Türkiye, sıfır sorun politikası ile yakın ve uzak komşu ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmiş, birçok ülke ile vizeleri kaldırmış ve Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Anlaşmaları imzalamıştır. Bu İşbirliği sayesinde komşu ülkelerle yılda birkaç kez ortak Bakanlar Kurulu toplantıları yapılmış, her toplantıdan sonra da çeşitli alanlarda birçok anlaşmalar imzalanmış ve karşılıklı ticaret eskiye oranla katlanarak artmıştır. Bu gelişmeler, Türkiye açısından bölgesel güç olma hedefi için yeterli olmasa da, bölge ülke halkları nezdinde itibarı bir hayli yükselmiştir. Bu nedenle hem içeride, hem dışarıda Neo-Osmanlı yakıştırmaları yapılmış, bu, Türkiye yöneticilerinin de hoşuna gitmiştir. Ancak bu durum, hem bölge, hem de uluslararası küresel güçler tarafından çok da hoş karşılanmamıştır. Bu ve benzeri başka nedenlerle, bu durum çok uzun sürmemiş ve özellikle de Ortadoğu halk ayaklanmaları ile birlikte işler tersine dönmeye başlamıştır. Nitekim Irak’la ilişkiler bozulmuş, İran’la problemler yaşanmaya başlanmış ve Suriye ile neredeyse savaş haline gelinmiştir. Şimdilerde ise aynı durum Mısır’la yaşanmaya başlanmıştır. Mısır’da, ABD ve Siyonist İsrail destekli askeri cunta tarafından darbe yapılınca, Türkiye, haklı ve ilkeli bir duruşla darbeye karşı sert bir tavır takınmış ve halkın iradesiyle seçilen Cumhurbaşkanı Mursi’nin arkasında durmuştur. Başka hiçbir ülke ve devlette görülmeyen bu ilkeli duruş, darbe yönetimi ile problemler yaşanmaya neden olmuş ve ikili ilişkileri de neredeyse koparma aşamasına getirmiştir.
Türkiye, aynı nedenlerle Suriye Nusayri-Baas rejimi ile de ikili ilişkilerde sıkıntılar yaşamıştır. Suriye’de 15 Mart’ta başlayan halk ayaklanması, Türkiye’nin Suriye ile tavsiye ve tedbire yönelik yaptığı ikili görüşmelere rağmen rejim tarafından baskıyla, zorla ve sivil halka yönelik gerçekleştirilen kıyımla bastırılmaya çalışılmıştır. Özellikle de 25 Mayıs 2012 tarihinde Hule Katliamı[1] bardağı taşıran son damla olmuştur. Türkiye, bu katliam ile birlikte, Suriye’ye nota vererek tüm diplomatik ilişkilerini askıya aldığını ve Suriyeli diplomatların sınır dışı edileceğini duyurmuştur. Türkiye’nin bu tavrı ve Suriye muhalefetiyle ilişkileri, Esad rejimini de, Türkiye’ye misillime yaparak PKK’yı yeniden desteklemeye yöneltmiştir. Esad rejimi bununla da yetinmemiş PKK’nın uzantısı PYD (Demokratik Birliği Partisi)’ye, 19 Temmuz 2012’den itibaren Kuzey Suriye’de, Kürtlerin yoğun yaşadığı bazı bölgelerin yönetimini bırakmıştır. Bu arada Türkiye’de başlayan çözüm süreci nedeniyle Kuzey Irak’a geçmesi gereken PKK’lılar da, Kuzey Irak yerine Kuzey Suriye’ye geçerek PYD’ye katılmışlardır. 2000-2500 civarında hatta daha fazla olduğu söylenen bu PKK’lılar, silah kullanmada ve gerilla faaliyetlerinde de uzman konumda olmaları, PKK’nın Kuzey Suriye’ye verdiği önemi göstermektedir. Ayrıca KCK’daki son yönetim değişikliği ile KCK Yürütme Konseyi’nin başına getirilen ve sertlik yanlısı olarak bilinen Cemil Bayık da bu bölgeye giderek PYD’yi yeniden organize etmiştir. Bu organize çerçevesinde, PYD’nin silahlı kanadı YPG’nin yönetim kadrolarında bazı değişiklikler yaparak, üst düzey görevlendirmeler yapmıştır.
