Siyonist İsrail,[1] Filistin devletinin kurulmasını öngören iki devletli çözümü, mecliste yapılan oylamada reddederek böyle bir devletin kurulmasına izin verilmeyeceğini ilan etmiştir. Oysa Siyonist İsrail’in bu ilanı, malumu ilamdan başka bir şey değildir. Zaten Siyonist İsrail, Filistinlilerle barış yapmayı, dolayısıyla da işgal ettiği topraklarda bir Filistin devletinin kurulmasını hiçbir zaman kabul etmemiştir. Çünkü bu toprakların, kendilerine tanrı tarafından ‘vadedilmiş topraklar (arz-ı mevut)’ olduğuna, bu toprakların yegâne sahibinin de kendileri olduğuna inanmaktadırlar. Dolayısıyla bu toprakları, Filistinliler dâhil hiç kimseyle paylaşmayı -kendi istekleriyle- asla kabul etmeyeceklerdir. Bu nedenledir ki bu topraklarda 1948’den bu yana işgalle, katliamla ve sürgünle etnik temizliğe çalışmışlardır. Ama bugüne kadar küresel işgalci güçlerin de yardımlarına rağmen Filistinlileri, başka ülkelere tehcir etmeye güç yetirememişlerdir. 7 Ekim’de Aksa Tufanı bir daha göstermiştir ki sadece Siyonist İsrail değil, bütün gücüyle destek olan emperyal küfür güçlerine hatta bölgedeki işbirlikçi yönetimlerin gizli ve sessiz yardımlarına rağmen, bunu asla gerçekleştiremeyeceklerdir. Çünkü karşılarında, Siyonistlerin hayatı sevdiği kadar dünyayı ve içindekilerini elinin tersiyle iterek şehadeti seven -bir avuç da olsa- yiğit Filistinli Müslüman bulunmaktadır. Eli kanlı katil Menahem Begin’in[2] de dediği gibi “Ölümden korkmayan bu insanlar, ne ile ve nasıl korkutulabilir ki?” Nitekim Siyonist güçler, Gazze’de 7 Ekim’den beri işlenen bunca katliama, soykırıma, arkalarındaki küresel güçlere rağmen Hamas’a, Kassam Tugaylarına boyun eğdirememişlerdir. Hatta dünya kamuoyu nezdinde Siyonistler lanetlenirken Hamas, Kassam Tugayları destek görmüşlerdir.
Siyonistler Filistinli Mültecilerin Dönmesini Asla Kabul Etmez
Siyonist terör devleti, Filistin’in bağrına bir hançer gibi saplandığı ilk günden itibaren mültecilerin yurtlarına dönmesi ya da iki devletli çözüm için BM’nin aldığı kararların hiçbirine uymamıştır. Siyonist İsrail’in gerçekleştirdiği her katliam ve işgal, yanına kâr kalmıştır. Nitekim bunca karara rağmen 7 Ekim’den bu yana Gazze’de ve Filistin’in diğer bölgelerinde, dünyanın çeşitli bölgelerinde gerçekleştirilen eylemlere ve uluslararası bazı kurumların bağlayıcı kararlarına aldırış edilmeden insanlık dışı vahşet, soykırım devam ettirilmektedir. BM’nin Aralık 1948’de aldığı 194 sayılı kararla, ayrıca Kasım 1967’de 242 sayılı kararla Siyonistlerin işgal ettikleri yerlerden çekilmeleri ve Filistinli mültecilerin geri dönüşüne izin verilmesi istenmiş ancak bugüne kadar ne bu kararlar ne de sonraki yıllarda alınan kararlar uygulanmıştır. Çünkü uygulatma durumunda olan kurumlar, küresel işgalci güçlerin tetikçiliğini yapmaktadır. Böyle olmasaydı üzerinden şu kadar zaman geçmesine rağmen Siyonist İsrail, hem işgalde hem de Filistin’i Filistinlisizleştirmede bu kadar başarılı olabilir miydi? BM vb. uluslararası kurumlar da en az Siyonist İsrail kadar sorumlu ve elleri kanlıdır.
