Siyonist İsrail İle Normalleşme Mümkün Mü?
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Siyonist İsrail İle Normalleşme Mümkün Mü?

one_minute

            Siyonistler, kendilerine ait olmayan topraklar üzerinde, sadece bölgeyi değil, bütünüyle dünyayı terörize edecek ve adına da yakışacak tarzda İsrail diye bir terör devleti kurmuşlardır. Bu devlet, kurulduğu günden bu güne kadar ve halen varlığını, terör, işgal ve katliamla devam ettirmektedir. Bu konuda en büyük desteği, hem bölgede, hem de uluslararası kurum ve kuruluşlarda ABD ve Batılı diğer devletlerden almaktadır. Dolayısıyla Siyonist terör devleti İsrail’in gerçekleştirdiği her katliamdan ve döktüğü her damla kandan, bu emperyal ve işgalci güçlerin de sorumluğu vardır. Ne yazık ki bu bölgede, iki yüz yıldan beri emperyal devletlerin, yarım yüzyıldan fazla da Siyonist İsrail’in zulmü devam etmektedir. Ama bilmeliyiz ki küfür devam edebilir, zulüm ise devam etmez. İnsanlık tarihi incelendiğinde, tarihin çöplüğünün, bu tür zulüm işleyen zalimlerle dolu olduğu görülecektir. Siyonist İsrail’in de sonunun, bugün lanetle anılan ve yeryüzünde izi bile kalmamış diğer zalimler gibi olacağı muhakkaktır.

AKP DÖNEMİNDE TÜRKİYE- İSRAİL İLİŞKİLERİ

Türkiye ile İsrail ilişkilerinin başlangıcı, Siyonist devletin kuruluş yılına kadar uzanmaktadır. Çünkü Siyonist İsrail 14 Mayıs 1948’de[1] kuruluşunu ilan ettikten kısa bir süre sonra 1949’da halkı Müslüman olan ülkeler arasında, bu terör devletini ilk tanıyan  ülke, Türkiye olmuştur. Karşılıklı resmi ilişkiler ise, 28 Ağustos 1958 tarihinde gizlice Türkiye’ye gelen İsrailli heyet ile yapılan görüşmelerle başlamıştır.[2] Adnan Menderes’in başbakan olduğu DP (Demokrat Parti) iktidarı döneminde başlayan bu ilişkiler, daha sonra gelen iktidarlar döneminde de –inişli çıkışlı da olsa- aksamadan devam etmiştir. 12 Eylül 1980 darbe döneminde, Irak, İran, Libya ve Suud gibi ülkelerden ucuz, uzun vadeli borçla –hatta bazen karşılıksız- alınan petrol karşılığında, İsrail ile aradaki ilişkiler ikinci kâtip seviyesine indirilmişse[3] de gizli de olsa ilişkilerin devamında ciddi bir sıkıntı yaşanmamıştır. Emperyal ve Siyonist destekli Ermeni terör örgütü Asala’nın dış temsilciliklerde görevli diplomatlara yönelik saldırılarının artması üzerine darbeci Kenan Evren’in 14 Şubat 1982’de Yahudi Cemaati lideri Davit Asseo ile yaptığı görüşmede yumuşama başlamış ve kısa bir süre sonra da ilişkiler istenilen seviyeye yükseltilmiştir. Turgut Özal, Demirel ve Çiller döneminde ilişkiler artarak devam etmiş, Erbakan’ın iktidar olduğu Refahyol döneminde ise ilişkiler, daha da derinleştirilmiştir. Özellikle Çevik Bir’in başını çektiği komutanlar kanalıyla İsrail ile yapılan ikili anlaşmalarla askeri, ekonomik ve istihbarat alanında Türkiye, İsrail’e mecbur ve mahkûm hale getirilmiştir.

AKP döneminde bu ilişkilerde, ilk yıllarda zaman zaman bazı sıkıntılar yaşanmışsa da, devamında ciddi bir problem oluşmamıştır. Bu çerçevede, ilk sıkıntı, 2004 yılında İsrail’in, Refah Mülteci Kampına gerçekleştirdiği saldırı nedeniyle yaşanmıştır. Bu saldırıya Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül sert tepki göstermişlerdir. Ama ilişkiler, bu tepkiye rağmen devam etmiştir. İkinci sıkıntı ise, dönemin Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 2004 yılında BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bölgenin nükleer silahlardan arındırılması gerektiğinin altını çizerek İran’ın nükleer silahlanma faaliyetlerini durdurmasının yanı sıra İsrail’in de elindeki mevcut silahları imha etmesi gerektiğini ifade etmesiyle başlamıştır. İsrail tarafından tepki gösterilse de, bu da, çok uzun sürmemiş ve ilişkilerin devamına da halel getirmemiştir. Üçüncü ve daha derin sıkıntı ise 2004 yılında HAMAS’ın kurucusu ve manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin’in (22 Mart’ta) ve HAMAS’ın önde gelen liderlerinden Abdülaziz Rantisi’nin (17 Nisan’da) katledilmesi üzerine Başbakan Erdoğan’ın tepkisi çok sert olmuştur. Dönemin Siyonist Başbakanı Ariel Şaron’a ve Yardımcısı Ehud Olmert’e, birkaç kez randevu taleplerini -çeşitli gerekçelerle- geri çevirmek suretiyle tepkisini aylarca devam ettirmiştir.[4] Ancak bu tepkiler de ilişkilerin devamını etkilememiştir. Çünkü ABD de, aynı dönemde Başbakan Erdoğan’ın ve Dışişleri bakanı Abdullah Gül’ün ABD ziyaretleri için randevu vermeyerek, ilişkilerin daha da kötüye gitmesini engellemiştir. ABD’nin randevu için, önce İsrail ziyaretini şart koşması üzerine de, önce Abdullah Gül, akabinde de Tayyip Erdoğan Siyonist İsrail’i ziyaret ederek Ariel Şaron’un kanlı ellerini sıkmak zorunda kalmışlardır. Böylece Ocak 2005’de Dışişleri Bakanı Gül’ün, Mayıs 2005’te de Başbakan Erdoğan’ın İsrail’i ziyaretleri, bozulmakta olan ilişkileri tekrar rayına oturtmuştur. Ancak Türkiye-İsrail arasında baş gösteren siyasi krizlere rağmen ekonomik ve ticari ilişkilerde sıkıntı yaşanmamış, tam tersine artarak devam etmiştir. Hatta Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Eretz sanayi bölgesini geliştirme projesini de yine bu dönemde başlatmıştır.

