Git gide büyüyen bir sıkıntının içindeyken kendimizi diriltecek bir şeye muhtaç olduğumuzu hissetmek, bu dünyada yaşamanın gerekliliklerinden biridir şüphesiz. Sadece bizim değil, farkında olmadan kendi kendini yıpratan herkesin bu dirilişe ihtiyacı vardır. Ama bunun bilincinde olmadan ve inancını devreye sokmadan söz konusu eylemin oluru yoktur.
İnsan, çoğu zaman aciz olduğunu, bir şeylere muhtaç olmadan hayatını sürdüremeyeceğini, karanlığı bir şekilde aşmadan aydınlığı göremeyeceğini, mutlaka yüzüne çarpan şiddetli bir fırtınaya maruz kalacağını unutarak yaşıyor. Hâlbuki bunları hayatının bir parçası olarak görse belki de kendine darbe gibi gelen olaylar, esasında onu diriltecek birer vesileye dönüşecektir.
Öyle mekânlar vardır ki, ses çıkarmadan orada bulunmak mümkün değildir ve öyle meseleler vardır ki, “ben de buradayım” demeden rahat etmez kişinin yüreği. Ama acizlik, ama gevşeklik yoluna oturur hep… Attığı adımı geri çevirir mutlaka birtakım engeller. Bağırır belki ama sesi çıkmaz. Bir taş atar ruhundan taşan bir kavga ile. Ama hedefini ıskalar çoğu zaman. Böylece birikir aşacağı dağlar, çözeceği davalar, fethedeceği kaleler… İşte o zaman yavaşça yola koyulur ümitsizlik dürtüsü. Onca coşkular barındıran bedenine yerleşmeye çalışır kişi farkında olmadan. Halbuki mümin şahsiyetin bir ayrıcalığı olması gerekmez mi? İsminden gelen bir şeref ile, meselesinin kutsiyetinin bilinciyle, önder ve rehber edindiği Rasul ve Nebîlerin ayak izlerini ve kanlarını taşıyan bu mübarek yolda yürümesi, ona düşen en yüce vazife değil midir? Burada geçen “bilinç” ve “yol” sözcükleri, asıl konuya dikkat çeken iki önemli kavram. Kendini İslam’a teslim etmiş bir insan, vahiyle aydınlanmış bir bilinçle ve yine vahiyle temizlenmiş ve şekillenmiş bir yol ile yürütür davasını. Kur’an’ın bol meyveli bahçesinde gezinirken karşısına çıkan “Efe lâ…?” ayetlerini ve “Sırat-el Mustagim” ibaresini sadece okuyup geçmez; durur, düşünür, susamışçasına tefekküre dalar. Dininin dallarından iki dal olan akıl ve yoldur onun gözünü açacak olan çünkü. Aklını kullanmadan yola koyulamaz, yol olmadan da aklı bir işe yaramaz. Düşünmeli, düşünmeli, doğruyu bulana kadar, hakikate varana kadar düşünmelidir. Beyazı siyahtan, siyahı beyazdan ayırt etmelidir. Dünyanın dengesizliğine kapılmadan, içinde bulunduğu oyunun etkisinde kalmadan, aldırmadan/saldırmadan Rabbinin gösterdiği yönde kurmalıdır düzenini. Düzensizlikler içinde kendi düzenini yaşatabilmek, bir müminin özelliği değil de nedir?
Kayıp ruhlara kılavuzluk eden ve körleşmiş iradelere sıhhat veren bir kaynaktır şüphesiz Kur’an. Kimi yerde “dur!” diye uyaran, kimi yerde “ilerle!” diye emreden ilahi bir kelâmdır. Bazen de doğruca komut vermeden, yapması gerekeni kavramasını muhatabından ister. Önüne serilmemiştir çünkü harita. Çıkmazlardan kurtulmanın yolunu kendi düşünceleriyle bulmalıdır kimi zaman. Zihnini meşgul etmelidir anlayabilmek ve yeri geldiğinde anlatabilmek için. “Akledesiniz diye Allah ayetlerini sizin için açıklamaktadır” (2/Bakara, 242).
Bazen durur insan. Dünyadaki teraziyi düşünür. Kötülüklerin ağır çektiğini fark eder. İyiliklerin hacminin karınca kadar olduğunu görür. Günahların çokluğunu ve bir o kadar da lezzetli olduğunu; sevap kazanmanın zorluğunu ve çoğu zaman da dünyada karşılığının verilmediğini hisseder. Anlamaya çalışmaz, okyanusu ne diye akarsuya tercih edeyim ki, der. Gafletin başlangıcı olan o tatlı günahlara heves eder… Fakat unutmamalısın ey insan, elde etmek için çırpındığın dünya, seni elde edecek ve o zaman çırpınışların haykırışa dönüşecek. Uyanmak ve akletmek zorundasın. “De ki: Pis olanın çokluğu seni şaşırtıp hoşuna gitse de, pis ve temiz bir olmaz. Allah’tan korkun ey akıl sahipleri ki felaha eresiniz.” (5/Mâide, 100).
Aydınlığı ve içinde barındırdığı güzelliklerin idrakine varmak için akletmek gerek, küfrün içinden üzerimize bir parça bile bulaştırmamak için akletmek gerek, peygamberlerin yolunu firavunların yolundan ayırt etmek için akletmek gerek, kopan fırtınalardan zararsız çıkabilmek için akletmek gerek. Ve akletmek gerek, cennetin önde gelen yolcularından olmak için…
Rüveyde Bera PALA

Follow