Sadık öğretmen, telaşlı ve hızlı bir şekilde basamakları iniyordu. Okumayı bir alışkanlık haline getirdiği basamak altlarına yazılmış olan atasözleri, inerken görünmüyordu. Bu sebepten Sadık öğretmenin okul merdivenlerinden tırmanışı, inişinden daima daha uzun zaman alıyordu. Fakat bu sefer, hızlı inmesinin nedeni bu değil, dersin tam ortasında okul hoparlöründen adının anons edilerek müdür makamına çağrılmasıydı. Daha yolun ortasında fark edilebilir derecede terlemişti bile… Müdür bey güler yüzlü, yumuşak sesli ve konuşurken karşındakini kırmaktan imtina eder hali tavırlı biriydi. Sadık öğretmen, müdür beyi bu özellikleriyle tanımasına rağmen amiri olan bir makama çağrılmasından ve ders esnasında isminin anons edilmesinden mühim ve menfi bir durum olduğunu düşünmekten kendini alamadı. İçleri terlemiş avuçlarından sağdaki ile makam odasının kapısını kavrarken sol eliyle de son bir kez üstüne başına çeki düzen vermeye çalışıyordu. Kapı aralandığında kendisine bakan iki çift gözle karşı karşıya geldi, bunlardan biri her zamanki muhnis tavırlarıyla gülümseyen müdür bey, diğeri ise görünüşüyle iç dünyasını hiçbir zaman yansıtmayan yardımcısıydı. Sadık öğretmen, bu resmedilişten; kişilerin fıtri seciyelerinin yansıması değil de tüm resmi kurumların amir tayfasında mevcut olan iyi polis-kötü polis piyesinin sahneleri olduğunu düşünüyordu. İyi kalpli, babacan, kalender ve cömert müdür ile işlerinin yürütülmesinde takipçi olan anlayışsız müdür muavini… Personel, bu görüntüye rağmen iplerini elinde olan kişinin müdür olduğunu bildiği için, kimden çekineceğini bilirdi.
- Sadık hocam, lütfen şöyle buyurun, ne içersiniz çay mı?
Öğretmeni buyur eden sakinleştirici ve samimi bu ses, müdüre aitti. Sorun, bunun ikinci kısmından anlaşıldığı üzere bir şey içilecekse onun çaydan başka alternatifinin olmamasını istiyordu.
- Bir çay içerim, hocam sağ olun. Telaştan boğazı kuruduğu için bunu gayriihtiyari söylemiş olmalıydı.
Müdür bey, çayları söyledi ve gelmesini beklemeden konuya girdi.
– Sadık hocam, seni buraya sınıf mevcutlarını görüşmek için çağırdık. Dersin bitmesini beklemedim; çünkü araya başka konular girecekti ve belki unutacaktım. Biliyorsun senin bir öğrencini üst sınıfa atlattık yaşından dolayı, iki öğrencin de sınıf tekrarına kalmıştı. Sınıf, şimdi 14 kişi görünüyor; diğer şubelerde ise 16 veya 17’şer kişi var. Aslında on kişiye kadar düşebiliyoruz, dokuz kişi olursa sınıfı kapatmamız gerekiyor. Fakat bu haliyle de şubeler arasında sayısal adaletsizlik varmış gibi görünüyor, bu durum bize sıkıntı çıkartabilir.
– Anlıyorum müdür bey. Peki, ne yapabiliriz? Sadık öğretmen, rahatlamıştı, şahsi veya görevi ile ilgili bir sıkıntı yoktu.
– Çok basit, iki şubeden senin sınıfa birer öğrenci almayı düşünüyorum.
Sadık öğretmen, itiraz eder gibi değil de sadece fikrini beyan edermiş gibi konuşmaya çalıştı.
– Hocam, siz daha iyi bilirsiniz ama bizim sınıfa gelecek öğrenciler, eğer sınıflarında uyumlu tiplerse velileri karşı çıkacaktır, İstemeden sınıf değiştiren çocukların velileri genelde yeni öğretmenlerine düşmanca tavır takınabiliyorlar. Diğer taraftan eğer uyumlu tipler değilse bizim sınıfın düzenini bozacaklardır. Bu da bizim velileri huzursuz edecektir. Huzursuz veliler, benden çok sizin başınızı ağrıtır.
Sadık öğretmenin, kendinden çok müdürün iyiliğini düşündüğünü belirten son cümlesine odadaki kimse inanmadı, Sadık da dâhil…
Müdür bey, hitabını daha da resmileştirerek söylediklerinin bir dost ricası değil, emir telakki edilmesini istiyordu.
-Sayın hocam, bu sayıların dağılımı bizim için sorun teşkil etmez ama bir müfettiş geldiği zaman, dağılımın neden adilane yapılmadığını merak edecektir. Sadık öğretmen, aniden gülümseyerek öyle bir şey dedi ki, müdür bey acaba gayet resmileştirdiği bu konuşmayı tekrar samimi bir zemine çekmeye mi çalışıyor diye düşünmekten kendini alamadı.
