirilebileceği umudunu doğurmaktaydı.
Nebih Berri’nin 1980 yılında EMEL’in liderliğine gelmesinden sonra bu örgütün izlediği pragmatist, ılımlı (İran’a göre), oynak politik çizgi, EMEL içindeki radikal Şiileri ve İran’ı rahatsız etmişti. Berri’nin Filistinli savaşçılara karşı sert ve yer yer çatışmacı yaklaşımı da bu kesimlerdeki rahatsızlığı daha da artırmıştı. EMEL yönetiminin 1982’de Lübnan Hükümeti’ne ve Ulusal Kurtuluş Komitesi’ne katılma kararı, bardağı taşıran damla olmuştur. Alagha’nın anlatımına göre, Ayetullah Humeyni’nin devrimci öğretilerinden esinlenen pek çok radikal EMEL üyesine göre Berri’nin Ulusal Kurtuluş Komitesine katılımı, asla kabullenemezdi. Bu nedenle Nebih Berri’nin bu davranışının İslami olmadığına hükmedilmiştir.
EMEL’in radikal kanat temsilcilerinden Hüseyin Musevi, Berri’nin, adı geçen kurula katılmasına itiraz etmiş ve İran’ın aralarındaki anlaşmazlığa hakemlik yapmasını istemiştir. Dönemin Şam büyükelçisi Ali Ekber Muhteşemi, (İran’ın içişleri eski bakanı ve İran parlamentosunda milletvekili) hakem tayin edilmiştir. Muhteşemi, Berri’yi haksız bulup Musevi’yi destekleyince Berri bu karara uymadığını ilan etmiştir. Bunun üzerine Musevi, EMEL’den istifa etmiş ve kendi örgütünü kurmuştur.
Hüseyin Musevi’nin Baalbek’te kurduğu bu örgütün adı İslami EMEL’di. İslami EMEL, Batı Beyrut ve güney varoşlarında olduğu kadar, EMEL’den kopan birçok üst düzey kadro, önce bu örgüte katılmış, daha sonra da İslami EMEL, Hizbullah’la bütünleşerek Hizbullah’ın bir alt örgütü olarak, ağırlıklı olarak Bekaa Vadisi’nde varlığını sürdürmüştür. (Devam edecek…)
Ali KAÇAR