Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. O ki (cc) insana bilmediğini öğretendir. İnsan, Allah’ın (cc) lütfu ile bilinç ve sorumluluk sahibi olan, seçkin bir canlıdır. Her canlının, sahip olduğu donanım nispetinde görev ve sorumlulukları vardır. Bizler, insan olmamızdan dolayı türümüze has, bizi biz yapan davranışlara sahibiz. Bu davranış ve tutumlarımız, insan olma özelliğimizin sonucudur ve insanı diğer canlılardan ayırır. Bu görevlerden ya da fıtrattan gelen insani vasıflardan yüz çevirip başka bir yol tutmak elbette ki mümkündür. Bu durumda insan olma kalitemizde kayıplar yaşamamız kaçınılmaz olur ve zamanla diğer canlılara benzeriz. Kur’an-ı Kerim, bu gibi kayıpları, bize birçok yerde bildirerek insanı, Allah’ın (cc) yarattığı fıtrat üzere kalmaya çağırır. Hatta o kadar ince ayarlar yapar ki ses tonumuza bile bir ölçü getirir.
“Yürüyüşünde ölçülü ve dengeli ol, konuşurken de sesini ayarla. Unutma ki seslerin en beğenilmeyeni eşeklerin sesidir.” (Lokman, 19)
İçten dışa doğru bir eğitim sistemi benimseyen İslam, Müslümanların örnek bir insan, örnek bir toplum olmasını murat eder. İslam’ın iç eğitiminden geçmeden, kendini İslam ahlakı ile ahlaklandırmadan ümmet olma bilincini oluşturmak, neredeyse imkânsızdır.
İslam’ın tedrisatından geçmiş her birey; bilinçli, uyanık, duyarlı, hassas ve sorumluluk sahibidir. Çevresinde, yaşadığı çağda ve dünyada olup bitene kayıtsız kalamaz. Bütün bu olup bitene, şahit olma bilinci ile müdahil olur. Bilir ki yaratıcısı olan Allah (cc), bütün bunlardan onu sorumlu tutmuştur.
“Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve onların üzerine seni şahit olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?” (Nisa, 41) “Böylece sizi, bütün insanlara şahit ve örnek olasınız, peygamber de size şahit ve örnek olsun, diye mutedil bir ümmet kıldık.” (Bakara, 143)
İslam’ın adalet anlayışı ve zulme karşı mazlumdan yana olma prensibi ile Müslümanlar, asırlar boyu din, dil ve ırk ayrımı yapmadan haklının ve mazlumun yanında olarak İslam’ın izzeti ile izzetlenmişlerdir. Bütün bu üstün meziyetlere sahip olmak için, az önce bahsettiğimiz gibi İslam’ın içe dönük eğitimini almak gerekir. Aslında bu meziyetler, Allah’ın (cc) yarattığı her insana kodlanmış durumda olmasına rağmen, zalim yönetimlerin gerek baskıları gerekse toplumları uyutmaları sonucu pasif duruma gelir. Bir anlamda insanın zihnini ve bilincini ele geçirir. Bu, geçmişte de zalimlerin, tağutların ve müstekbirlerin uyguladıkları bir yöntemdi.
Örneğin Kur’an-ı Kerim, Zuhruf suresinde bize, firavun ve kavmi arasında yaşanan bir diyalogu anlatır ve 54. ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Firavun böylece kavmini adam hesabına koymayıp hafife aldı, ahmaklaştırıp aldattı da onlar da ona boyun eğer hâle geldiler. Çünkü onlar, hak yoldan çıkmış bir toplumdu.” (Zuhruf, 54)
Ahmaklaştırmak için firavunun en büyük silahı, şüphesiz sihirbazlar idi. Olan bir şeyi yok gibi göstermek, olmayan bir şeyi var gibi göstermek, insanların aklını bulandırmak, eğlendirip coşturarak gündemlerini değiştirip akletmelerini engellemek, sihirbazlar için çok zor bir iş değildi. İnsanların aklını ve zihnini ele geçirmek için, onları akletmeyen bir yığın hâline getirmek için büyüleyici gösteriler yapmak yeterli değil mi? Bugünün dünyasında da işler böyle yürüyor. İnsanlar, hakikatte olan yaşamları bırakıp onlara sunulan, pazarlanan, dayatılan, süslenen ve bir sihirle beyinleri altüst eden yaşamların peşinde koşarken öte yandan yanan hayatlar, sönen ocaklar, yiten canlar, ölen çocuklar, gasp edilen haklar ve bunca soykırımın üstü neyle kapatılıyor, bir bakmak gerekir.
Spor müsabakalarında rakip taraftarlara duyulan öfke, zalime karşı duyulsa yeryüzünde zulüm biterdi. Oysa bu rakipler; aynı şehrin insanları, aynı iş yerinde çalışıyor, aynı dili konuşuyorlar, aynı mahallede yaşayıp çoğunlukla aynı acıyı ve mutluluğu yaşıyorlar. Ama bir bakıyorsun, bir müsabaka sonrası, kanlı bıçaklı bir düşman oluvermişler. Bu, sihir gösterisinin bir başarısıdır. Lükse ve şatafata harcanan paralar, mazlum ve açlara harcansa dünyada yoksulluk kalmazdı, kaldı ki bu harcanan paralar, o mazlumların ülkelerinden sömürülerek elde edilen paralardır.