Bir başka gerginlik de Ocak 2006’daki Filistin seçimlerinden sonra HAMAS’ın siyasi büro Şefi lideri Halid Meşal’in Türkiye’yi ziyareti dolayısıyla İsrail’in, aynı yıl Lübnan Savaşı sırasında İsrail’e Türkiye’nin gösterdiği tepki nedeniyle yeniden yaşanmıştır. Asıl kriz ise, Siyonist İsrail’in 27 Aralık 2008’de Gazze’ye karşı giriştiği “Dökme Kurşun Operasyonu” ile meydana gelmiştir. Siyonist Başbakan Ehud Olmert, bu operasyondan birkaç gün önce 22 Aralık günü Ankara’da Başbakan Erdoğan’la baş başa görüşme gerçekleştirmiştir. Filistin ve Suriye[5] ile ilişkiler başta olmak üzere bölge sorunları üzerinde görüşmeler yapılmıştır. Ziyaretin hemen ardından saldırının başlamasını Başbakan Erdoğan “ikili ilişkilere ve kolaylaştırıcılık rolünün gerektirdiği güven ilkesine ihanet” olarak değerlendirmiş ve İsrail’i “devlet terörü işlemek”le itham etmiştir. İsrail’in bu operasyonunu Türkiye’ye yapılmış bir saygısızlık olarak da değerlendirmiş, iki ülke ilişkilerinde güvenin kalmadığını vurgulamıştır. Operasyonun başlamasının ardından Erdoğan, İsrail’i saldırgan ülke olarak tanımlamış, Gazze’yi “açık hava hapishanesi” olarak niteleyerek yapılan operasyonu barışa indirilmiş büyük bir darbe olarak değerlendirmiştir.[6] Siyonist İsrail, 27 Aralık 2008’den 18 Ocak 2009’a kadar 22 gün devam eden bu saldırıda –uluslararası kurallar gereği yasak olmasına rağmen- misket ve fosfor bombaları kullanmış ve 1500 civarında masum Filistinliyi katletmiş, binlercesini de yaralanmıştır.[7]

Bu gerginlikler devam ederken, 29 Ocak 2009 Davos Ekonomik Forumu’nda “Gazze: Ortadoğu’da Barış Modeli” başlıklı panelde yaşananlar Türk-İsrail ilişkilerindeki gerginliği yeni bir noktaya taşımıştır. Başbakan Erdoğan, panelde yanında oturan İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’i İsrail’in Gazze’de ölçüsüz güç kullandığını vurgulayarak eleştirmiştir. Bunun üzerine Perez de “Siz roketler altında kalsanız tepkiniz ne olur? Burada bir tanımlama sorunu vardır. HAMAS çirkin bir diktatörlüktür. Şu anda HAMAS’ın neden olduğu sorunlarla uğraşıyoruz. Gazze’ye yardımı biz değil HAMAS engelliyor” demiş, oturum yöneticisi Ignatius’dan söz isteyen Başbakan Erdoğan panel yöneticisinin söz hakkı vermek istememesine karşılık Perez’e dönerek, “Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın biliyorum ki sesinin benden çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisinin gereğidir. Benim sesim bu kadar çok yüksek çıkmayacak. Bunu böyle bilesin. Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum.(…)” diyerek toplantıyı terk etmiştir. Bu olayın ardından şimdiye dek devam eden kriz-yumuşama-normalleşme-kriz döngüsü kırılmanın eşiğine gelmiştir.[8]

