Toplumu Kemiren İzmler
Arşiv Yazarlar

Toplumu Kemiren İzmler

Hızla akıp geçen, geçerken de beraberinde pek çok şeyi alıp götüren, amansız bir mefhumla, zaman ile kuşatılmış olmak aslında insanların acziyetinin en büyük ispatıdır. Zira kiminle çarpıştığını, karşısındaki gücün ne boyutlarda olduğunu bilmeyen, bilemeyen insan, ne yapacağını da tam olarak bilecek durumda değildir. Zaman acımasız bir cellât misali, kendini dev aynasında gören ama bir o kadar da güçsüz, çaresiz, zavallı olan insanı tam ortasından biçip fütursuzca bir kenara atıyor. Zaman karşısında direnemeyen; aklını, gençliğini, gücünü, güzelliğini zaman denen görünmez düşman karşısında yitiren insanın, sadece bir düşmana karşı savaşırken bütün hazinelerini kaybetmesi manidardır. Bu mücadele sonunda ortaya çıkan durum, insanın zannettiği kadar güçlü; doğaya, zamana, insana hükmeden bir varlık olmadığını en açık şekilde gözler önüne sermektedir. Yani insan, iddia ettiği gibi hâkim bir güç değildir hem de hiçbir şey karşısında güçlü değildir.

İnsan, bu denli zayıf ve çaresiz bir varlık olmasına rağmen, bu durumu çoğu zaman kabullenmemiş, aksi bir tutum içerisine girmiştir. Zayıflığından dolayı kendini eksik hissettiğinden midir bilinmez, hep güçlü olduğu zehabına kapılmış ve öyle olmadığı hâlde kendini öyle gösterme çabası içine girmiştir. Aczini itiraf edip kabullenmek yerine, sonu olmayan bir tiyatro oyununa çevirmiştir hayatı ve kendisini bu oyunun başrolü olarak konumlandırmıştır. Bu rol, onu, zamanla gücün esiri yapmış, bilerek veya bilmeyerek güce tapar hâle getirmiştir. Gücün büyüsüne kapılan sahte oyunun sahte başrolü, hayatının neredeyse tamamını bu gücü ele geçirmeye adar. Öyle ki bu güce ulaşmanın dışında bir hedefi, bu hedefe ulaştıracak yolların dışında bir yolu yoktur, böyle bir çaba gösterme niyeti de yoktur. Kimi zaman dünyalık bir makamın peşine düşer insan, bu makamın toplum nezdinde kabul gören gücüne aldanır. Böyle bir makama sahip olduğunda bütün kapıların kendisi için sonuna kadar açılacağını hesap eder. Bütün kapıların açılması ise güç sevdasında olan insan için âdeta nirvanadır ve bu konumdan asla vazgeçmek istemez. Bu gücün zamanla, ihtiyarlıkla, ölümle kuşatılmış olduğunu da fark etmez. Zira güç, bir sarhoşluk verir insana ve muhakeme yeteneğini yok eder. Bir gün yoklukla baş başa kalabileceğine ihtimal vermez, bunu aklına bile getirmez, getiremez. İşte insanın imtihan edildiği ve kaybettiğinin farkında bile olmadığı bu yeni durum; insanlar, doğa, Allah karşısında mutlak bir zayıflık içinde olan insanın, kendini kaybettiği durumdur.

Kendini kaybettiği, şuurunun devre dışı kaldığı bu yeni durumda, “ben”i bulur insan ve ona âşık olur. Âşık olmak ne ki ona tapar âdeta. Bütün mükemmelliklerin kendi zekâsının, gücünün bir eseri olduğunu düşünür. Doğadaki her şeyin hatta insanların kendi varlığına hizmet için var olduğuna, herkesin ve her şeyin varlıklarını kendisine borçlu olduğuna inanır. Yani “Tanrı ölmüştür, yaşasın insan, yeni tanrı.” Tanrının varlığına hiçbir şekilde ihtiyacı yoktur, kaderini kendi tayin eder, hayatına kendisi yön verir. İnsanlığın, tabiatın, evrenin kendi ekseninde döndüğüne, kendisine muhtaç olduğuna inanır. Sırf bu yüzden kendisini sınırlayacak hiçbir yasa, nas, töre kabul etmez hatta insanları sınırlandırmak için kendi kurallar koyar ve herkes bu kurallara uysun ister. İmkânı varsa bu isteğini güçle, otoriteyle destekler. Bunun adı entelektüel edayla söylenirse narsizm’dir. Asıl gücünü, şiddetini hissettiren kelimeler ise despotluk, diktatörlük, tağutluktur.