Peki, Siyonist İsrail’in iki devletli çözümü kabul etmeyeceği bilinmesine rağmen, başta Türkiye olmak üzere bazı ülke yönetimleri, neden hâlâ iki devletli çözümü gündeme sürekli getirmeye çalışmaktadırlar? Bunu anlamak mümkün değildir! Oysa onlar da biliyorlar ki Siyonist İsrail, bu çözümü kendi iradesi ile asla kabul etmeyecektir. Çünkü Siyonistleri durdurabilecek tek şey, sadece güçtür. Siyonist güçlerin bu tavrı biliniyor olmasına rağmen, ikili devlet çözümünü gündeme sürekli getirmelerinin nedeni dostlar alışverişte görsünden öte bir şey değildir. Ama pratiği hiç olmayan bu söylemle, bir yandan kendi kamuoylarını oyalamış oluyorlar; diğer taraftan da sanki Siyonistlere karşı Filistinlilerin yanında imiş gibi bir hava oluşturuyorlar. Ne yazık ki söylem bazında karşı çıkanlar da sessiz kalanlar da bu tavırları ile Siyonistlerin ekmeğine yağ sürerek Filistin’in tamamının yavaş yavaş işgaline destek olmaktadırlar. Oysa pratiği olmayan bu söylemin yerine yapmaları gereken -eğer samimi iseler- güç kullanmaya cesaret edemeyeceklerine göre, Siyonist İsrail’e karşı en azından farklı ama net bir tavır takınmaları ve ilişkileri bütünüyle kesmeleridir. Ancak üzülerek söyleyelim ki bu cesaret ve kararlılık, ne Türkiye’de ne de bölgenin diğer ülkelerinde vardır. O zaman bu söylemlerinin; Filistin yanlısı olan kendi halklarının gazını almak, onları teskin etmek ve bir şeyler yapıyorlar imajını vermekten başka hiçbir anlamı da yoktur.
Bölge Ülkelerinin Yönetimleri İhanet İçerisindedir
Siyonist İsrail’in bu kadar vahşileşmesinin ve Filistin’in tamamına yakınını işgal etmesinin en önemli nedeni, bölge ülkelerinin İsrail yanlısı tutum içerisinde olmalarıdır. İhanet anlamına gelen bu tutumun ilk halkasını, Ürdün oluşturmuştur. Ürdün’ün ihaneti 1948’den itibaren Kral I. Abdullah[3] döneminde başlamış ve 26 Eylül 1994’te imzalanan Akabe Antlaşması ile de resmîleşmiştir. Aslında Ürdün -İngiltere tarafından- kur(dur)ulduğundan beri bölgedeki ihanetini, pervasızca devam ettirmektedir.
İkinci ihanet ise bölgenin amiral gemisi konumunda olan Mısır tarafından gerçekleştirilmiştir. Çağın Firavun’u olarak da adlandırılan Cemal Abdünnasır’ın yerine geçen Enver Sedat’ın 20 Kasım 1977’de Siyonist İsrail’i ziyareti ve sözde meclisi Knesset’te yaptığı konuşma ile başlamıştır. Camp David anlaşması ile Mısır devlet başkanı Enver Sedat ile Siyonist İsrail başbakanı Menahem Begin arasında 12 gün süren gizli pazarlıkların sonunda 17 Eylül 1978’de, ABD Başkanı Jimmy Carter’in gözetiminde görüşmeler alenileşmiş ve 26 Mart 1979’da da sözde barış antlaşması imzalanmıştır.[4] Böylece işgalci İsrail’i devlet olarak tanıma ihanet halkasına, Enver Sedat’ın[5] başında olduğu Mısır da eklenmiştir.
Asıl ihanet ise Yaser Arafat tarafından işlenmiştir. Çünkü 1959’da el-Fetih, 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kurulmuş, Arafat da 1969’da FKÖ’nün başına geçmiştir. El-Fetih’in, FKÖ’nün dolayısıyla Yaser Arafat’ın asıl amacı; Filistin topraklarını, Siyonist işgalinden tamamen kurtarmaktı. Yani Siyonist devleti Filistin topraklarından bütünüyle def etmekti. Bu nedenledir ki FKÖ, BM’nin 1967’de aldığı 242 sayılı kararı kabul etmemişti. Çünkü bu kararı kabul etmek, Siyonist İsrail’in varlığını kabul etmek anlamına gelecekti. Ancak bu durum, çok uzun sürmemiş ve 8 Aralık 1987’de Birinci İntifada’nın başlaması ve akabinde de HAMAS’ın (Harakat al-Muqawama al-Islamiya: İslami Direniş Hareketi) kurulması üzerine Arafat, tedirgin olmuş ve ayağının altındaki zeminin kaymakta olduğunu görmüştür. Bu nedenle, alelacele 15 Kasım 1988’de –muhatap bile alınmamasına rağmen- bağımsız Filistin devletini ilan etmiş ve 13-14 Aralık tarihlerindeki konuşmalarıyla, İsrail’e “barış ve güvenlik içinde var olma” hakkını veren Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 242 sayılı kararını kabul etmiş ve “devlet terörizmi de dâhil olmak üzere her türlü terörizmi” reddettiğini açıklamıştır. Arafat’ın bu sözleri, Filistin Kurtuluş Örgütünün ana amaçlarından biri olan Siyonist İsrail’in yok edilmesinden vazgeçtiğini göstermiştir.