MAVİ MARMARA SALDIRISI

Davos Panelindeki gerginliğe rağmen ilişkiler zedelense de, kopmamıştır. Ancak Mavi Marmara’ya Siyonist saldırı ve Siyonist yetkililerin devam eden insanlık dışı tavırları, ilişkilerin devamını zorlaştırmıştır. Oysa Mavi Marmara gemisinde birçok milletten, değişik dinlerden aktivistler, gazeteciler, sanatçılar, gönüllüler bulunmaktaydı. Amaçları ise, İsrail’in gayri hukuki olarak Gazze’ye uyguladığı ablukanın hukuksuzluğunu dünya kamuoyuna göstermekti. Gemi, İsrail’in kanunlarına göre İsrail karasuları sayılmayan 70 km açıklarında bulunmaktaydı. 31 Mayıs 2011 günü sabah saatlerinde İsrail deniz komandoları Gazze’ye insanî yardım taşıyan ve uluslararası bir organizasyonun parçası olarak ilerleyen Mavi Marmara ve beraberindeki diğer iki gemiye baskın düzenlemişlerdir. İsrail askerleri aktivistlere ateş açarak 9 kişinin ölümüne[9] ve 50’den fazla insanın ise yaralanmasına sebep olmuştur. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun çağrısı üzerine toplanan Güvenlik Konseyi, İsrail’i kınayan ve ayrıca Gazze’deki ablukanın kaldırılmasını içeren bir bildiri yayınlamıştır. Bununla yetinmeyen Ankara, Tel Aviv Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u da geri çekmiştir. Başbakan Erdoğan da, parti grubunda “İsrail’in Gazze’ye insani yardım götüren gemilere yaptığı kanlı katliamın her türlü laneti hak etmiş bir katliam” olduğunu ifade ettikten sonra saldırının aynı zamanda uluslararası hukuka yapıldığını söylemiş ve diplomatik dilin dışına çıkarak “zorbalar, haydutlar, korsanlar bile belli ahlâk kurallarına uyarlar. Hiçbir hassasiyete uymayanlara bu sıfatı yakıştırmak bile iltifat olur” cümleleriyle açıkça İsrail’i hedef almıştır.[10]

2 Ağustos 2010’da BM Genel Sekreteri Ban-ki Moon tarafından BM bünyesinde faaliyet gösterecek olan ve Mavi Marmara saldırısını uluslararası hukuk açısından inceleyip BM’yi bilgilendirmeyi amaçlayan bir komisyon[11] kurulmuştur. Komisyon tarafından hazırlanan ve Komisyon Başkanı ismiyle anılan Palmer raporu, Eylül 2011 ayında henüz resmen açıklanmadan “The New York Times” tarafından ayrıntılarının yayınlanması Türkiye tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Üstelik Raporun İsrail’in Mavi Marmara’ya düzenlediği saldırının ve Gazze Ablukası’nın meşru olduğunu ifade etmesi, Türkiye’yi yaklaşık bir yıl sonra İsrail’e karşı tutumunu daha da sertleştirmesine neden olmuştur. Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, raporun yayınlanmasından sonra düzenlediği basın toplantısında İsrail’le ilişkilerin 2. kâtip düzeyine indirildiği, yapılan askeri anlaşmaların askıya alındığı, seyrüsefer serbestîsinin sağlanabilmesi adına gerektiğinde önlem alınması, Gazze Ablukasının tanınmaması, Uluslararası Adalet Divanı’nda incelenmesi için gerekli girişimlerin yapılması, Mavi Marmara olayında mağdur olanların haklarının aranması için uluslararası ortamda her türlü desteğin verilmesi kararlarının alındığını açıklamıştır.[12]

ÖZÜR DİLEMEDEN SONRA İLİŞKİLERİN GELİŞMESİ

Tunus’ta 17 Aralık 2010’da başlayan ve daha sonra Arap Baharı olarak isimlendirilen süreç, Türkiye tarafından memnuniyetle karşılanırken, İsrail tarafından endişeyle karşılanmıştır. Çünkü İsrail, 1979 Camp David Anlaşmasından bu yana yakın işbirliği içinde olduğu Mısır’daki değişimi bölge politikasına indirilmiş bir darbe olarak değerlendirmiştir. Ayrıca bölgede zaten oldukça yalnız olan İsrail’in uzun yıllar iyi ilişkiler kurduğu Türkiye’yi kaybetmesi, Kıbrıs Rum Kesimi’nin yaşadığı ciddi ekonomik sıkıntılar, Mısır’da Müslüman Kardeşlerin iktidara gelmesi, İran’ın bölgedeki etkinliğini artırması gibi çeşitli sebepler İsrail içinde de rahatsızlıklara sebep olmuştur. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı İsrail yönetimi, çeşitli bahanelerle Türkiye ile ilişkilerini normalleştirme arayışına girmiştir. Bu konuda en önemli adım 22 Mart 2013’te ABD Başkanı Barack Obama’nın İsrail ziyareti esnasında gelmiştir. Başbakan Erdoğan’ı arayan İsrail Başbakanı Binyamin Natanyahu, Mavi Marmara kriziyle ilgili özür dilemiş, ancak Türkiye’nin Gazze ablukasının kaldırılmasında ısrarcı olması üzerine istenilen yeni adımlar atılamamıştır.

ANLAŞMA NE GETİRİYOR?

Türkiye ile İsrail arasında 26 Haziran 2016’da imzalanan anlaşma görüşmeleri Mavi Marmara’ya yönelik saldırının hemen ardından başlamış ve Türkiye tarafından 1- Özür Dileme, 2- Şehid edilenlerin yakınlarına tazminat ödenmesi, 3- Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılması şeklinde üç şart ileri sürülmüştü. Roma’da kabul edilen anlaşma ile ilgili Ahmet TAŞGETİREN, ‘İsrail ile ne oldu?’ 28 Haziran 2016 başlıklı makalesinde İsrail gazetesi Yediot Aharonot’un haber sitesi Ynetnews anlaşmanın sekiz temel unsurunu şöyle sıralamıştır:

1- İsrail ile Türkiye tam diplomatik ilişkileri ve normal ilişkileri yeniden tesis edecek, buna karşılıklı büyükelçilerin yeniden gönderilmesi ve devlet ziyaretleri dâhil, iki taraf, NATO ve BM gibi uluslararası platformlarda birbirlerinin çıkarlarına zararlı addedilen şekilde hareket etmekten geri durmayı taahhüt edecek.

