Simgeler ve İzdüşümü
Arşiv Genel Yazarlar

Simgeler ve İzdüşümü

Yerleri ve gökleri bir hesap ve düzen üzere yaratan Allah’a hamd olsun. Hata ya da sapma arayan gözler, her seferinde aradığı kusuru ve sapmayı bulamadan sahibine, bitkin ve umudunu kesmiş olarak geri döner. Her şeyi yaratan Allah’ın şanı çok yücedir.
Yetimliği ile mahzun, şefkati ile fedakâr, tefekkürü ile bilge, tebliği ile rehber ve risaleti ile önder olan Hz. Muhammed’e (sav) salat ve selam olsun.
Hayatımızda simgeler, semboller ve formüller, büyük bir yer tuttuğu gibi önemlidir de. Harfler, rakamlar ve formüller, birçok problemi ya da çözümlerini anlamamıza ve anlatmamıza büyük ölçüde yardımcı olur. Yüce Allah’ın (cc) yaratmasında da ölçüler, rakamlar ve formüller vardır. Hatta ses tonumuza, bakışımıza, mimik ve jestlerimize anlamlar yükleyip muhatabımıza uzun uzun anlatacaklarımızı, kısaltarak anlatabiliriz. İşte bütün bunlar, bir anlatının kısaltılmış ve karşı tarafa aktarılış şekli olabilir.
Kaşlarımızı çatarak sinirli olduğumuzu belli ederiz ve birçok cümle kurmak yerine, kendimizi çok net bir şekilde anlatmış oluruz ya da bakışlarımıza yüklediğimiz birçok mana vardır ve muhatabımıza bir bakışta hislerimizi anlatmış oluruz. Ses tonumuz, eğitim seviyemizden tutun da ruh hâlimizi, heyecanlı olup olmadığımızı, bahsettiğimiz konu üzerindeki hâkimiyetimizi ve daha birçok manayı içerir ve karşı tarafa aktarır.
Başka bir örnek verecek olursak tarihî eserlere baktığımızda çoğu zaman bir hikâye ile karşılaşırız. Mimar ya da ustabaşı, bir hikâyeyi eserine işlediği simgelerle anlatmaya çalışır. Aslında mimar ya da usta, uzun uzun anlatacağı bir hikâyeyi hem çok kısa bir yöntemle anlatmış olur hem de hikâyesini eseriyle birlikte gelecek nesillere aktarmış olur. Bunun yanı sıra yaşadığı olayın, onun için ne kadar önemli olduğunu anlarız. İşte evren de böyle şifreler, formüller ve hesaplar üzeredir: “Şüphesiz biz, her şeyi bir ölçü ile yarattık.” (Kamer, 49).
Bu ölçü; neyin, nerede durması gerektiğinin; neyin, neye yaradığının ve eylem=sonucun ölçüsüdür. Bu ölçüyü doğru okumak; okuyana, başarıyı ve hedeflenene en güzel bir biçimde varmayı getirecektir. İş-oluş-sonuç ilişkisi, son derece önemli bir denklemdir. Sonunun nereye varacağını bilmediğimiz, Amaçsız eylemlerden sonra, olumlu sonuç beklemek, ölçüyü bilmemenin sonucudur ya da ölçüyü yanlış yorumlamanın.
Çok basit ve önemsiz gibi gözüken, rutin hâline gelmiş davranışlarımız, yukarıda bahsettiğimiz denklemin dışına çıkarsa mutlak karşılıksız kalacaktır. Yapılan eylem, eda edilen bir ibadet; amacını, içeriğini yitirmiş ise sonucu, beklediğimiz gibi hatta vadedilen gibi olmayacaktır.
Sosyoloji, gündelik yaşamı ele alır ve rutin hâline gelmiş davranışlarımızı inceler. Mesela her sabah; yeni bir gün, yeni bir başlangıç, yeni bir zaman dilimi ve yeni bir hayat sunmasına rağmen biz, dünkü ve daha önceki günlerde yaptıklarımızı yapmaya devam ederiz bu ise bize bir şey katmadığı gibi, hayatımıza yenilik ve anlam getirmez. Davranışlarımız, bir alışkanlığın ötesine geçmez. Alışkanlık hâline gelen bu davranışlar, değer kaybına uğrayarak gündelik hayatımızda zoraki bir eylem olarak yerini alır. Oysa rutinler, insanı yorar; hayatımıza yük olarak eklenir. Yapılan her iş; bir anlam, bir kazanç yüklemiyorsa insana, yük olarak kalıyor. Bilgi; amacına ulaştırmıyor, insana değer katmıyor ve toplumu faydalandırmıyor ise yüktür.
“Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.” (Cuma, 5).