PKK’DA YÖNETİM DEĞİŞİKLİĞİ
30 Haziran-5 Temmuz tarihleri arasında Kandil’de yapılan 9. Kongre-Gel Genel Kongresinde PKK ya da PKK’yı da kapsayan KCK’nın (Kürdistan Topluluklar Birliği-Koma Civakên Kurdistan) üst yönetimi değişmiştir. Bu kongreye Kürdistan’ın dört parçası (İran, Irak, Suriye ve Türkiye’den) ile yurt dışından 162 delegenin katıldığı Genel Kurul’da KCK sistemi yeniden ele alınarak KCK Genel Başkanlığı, Genel Başkanlık Konseyi ile Eşbaşkanlık’tan oluşan yeni organların oluşumuna gidilmiştir. 9. Genel Kurul’da Abdullah Öcalan oybirliğiyle yeniden KCK Genel Başkanlığı’na seçilmiştir. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığına Cemil Bayık ve Besê Hozat (Tunceli’li olup asıl ismi Hülya Oran), seçilirken, iki kadın ve iki erkekten oluşan toplam dört yardımcı da seçimlerle belirlenmiştir. Ayrıca KONGRA GEL Eşbaşkanlığına ise Hacer Zagros ile Remzi Kartal seçilmiştir.
Cemil Bayık ile Bese Hozat’ın Eşbaşkanı olduğu KCK Yürütme Konseyi 35 kişiden oluşmaktadır. Son Kongreyle yeni oluşturulan Genel Başkanlık Konseyi’nin ise 6 kişilik kadrosu bulunmaktadır. Bu 6 kişilik kadro Abdullah Öcalan’ın yardımcıları olarak onu temsil görevi yapacaklardır. Genel Başkanlık Konseyi, yetki olarak KCK Yürütme Konseyi’nin üzerinde bulunmaktadır. Abdullah Öcalan’ı temsil edecek 6 yardımcısı, yani “Genel Başkanlık Konseyi” üyeleri, KCK’nın iki Eşbaşkanı, Cemil Bayık ve Bese Hozat, ayrıca Murat Karayılan, Mustafa Karasu, Sozdar Avesta ve Elif Pazarcık’dan oluşmaktadır.
KCK; PKK’yı, BDP’yi, PYD’yi (Irak’ta Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi-PÇDK, İran’da Kürdistan Özgür Hayat Partisi-PJAK da dâhil olmak üzere) ve diğer bütün organizasyonları içine alan konfederal bir devlet yapılanmasının adıdır. Kısacası KCK, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de örgütleri de kapsayan “Büyük Birleşik Kürdistan”ın hemen bütün organlarını kapsayacak tarzda tasarlanmış paralel bir devlet organizasyonudur. KCK Yürütme Konseyi, yürütme erkini yani hükümeti, Yürütme Konseyi Başkanı da icranın sorumlusu, yani başbakanı temsil etmektedir. Yürütme Konseyi Başkanı, PKK ve diğer bütün silahlı gruplara, alandaki diğer örgütlenmelere hükmeden yapının başında bulunmaktadır.
Dolayısıyla PYD, KCK sistemi içerisinde yer almaktadır. PKK ile PYD aynı ideolojik merkezden beslenmekte olup ikisinin de lideri Öcalan’dır. Rojava Kürdistan bölgesi, Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve yöneticileri Cemil Bayık’ın başında bulunduğu KCK Başkanlık Konseyi’ne bağlıdır. Bu nedenle PKK’nın en üst kadroları ve önemli birimleri şu anda Rojava’da faaliyet göstermektedir. Türkiye’de başlayan çözüm süreci ile birlikte Kuzey Irak’a çekilmesi gereken PKK’lılar, Kuzey Irak’a gitmeyerek Kuzey Suriye’ye geçmişlerdir. Son zamanlarda sadece militanlar değil aynı zamanda PKK’nın üst kadrosundan da bazı yöneticiler gitmiştir. Nitekim giden üst yöneticilerden birisi Cemil Bayık diğeri ise Bahoz Erdal-Fehman Hüseyin’dir. “Rojava’nın Kürtçe anlamı ‘Batı’ demektir. Bu nedenle Kuzey Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bölgeye de Batı Kürdistan denmektedir.