2- Türkiye Gazze ablukasının kalkması taleplerini geri çekecek. Karşılığında İsrail Türkiye’nin Gazze’ye yardımlarının İsrail tarafından denetlenmesinin ardından Aşdod limanı üzerinden Gazze’ye ulaşmasına izin verme sözü verecek. İsrail Türkiye’nin Gazze’de hastane, elektrik santralı ve su arıtma tesisi inşa etmesine de izin verecek.

3- İsrail Türkiye’deki bir insani yardım fonuna yaklaşık 21 milyon dolar transfer edecek, bu para Mavi Marmara’da öldürülen 9 Türkiye vatandaşı ile yaralananların ailelerine aktarılacak.

4- Türkiye bir yasa çıkararak Mavi Marmara ile ilgili İsrailli askerlere açılmış tüm davaları iptal edecek.

5- Türkiye, Hamas’ın ülkeyi İsrail’e karşı faaliyetleri için bir üs olarak kullanmasını engelleyecek. Bunun karşılığında İsrail Türkiye’deki Hamas’ın komuta merkezinin kapatılması talebini geri çekti. 2014’te İsrailli gençlerin kaçırılıp öldürülmesinden sorumlu olan Hamas’ın üst düzey üyesi Salah Aruri Türkiye’den gönderilmişti. Türk yetkililer geri gelmesine izin verilmeyeceğini vaat etti.

6- İki ülke askeri işbirliği ve istihbarat paylaşımını yeniden başlatacak.

7- İsrail’in doğalgazının çıkarılması ve dağıtılmasına imkân verebilecek bir boru hattı kurulmasıyla ilgili iki ülke görüşmelere başlayacak.

8- Anlaşmada Gazze’de 2014’ten beri kayıp olan İsrailli sivil Avera Mengiustu ve operasyonda öldürülen askerler Oron Shaul ve Hadar Goldin’in naaşlarının iadesine dair madde içermiyor. Ama Türk hükümeti Hamas’la görüşerek iadelerini sağlamayı vaat etti. İsrail anlaşmayla ilgili Rusya, Mısır, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ı bilgilendirdi ve bu ülkelerle ilişkisi pahasına hiçbir harekette bulunmayacağı mesajını iletti.[13]

İHH’DAN, ANLAŞMAYA TEPKİ!

Mavi Marmara’da katılımcılarından 10 kişiyi şehit veren İHH İnsani Yardım Vakfı, hükümet ve İsrail arasındaki bu yakınlaşmayı onaylamadıklarına dair bir açıklama yapmıştır. “Anlaşmaya karşıyız” diyen İHH, resmi Twitter hesaplarından açıklama yapmıştır. İHH’nın, 13 maddelik açıklamasının bazı maddeleri şöyledir:

1- Abluka ile ambargo aynı şey değildir. Yapılan görüşmeler ambargonun değil ablukanın kaldırılması üzerine inşa edilmelidir.

2- Aşdod Limanı üzerine kurgulanacak bir anlaşma ablukanın yumuşamasını değil aksine resmi olarak tanınmasını sağlayacaktır. Türkiye bu riske girmemelidir.

3- Haberlere yansıyan içerikteki bir anlaşma Gazze ablukasının resmen tanınacağı bir sürece götürecektir.

4- Gazze’deki insani yardım sorunu, sıkıntının sadece bir kısmıdır. Gazze’deki sorun temel olarak özgürlük odaklıdır. Gazze halkı da herkes gibi seyahat etme ve ticaret yapma özgürlüğüne sahip olmalıdır. Bu konuların gündeme alınması gerekmektedir.

5- Yürütülen görüşmelerde Mavi Marmara davalarının telaffuz bile edilmemesi görüşündeyiz. Davaların düşürülmesi anlaşmanın gizli veya açık hiçbir şekilde parçası olmamalıdır.[14]

RS FM’den Yavuz Oğhan’a, İHH Başkanı Bülent Yıldırım “Doğrusu biz İHH olarak, şehid yakınları bu konuda biraz şaşkınız. Bunu bir zafer olarak görmüyoruz. İsrail’in kazançlı çıktığını düşünüyoruz. Birinci dünya savaşından bu yana ilk defa bir devletin askeri Türkiyeli sivil insanları öldürdü. Bunun karşılığında birtakım şeyler alınması gerekiyordu. Sadece özür alındı. İsrail ‘özür dilesek de sorumsuzuz, haklı müdahalemden dolayı ortaya çıkan tablodan dolayı özür diliyorum’ diyor” şeklinde konuşmuştur.

Ablukanın resmileştiğini iddia eden Yıldırım: “Tazminat alındı sayılmaz. Bu İsrail’in işine yarayan sorumsuzluk bedeli. Tazminat nedir? Yaptığı haksız fiilden dolayı alınan bedeldir. Bunun uluslararası emsalleri 1 ila 3 milyar dolar arası. Miktar önemli değil, haksız fiilden dolayı ödenseydi tamam ama İsrail bunu bir bağış olarak veriyor…’ diyor.