Güce, egosuna methiyeler dizen insanoğlunu tutabilen hiçbir güç kalmadığına göre, nefsanî isteklerinin peşinden koşabilir artık. Dünyanın bütün zenginliklerinin kendisinin olmasını arzular. Zira bu, onun en doğal hakkıdır. Güç, zekâ, irade kendisinde zirveyi görmüştür. Onun gibi bir kimse daha yoktur. Kaddafi, Saddam, emperyalist Batı, ABD, İngiltere bunun vücut bulmuş, en güçlü hâlidir. Bunların insanlığa yaptıkları; tarihçiler, düşünürler tarafından kapsamlı bir biçimde anlatılmıştır. Mal biriktirme, güç devşirme noktasında hep kendilerini düşünürler, kimseye bir şey bırakma niyetinde değillerdir. Pragmatisttirler ve hep böyle kalırlar. Dünyanın mazlumları, onların zulümlerinden mutlaka paylarına düşeni almışlardır, açlıkla pençeleşen tüm dünya yoksullarının rızkını gasp etmişlerdir.

Faydacılık, egoizm sadece bu zalimlerin müptelası oldukları hastalıklar değildir. Piramidin en tepesindeki ile en altındaki aynı hastalığın pençeleri arasında can çekişir. Tek fark, şiddetidir. Hepsi de yaratılış bakımından aynı olan tepedeki ile dipteki insanlar, gücü elde etme oranlarına göre zalimleşir; diktatör, tağut olur. Gücü ele ilk geçirdiği çocukluk döneminde; akranlarına, kardeşlerine zorbalığa başlar. Etrafındakilerin kendi ekseninde şekillenmiş bir yaşam sürmelerini ister. Yalnızca onun istekleri dikkate alınmalı, yalnız ona itaat edilmelidir. Elde ettiği gücün sarhoşluğunu ilk kez yaşadığı bu dönemden sonra da benzer bir çizgide sürdürür yaşamını. İşe başlar, işte baskın olmayı ister; aile kurar, eş olarak ön planda olmak ister. Hâsılı kendine âşıktır (narsizm), gücün merkezinde kendini görür. Tüm olayların, olguların kendi faydasına olmasını ister (pragmatizm), başka kimsede olmayan hep kendisinde toplanmalıdır (egoizm). Aileyi, mahalleyi, ulusu, evreni önemsemek söz konusu bile değildir. Tabiri caizse dünya yansa umurunda olmayacaktır, yeter ki kendi keyfi yerinde olsun, başka hiçbir şey önemli değildir.

İnsandaki bu bencillik, toplum denen güçlü organizmayı yavaş yavaş kemirmekte, derin ve sessiz bir yok oluşa sürüklemektedir. Ancak bu yok oluş bile kendi menfaatlerini her şeyin üstünde tutan bireyin umurunda değildir. Yok olan ya da yok oluşun eşiğine gelen toplumun, kendisini de uçuruma yuvarlayacağının farkında değildir.

Bencilleşen insanın yakalandığı bir diğer hastalık hedonizmdir yani haz peşinde koşma, haz için her şeyi yapma. Sadece kendi benliğini önceleyen, başka hiç kimseyi umursamayan bu yeni insan profili, haz uğruna her şeyi feda etmeye hazırdır hem de gözünü kırpmadan, bir an bile tereddüt etmeden yapar bunu. Bütün davranışlarının yegâne gayesi haz duymaktır. Ahlak kurallarını, töreleri, yasaları, vahyi umursamaz. Nefse hoş gelen her şey mübahtır ve onu elde etmek için her şey yapılabilir. Savaşların insan soyunu tehdit etmesi, katliamlar olması, insanların yoksulluk çekmesi, açlıktan ölmesi, doğal afetlerle insanlığın perişan olması yeni tip, hazcı bireyin ilgi alanına girmeyen durumlar, olaylar, olgulardır. Hatta bu türden hadiseler keyfini kaçırdığı için onları görmemenin, duymamanın yollarını arar ve bulur.

Egemen güçlerin, para babalarının, global şirketlerin istediği insan profili, toplum yapısı tam da böyledir. Hayatı, egemen güçleri, dünya düzenini sorgulamayan, yalnızca haz peşinde koşan, bencil, kendini beğenmiş tipler… İşte yeni bir dünya düzeni kurmak isteyenlerin istedikleri kişiler, böyle kişilerdir. Herkes güçlü, zengin, müreffeh, kuralsız bir yaşam arzuluyor. Bu yolda her şeyi mübah gören bir anlayış benimsiyor. Hiçbir kural, töre onları bağlamıyor, Allah bile. Böyle insanların var ve çok olduğu bir dünyada mutluluk değil, gözyaşı hüküm sürer. Böyle toplumlarda huzur değil, kaos hâkim olur. Kimsenin tam anlamıyla mutlu olmadığı bu yaşam şeklinin alternatifi açık ve nettir: İslam.

Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir, diyen bir peygamberin inşa etmeye çalıştığı değer; bencillik, hodgâmlık değil fedakârlık, diğergâmlıktır. Böyle bireylerin kuracağı toplum; huzurun, mutluluğun hüküm süreceği toplumdur. Uzun lafın kısası; izmlere karşı tek ve etkili silah; dindir, o da Allah katında geçerli tek din olan İslam’dır.

Taşkın ÖNEL

Bolu

Aralık 2022

 

GRUBA KATIL