Bu çabalarına rağmen Arafat, Filistin adına yapılan görüşmelerde muhatap bile alınmamış ve Siyonist İsrail ile gerçekleştirilen ilk görüşme; İspanya’da, ABD ve SSCB tarafından desteklenen Madrid Konferansı adı altında 30 Ekim 1991 tarihinde başlamış ve üç gün sürmüştür. Konferansın amacı; İsrail ile Filistin, Suriye, Lübnan ve Ürdün’ün de içinde bulunduğu Arap ülkeleri arasında bir barış süreci başlatabilmekti. Ancak bu görüşmede bir sonuç alınamamıştır.[6] İkinci görüşme, İsveç’in başkenti Oslo’da yapılmıştır. Bu görüşmelerin sonucunda, 13 Eylül 1993’te, Beyaz Saray’da Bill Clinton’un şahitliğinde FKÖ lideri Arafat ve İsrail başbakanı Siyonist İzak Rabin tarafından imzalar atılmıştır. Bu görüşmede, Siyonist İsrail askerlerinin aşamalı olarak Batı Şeria ve Gazze’den çekilmesi, 5 yıllık geçiş döneminde ‘Geçici Filistin Özerk Yönetimi’ kurulması karara bağlanmıştır.[7]
Antlaşmayı imzalayan İzak Rabin, 4 Kasım 1995’te fanatik bir Yahudi tarafından öldürülmüş ve 5 yıllık süre 4 Mayıs 1999’da dolmasına ve üzerinden şu kadar zaman geçmiş olmasına rağmen Filistin devleti kurulmadığı gibi, aslında Filistin devletinin üzerinde kurulacağı işgal edilmedik toprak bile kalmamıştır. Çünkü Siyonist İsrail; bütün görüşmelere, BM’nin kararlarına rağmen işgaline devam etmiş ve onlarca yeni yerleşim yeri açarak işgalcileri yerleştirmiştir. Bu yerleşim yerleri, BM ve diğer uluslararası kurumların kararlarına rağmen ve çoluk çocuk demeden on binlerce masum Filistinli katledilmesi pahasına oluşturulmuştur. Siyonist İsrail, kınamalara ve kararlara aldırmadan hedefinden – arz-ı mevuttan- asla vazgeçmemiştir. Irkçı Siyonist güçlerin amacı, sadece Filistin’i ele geçirmek değil, batıl inançları gereği ayak bastıkları her yeri işgal ederek buralarda yaşayan halkları köleleştirmektir.
Bunu anlamayan, basiretsiz Arafat ise ömrünün kalan bölümünü, İsrail ve ABD’nin, kendi kurduğu ‘devletçiği’ tanıması için geçirmiştir. Aslında bu, Arafat’ın Siyonist İsrail’in ‘arz-ı mevut’[8] politikasını anlamadığını göstermektedir. Zehirlenerek öldürüldükten sonra yerine geçen Mahmut Abbas da aynı politikayı devam ettirmiştir. Hatta Mahmut Abbas, daha da ileri giderek kurulacak Filistin Birlik Hükümetinde İsrail’i açıkça tanımayan herhangi bir bakanın atanmasını kabul etmeyeceğini duyurmuştur.[9] Bu politika nedeniyle Hamas’ın, 2006 seçimlerinde tek başına iktidar olacak kadar milletvekili çıkarıp hükümeti kuracak bir güce kavuşmasına rağmen, Siyonist İsrail ve ABD ile birlikte hareket edip bu başarıyı tanımamış, Filistin’in, Batı Şeria ve Gazze olarak ikiye bölünmesine neden olmuştur.