Ölenlerin ve yaralananların açtıkları davaların imzalanan protokol ve bu protokolün Meclis’ten geçmesi ile düşeceğine ilişkin iddiaları da doğrulamadı Yıldırım: “Dava kan sahibinindir, bu davaların düşmesi mümkün değil.” Peki, tablo hiç mi değişmedi? Bu soruya İHH Başkanı “Şu an artı bir şey görünmüyor” sözleri ile yanıt verdi. Yıldırım’a göre bundan böyle Türkiye, Filistin ile daha ilgili olacak o kadar, ambargonun kaldırıldığı da doğru değil.[15]

KARŞILIKLI AÇIKLAMALAR

Siyonist İsrail ile yapılan anlaşma Hükümet ve bazı gazeteci, yazar[16] ve çizerler tarafından zafer olarak nitelendirilmiştir. Nitekim Başbakan Binali Yıldırım Türkiye ile İsrail arasında ilişkilerin normalleşmesinin ardından Mavi Marmara’da hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat ödeneceğini ve İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargonun hafifletileceği şeklinde bir açıklama yapmıştır.

Sabah, Akşam, Star gibi gazeteler ise anlaşma için “Türkiye tarafını oldukça başarılı gösteren” başlıklara yer verirken Akit, Vahdet gibi gazeteler ise söz konusu anlaşmayı ya görmemiş ya da yerden yere vurmuştur.

Sabah gazetesi “Gazze Ablukasını Türkiye kaldırttı” şeklinde bir manşet ile çıkmıştır. Haberde; “İsrail, tazminat ve Gazze ablukasıyla ilgili Türkiye’nin tüm şartlarını kabul etti. Yardım gemilerimiz, büyük sevinç yaşayan Gazze’ye doğru yola çıkıyor” ifadelerine yer verilmiştir. Star gazetesi de gelişmeyi “İsrail tüm şartlarımızı kabul etti” başlığıyla duyurmuştur. Yeni Şafak gazetesi ise gelişmeyi “Roma’da Gazze diplomasisi” başlığıyla yetinmiştir.

Vahdet gazetesi ise “reddediyoruz” manşeti ile en net tavır alan gazete olmuştur. Vahdet Gazetesi haberinde “Ankara, nedenini bile açıklayamadan, tarihin en faşist İsrailliyle el sıkıştı. Terör devletinin aşağılık ablukasını resmen tanımış oldu. Mavi Marmara unutulacak, İsrail gazını satacak, Filistin’e giden bir lokma ekmek bile İsrail’in onayından geçecek. Hayır! Kabul etmiyoruz. Türk medyasında İsrail sevici yayınları reddediyoruz” açıklamasında bulunmuştur.[17]

Türkiye’de, gerek Hükümetten, gerekse Hükümet yanlı gazetelerden, abluka bitti, Gazzeliler bayram yapacak türü açıklamalar yapılırken, İsrail tarafından ise farklı açıklamalar yapılmıştır. Nitekim İsrail Başbakanı Netanyahu Roma’da, Türkiye’de yapılan açıklamaların aksine, ablukada bir değişiklik olmayacağını, önceden olduğu gibi, insani yardımların İsrail limanları üzerinden Gazze’ye ulaşabileceğini, Norveç gibi ülkeler Gazze’ye nasıl yardım ulaştırabiliyorlarsa Türkiye’nin de bunu yapabileceği açıklamasını yapmıştır. Gazze ablukasının kendileri için son derece önemli bir güvenlik meselesi olduğunu söyleyen İsrailli başbakan, “Bundan ödün veremezdim. Bu bizim açımızdan Hamas ve kalıntılarından oluşabilecek kuvvetleri engellemek adına vazgeçilmez bir konu” diye konuşmuştur.[18]

ANLAŞMAYA RAĞMEN SİYONİST İSRAİL SALDIRILARINI DEVAM ETTİRİYOR

İsrail bir yandan Türkiye ile uzlaşmak için görüşmeler yaparken, diğer yandan da katliamlarına, insanlık dışı saldırılarına ve yeni yerleşim alanları açmaya devam etmiştir.

Filistin Esirleri Araştırma Merkezi, oruç ayının hürmetini çiğneyen işgal güçlerinin Batı Yaka’nın her tarafında Filistinlilere yönelik operasyonlarını sürdürdüğünü, cezaevlerinde esirlere saldırdığını ve Ramazan’ın başından şimdiye kadar 330 kişiyi tutukladığını belirtmiştir.[19]

Anlaşmanın gerçekleştiğinin ilan edildiği 26.06.2016 günü İsrail işgal güçleri 1947’den beri ilk kez, hem de Ramazan’ın itikâf günlerinde Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlemiş ve Mescid-i Aksa’da beş kişiyi yaralamış, 10 kişiyi ise gözaltına altına almıştır.[20]

03 Temmuz 2016 günü, İsrail Başbakanlık Ofisi’nden yapılan yazlı açıklamada, işgalci İsrail’in başbakanı Binyamin Netanyahu ve savunma bakanı Avigdor Liberman’ın, el-Halil’deki Kiryat Arba İsrailli yerleşim yerine 42 yeni yerleşim birimi yapılmasına onay verdiği ifade edilmiştir.

Siyonist İsrail, Gazzeli balıkçıların avlanma menzilinin 9 milden 6 mile çekildiğini açıklamıştır. Oysa Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasında 1993’te imzalanan Oslo Antlaşması’na göre, Filistinliler, herhangi bir İsrail müdahalesine maruz kalmadan Gazze Şeridi’nden 20 mil açığa kadar serbest hareket edebilme hakkına sahip oldukları belirlenmişti. Ancak, İsrail yönetimi Filistinli balıkçıların bu hakkını 20 milden 6 mile düşürmüştür.[21]

Filistin sokaklarında her gün kadın-erkek, çocuk-yaşlı ayrımı yapmaksızın masum Filistinliler suçsuz yere katledilmektedir. Kısa bir süre önce şehidlerin evlerine baskın düzenlenerek, evler ateşe verilmiştir.