Bugün sömürgecilik, despotizm, Siyonizm, kapitalizm, emperyalizm gibi insanlık dışı sistemler, meşruiyet kazanmış yasal ve uygulanabilir birer sistem olmuş ise insanların zihinleri ele geçirilmiş demektir. Bir tarafta; açlıkla, yoksulluk ve yoksunluk ile mücadele edilirken öte tarafta; obezite, marka takıntısı, lüks alışkanlığı, aşırı kilolar problem olmuş ise adalet, hak ve hukuk katledilmiş demektir.
Bir tarafta; çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı demeden katliam ve soykırım yapılırken sessiz sedasız izleyenler varken öte tarafta; daha doğmamış çocuğuna gelecek hazırlamanın derdine düşen insanlar var ise bilinç ele geçirilmiş demektir.
Zalimlerin zindanlarında gencecik fidanlar solduruluyorsa, insanlar güneşe hasret yıllarca kapalı odalarda bağlı tutulup akılları ellerinden alınıyorsa, körpe bebekler denizlerde boğulmaya terk ediliyorsa, insanlar yerlerinden, yurtlarından kovuluyorsa insan hakları söylemi bir sihirbazın sihir gösterisinden başka bir şey değildir.
Teninin renginden, inandığı dinden, doğup büyüdüğü coğrafyadan ve konuştuğu dilden dolayı insanlar “öteki”leştiriliyor ise yeryüzü adalete, özgürlüğe ve bir uyanışa muhtaç demektir.
Örnek olmak, Müslüman’ın bir hasletidir. Allah’ın (cc) Kur’an-ı Kerim’de bizlere anlattığı Müslüman profili, yukarıda bahsettiğimiz bütün bu olumsuzlukların karşısında alternatiftir. İslam, dünyanın barış içinde ve adaletle yönetilebileceğinin örneği iken İslam beldelerinde; Suriye’de, Mısırda, Irakta, Libya’da ve daha birçoğunda bu zalimleri ve haydutları cesaretlendirip ümmeti bu zalim zorbalara mahkûm eden nedir ya da kimdir? Eğer dünyada insani bir problem, bir dram varsa bu, genelde bütün insanların sorunu olsa da özelde Müslümanların sorunu ve sorumluluğudur.
Yüce Allah (cc), mümini, mümine kardeş kılarak birbirlerine karşı sorumluluk yüklerken insanı, yeryüzünde halife kılmakla ona genel bir sorumluluk yüklemiştir. İnsan, bu sorumluluklarını yerine getirdiği müddetçe insandır, aksi takdirde hayvandan da aşağıdır. Bugün, dünyanın muhtelif yerlerinde adına savaş diyemeyeceğimiz katliamlar yaşanıyor. Özellikle Siyonist, işgalci İsrail, Gazze’de, dünyanın gözüne soka soka organize ve orantısız bir katliam gerçekleştiriyor. Hani “sözün bittiği yer” deriz, işte tam da buradayız. Hiçbir söz yeterli değil, kelimeler kifayetini yitirmiş. Söz artık faydasız çünkü hiçbir şekilde çözüm üretmiyor. Zulme, yıllarca kalp ile buğz etti Müslümanlar, sonra tepkilerini söze döktü, artık eyleme geçme zamanıdır. Sorumluluklarını unutmuş, başka başka problemler üreterek gerçek misyonuna sırt çevirmiş Müslümanların, artık ve bir an önce kendi gündemlerini oluşturarak, kimseden medet ummadan bir duruş sergilemesi gerekiyor.
Firavunun sihirbazları; toplumu aptallaştırmış, büyülemiş ve akletmeyen bir yığın hâline getirmişti. Şimdi görülmesi ve anlaşılması gereken şey; bugünün sihirbazları, bizleri ne ile büyülüyor ve bizi düşünemez bir toplum hâline getiriyor. Akıl ve izan sahibi olan insan, nasıl olur da bir sihir gösterisini ya da sergilenen bir oyunu, hakikat olarak algılar. İnsan, kendi bilincini, başka akıllara nasıl teslim edebilir?
Bugünün sihirbazları meziyetleri açısından şeytani bir zekâya sahip olsalar bile hakikat, her zaman galip gelebilecek güçtedir. Yeter ki aramızda hakkı gereği gibi temsil edecek, İslam’ın dâhili ve harici tedrisatından beslenmiş insanlar olsun.
Sihirbazlar ordusuna galebe çalmak için, hak’tan gelen bir asa kâfi gelir.