Hamas’ın şimdiki siyasi lideri İsmail Heniye ise 7 Aralık 2017’de “Araplar ve Müslümanlar, merkezinde Kudüs’ün olduğu bu yol ayrımından geçiyor.” diyerek “Kudüs birdir. Doğusu ya da batısı diye bir şey yok. Kudüs, Filistin devletinin Arap, Filistinli ve İslami başkentidir.” dedikten sonra “Ben bugün Filistin’in de bir olduğunu ve denizden ırmağa kadar birleşmiş olduğunu söylüyorum. İki devlete ya da yapıya bölünemez. Filistin ve Kudüs bizimdir. İşgalin meşruluğunu ve İsrail’in başkente sahip olmak için Filistin topraklarındaki varlığını tanımıyoruz.”[10] diyerek bu kararlığı bir daha göstermiştir.
Siyonist İsrail İki Devletli Çözümü Reddetti
Siyonist İsrail, işgal ettiği topraklarda Filistin diye bir devletin varlığını hiçbir zaman kabul etmemiştir. Şimdiye kadar bunu, işgalleri ve katliamları ile göstermiş, şimdi ise bunu açıktan ilan etmiştir. Dolayısıyla tuhaf olan bir durum yoktur. Bu tavırlarını açığa çıkaran ise 18 Temmuz 2024’te işgalci terör devletinin eski adalet bakanı Gideon Saar’ın “Yeni Umut Partisi” ve “Birleşik Sağ Partisi” tarafından verilen “Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkan” önergesi olmuştur. 18 Temmuz’da mecliste yapılan oylamada bu önerge, 9’a karşı 68 oyla kabul edilmiştir. Böylece Siyonist işgalci devlet bu kararla, bugüne kadar katliam ve işgalleri ile devam ettirdiği asıl amacını, BM’nin kararlarına rağmen açığa vurmuştur. Bu karar üzerine Hamas’tan yapılan açıklamada, “Siyonist Knesset’te Filistin devletinin kurulmasına karşı çıkan önergenin kabul edilmesi, Filistin topraklarında hiçbir meşruiyeti olmayan işgalci bir tarafın verdiği geçersiz bir karardır.” ifadeleri kullanılmıştır. Ayrıca: “Filistin halkımızın, Siyonist terör hükümetinin kendisine karşı yürüttüğü faşist imha savaşı karşısında direnişini, mücadelesini ve meşru savunmasını sürdüreceğini teyit ediyoruz. Bu karar, uluslararası topluma bir meydan okuma mesajı ve BM Genel Kurulunun Filistin’e, BM’ye tam üyelik verilmesini destekleyen kararlarının hafife alınması anlamına geliyor.” denmiştir.
Aslında başkenti Doğu Kudüs olan iki devletli çözüm isteyenler; kukla, laik ve silahsızlandırılmış, başında da azgın Siyonist ve BAE’nin -daha doğrusu Kushner’in-[11] tetikçisi Muhammed Dahlan’ın[12] olduğu bir hükümet istemektedir. Eğer İzzeddin el-Kassam Tugayları, 7 Ekim’de Aksa Tufanı’nı başlatmamış olsaydı bu kukla devlet, Türkiye’nin garantörlüğünde kurulacaktı. Bu plan, Yeni Delhi’de G20 zirvesinde karara bağlanmıştı. İsrail cumhurbaşkanı, Ankara’ya bunun için gelmişti. Erdoğan, ABD’de BM Genel Kurulunda Netanyahu ile bunun için buluşmuştu. Netenyahu Ankara’ya gelecek, Erdoğan da Kudüs’e gidecekti. Türkiye, bu barış planının mimarı ve garantörü olacaktı. Ne de olsa Erdoğan, Büyük Orta Doğu Projesi’nin (BOP) eş başkanıydı. Bu plan çerçevesinde Hamas yetkilileri, Ankara’da FKÖ temsilcileri ile bir araya getirilmişti. Kurulacak devlet, FKÖ’nün kuracağı devlet olacaktı. Gazze’deki Hamas üyeleri, tehcir edilecekti. Türkiye’ye, 1 milyon Gazzelinin gelmesi bekleniyordu. El-Kassam, tasfiye edilecekti. Diasporadaki Filistinlilerin geri dönüşü de yoktu bu planda. Abbas gönderilip Dahlan’ın başkanlığında, silahtan arındırılmış bir Filistin kurulacaktı. Hatta barış görüşmeleri sırasında Filistin devleti için; Lübnan, Suriye, Ürdün ve Sina’dan toprak talep edilecekti. Bugün İsrail işgali içindeki Filistinli öbeklerin bu yeni topraklara iskânı da söz konusu idi.[13] 7 Ekim Aksa Tufanı, Filistin halkına rağmen, Filistin topraklarını Siyonistlere peşkeş çekenlere, unutamayacakları iyi bir ders vermiştir.