Çözüm sürecinin ilerlediğinin iddia edildiği bir dönemde PKK, daha doğru deyimle KCK’daki yönetim değişikliği, haklı olarak akla birtakım sorular getirmiştir. Çünkü bu yönetim değişikliğiyle paralel bir devlet modeli öngörülmektedir. Bir taraftan barıştan, silahların bırakılmasından söz edilirken, diğer taraftan da bir devlet modeli öngörülecek tarzda bir yönetim değişikliğine gidilmesi, iyi niyetle açıklanması mümkün değildir. Evet, 6-7 aydır kan akmıyor, bir rahatlama var, ama bu, nereye kadar? Çünkü PKK/KCK, bu süreçte zaaflarını gidermiş, eksikliklerini tamamlamış ve kadrolarını yenileyerek daha da güçlendiği izlenimini vermektedir. Sanki bu değişiklikle, toplumda, yeni ve uzun süreli bir savaşa hazırlanılıyormuş gibi bir algı oluşturulmuştur. PKK/KCK, yarın ben bu çözüm sürecinden vazgeçtim derse, hiç kimse şaşırmasın. Bu, PKK/KCK’nın yapısına gayet uygundur. İşte o zaman asıl savaş başlayacak ve korkarım ki çok kan dökülecektir. Şimdilerde maskeli, yüzleri kapalı PKK’lıların bazı şehirlerde yöre halkının bile tepkisini çekecek tarzda PYD lehinde eylem yapmaları, yol kesmeleri hayra hiç de alâmet değildir.
Bu nedenle Hükümetin elini çabuk tutması gerekmektedir. Çözüm sürecine bakmadan Kürtlere verilmesi gereken her hak bir an önce, zaman geçirilmeden verilmelidir. Ayrıca verilen bu hakların PKK/KCK’nın bir kazanımı gibi bir algının oluşmasına da mutlaka engel olunmalıdır. Az az ya da geciktirilerek verilen haklar, hem Kürtleri tatmin etmeyecek, hem de sanki PKK/KCK’nın zoruyla verilmiş gibi bir algının oluşmasına neden olacaktır. Her iki halde de bu durum, en çok PKK/KCK’nın işine gelecektir. Kısacası zaman geçirilmeden Türklerin sahip olduğu her hak, Kürtler başta olmak üzere diğer bütün kavimlere, eksiksiz verilmelidir. Ancak bu takdirde PKK/KCK’nın oluşturmaya çalıştığı devlet modeli ve hazırladığı sinsi ve fırsatçı planları boşa çıkarılabilir.
PYD, PKK (KCK)’NIN SİLAHLI UZANTISIDIR!.
Türkiye ile Suriye arasında özellikle de Beşşar Esad döneminde ilişkiler müspet anlamda gelişince Abdullah Öcalan’dan sonra PKK’nın kalan militanları da Suriye’den ayrılmak zorunda kalmışlardır. Bunun üzerine PKK da, Suriye’deki varlığını devam ettirebilmek için Suriye Kürtlerinden oluşmak üzere 2003 yılında PYD (Kürdistan Demokratik Birliği Partisi-Partiya Yekitiya Demokrat)’yi kurmuştur. Zaten PKK içerisinde sayı ve etkinlik bakımından bir hayli Suriyeli Kürt militan bulunmaktadır. Hatta PKK’da bulunan yabancıların başını Suriyeliler çekmektedir. Suriye’de yaşayan ve zor şartlarda hayatlarını sürdüren ‘kimliksiz’ olarak tabir edilen Kürtler, PKK, dolayısıyla da PYD için daima önemli bir kaynak teşkil etmiştir. Örgütün önemli bazı stratejik mevkileri halen Suriyeli militanların elinde bulunmaktadır. Türkiye’de şehir eylemleri yapan ve kendilerine Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) adını veren grubun elebaşı da Suriye uyruklu Bahoz Erdal idi. Bahoz Erdal’ın arkadaşları da, grubun üst kademelerinde görev almışlardır. Erdal aynı zamanda PKK’nın askerî kanadı olarak bilinen Halk Savunma Güçleri’nin (HPG) komutanlığını da yapmaktadır.[2] Bahoz Erdal (Fehman Hüseyin) şimdilerde Suriye’de PYD’ye katıldığı söylenmektedir.
