Hızla haz merkezli bir hal almaya başlayan yaşam, önüne çıkan her engeli acımasızca yok etmekte ve genç, yaşlı demeden herkesi etkisi altına almakta. Sadece tüketmek ve eğlenmek üzere inşa edilmiş, kökleri eski bu yaşam tarzı tekrar canlanmış durumda. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana var olagelmiş bir yaşam tarzı olan hazcılık, diğer bütün inançlardan, düşünce sistemlerinden daha çok rağbet görmüş ve hiçbir zaman yok olmamıştır. Bu gücü nereden devşirdiği elbette gizli bir şey değil. İnsanın nefsine hitap eden, onun bütün arzularını mübah gören bu anlayış daima ilgi odağının merkezinde olmuş hatta yok olmaya yüz tuttuğunda insan eliyle ve onun teşvikiyle tekrar sahneye çıkmış, çıkarılmıştır. Peki, nedir bu hazcılık, seküler yaşam tarzı? Sonuçlarının hem toplum hem aile hem de birey üzerinde yıkıcı etkilerinin olduğu bilinmesine rağmen neden durdurulamıyor? Öncelikle insanın yapısına baktığımızda safi arzulardan, bencillikten oluştuğunu görürüz. Ne olursa olsun haz almayı, mutlu olmayı değil, amaçlayan insanın kendisini kontrol edecek, davranışlarına yön veya şekil verecek otoritelere tahammülü yoktur. Onunla arzuları arasına hiçbir güç girmemeli, onu sınırlandırmamalıdır. Karşısına dikilen böyle bir güç ile karşılaştığında ise gücü yetiyorsa bu otoriteye yaşam hakkı tanımaz, onu yok eder. Gücü yetmiyorsa şayet otoritenin zayıf noktalarını arar, ondan gizli saklı bir biçimde arzularına ulaşmayı amaçlar ve her nasıl yapıyorsa bunu da başarır.
İran’da aylardır süren halk ayaklanması değerlendirildiğinde insanların seküler bir yaşam tarzı arzuladıklarını ve bunu elde edebilmek için otoriteye savaş açtığını, bu uğurda her şeyi göze aldığını hatta tek amacı olan dünya hayatını bu uğurda feda ettiğini, ölümü bile kabul ettiğini görürüz. Herhangi bir inanç veya ideoloji için değil; saçlarını açabilmek, makyajlı dolaşabilmek vb. için canlarını hiçe saymış durumdalar âdeta. Ahiret için veya Allah için ya da başka bir inanç için savaşmayı, ayaklanmayı göze alamayan kalabalık, söz konusu yaşam tarzları, arzuları, dünya hayatı olunca meydanlara hiç düşünmeden koşabiliyorlar ve isyan ateşini yakıyorlar. Şeytanın süslü gösterdiği dünya pisliği için gözünü kırpmadan ölüme koşan insanların, arzularına ne denli tutsak olduklarını apaçık görebiliyoruz. Bu durumun mantıklı bir izahı yoktur. Hazcılar da bunun farkında oldukları için buna bir mantıklı açıklama getirmek yerine “İstiyorsa yapabilir.” diyerek basit ve mantıksız bir söylemin arkasına saklanıyorlar. Sığındıkları bu gerekçenin aslında bireye özgürlük getirmediğinin, bunun toplumu kaosa sürüklediğinin farkındalar veya farkında oldukları hâlde bunu söylemek istemiyorlar. Herkesin istediğini yaptığı bir yaşam; huzurlu, mutluluk getiren bir yaşam olmasa gerek. Zira kimsenin kimseyi umursamadığı, herkesin kendi arzularını önemsediği bir ortamda yıkılan nice aile, kırılan nice kalp, bozulan nice arkadaşlık, dostluk olacaktır. Hiçbir bağın bir araya getiremediği bir toplumu, hazcılık asla birleştiremeyecek, aksine onu paramparça edecektir.
Allah’a, Kur’an’a pamuk ipliği ile bağlı olan Müslümanların durumu da maalesef çok farklı değil. Alım gücü yükselen, otoritenin zayıf tutumlarını fırsat bilen, aile bağlarını eskisi gibi umursamayan bireyin, Müslümanlarla olan bağı da iyice zayıflamış hatta çoğu zaman kopmuştur. Tüm dünyada hızla yükselen hazcılık, insanların hiçbir otorite kabul etmeyen yaklaşımları ve bunları insanlara âdeta dayatmaları; İnternet, medya, sinema aracılığıyla yaygınlaştırıp normalleştirmeleri, insanlığı hızlı bir kültür ve kişilik erozyonuna sürüklemiştir. Ayrıca mevcut iktidarların, daha zengin, müreffeh yaşamlar elde etmek uğruna değer yargılarından, inançlarından tavizler vermeleri de bu yıkımı hızlandırmış, yaygınlaştırmış, kolaylaştırmıştır. Hatta çoğu zaman iktidarların, statülerini devam ettirebilmek adına toplumu bilinçli olarak böyle bir sonuca sürükledikleri de söylenebilir. Zira düşünmeyen, başkalarını umursamayan insanların, arzularına ulaşmalarını kolaylaştırmak, onlara konfor ve zenginlik sunmak, iktidardakilerin uzun yıllar boyunca orada kalmalarını mümkün kılacaktır.
Müslümanların da mevcut duruma hızlı adapte olduklarını, inançlarının pek çok emrini artık yerine getirmediklerini, bunun için çaba sarf etmediklerini hatta bunu artık önemsemediklerini de söyleyebiliriz. Dinin direği, müminin miracı olan namazlar önce geciktirilmiş, sonra kazaya bırakılmış, nihayet terk edilmiştir. Doğru söz, liyakat, ehliyet ve benzeri Müslüman özellikleri, kendi içtihatlarına kurban edilmiştir. Bir noktadan sonra İslam, bu seküler yaşam tarzının önünde bir engel olarak görülmeye başlanmış, gayrimüslim yaşantılar hoş karşılanır olmuş, bazen bu yaşantılara özenilir hâle gelinmiştir. Her sohbetimizin nirengi noktası olan İslami söylemler terk edilmiş, dünyevi sohbetler baş tacı edilmiştir. Elbette Müslümanların dünyevileşmelerinde, sekülerleşmesinde iktidarın ve Müslümanları bu kötü gidiş karşısında uyarmayan herkesin sorumluluğu büyüktür. Müslümanların sekülerleşmesi önündeki engelleri bir bir kaldıran hatta bu yolda ilerlemeyi kolaylaştıran, İslam ile bağdaşmayan ideolojileri, inançları İslam’la birlikte zikredip hakkın, batıl ile olan kavgasını yok eden bir iktidar ve bu iktidarı destekleyen, onlara hakkı haykırmayan Müslümanların sorumluluğu elbette vardır. Müslümanları seküler yaşam tarzının pençesinden kurtarabilecek yegâne inanç olan İslam’a, yegâne güç olan İslami hayata dönüş, yeniden gerçekleşmeli ve Resulün (as) dünyaya vermediği değeri ona vermekten vazgeçmeliyiz.
Taşkın Önel Bolu
20 Kasım 2022