Bütün bunlar olup biterken Erdoğan’dan, dolayısıyla da Türkiye’den ses bile çıkmıyor. Oysa Türkiye yetkilileri, daha önceleri her vesileyle Siyonist İsrail’i en ağır bir şekilde eleştirmekte idi. Neden, Siyonist katillerin Mescid-i Aksa başta olmak üzere saldırıları devam ederken sus-pus olunuyor. İşin bir ilginç yanı da, yapılan bunca sert eleştirilere rağmen Türkiye-İsrail ilişkileri özellikle de bazı alanlarda hiç aksamadan devam etmiş olmasıdır. Bu, düşündürücü değil midir? Mesela;

  1. Türkiye, İsrail’in Akdeniz Diyaloğu çerçevesinde NATO çalışmalarına katılmasına 4 Aralık 2012 tarihli NATO toplantısında onay vererek İsrail’i NATO korumasına aldırmıştır. Oysa daha önce Türkiye, İsrail için bunu asla kabul etmiyordu.
  2. Türkiye, İsrail’in, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD üyeliğine uygulanan vetoyu OECD Konseyi’nin 10 Mayıs 2010 tarihli toplantısında kaldırılmasını onaylamıştır. Filistin Yönetimi’nin Türkiye’den veto hakkını kullanması için Başbakan Erdoğan’a yazdığı mektup görmezden gelinmiştir. Aynı yıl Siyonist İsrail Gazze’ye ve Mavi Marmara Gemisine tarihinin en kanlı saldırılarını gerçekleştirilmiştir.
  3. Mavi Marmara’ya 38 ayrı ülkeden sivil temsilciler, gazeteciler ve eylemciler katılmıştı. Tüm katılımcı ülkeler adına Uluslararası Ceza Mahkemesinde (Lahey) İsrail aleyhine açılan davada mahkemenin savcısı taraflardan konuyla ilgili bilgi ve belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Bir tek Türkiye Dışişleri, bizde bilgi, belge yok demiş hatta Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Uluslararası Vaka İnceleme Heyeti Raporu”nu bile göndermemiştir.
  4. İstanbul’daki Mavi Marmara davasında, İsrailli yetkililer hakkında verilen kırmızı bültenle yakalama kararı Türkiye yasaları gereği hemen yürürlüğe koyup İnterpol’e gönderilmesi gerekirken, Adalet Bakanlığı, üstelik korumaya ve uygulamaya namusu ve şerefi üstüne and içtiği yasaları çiğneyerek bu kararı 2 yıldır hasıraltı etmiştir.[22]

Oysa Erdoğan’ın gerek Başbakanlığı ve gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde İsrail’e yönelik yaptığı açıklamalar, gerek Türkiye ve gerekse dünya Müslümanları tarafından takdirle karşılanmaktaydı. Ne yazık ki bu dik duruş devam ettirilememiş ve yapılan konuşmaların arkasında durulamamıştır. Türkiye’nin dolayısıyla da Erdoğan’ın dışında hiç kimse Filistin halkının hakkını savunmamıştır gibi -haklı da olsa- hiçbir gerekçe Türkiye’nin şu an ki tavrını haklı gösteremez.

SONUÇ OLARAK

1- Siyonist İsrail’in Mavi Marmara Gemisine uluslararası kara sularında saldırarak 10 Türkiye vatandaşını katletmesi tam anlamıyla bir savaş nedeniydi. Ama Türkiye savaşmayı göze alamadığı için sadece diplomatik ilişkileri 2. Kâtip seviyesine indirmekle ve bazı anlaşmaları da askıya almakla yetinmiştir. Yeterli miydi? Elbette ki yeterli değildi! Siyonist İsrail bir vatandaşı için Gazze’yi yerle bir ederken, bölgede en güçlü orduya sahip olduğunu iddia eden bir Türkiye, katledilen 10 vatandaşı için sadece üç şart ileri sürmesi elbette ki yeterli değildi! Üstelik bu şartlar da tam olarak yerine getirilmediği halde ülkede bir zafer havası estirilmektedir. Yazık, hem de çok yazık!