Sonuç olarak İsrail’in iki devletli çözümü kabul etmesi, arz-ı mevut hedefi ve Siyonistlerin umutlarını yok etmesi anlamına gelecektir. Çünkü
- 1948’den beri yurtlarından zorla çıkarılan ve çeşitli ülkelerde yaşamak zorunda bırakılmış 6-7 milyon civarında Filistinli mülteci bulunmaktadır. Siyonist İsrail, BM’nin Aralık 1948’de aldığı 194 sayılı kararı bugüne kadar uygulamadığı gibi, bugünden sonra da asla uygulamayacaktır. Çünkü bu mültecilerin dönmeleri gereken yerlere, yüz binlerce Yahudi yerleştirilmiştir. 242 sayılı BM kararına göre Doğu Kudüs, Gazze ve Batı Şeria’nın Filistin’e bırakılması gerekirken bugün buraların tamamına yakını işgal altındadır. Siyonist İsrail’in, buralarda yaşayan Yahudileri çıkartması mümkün değildir. Bugün 300 binden fazla Yahudi, Batı Şeria’da, 200 binden fazla Yahudi de Doğu Kudüs’te -aslında Filistinlilere ait topraklarda- işgalci olarak yaşıyor. Batı Şeria’nın %42’si şu anda fiilî olarak Yahudilerin kontrolü altında. Buna, Siyonist İsrail’in istediği zaman güvenlik çemberine alabileceği yerleri dâhil etmiyoruz. Bu şartlarda diyelim ki barış imzaladınız. Bir Filistin devleti kurulacak; peki, nerede kurulacak? %42’sini işgal ettiğiniz bir yerde nasıl böyle bir devlet kurabilirsiniz? 500-600 binden fazla kişiyi kısa vadede çekmek mümkün değil, uzun vadede de mümkün görünmüyor.
- Doğu Kudüs’ün statüsü meselesi de Siyonist İsrail’in barışa yanaşmasını engellemektedir. Çünkü BM’nin 242 sayılı kararı, Siyonist İsrail’in 1967’den önceki sınırlara çekilmesini ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulmasını öngörmektedir. Siyonist İsrail, 1967’den bu yana bu kararı kabul etmemiş ve uygulamamıştır. 8 Haziran 1967’de, Doğu Kudüs’ü idari olarak kendisine bağlamıştır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ise Siyonist İsrail’in yetki alanının geçersiz olduğunu söylemiştir. Siyonist İsrail, ısrarını devam ettirerek 1980’de Knesset, “Kudüs Yasası’nı” İsrail Temel Yasası’na ekleyip Kudüs’ün tam ve birleşik olarak İsrail’in başkenti olduğunu deklare etmiştir. Bu yeni kanunla, Doğu Kudüs resmen, Siyonist İsrail tarafından ilhak edilmiştir. BM üye devletlerinin ve uluslararası örgütlerin çoğu İsrail’in, 1967’de Altı Gün Savaşı’yla Doğu Kudüs’ü kontrol altına almasını, 1980’de yürürlüğe koyulan ve Kudüs’ün bir bütün olarak İsrail’in başkenti olduğunu öngören Kudüs Yasası’nı tanımamaktadır. Siyonist İsrail, BM’nin diğer kararlarında olduğu gibi, Doğu Kudüs ile ilgili kararını da kabul etmemiştir. Filistin devleti ise Doğu Kudüs’ü başkent ilan etmiştir. Siyonist İsrail, diğer konularda olduğu gibi, Kudüs konusunda da Uluslararası kuralları yok saymaktadır. Siyonist İsrail’in Kudüs konusundaki bu ısrarı, BM’nin öngörmüş olduğu ikili devlet formülünü çıkmaza sokmaktadır. Dolayısıyla da barış mümkün olmamaktadır.