Bilgi; salt yazıdan, sembollerden, harflerden ve kâğıttan ibaret değildir. Hikmeti, hükmü, anlamı ve hayat bulmuş şekli vardır. Bunu, daha başka birçok fenomen için de söyleyebiliriz. Aslında bütün dinlerdeki hedef, insanı bedenen ve ruhen bir tatmin ve mutluluk noktasına ulaştırmak olsa da bunu başarmak, sunulan argümanların da etkin rolünden ötürü öyle kolay olmamıştır. Dengede olan bir inanç, beşerin üstünde bir akıldan beslenmeli. Aklın ürünü olan dinlerde, böylesi tutarsızlıklar çokça görülür. Bu tutarsızlıklar, tam da bu noktada simgeler ve şekillere sığınarak içeriği teğet geçerler. Bir inanışın başına gelebilecek en büyük musibetlerden biridir, içi boş olan şekiller. Örneğin özünde ilahi bir kaynak olmasına rağmen, aklın karıştığı Hristiyanlık, kendini çarmıh ile ifade ederken bütün ritüellerini bu ifade etrafında şekillendirir. Hz. İsa’nın (as) çarmıha gerilerek sonraki bütün takipçilerinin günahlarının kefaretini ödediğini kabul etmekle birlikte, ibadet günü olarak tayin ettikleri haftanın bir günü, para karşılığında, sembolik olarak günah çıkarırlar. Böyle bakış açısı olan bir dinin takipçileri için şekil, önemlidir. O şeklin etrafında olmak, boynunda şeklini taşımak, yeterlidir ve hayatında bu inançtan arta kalanı istediği gibi yaşayabilir.
Aynı şeyi Yahudilik için de söyleyebiliriz. Vadedilmiş kabul ettikleri bir coğrafyada, yıkılıp yok olan Süleyman mabedini, (şeklen) yeniden inşa edip bir krallık kurmak için, milyonlarca masuma kıymaktan imtina etmediler. Daha derinlemesine incelendiğinde sadece şekle indirgenmiş ibadet adı altında birçok vahşetle karşılaşıyoruz. Sonuçta, bütün hayata müdahil olan ve insanın yaşamındaki her ayrıntıya bir mana yükleyen o kutsal dinden ve yaşam tarzından geriye sadece bir “isim” kalıyor. Artık sadece ismen o dinin mensubu oluyor, sadece ismen bir aidiyet oluşuyor.
Dinlerin, oluş sebepleri ile sonuçları arasında oluşan bu uçurumun, belki de en büyük sebebi, budur. İçeriği boş, ritüelden öteye geçmeyen, bazen gelenekselleşmiş, bazen ırkçılığa dönüşmüş, bazen kendini avutma adına günah çıkarma günleri ya da gecelerine sığınarak giyim kuşama sıkıştırılmış bir din anlayışı…
İslam, son gönderilen din olması hasebiyle yüce Allah tarafından korunmaya alınmış bir kitaba sahiptir. İslam, insanı ve eylemlerini her açıdan dikkate alır. Eylemin sonucunda, insanın kazancını ve zararını haber verir. Yapılan her ibadette, varılmak istenen bir sonuç vardır. Ve bu sonuç, her anlamda olumluluk üzerine bina edilmiştir.
İslam’a göre amel, sadece şekil ve sembolden ibaret değildir. Kur’an-ı kerimin birçok yerinde, bundan bahsedilir. Semboller, sadece amelin bedenini oluşturur. Ruhu ise ameli işleyen kişide hayat bulur ve yaşayan bir organizma ya dönüşür.
Amel, hayattır İslam için. Beden ve ruha sahip bir hayat. Canlılara ve evrene kurtuluş vadeden bir hayat. Irklara, zenginliğe, makama, soya, statüye bakılmaksızın ortak bir noktada yaşanması gereken bir hayattır, İslam.
Müslümanlar olarak bizlerin her ibadetinin altında, sadece ameli işleyene değil, çevresindeki herkese bir fayda vardır. Yüce Allah’ın (cc), müminlerin bütün çalışmalarını ibadetten saymasından bile faydalı olma ilkesi, anlaşılabilir. İnsanın ruhunda ve davranışlarında etkili olmayan ibadetler, belki de azaba uğrama sebebidir. Çünkü ibadet hem ruhu hem de bedeni eğiten bir yöntemdir.
“Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 45).
Şimdi İslam’da; simgeler, şekiller ya da sembollerin hayatımızda bırakması gereken izlere bir bakalım. Daha önce de söylendiği gibi İslam, bir inanıştan öte, bir yaşama biçimi, hayatımızın her alanına yayılmış bir bakış ve kavrayıştır. Bu demek oluyor ki davranışlarımız, kaynağını İslam’dan almalı ya da İslami ilkeler, davranış ve ahlak hâline gelmeli.