2- Türkiye’nin, ilk günden itibaren ileri sürdüğü şartlar; özür, tazminat ve ablukanın kaldırılması idi. Basına yansıdığı kadarıyla özür şartı yerine getirilmiştir. Tazminat ise, yardım adı altında bir yardım fonuna aktarılarak verilmesi şeklinde kabul edilmiştir. Abluka ise kabul edilmemiştir. Mavi Marmara saldırısından önceki hal, yani yardımlar eskiden olduğu gibi Aşdod limanına gelecek, kontrolden geçirildikten sonra Gazze’ye gönderilebilecek. Bu, ablukayı ya da ambargoyu kaldırmak değil, tam tersine Siyonistler lehine ablukayı resmileştirmektir. İHH’nın da belirttiği gibi, Gazze’nin meselesi sadece insani yardım değil, asıl mesele özgürlüktür. Yani Gazze’nin denizden istediği şekilde ticaret yapabilme hakkına sahip olabilmesidir. Hastane, elektrik santralı, su arıtma şebekeleri yapılacakmış, elbette bunlar, her Gazzeli için çok önemlidir. Ama BM bürolarını bombalayan, istediği zaman hiçbir kural tanımadan başta Gazze olmak üzere komşularına  saldıran, Erdoğan’ın bile, İsrail yönetimi için (Olmert ile ilgili) güvenilmez, bize yalan söylediler, ihanet ettiler derken, peki, Siyonist yönetime bundan sonra nasıl güvenilecektir? Kısa bir süre sonra, elektrik santali, su arıtma şebekeleri, hastane başta olmak üzere Türkiye’nin yeniden inşa ettiği yerler, Siyonistler tarafından yerle bir edilirse, Türkiye, buna karşı nasıl bir tavır alacaktır? 10 vatandaşı hukuksuz olarak katledilirken bir şey yapamayan Türkiye, Gazze’nin bombalaması halinde mi İsrail’e savaş açacak? Bu mümkün değildir. O halde yeni inşa edilecek yerlerin geleceği Siyonistlerin iki dudağı arasında çıkacak talimata bağlıdır.

3- İsrail ile yapılan anlaşmayı eleştirmek, aleyhinde konuşmak, yazı yazmak cesaret isteyen bir iş haline gelmiştir. Bir taraftan kimi yazar ve çizerler, diğer taraftan da C. Başkanı Erdoğan, eleştirenleri topa tutmakta ve dışlamaktadır. Nitekim Erdoğan, İHH’nın yaptığı haklı eleştiriye ‘günün başbakanından izin mi aldınız’ şeklinde çok sert bir şekilde tepki göstermesi, eleştiriye tahammülün olmadığını göstermektedir. Oysa aynı Erdoğan 16 Temmuz 2014’te bir iftar konuşmasında, Pensilvanya’nın İHH’ya karşı olan tavrını eleştirmiş ve Pensilvanya’nın ‘Otoriteden izin almalılardı’ sözünü eleştirerek “Otorite kim, güneydeki sevdikleri mi, yoksa biz mi? Eğer otorite Türkiye’de bizsek biz zaten izni verdik. Ama onlara göre İsrail” dediğini ne çabuk unutmuştu.[23]

4- Türkiye, Gazze ablukasını kaldırmak için çok uğraşmıştır, ama buna gücü yetmemiştir, bu denebilir ve bu anlaşılabilir bir şeydir. Çünkü Türkiye’nin bölgesel ve küresel anlamda gücü bellidir. Dolayısıyla mevcut hükümet beceremedi türü eleştiriler de çok doğru değildir. Ama devletin gücü belli olmasına rağmen, halkın, gerçekleştirilmesi mümkün olmayan beklentiler içerisinde bırakılması da doğru değildir. Çünkü Türkiye, -ne yazık ki- ABD’ye rağmen bölgede, -hatta Türkiye’de- bağımsız politika üretebilecek bir güce sahip bir ülke değildir. Buna inanmayanlar, Türkiye’de gerçekleştirilen her darbe ve iç kargaşalıkların nedenlerini ve arkasındaki gücün kim olduğunu araştırabilirler.

5- Türkiye, içeride PKK terörü, dışarıda emperyal ve Siyonist destekli PYD ve Esad Rejiminin dayatması nedeniyle sıkışmış bir vaziyettedir. Kımıldayacak hali kalmamıştır. Kırmızıçizgi olarak ilan ettiği Fırat’ın batısını, stratejik müttefik ABD’nin destek ve yardımıyla PYD geçtiği halde, IŞİD de Azez’den Kilis’e her gün füze fırlatırken, bunlara karşılık vermek için burnunu bile sınır ötesine uzatamaz hale gelmiştir. Sadece 40 km’lik mesafeye fırtına obüs toplarıyla ateş edebilmektedir. Bütün uğraşlara rağmen PYD’nin, PKK’nın bir kolu olduğuna, onun da bir terör örgütü olduğuna stratejik müttefiki ABD’yi ikna edememiştir. İşte bu sıkışmışlık, Türkiye’yi bir taraftan şartları tam kabul edilmese de İsrail ile, diğer taraftan özür asla dilenmeyecek denmesine rağmen Rusya’dan özür dileyerek tekrar ilişkiye geçmek mecburiyetinde bırakmıştır. Suriye’de girilen çıkmaz ve PKK terörü dolayısıyla yaşanılan iç savaş, ABD’ye güvenmenin[24] ne kadar yanlış olduğunu bir daha göstermiştir.

6- Türkiye’ye yönelik –iç ve dış- terörün arkasındaki güçlerden birisi de Siyonist İsrail’dir. PKK’nın içeride, PYD’nin Suriye’de bu kadar azgınlaşmasının arkasında MOSSAD’ın da yardım ve desteği bulunmaktadır. İsrail ile yeniden uzlaşıldığı bu dönemde, geçmişte olduğu gibi İsrail’in kanlı örgütü MOSSAD’a ülke içerisinde büro kurma hakkı asla verilmemelidir. Bu terör örgütü ile ilişkiler en alt seviyede devam ettirilecek şekilde yeniden tanzim edilmelidir. Ayrıca Türkiye’nin hava sahasının ve özellikle de Konya’nın, Siyonist pilotların eğitim alanına dönüştürülmesine asla izin verilmemelidir.