- Yahudi yerleşim yerlerinin genişletilmesi, işgalin ilk gününden itibaren ara verilmeksizin devam etmektedir. Siyonist İsrail’in yerleşim yerleri oluşturmadaki amacı, aslında bütünüyle Filistin’i Yahudileştirmektir. Bugün Doğu Kudüs’te, Batı Şeria’da yüzlerce yerleşim biriminde 600 binden fazla Yahudi yerleşimci için konutlar yapılmış ve bu sayı yeni yerleşim yerleriyle birlikte gittikçe artmaktadır. Siyonist İsrail yönetimi istese bile Siyonistleri bu yerleşim yerlerinden çekmekte zorlanacaktır. Nitekim Siyonist İsrail, Altı Gün Savaşı’nın ardından yoğun olarak doldurduğu yerleşim bölgelerini iki kez boşaltmıştır. İlk olarak Camp David görüşmelerinin ardından İsrail ve Mısır arasında 1979’da, Washington’da imzalanan barış anlaşması uyarınca İsrail, Sina Yarımadası’ndaki 18 yerleşim birimini 1982’de boşaltmıştır. Siyonist İsrail askerleri, Yamit’teki yerleşimcileri zorla tahliye etmiştir. Bu girişim, Yahudi yerleşimciler tarafından tepkiyle karşılanmış ve Siyonist İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), söz konusu bölgeleri zor kullanarak boşaltmaya çalışmıştır.
İkinci boşaltma ise Siyonist İsrail’in 2005’teki ‘Tek Taraflı Geri Çekilme’ planıyla Gazze Şeridi’ndeki yerleşim bölgelerinde olmuştur. Ağustos 2005’te başlayan girişimle, bölgedeki tüm İsrail vatandaşları ve güvenlik güçleri geri çekilirken sürecin tamamlanması, 12 Eylül 2005’te mümkün olabilmiştir. Çekilme planı, İsrail kamuoyunda büyük tepkilere yol açmış ve silah zoruyla bölgeyi terk etmeye zorlanan yerleşimcilerin sert direnişiyle karşılaşmıştır.
Sonuç olarak Siyonist İsrail, barıştan anlamaz. Siyonistler ve destekçisi güçler, bir tek şeyden anlar, o da güçtür. Bu güç olmadan yapılan görüşmeler, sadece Siyonistlere fırsat ve yeni işgaller için zaman kazandıracaktır. Aksa Tufanı sonrasında ateşkes konusunda yapılan sayısız ve sonuç vermeyen görüşmeler de bunu göstermektedir. Üstelik bu tür görüşmeler, Siyonist İşgalci İsrail’i anlamamak anlamına gelir. Buna ise hiç kimsenin hakkı yoktur. Çünkü bu; katledilen, yurtlarından sürülen, zindanlara atılan, işkencelere tabi tutulan binlerce, milyonlarca Filistinliye ihanet olur. O hâlde yapılacak bir tek şey var, o da ne pahasına olursa olsun Siyonist işgalci İsrail’i ve onun destekçisi ülkeleri bu topraklardan kovmak için mücadele etmektir. Bunun dışında başka bir yol da yoktur.[14]
Bu mücadeleyi, bugün İzzeddin el-Kassam Tugayları vermektedir. Bütün küresel küfür güçlere ve bölgedeki hain, işbirlikçi, uşak ruhlu yönetimlere rağmen, 7 Ekim’den beri bu topraklarda çok az rastlanan tarzda bir mücadele verilmektedir. Üstelik yokluk ve yoksunluğa ve karşılarında insanlıkla ilgisi olmayan emperyal güçlerin ölüm kusan imkânlarına rağmen, destansı bir mücadele verilmektedir. Bölge ülkelerinin kimi yöneticileri sadece konuşurken kimileri de aba altından sopa göstermelerine ve harekete geçmemelerine rağmen bu mücadele yürütülmektedir. Lübnan Hizbullah’ı ise Siyonist İsrail’in en kritik bölgelerinin sadece dronlarla tespitini yapmakla meşgul. Ne yazık ki 7 Ekim’den beri kendisinden beklenen tavrı, üst düzey komutanları öldürülmesine rağmen ortaya koyabilmiş değildirler!