Suriye’de, 15 Mart 2011’de halk ayaklanması başladığında Kürt partilerinden sadece Mişel Temo’nun başında bulunduğu Gelecek/Şepal Partisi, Esad rejimine karşı silahlı mücadele veren Suriye Ulusal Konseyi (SUK)’un içerisinde yer almıştır. Diğer Kürt Partileri ise, -PYD hariç- Ekim 2011’de, Suriye Kürt Ulusal Konseyi’ni kurmuşlardır. Aslında bu partiler de Esad rejimine karşı gösteri, eylem yaparak karşı çıkmışlarsa da ancak SUK ile birlikte rejime karşı silahlı mücadelede fazla yer almamışlardır. PKK’nın Suriye’deki kolu PYD (Kürdistan Demokratik Birlik Partisi) ise Esad rejimini desteklemiştir. Hatta Esad rejimine karşı eylem yapan ya da silahlı mücadelede bulunanlara karşı sert tavır takınmıştır. Nitekim SUK’un içerisinde silahlı mücadele veren Şepal Partisi Genel Başkanı Mişel Temo ile Bedro aşiretinin lideri Abdullah Bedro’ya dönük gerçekleştirilen suikastta ise üç oğlu öldürülmüş, Abdullah Bedro ise yaralı bir şekilde kurtulmuştur.[3] Sadece bu kadarla da yetinilmemiş, diğer Kürt partileri üzerinde de baskı oluşturulmuş, söz dinlemeyenlerin kimilerini dağa kaldırılmış, kimileri ise hapsedilmiştir.
Mesut Barzani, Erbil’de Suriye Kürt partilerini, aralarındaki ilişkilerini düzeltmek, birlikte hareket etmelerini sağlamak amacıyla zaman zaman bir araya getirmiştir. Suriye’de iki ayrı grup halinde faaliyet gösteren Kürt partileri (PYD’nin dâhil olduğu Ulusal Koordinasyon Kurulu-UKK ile diğer partilerinin dâhil olduğu Kürt Ulusal Konseyi- KUK), 12 Temmuz 2012’de Erbil’de yaptıkları toplantının neticesinde Kürt Yüksek Konseyi (KYK)’yı kurmuşlardır. Suriye Kürt bölgesinde, Kürtler adına tek yetkili kurum KYK olmasına rağmen PYD baskın ve silahlı gücünü kullanarak diğer Kürt partilerini bir oldu-bittiyle susturmaya çalışmıştır. Esad yönetiminin merkezi, Şam, Halep, Humus gibi yerlerde muhaliflerin karşısında sıkışması üzerine Kuzey bölgelerinden çekilme kararı almıştır. Bir taktikten ibaret olan bu çekilmeden amaç ise; 1- Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bu bölgeleri Kürtlere, özellikle de PYD’ye teslim ederek Türkiye’yi, PYD/PKK ile karşı karşıya getirmek, 2- Kuzey bölgesindeki gücünü de merkezi yerlerdeki gücüyle birleştirerek ÖSO ve diğer muhaliflere karşı daha güçlü bir şekilde savaşmak, 3- PYD’nin, kendisine olan desteğini devam ettirmek. Nitekim Esad, bu taktiğinde başarılı da olmuştur. Askeri gücünü çektiği ya da etkin olarak bulunmadığı Kuzey Suriye’deki Afrin, Kobani, Kamışlı gibi şehirler ile Cindires, Amude ve Tirbespi gibi kasabaların yönetimini Suriye’deki PYD’ye bırakarak, hem kendisine karşı olan Kürtlerle PYD’yi karşı karşıya getirmiş, hem de PKK/PYD’nin burada Türkiye’ye karşı yeni bir mevzi kazanmasını sağlamıştır. Esad, sadece bu kentlerden çekilmekle kalmamış, aynı zamanda ağır silahlarını da PYD’ye bırakmıştır.
PKK/PYD, Esad güçlerinin kendisine teslim ettiği ilçe ve kasabalarda PKK bayrağı ve Abdullah Öcalan’ın posterlerini asarak, diğer Kürt Partilerini ve Yüksek Kürt Konseyi’ni hiçe saymıştır. PYD’nin bu tavrı, sadece diğer Kürt partileri ile Mesut Barzani’yi değil, aynı zamanda Baas rejimi ile mücadele eden başta ÖSO olmak üzere diğer muhalif grupları da tedirgin etmiştir. Bu nedenle zaman zaman sürtüşmeler meydana gelmiş ise de asıl kavga Kasım 2012 ayında meydana gelmiştir.
