Daha kaç kefen gerekiyor kendimize gelmemiz için, bilmiyorum ama ben kendimi, en önemlisi de benliğimi yitirmeden önce sayısız kez dile getirmek istiyorum Gazze’yi. Cümlelerim üç maymunu temsil etmesin; suskunluğu, hayatın en derin çukuruna hapsetsin istiyorum. Her gün yüreğimi uçuklatan, beynimi gelişigüzel zımparalayan sahnelere şahit olan gözlerim hiç kurumasın, dilim pısırıklığa gem vursun, istiyorum. Ben; öylesine yaşamayı, cehaletten beslenmeyi, kokuşmuş laflar tüketmeyi, ömrün tamamını kirli düşünceler mahzenine kapatmayı kabullenemiyorum. Anlaşılmamak, milyonlarca hayatı uçuruma çevirirken ben, iki cümleyi bir araya getirip hakkı, hakka layık bir şekilde savunamamayı anlayamıyorum. Gözünü sürekli karanlığa açan insanların, aydınlığı aramayışına, sayısız fırtınalar koparken sakin yağmurlar bekleyişine şaşıyorum. Ben, yeryüzünde isyanlar yükselirken, her kelimemin ardından bir çocuk daha toprağa düşerken hâlâ zihnini çıkmaz yollara sokanlara sesleniyorum. Var oluş amacını yitirmiş, hayatın seline kapılıp giden ve şatafat özentisiyle nefes alabilen bedenler için konuşuyorum. Her serzeniş, yeniden doğmayı arzu ederken ben, tüm ümitsizliğimle kalemimi tutuyorum.
Bütün davaların amacı, yeryüzündeki alelade boşlukları doldurmakken derdim var, diye geçinen her kesim, tertemiz toprağa yepyeni boşluklar açarak dünyanın dengesizliğine dengesizlik katmaya devam ediyor. Temizlenmeyi bekleyen, güneşin kuyruğuna dolanmayı, zemine tereddütsüz basabilmeyi ve yaşayabilmeyi dileyen onca yürek çarparken ıssız ülkelerde, yapay sevdalardan oluşan hayal dünyalarını beslemeyi sürdürüyorlar.
Bizler, unutmayı musibet olarak kabul etmedikçe, gafletin zindanlarına düşmeyi normalleştirdikçe hiçbir taş yerine oturmaz. Dünya sürgününün her anına uçsuz bucaksız sevinçler sığdırırsak, azgın kâfirlerin çizdiği yollarda memnuniyetle yürürsek, dilimiz onların kelimeleriyle dolar, beynimiz onların düşünceleriyle kavrulursa ve en sefil laflara bir parça bile utanç duymadan eşlik edersek her daim kirli pencerelerin ardında etrafı seyretmeye devam ederiz. Ayrıca bu kirliliğin farkına ne biz varırız ne de bizi o iğrençliğe mahkûm edenler.
Biz Müslümanlar, gündeme oturtulan her şeyi kabullenip zihnimizi boş lakırdılar okyanusuna sokmak zorunda değiliz. Zorunda olduğumuz bir şey varsa o da fikrimizi o yöne çevirip belli sınırların ortaya dökülmesi için söz konusu gündemi İslam’ın kevgirinden geçirmektir. Vaktimizi ve zikrimizi çalan hiçbir şey, davanın doğurduğu dertler kadar önemli değildir.
Günlerin anlam ve önemi, zulüm çarkının işlemesine bağlı olduğu müddetçe, saatler müminin aleyhine ilerlemektedir. Önüne geçilmeyen tiyatrolar, vakit geçtikçe seyirci kazanmaktadır. Hâlbuki malzemeden çalındığı takdirde gösteriye büyük bir set çekilecek, yönetmenler ise iflasa sürüklenecektir ve eminim ki tüm bunların idrakine varmak, gökyüzünden yeryüzüne uzanan bütün korku tünellerini yok edecektir.
Zaman, Gazze’yi Öldürüyor, Filistin’i Öldürüyor.
Zaman, yalnızca yaralıyor. Zaman, yalnızca sorguluyor. Zaman saklıyor, zaman uyutuyor, zaman geçip gidiyor, zaman öldürüyor. Zaman, bizleri öldürüyor. Zaman, iradelerini avuçlarında tutanları öldürüyor; benliğini ayaklar altına alan, hakikatini unutan, canı pahasına koruması gereken her şeyi kendi elleriyle mezara sokanları öldürüyor. Zaman, Gazze’yi öldürüyor, Filistin’i öldürüyor. Yüce bir dinin en sağlam direkleri bir bir çöküyor. Dünya, çirkef benizlerin parmağında oynarken sert kaleler hayattan kopuyor. Yadırganan toplumların inançları yeniden alevlenirken diğer taraftan kurtuluş (!) sadaları yankılanıyor. Her hücresinde ayet pompalanan kalpler, içlerindeki imandan hiçbir şey kaybetmezken boğazına kadar dayanan malıyla o ulaşılmaz mutluluğun peşinde heder olan kişi, her saniye nefsinin cehennemi için odun topluyor. Ömrünü soyup soğana çeviren bilinçaltı ise kendi sonunu hazırlıyor. Böyle bir tablo sergilerken insanlık, bir yandan da yılları en az hasarla, kendi için tasarladığı müreffeh hayatı sorunsuzca bitirmenin derdinde. Yok ettiklerinin ve içinde yok olanların geri dönüşü için ter dökmeden yoluna devam etmekte.
Gökyüzü kervanındaki yıldızlar bir bir toprağa düşüyor. Bu musibetin önüne dünyadaki hiçbir güç geçemiyor. Soluk sesler ve zayıf damarlar, dibi görünmeyen bir uçuruma sürükleniyor. Dengeler şaşıyor, düzenler altüst oluyor. Kıyamet, süratle geliyor üzerimize. Uyarılıyoruz, beynimize kadar iniyor darbeler. Lakin anlamıyoruz. Zorla, inatla faniliğin çalkantısına kapılıp gidiyoruz. Cehennem, pusu kurmuş bizi beklerken umarsızlığımız ateşimizi harlıyor.
Korku öylesine işlemeli ki içimize, İslam en derininden yaşanabilsin ve ümit öylesine var etmeli ki kendini, tek bir kuşun kanadı, binlerce bebeği çekip alabilsin kanlı ellerden.
Rüveyde Bera PALA