Bu mücadelede farklı tavır sergileyen, Yemen’deki Husilerdir. Siyonistlerin kalbi mesabesindeki Tel Aviv’e ilk saldırıyı gerçekleştiren de yine Husiler olmuştur. Husiler, Kızıldeniz ve Babu’l-Mendeb Boğazı’nda Siyonistlerle bağlantılı gemilerin geçmesini engelleyerek Siyonist İsrail’i ticari anlamda zor durumda bırakmışlardır. İşgal topraklarında ve önemli liman kenti olan Eilot’ta ticaretin %85 civarında azalmasının nedeni, Husilerin Kızıldeniz’deki saldırıları olmuştur. Husiler, bu saldırılarını hangi amaçla yaparlarsa yapsınlar, anlamlı ve önemlidir. Bugün Gazze’de, Siyonist katillerin arkasındaki küresel küfür güçleri, her gün masum insanları katlederken Siyonistlere atılan her taşın anlamı ve önemi vardır.
Ali KAÇAR
[1] Yahudilik öğretisi, ötekileştirdiği insanlar için “goy” tabirini kullanır. Tahrif edilmiş Tevrat’ta da bolca geçen bu kelime; Arap, İngiliz, Kürt, Türk, Fransız, Hindu fark etmeksizin İsrailoğulları dışındaki tüm insanları tavsif etmek için sarf edilir. Goy ifadesinin çoğul şekli olan Goyim, Talmud kaynaklı Yahudi inancına göre aslı hayvan olan insan demektir. Nitekim Yahudiliğin biricik Tanrısı Yahve (Yehova), Yahudi ırkını özene bezene yaratmış, ardından da onlara layıkıyla kölelik etsinler diye Goyim’i yaratmış. Bundan ötürü gerçek insanlar sadece ve sadece Yahudilerdir. Uzun lafın kısası tüm Goyimler yani Yahudi olmayanlar, -bunların Müslüman, Hristiyan, Budist, ateist olması fark etmez- Yahudilere hizmet etmek için yaratılmışlardır. Yahudilerin savunma bakanı Gallant da kendisini tarif edercesine “İnsansı hayvanlarla savaşıyoruz ve ona göre hareket edeceğiz.” sözleri de bu sapık inançtan kaynaklanmaktadır. Daha geniş bilgi için bkz. https://www.habervakti.com/goyim-asli-hayvan-olan-insan#
Dolayısıyla Yahudi’nin Siyonist olanı ya da olmayanı yoktur. Çünkü Kur’an-ı Kerim, Yahudileri Siyonist olan ya da olmayan diye ayırmıyor. Onların -Hristiyanlar da dâhil olmak üzere- hiçbirini dost edinmeyin, buyuruyor (Maide, 5/51-52).
[2] Menahem Begin, Beyaz Rusya Yahudilerinden olup eli kanlı bir Siyonist’tir. Filistin topraklarında kanlı eylemleri gerçekleştiren Irgun terör örgütünün liderlerindendir. Parti kurmuş, bugünkü Likud Partisinin temellerini o dönemlerde atmıştır. Menahem Begin için İsrail halkının vatanı, Akdeniz’den Ürdün’e dek uzanan topraklardır. Bu nedenle, Filistin topraklarında bir Filistin devletinin kurulmasına, BMGK’nin 1967 Kasım tarihli 242 sayılı kararına da karşı çıkmıştır. 1977’de başbakan olmuş, Temmuz 1977’de ABD başkanı Jimmy Carter’la, Kasım 1977’de Kudüs’te Enver Sedat’la görüşmüştür. Lübnan’da, Suriye’de ve Filistin’de başbakanlığından önce de sonra da meydana gelen birçok katliamın ve işgalin önde gelen sorumlularındandır.
[3] Kral Abdullah, Ürdün’ün ilk kralıdır. Abdullah, ihanetinden dolayı öldürülmüş; yerine Talal Bin Abdullah (20 Temmuz 1951-11 Ağustos 1952) geçmiştir. Talal Bin Abdullah’ın yerine 16 yaşındaki oğlu Hüseyin Bin Talal (11 Ağustos 1952-7 Şubat 1999) geçti. Kral Hüseyin’in ölümüyle de halen krallık görevini yerine getiren II. Abdullah Bin Hüseyin geçmiştir. Şerif Hüseyin’den beri bu aile, Müslümanların aleyhine faaliyet göstermiş, ihanet içerisinde olan bir ailedir.