8 Kasım 2012’de PYD’nin silahlı kanadı YPG ile Özgür Suriye Ordusu güçleri arasında Resulayn’da (Serèkaniyè) başlayan çatışmalar, daha sonra Şanlıurfa’nın Suruç ilçesi sınırında bulunan Aynelarab (Kobani) kentine de sıçramıştır. Her iki taraftan da onlarca kişinin ölmesine neden olan bu çatışmalar, zaman zaman yapılan anlaşmalarla durmuşsa da bu, çok uzun sürmemiştir. Daha uzun süreli anlaşma ise, tekbir sesleri arasında 25 Kasım 2012’de imzalanmış ve sınırda bulunan yüksek bir binaya da Özgür Suriye Ordusu’nun bayrağı çekilerek sağlanmıştır.
Ancak daha sonraki aylarda da zaman zaman sürtüşmeler ve çatışmalar devam etmiştir. Temmuz 2013’e kadar çatışmaları durduracak asıl anlaşma 18 Şubat 2013’de imzalanmıştır. 11 maddeden oluşan anlaşmaya göre silahlı gruplar kenti terk edecek ve bütün güçlerin katılımıyla bir şehir yönetimi kurulacak. Fıratnews’te yer alan habere göre herkesin “Suriye, Suriyelilerindir” sloganıyla hareket etmesi gerektiği belirtilen anlaşma metninde imzalanan maddelerden bazıları şunlar:
1- Bütün silahlı gruplar kenti terk etmeli.
2- İki tarafın katılımıyla anlaşmanın gözlemciliğini yapacak bir komitenin kurulması.
3- Kentin sivil isimlerin yer alacağı bir meclis tarafından yöneltilmesi.
4- Sınır kapısının meclis tarafından kontrol edilmesi.
5- Serêkaniyê girişinde YPG ve Suriye Özgür Ordusu’nun ortak kontrol noktalarını kurması.
6- İki tarafın basında polemiğe girmemesi ve karşıt açıklamalar yapmaması.[4]
PYD, ESAD REJİMİNİ RAHATLATMIŞTIR
Son aylarda İran ve Hizbullah’ın yoğun bir şekilde fiili olarak Baas rejiminin yanında yer almış olması Suriye diktatörlüğünün üstünlük kazanmasına neden olmuştur. Stratejik olarak çok önemli bir konuma sahip olan Kusayr şehri[5], Hizbullah militanlarının ve İran’ın yardımıyla Baas diktatörlüğü tarafından yeniden ele geçirilmiştir. Buranın ele geçirilmiş olması Esad rejimini moralmen güçlendirmiştir. İran’ın ve Hizbullah’ın fiili, Rusya’nın silah ve lojistik yardımı, ABD ile Siyonist İsrail ve Batı’nın zımni desteği, Esad diktatörlüğünün, muhalifler nezdinde üstünlük sağlamasına neden olmuştur. Bu nedenle Esad rejimi, Kusayr’dan sonra diğer kentlere özellikle de Humus’a yönelmiştir. Bunca yardım ve desteğe rağmen zorlanan Baas diktatörlüğünün imdadına bu sefer de PKK/PYD yetişmiştir. PKK/PYD’nin Kuzey Bölgesindeki ÖSO denetiminde olan başta Rasulayn’e saldırması, muhaliflerin güçlerinin bir kısmının tekrar yeniden bu bölgeye kaydırmasına neden olmuştur. PKK/PYD, 18 Şubat anlaşmasına ihanet ederek muhalifleri arkadan vurmuş, tam anlamıyla fırsatçılık yapmıştır. Muhalifler ağırlıklı olarak güçlerini Esad rejimiyle savaşmaya yönlendirdiklerinde, Kuzey’de çok az güç bulundurmakta idiler. Bunu fırsat bilen ve aynı zamanda Esad’a da zaman kazandırmak için PKK/PYD saldırıya geçerek başta Rasulayn olmak üzere bazı yerleri ele geçirmiştir. Bir de utanmadan hurdaya ayrılmış bir tankı, sanki Nusra Cephesinden ele geçirmişler gibi dünya kamuoyuna göstermişlerdir. PKK/PYD’nin bu şekilde saldırması elbette ki, Esad diktatörlüğünün işine yaramıştır. Nitekim Suriye Kürt Ulusal Meclisi Amude Başkanı ve Suriye’nin