Çağdaş firavunların, çağdaş sihirbazları ve bunların organize olmuş yasal çeteleri, toplumu sürü hâline getirmek için, birçok sektör oluşturup hayatın vazgeçilmez birer parçasıymış gibi lanse etmeyi başarmış durumdalar. Moda, sinema, futbol gibi daha birçok sektörü saymamız mümkün. İnsanlar, moda adı altında birçok çılgınlığın peşine düşerken sinema ile bu çılgınlığı toplumlarda normalleştirip her eve sokuyorlar. Futbol ile hiçbir menfaati olmayan insanları birbirlerine düşman edip toplumları kutuplara ayırabiliyorlar. İşte bunlar, bugünün sihirleridir. Bu gösterilerin büyüsüne kapılan insanlar, hassasiyetlerini yitirip duyarsızlaşarak dünyada olup bitene kör, sağır ve dilsiz kesiliyor. Oysa bu dünyada herkes eşit haklara sahipti, kimsenin hiç kimseye üstünlüğü yok iken zulme karşı durmak, bir insanlık göreviydi.
Dünyada; açlık, yoksulluk, savaş ve sömürü olmayacaktı, bu oyunlara gelmeseydi insanoğlu. Neyzen Tevfik’in dediği gibi:
“Ekmek herkese yetecekti aslında
Tarlaya karga dadandı
Ambara fare
Fırına hırsız
Memlekete harami”
İnsanları uzun vadeli hesaplar yapmaya öyle bir alıştırdılar ki yirmi yıllık kredi ile hayatlara ipotek koyulabiliyor. Bir saniye sonrasını bilemeyen insan, yirmi yılını ipotek ettirebilir. Böyle bir durumda insanın kendinden başka kaygı duyacağı bir şey ya da birileri olmuyor elbette. Her aile, çocuğunun geleceği için kaygılanıp okuldan okula koşuyor; arabasının modeli geçen biri, model yükseltmek için kırk takla atıyor; evini yenilerken “eski eşyalar olur mu hiç” diyenler, işlerin büyümesi için işçisini daha çok çalıştıranlar, ekonomik spekülasyon yaparak fakir fukaranın cebindeki üç beş kuruşa göz dikenler, bilmem ne marka değil, diye ayakkabı, elbise, çanta, telefon vs. beğenmeyenler, açlıktan ölen insanlar varken marka restoranlardan hava olsun diye uçuk rakamlı adisyon fişini sosyal medyadan paylaşanlar, ümmeti paramparça edip İslam’ı sulandırarak kasalarını tıka basa dolduran din tüccarları, israf kelimesini hayatlarından çıkaran müsrifler, belki dinî bir kaygınız yok ya da toplumsal hassasiyetiniz yok ama hatırlatmak gerekir ki insansınız.
Artık bu sihir gösterilerine bir son verip kapıldığımız bu sanal dünyadan, bu sihirden hakikate yüzümüzü dönmemiz gerekmiyor mu?
Gazze’de insanlar ölüyor, Gazze’de insanlık ölüyor, Suriye’de yaklaşık bir asırdır devam eden ve yakın zamanda son bulan bir diktatörlük ve zulmün her gün yeni vesikalarını görüyoruz. Bir ağaca, herhangi bir hayvana yapılan katliama -ki bu gibi olaylara karşı da tepkili olmalı elbette- ortalığı birbirine katanlar, söz konusu ölen Müslüman bebekler, kadınlar ve yaşlılar olunca neden suspus? Her insanın bu katliamlarda sorumluluğu var!
Her insan, içerisinde bir dünya barındırır. Yaptıklarımızla, düşündüklerimizle, tüm varlığımızla her birimiz farklı birer dünyayı oluştururuz. Öze indiğimizde bunu daha iyi fark edebiliriz. Karşıdan bakıldığında herkes etten, kemikten yaratılmış birer varlıktır sadece. Oysa yaptıkları, tasarladıkları, başardıkları, yüklendiği misyonu ile insan, etkin ve güçlü bir varlıktır. Yeter ki bilinci açık ve özgür olsun. İstila edilmemiş zihinler; zalimlerin kâbusu, mazlumların umududur.
Daha dün Suriye’de mazlumların kıyama kalkması ile zalimler kaçacak delik aradılar. Tabii iş başına geçmek, yolun henüz başı. Asıl irade ve bilinç, şimdi daha aktif kullanılmak zorunda. Maalesef bu coğrafya, zalimlerin oyun alanı gibi, her türlü entrikanın sahibi olan bu zalimler, yarın bir gün başka sıfatlarla, başka maskelerle, başka oyun ve sihirbazlıklarla mazlum halkların karşısına çıkabilir.
Zalimi bertaraf etmek, elbette büyük bir zaferdir ama asıl zafer, sürdürülebilir olmasıdır.
Şehirleri kurmak, yollar, okullar, hastaneler yapmak, zafer değildir. Zafer, talip olduğunuz toplumları maddi, manevi imar ve ihya etmektir. Bugün Suriye halkının yeniden ihya ve inşası için, zalimden kurtarıldıkları gibi kaybettikleri bilinci kazandırmak, büyük bir zafer olacaktır.
Günün sonunda, kazanan mazlumlar olacaktır. Ve zafer, muhakkak inananlarındır inşallah.
Erdal TUĞRUL