Dünya hayatı, bir gün bitecek ve hepimiz hoşlanmasak da ölümle yüz yüze geleceğiz. Dünyada yaptıklarımızla hesaba çekileceğiz.
Ubade bin Samit’ten (r.a)… Şöyle demiştir: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Her kim Allah’a kavuşmayı severse, Allah da ona kavuşmayı sever. Her kim de Allah’a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz” buyurdu. Bunun üzerine O’na: Ya Resûlallah! Allah’a kavuşmaktan hoşlanmamak, ölüme kavuşmaktan hoşlanmamak dolayısıyladır ve hiçbirimiz ölümden hoşlanmayız, (ne buyurulur?) denildi. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Hayır, öyle değil. Bu yâni Allah’a kavuşmayı sevmek veya sevmemek, ancak kişinin öleceği anda olur. Ölüm döşeğinde kişi, Allah’ın rahmet ve mağfiretiyle müjdelendiği zaman Allah’a kavuşmayı sever. Allah da ona kavuşmayı sever. Ölüm döşeğinde kişi Allah’ın azabı ile müjdelenince (yâni tehdid edilince) Allah’a kavuşmak istemez. Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.”[1]
Yani şöyle anlayabiliriz biz Rabbimizi: Ölmeden önceki hayatımızda yani dünya hayatında hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız; emirlerini, kesinlikle yapmalıyız. Çünkü öldüğümüzde Allah’a zaten kavuşacağız bunun çaresi yoktur ve bu dünyada yaptıklarımızla Rabbimizin huzuruna varacağız, mutlu ve huzurlu varmak varken neden mutsuz, korkarak, çekinerek varalım? Bunu, çok iyi değerlendirmemiz gerekir. Şöyle bir örnek verelim: Rabbimiz, namazı emreder ama zorlamaz, orucu emreder zorlamaz, zekâtı emreder zorlamaz. Rabbimiz, insanı hep özgür bırakmıştır ama emirleri, kuralları bellidir; ister emirlerine uyarız mutlu oluruz, istersek de uymayız, kafamıza göre yaşarız, hüsrana uğrayanlardan oluruz.
Ölümü istediğimiz kadar iğrenç, kerih görelim, dönüşümüz Allah’adır; O, bize yaptıklarımıza göre hesap soracaktır. Düşünelim ki dünya hayatı bitmiş ve biz cenneti hak etmişiz ve huzurluyuz, mutluyuz, sevdiklerimiz yanımızda ziyaretlerde bulunuyoruz, peygamberleri ziyaret ediyoruz. Özellikle Efendimizi, sahabileri ziyaret ediyoruz Hz. Ebubekir, Hz. Osman’ı ve diğerlerini. Sevdiklerimizle, oturmuşuz muhabbet ediyoruz; geçmişten yani dünyadan, ölümden korkuyorduk, hani mezarda nasıl yatacağımızdan, nasıl hesap vereceğimizden korkuyorduk! Bak, şimdi cennetteyiz, şükürler olsun. İyi ki de Allah’ın emirlerini yapmışız, iyi ki de haramlara dalmamışız, diye muhabbet etmek var; bir de tam tersi ölümü hiç düşünmeden yaşayanlar, haram helal gözetmeden yaşayanlar, Allah’ın kurallarına dikkat etmeyenler… O zaman, “keşke” diyecekler ama iş işten geçmiş olacak ve dönüşü olmayan bir yolda, dönüşü olmayan bir yerde çaresiz azap içinde kalmak var.