en büyük Kürt partilerinden Yekiti’nin de yöneticisi olan Mervan Abdulhamit Hüseyin, özerklik projesinin ise Esad rejiminin ömrünü uzatmaya yönelik bir adım olduğunu vurgulamıştır. Hüseyin’e göre, Esad’e karşı düzenledikleri mitinglerin Kürt bölgesine yayılması ve Kürtlerin birlikte hareket kararı almaları rejimi rahatsız ettiğinden dolayı PYD, Esad rejimi tarafından aktif hale getirilmiştir. Çünkü diyor Mervan Abdulhamit Hüseyin, “PYD’nin gücünü rejimden aldığını herkes biliyor. Silahların rejim tarafından sağlandığı da açık. Şimdi özerklik ilan edeceklerini söylüyorlar. Bu kabul edilecek bir durum değildir. PYD tek başına yönetimde olacak, tek renk, tek güç olacak. Bunun Baas’tan ne farkı var?” şeklinde konuşmuştur.[6]
Rasulayn’ın bağlı olduğu 250 bin nüfuslu Haseke ilinin Müftüsü İbrahim Nakşibendî de, Beşşar Esad’ın PYD’yi Türkiye’nin başına musallat etmek için silahlandırıp bölgeye yerleştirdiğini söylemiştir; “Esad baktı giderek her yerde kontrolü kaybediyor. PYD’yi de çağırarak Türkiye’nin başına bela olsun diye Türkiye sınırına yerleştirip silahlandırdı. Onlara devlet kurmaları için silahlar verdi. (…) Bunlar, dindar Müslüman Kürtlere saldırıyorlar. Arap olsun Kürt olsun dindar olanlara baskı yapıyorlar. Ehlisünnet olan insanları Esad da vuruyor, PYD de. Bölgede Ermeni ve Yahudi vardır. Fakat onlara bir şey yapmıyorlar. PYD’nin bölgede de geniş bir tabanı yok.[7]
PYD, sadece Türkiye için değil, belki de asıl Kuzey Suriye’de yaşayan Kürtler için bir tehdittir. Düne kadar ve halen Esad rejimiyle işbirliği halinde olan PKK/PYD, bütünüyle Kürtlerin yaşadığı bu bölge üzerinde tek başına hâkimiyet kurmak istemektedir. PYD’nin de tıpkı PKK gibi Kürtlerin haklarını savunmak gibi bir niyeti yoktur. Şayet olsaydı, Abdullah Öcalan Şam’da el-Muhaberat’ın koruması ve gözetimi altında yaşarken, Suriye Kürtleri en temel insani haklarından yoksun bırakılmalarından dolayı sesini çıkarır ve müspet bir adımın atılmasını sağlardı. Öcalan da, PKK’nın Suriye kanadı da, sanki Suriye Kürtlerinin vatandaşlık hakları dâhil hiçbir problemi yokmuş gibi davranmış ve bu konuda en küçük bir adım bile atmamıştır. Oysa 1962’den beri 200-300 bin Suriye Kürt’ü en temel hakkı olan vatandaşlık haklarından yoksun olarak yaşamak zorunda bırakılmıştır. Suriye diktatörlüğü, Öcalan Şam’da yaşarken de, bu halkı, insani her haktan yoksun, ‘yok’ hükmünde, kimlik ve kişilik haklarını yok saymış ve en masum, en tabi insani talepleri bile katliamla, zindanlarla karşılık vermiştir. Kürtlerin haklarını savunduğu iddia edilen Abdullah Öcalan ve PKK’nın, Suriye Kürtlerine yönelik bu zulme acaba neden sesi çıkmamıştı? Türkiye’de, Kürtlerin hakkı için başta Kürtler de olmak üzere terör estiren PKK ve Öcalan, neden Suriye Kürtlerine kimlik bile verilmemesini hiç gündeme getirmemişti? PYD ya da PKK’ya katılan ve üst düzeyde görev de alan Fehman Hüseyin, Sofi Nureddin gibi Suriye Kürtleri, Türkiye Kürtlerinin hakkını savunmak için Türkiye içerisinde masum sivillere karşı terör estirirken, neden ezilen, insan yerine konmayan, vatandaşlık hakkı bile verilmeyen Suriye Kürtleri için bir şey yapmamışlardı?