[4] Bu antlaşmadan dolayı Arap ülkeleri ve Filistin Kurtuluş Örgütünün (FKÖ) Mısır’a tepkisi, çok sert olmuştur. FKÖ lideri Yaser Arafat, “Bırak istediklerini imzalasınlar, sahte barış uzun sürmez.” ifadelerini kullanmış ve ardından Enver Sedat “hain” ilan edilmiştir.
[5] Enver Sedat, bu ihanetin bedelini 6 Ekim 1981’de canıyla ödemiştir. Bu suikast, Mısır İslami Cihat mensubu Teğmen Halid el-İslambuli ve arkadaşları tarafından, bir tören esnasında gerçekleştirilmiştir.
[6] Madrid Konferansı’nın önemli maddeleri şöyleydi: 1. Madrid Konferansı BM Güvenlik Konseyinin 242 ve 338 no’lu kararlarına (barış karşılığında topraklardan çekilme) dayanarak adil, sürekli ve kapsamlı bir barış çağrısında bulunmaktadır. 2. Silahların kontrolü, ekonomik gelişme, su, mülteciler ve çevre konularında iki taraflı görüşmelerin başlatılmasını öngörmektedir. 3. Filistinliler için geçici kendi yönetimleri ile başlayan ve sürekli kendi yönetimleri ile sonuçlanacak iki aşamalı görüşme kavramının oluşturulmasını kararlaştırmaktadır (Filistin Ortadoğu’da Bitmeyen Varoluş Mücadelesi, İHH Yayınları, tarihsiz, s. 75).
[7] Kudüs’ün İşgalindeki İhanetler Zinciri, daha geniş bilgi için bkz. http://www.gebisdem.com/dogu-kudus-filisitinin-baskentidir/
[8] Kurulacak Siyonist devletin sınırları, muharref Tevrat’ta şöyle belirtilmektedir: “Ayak tabanınızın bastığı her yer sizin olacak. Sınırsız çölden, Lübnan’dan, ırmaktan ve Fırat Irmağı’ndan garp denizine kadar olacaktır. Önünüzde kimse duramayacak, Allah’ınız rab ise söylediği gibi dehşetinizi ve korkunuzu ayak basacağınız bütün diyar üzerine koyacaktır.” Daha geniş bilgi için bkz. https://www.gencbirikim.net/israilsiz-filistine-dogru/
[9] https://turkish.aawsat.com/2017/10/article55363429/abbas-yeni-filistin-hukumeti-israili-taniyacak
[10] https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201712071031299238-hamas-haniye-intifada/; http://www.milligazete.com.tr/haber/1437483/haniye-bati-ve-dogu-kudus-yok-tek-kudus-var
[11] Jared Kushner, Trump’ın damadı ve başdanışmanı; Suudi veliahdı Muhammed Bin Selman’ın, BAE’nin veliaht prensi Muhammed Bin Zayed’in ve tetikçi Muhammed Bin Dahlan’ın yakın dostudur. Katar krizi sonrasında M. Bin Selman’ın veliaht olmasında ve Suudi’de başlayan değişimde etkili olan isim. Aynı zamanda Ağustos 2020’de başlayan İbrahim anlaşmalarının kilit ismi de yine bu Siyonist’ti. Jared Kushner, Yahudi bir aileye mensup olup Netanyahu’nun yakın dostudur. Netanyahu’nun ABD ziyaretinde Kushner ailesinin evinde kaldığı hatta damat Kushner’in odasında uyuduğu bilinmektedir.
[12] Dahlan’ın, Yaser Arafat’ı zehirlediği iddia edilmiştir. Orta Doğu’nun “karanlıklar prensi” olarak adlandırılan Dahlan, FETÖ ile ilişkili olup Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimininde de etkin rol oynamıştır.
[13] Abdurrahman Dilipak ile yapılan “Başkenti Doğu Kudüs Olan Filistin Devleti Tuzaktır” başlıklı röportaj için bkz. https://www.timeturk.com/gundem/dilipak-uyardi-baskenti-dogu-kudus-olan-filistin-devleti-tuzaktir/haber-1789746
[14] https://www.gencbirikim.net/siyonist-israil-filistinde-asla-baris-istemez-ali-kacar/