Biz biliyor ve inanıyoruz ki, Mescid-i Aksa özgürleşmeden, ne Filistinli, ne de diğer bölgelerdeki Müslümanlar özgürleşebilir. Bu da, sadece Türkiye’nin gayretleriyle olacak değildir; ümmetin yeniden ayağa kalkmasıyla ve ilk kıblesine sahip çıkmasıyla mümkündür.  Umut ve temennimiz idrak etmekte olduğumuz bu bayram günleri ümmet olarak uyanışımıza vesile olur. Uyanan ümmetin önünde, ne Siyonist İsrail, ne de doğulu ve batılı emperyal işgalci güçler durabilir. Bu günlerin yakın olması ümidiyle!

[1] Filistinliler, her sene bu günü Nekbe/Felaket günü olarak anmaktadır.

[2] Daha geniş bilgi için bkz; Taha İslam, Genç Birikim Dergisi, Nisan 2004 s.8 vd.

[3] Adgd. s.10-11

[4] Daha geniş bilgi için bkz; http://www.sde.org.tr/userfiles/file/TURKIYE%20ISRAIL%20ILISKILERI.pdf

[5] Türkiye, o tarihlerde İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapmaktaydı.

[6] Ayrıca bkz; http://arsiv.setav.org/ups/dosya/28712.pdf

[7] Daha geniş bilgi için bkz; Ali Kaçar, Emperyal Kuşatma ve İslam Dünyası, Genç Birikim yayınları, 1. Bsk. Haziran 2011. s.379 vd

[8] http://www.haberturk.com/yazi-dizisi/haber/1262938-dunden-bugune-turkiye-israil-iliskileri

[9] Siyonist İsrail’in 31 Mayıs 2010’da gerçekleştirdiği insanlık dışı, barbarca baskında 9 Müslüman şehid edilmişti. Aynı baskında 50’den fazla da kişi de yaralanmıştı. Yaralılar arasında bulunan Uğur Süleyman Söylemez ise (24 Mayıs 2014’de) 4 yıl gibi uzun bir süre yoğun bakımda kaldıktan  sonra o da şehidler kervanına katılarak şehid sayısı 10’a yükselmiştir. Rabbim hepsinin de şehadetini kabul etsin İnşaallah!

[10] http://www.sde.org.tr/userfiles/file/TURKIYE%20ISRAIL%20ILISKILERI.pdf

[11] Komisyon başkanı olarak Yeni Zelanda eski Başbakanı Sir Geoffrey Palmer, başkan yardımcısı olarak da Kolombiya eski başkanı Alvaro Uribe görevlendirilmiştir. Komisyonda İsrail’i, İsrail Savunma Bakanlığı hukuk eski danışmanı Joseph Ciechanover, Türkiye’yi ise emekli büyükelçi Özdem Sanberk temsil etmesi kararlaştırılmıştır.

[12] http://www.sde.org.tr/userfiles/file/TURKIYE%20ISRAIL%20ILISKILERI.pdf

[13] http://haber.star.com.tr/yazar/israil-ile-ne-oldu/yazi-1121526

[14] Diğer maddeleri için bkz; http://www.aktifhaber.com/ihhdan-akpnin-israil-ile-anlasmasina-sert-tepki-gazze-ablukasi-taniniyor-1360993h.htm

[15] http://t24.com.tr/haber/ihhdan-israille-anlasmaya-tepki-saskiniz-abluka-resmilesti-kazanan-israil-oldu,347534

[16] Yeni Şafak yazarlarından Kemal Öztürk (28 Haziran’da) “Bu anlaşmayı, İsrail’e diz çöktürme, büyük zafer, muazzam bir şey gibi gösterenler de var. Yanılıyorlar… Bence anlaşma ne zafer, ne de hezimettir. Reel politik sancılı bir durum bize bu anlaşmayı imzalattı…” Akif Emre ise (28 Haziran) “Varılan uzlaşma 2010 öncesine dönüşten fazla bir boyut taşımıyor. Bu bakımdan Gazze için bir zafer kazanılmadığı gibi kuşatma altındaki hayatları devam edecek. Bunca yaşananlardan sonra bu noktaya neden gelindiği sorusu anlamlı… Gazzeliler için hayatı kolaylaştıracak çok farklı bir açılım getirmiyor bu anlaşma. Mesela Türkiye’nin şartlarından biri olan ablukanın kaldırılması, daha sonra ambargonun kaldırılmasına indirgendi ki bu da tam olarak gerçekleşmiş değil…”

[17] http://www.vahdetgazetesi.com/dunya/reddediyoruz-h82986.html

[18] http://www.diken.com.tr/israilli-yetkili-turkiye-ablukayi-kaldirmamizi-istedi-kategorik-olarak-reddettik/

[19] FİEM- http://www.haksozhaber.net/isgal-gucleri-ramazanda-330-filistinliyi-tutukladi-78650h.htm

[20]   http://www.haksozhaber.net/israil-isgal-gucleri-mescid-i-aksaya-girdi-78667h.htm

[21] http://haber.star.com.tr/dunya/israil-gazzedeki-menzili-9-milden-6-mile-cekti/haber-1121220

[22] http://mehmetefe.com/akp-israil/

[23] http://haber.star.com.tr/guncel/erdogan-pensilvanyadan-israile-karsi-bir-aciklama-duydunuz-mu/haber-912531

[24] Bkz; Ali Kaçar, Genç Birikim Dergisi, Nisan 2016, ‘ABD’ye Asla güvenilmez’ başlıklı makalesi.

 

GRUBA KATIL