Türkiye’de başlayan çözüm süreci dolayısıyla hem PKK, hem de PYD daha da güçlenmiş, kadrolarını yeniden tahkim etmiş ve yönetimini bu süreçten istifade ile yenilemiş ve güçlendirmiştir. Bir taraftan yetişmiş silahlı unsurlarını Kuzey Suriye’ye geçirirken, bir taraftan da hasta, yaralı, yaşlı militanlarını daha güvenli yerlere taşımış ve çekilen militanların yerine de 2500 civarında yeni militan devşirmiştir. PKK/PYD’nin amacı, Kuzey Suriye’de yani Rojava’da sağlam bir zemin oluşturarak ilk etapta Kuzey Irak’ta Bölgesel Kürt Yönetimi gibi bir yönetim, sonrasında da totaliter, laik ve seküler bir devlet kurmaktır. PYD’nin eşbaşkanı Salih Müslim, Taraf Gazetesinde[8] Amberin Zaman’a verdiği röportajında açıkça biz Şeriata karşı savaşıyoruz demesi de kurulacak devletin nasıl olacağının ipuçlarını vermektedir. Zaten başka bir şey de beklenmezdi Salih Müslim’den!. Salih Müslim’in Türkiye’ye çağrılması ve bu doğrultuda Salih Müslim’in yaptığı açıklamaların hiçbir inandırıcı yönü yoktur. PYD ve Eşbaşkanı Müslim fırsatçı bir anlayışa sahiptir. Fırsat buldukları zaman Türkiye’ye verdiği hiçbir sözü yerine getirmeyeceklerdir.
Netice olarak Arapların, Türklerin ve diğer kavimlerin kendi devlet(çik)lerini kurma hakkı varsa, elbette Kürtlerin de kendi devlet(çik)lerini kurma hakları vardır. Ancak bu, ne Kürtleri, ne Arapları, ne de Türkleri memnun edecektir. Bundan memnun olanlar sadece ve sadece Siyonist İsrail ve diğer emperyal işgalci güçler olacaktır. Olması gereken ise Müslüman halkların, birlikte, İslami esaslara uygun bir devlet kurmalarıdır. Bir Müslüman’ı, ne Türkiye, ne Kürdiye ve ne de Arabiye ve ne de bir başka kavmin ismiyle kurulacak bir devlet tatmin edecektir.
[1] 25 Mayıs 2012’de Humus’un Hula kasabasında 49’u çocuk, 34’ü kadın olmak üzere toplam 109 masum sivil katledilmiştir.
[2][2] http://www.diyannet.com/haber/hn-32077.html
[3] Daha geniş Bilgi için, https://www.gencbirikim.net/baas-partisinden-pydpkkya-suriye-kurtleri/
[4] Bütün maddeler için bkz; http://www.habername.com/haber-pyd-ile-oso-baris-anlasmasi-imzaladi-85896.htm
[5] Kusayr şehri, stratejik olarak çok önemli bir konuma sahip Humus’a bağlı Lübnan sınırına 10 Km uzaklıkta 30 bin nüfuslu küçük bir ilçedir. Bir yılı aşkın bir süredir muhaliflerin elinde bulunmaktaydı. Kusayr’ın bağlı olduğu Humus, Suriye’nin her anlamda tam ortasında yer almaktadır. Ülkenin bütün enerji nakil hatları buradan geçiyor ve Humus, hem önemli sanayi tesislerini hem de ülkenin en önemli rafinerisini barındırmaktadır. Humus’da Sünni Müslümanlar, Alevi ve Hıristiyanlar karışık bir şekilde yaşamaktadır. Şam-Tartus-Lazkiye, Şam-Hama-Halep-İdlip karayolu hattının ortasında yer alan Humus’u elinde tutan bir anlamda bütün Suriye’yi kontrol edebilecektir. Kuseyr’in muhalifler açısından önemi burada ortaya çıkıyor. Çünkü Suriye dışından muhalifler ve lojistik malzeme Lübnan ve devamında Kuseyr’den geçerek Humus’a ulaşmaktadır. Bu nedenle, Humus’un stratejik öneminin en can alıcı noktası Kusayr ilçesidir. Daha geniş bilgi için Ali Kaçar, Genç Birikim Dergisi, Haziran 2013, 169. Sayı,
[6] http://www.zaman.com.tr/dunya_pkknin-suriye-kolu-esedin-omrunu-uzatmaya-calisiyor_2112124.html
[7]http://www.zaman.com.tr/dunya_pydnin-savasi-kendisine-destek-vermeyen-dindar-kurtlere-karsi_2112402.html
[8] 20.07.2013 tarihli Taraf Gazetesi
NOT: BU YAZI GENÇ BİRİKİM DERGİSİNİN AĞUSTOS 2013 SAYISINDA YAYINLANMIŞTIR.