İbadetlerimizde varılmak istenen sonuç, sahip olduğumuz beden, ruh ve aklı bir bütün hâlinde harekete geçirerek istenen insan modelini topluma sunmaktır. Yoksa yüce Allah’ın, hiç kimsenin ibadetine ya da malına ihtiyacı yoktur. Burada muhtaç ve eksik olan, yine insandır.
İslam’ın emrettiği ya da tavsiye ettiği bütün ibadetlerde, iki yön vardır: Birincisi, yapılış şekli ve rükünleri; ikincisi ise insana ve topluma katması gereken değerler ve düzenliliktir. Mesela hac ibadeti, tamamen semboller bütünüdür. Her rüknün altında bir anlam ve hakikat vardır. Hac ibadetini yerine getiren bir Müslüman için hayat, eskisi gibi olmamalı. Bütün renklerin, ırkların, dillerin ve coğrafyaların tek bir renkte, tek bir yapı etrafında aynı duygularla birleşmesi, derin bir mesaj taşıyor.
Sonra kurban kesmek… Sadece et bayramı ya da ihtiyaç sahiplerini doyurma amacı gütmez. Kaldı ki Allah’ın (cc) da böyle bir şeye ihtiyacı yok. Peki, nedir amaç? “Elbette kurbanların ne etleri ne kanları Allah’a erişir (Allah katında makbul olmaz). Fakat Allah’a sizden ancak takva (halis ve kâmil ibadetler) ulaşır. İşte kurbanlıkları böyle, sizin emrinize bağladı ki size, doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı, tekbir getirerek yüceltesiniz. Ey resulüm, ihlasla güzel iş yapanlara (cenneti) müjdele.” (Hac, 37) Gönülden boyun eğmek; aklen, ruhen ve bedenen, bir bütün hâlinde davranmaktır, takva sahibi olmak.
Sonra namaz, eğilip kalkmaktan ibaretse, şekilden öteye geçmiyorsa ağırlık ve yüktür. “Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz huşu duyanların dışındakiler için ağırdır (bir yüktür).” (Bakara, 45). Yük, insanı yorar. Yorularak yapılan şey, hele karşılığı ahirette ise gönülsüz ve faydasız hâl alır. Böyle bir amel, hiçbir şeye fayda sağlamadığı gibi, sahibine zarar verir. İnsan, kendinden bir parça olmayan şeyleri taşırsa yorulur. Kendinden olan içselleşmiş bir amelin insanı yorması, mümkün değildir. İşte bu yüzden diyoruz; ibadetler, Müslümanlar için mükâfat beklentisinin ötesine geçip yaşama biçimi olmalı. İnsanın aklı, bedeni ve ruhu ile bütünleşip tek vücut gibi hareket eden ameller, huşu getirecektir. Huşu, bu denklemin aldığı ortak kararın ürünüdür. Huşu ile yapılan her amel, insanın, özgürlüğünü ve kurtuluşunu daha dünyada iken tamamen hissetmesini sağlar.
Başka bir örnek, oruç tutmak…. Senenin belli bir ayında, belirli saatlerde insanın; yeme, içme, cinsi münasebet gibi bazı gereksinimlerinden uzak durmasıdır. Orucu, böyle tarif edersek gerçekten orucu tarif etmiş olur muyuz? Mesele, sadece midemizi terbiye etmek mi ya da davetler düzenleyip birbirimizin karnını, gösteriş yaparak doyurmak mı? Böyle kadim bir ibadetin altında, bildiklerimiz kadar bilmediğimiz faydaların olduğu muhakkak.
Milyonlarca insanı, tek bir işaretle yemeden içmeden kesip yine tek bir işaretle harekete geçiren güç, övülmeye layıktır. Oruç tutmanın elbette akla, bedene ve ruha büyük faydaları vardır. Ama ritüele dönüşmemiş, geleneğin altında ezilmeyen ve mecburiyetten tutulmayan bir oruç olursa bu faydaları görebiliriz. Tıpkı diğer İbadetlerimizdeki gibi… Hak, gücünü saf oluşundan alır, demiştik bir yerde. Hakka batıl karışırsa -az bile olsa- gücünü ve etkisini çeker, alır o işten. Yapılan amel, artık selin getirdiği çer çöp gibi olur. Bu çer çöp, nasıl suya yük oluyorsa ruhunu yitirmiş ibadetler de insan için yüktür.
Sözün kısası, ibadetlerimiz bizde hayat bulursa biz de ibadetlerimizde hayat bulmuş oluruz. Her ibadetimiz; bizi yeniler, onarır ve güçlendirir.
İz, aslını temsil eder. Hayatımızı etkileyen izler, bizi hakikate götürmüyor ise izi bırakana bakmak gerekir.
Erdal TUĞRUL

GRUBA KATIL