– Ölü Canlar’ı okudunuz mu hocam, Gogol’un? Müdür, afallamıştı, müdür muavini de elinde olmadan zoraki yerleştirdiği yüz ifadesini kaybetmiş ve merakla gelecek cümleleri bekliyordu.
– Iı şey okumadım galiba, Rus bir yazardı değil mi?
– Evet hocam, Rus, olaylar Rusya’da geçiyor ve bana bir fikir verdi bu kitap.
– Biraz bahseder misiniz? Konuyla alakasını gerçekten merak ettim. Hikâyeyi dinlemek istediğini söyleyen, merakını iyice belli eden müdür yardımcısından başkası değildi.
– Hocam hikâyeye göre Çiçikov diye bir yarı soylu var Rusya taşrasında, kısa boylu tıknaz, kurnaz, içten pazarlıklı; hikâyenin başkahramanı olmasına rağmen aslında tam bir anti kahraman ama konumuz bu değil tabi. Bu adam, yani Çiçikov, Rusya’da şehir şehir dolaşıp, toprak sahiplerinin köle kabul edilen köylülerini satın almaktadır. Ne var ki o aldığı köylüler ölmüş olup henüz nüfus kayıtlarından silinmemiş olan kölelerdir. Amacı ise kendisini binlerce köle sahibi gibi gösterip hem büyük miktarda krediler çekmek hem de kendini büyük bir toprak sahibi olarak lanse ederek cemiyet hayatına da itibar kazandırmaktır. Ayrıca köle sayısınca vergi ödeyen toprak sahipleri de bu alışverişten gayet memnundur.
– Yani biz de ölmüş öğrencileri sınıfınıza mı kaydedelim? Bu söz odada kahkahalara sebep oldu. Müdür yardımcısı, yaptığı esprinin karşılık almasından gurur duyarak gözlerini önüne eğdi. Güldükten sonra bir şey yemiş gibi elin azıyla silen müdür bey:
– Güzel hikâyeymiş, ilginç. Bunu mutlaka okumalıyım. Müdür, edebiyata ilgisiz kalmamak için böyle demişti belki de… Ama kıssadan hisseyi anlamamış gibi görünmemek için de neden anlattığını sormamıştı. Müdür muavini ise müdürle anlık bir bakışmadan sonra bu vazifenin kendine ait olduğunu hemen anladı.
– Bizim durumumuzla bu olayı nasıl ilişkilendireceğinizi az çok anlamış gibi oldum ama tam da çıkarım yapamıyorum doğrusu.
– Gayet basit hocam, aslında bizim de böyle canlarımız var, ölü değiller çok şükür ama devamsızlık yapıyorlar. Benden daha iyi biliyorsunuz, öğrencilerimiz sürekli devamsızlık yapsa dahi belli bir yaşa gelmeden kayıtlarını okuldan silemiyoruz. Bu öğrencilerden iki tanesini diğer şubelerden benim sınıfa kaydedebiliriz. Böylece hem düzenimiz bozulmamış olur hem de şube sayıları eşitlenmiş olur.
– Bana pek ahlaki gelmedi yani ne bileyim evrakta sahtecilik gibi. Sadık öğretmen, zor anlaşılabilir bir şey anlatmak istermiş gibi toparlanıp elleriyle bir süreyi kaldırıyormuş gibi yaptı.
– Müdürüm, davranışlarımızın sonuçlarını ahlaki açıdan değerlendirirsek duruma göre farklılık gösterirler. Yaptıklarımızı ahlaken görece hale getiren başlıca şeyler ise bu davranışların içeriği değil sonucudur ve ne amaçladığımızdır. Farz-ı misal iki kişi düşünün. Birisi elindeki tozu toprağı silmek için, diğeri sevgi ve şefkatini aktarmak için bir çocuğun başını okşayan iki kişi. Aynı fiili yapıyorlar ama biri ahlak dairesinde müspet bir davranışken diğeri ise gayet menfidir. İşte bizim amacımız ile Çiçikov’un amacı farklı olduğundan, değerlendirmesi de farklı olacaktır.
Kurumun vicdanlı rolünü üstlenmiş müdür bey, görevinin gereği yapmıştı, şimdi kurumun beyni olan müdür muavininin değerlendirmesi bekleniyordu.
– Bence Sadık hoca haklı, zaten sayısal olarak fazladan görünen bu şubeler, sadece kâğıt üzerinde böyle değiller mi? Ha A şubesinde durmuşlar, ha B şubesinde fark göremiyorum. Burada asıl amaç, eğitim öğretimin aksamadan devam etmesini sağlamaksa, devamsız öğrencilerin sınıflarını değiştirmek daha mantıklı görünüyor hocam.
Bu sırada kapı çalmıştı; müdürün “gir” komutuyla içeri giren, çayları getiren hizmetliden başkası değildi.