Nitekim ölümü, hesabı ve Allah’ın huzuruna çıkacağımızı hep hesaba katmak zorundayız. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Onlar öyle kimselerdir ki her an Rablerine kavuşacaklarını ve O’na döneceklerini bilirler. Ve bilirler de namazı aksatmazlar, haramlardan uzak bir hayat yaşarlar, Rablerinin buyruklarına hep boyun eğerler, İslam için mücadele ederler, Peygamberin izinden giderler de Rablerinden korkarlar, Allah’ı razı etmek için bir yol izlerler.”[2]
Bir de şöyle düşünelim; bazı insanlar da arabası arızalanmasın diye her türlü bakımını yaptırır, onu hep sever, bir bebek gibi ona çok değer verir, “arabam çürümesin” diye hep bakımını yapar. Giysilerine, eşyalarına, işine değer verir ama dinine değer vermez. Allah’a kavuşacağı günden bahsedince o konuyu değiştirmek ister yani ölümü hiç hesaba katmaz, ölmeyecekmiş gibi yaşar, son’un farkında bile olmaz. Ölüm, haktır; er veya geç gelecektir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Kitabı sağ tarafından verilen: Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum, der!”[3]
“Şunu yapmasam şöyle olur, bunu yapmasam böyle olur” diye çabalayan insanoğlu, her şeyin hesabını kitabını çok iyi yapan insanoğlu maalesef ölümü, hiç gelmeyecekmiş gibi ertelemektedir. Acı ama gerçek şu ki ölüm, bizi bir gün mutlaka bulacaktır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa ‘Bu Allah’tan’ derler; başlarına bir kötülük gelince de ‘Bu senden’ derler. ‘Hepsi Allah’tandır’ de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar.”[4] Herkes bir gün anlayacak ki “ölüm varmış, hesap varmış, dünya boşmuş, ahiret hakmış”. Şu halde bunları diyecek vakit varken vakti güzel kullanalım.
Başka bir ayette de Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da, Rasûlü de, müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O, size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.”[5] Bütün yaptıklarımızı, Rabbimiz görmektedir ve yarın, bu yaptıklarımız ortaya çıkacaktır. Melekler tarafından bütün her şeyimiz Rabbimize sunulacaktır. Yani ölüm, hesaba başlamaktır. Ölüm, dünya hayatının son bulup bitmesi demektir. Ölüm, dünyada kazandığımız malın, mülkün, makam ve mevkinin bitmesi demektir. Ölüm, yeni bir hayatın başlangıcı demektir. Ölümle yüzleşmeyenler de kabirleri ziyaret etmeli ama sadece ziyaretle kalmamalı yani kabirlerden ibret almalı ve hayatımıza Allah’ın kurallarına uygun yön vermeliyiz. Kabre gidip kendimizi düzeltmezsek, oraları bir ev ziyareti, bir akraba ziyareti gibi görürsek yani “kabre de gittik” diye kendimizi tatmin edip Allah’ın emirlerine sarılmazsak, ölüme hazırlık yapmazsak, haramlar ve yasaklar umurumuzda olmazsa kabir ziyaretinin bize bir katkısı olmayacaktır. Kabirler, bizi diriltmeli ve ayağa kaldırmalıdır.
Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmuştur: “O gün gelince, Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz içlerinde bedbaht olanlar da mes’ud olanlar da vardır. Bedbaht olanlar, cehennemdedirler. Onlar, orada ‘ah’ edip inlerler.”[6] Allah’ın emirlerine bağlı kalanlar mutlu bir şekilde cennete girecekler, Allah’ın emirlerine itaat etmeyenler, karşı gelenler de cehennemde mutsuz olacaklardır. “Ah” edip inlemeleri vardır orada onların.
Allah’ın Rasulü buyurur ki: “Ölüp de pişman olmayacak yoktur. Mutlaka ölümle birlikte herkes nedamet duyar. Sordular, Ey Allah’ın Resulü, o pişmanlık nedir? Rasulullah şöyle buyurdu, iyi yolda olan hayrını daha çok artırmadığı için pişmanlık duyar, kötü yolda olan da nefsini kötü yoldan çekip almadığı için pişmanlık duyar.”[7] Yine Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ölmeden önce ölünüz.”[8] buyurmaktadır. Yani ölmeden önce diriliniz, günahlara karşı diri olunuz, demektir. Haramlara karşı diri olmalıyız. İyi ameller, sevaplar peşinde olmalıyız ki mutlu olalım, huzurlu olalım İnşallah.
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “And olsun sen, bundan gaflette idin; derhal biz senin perdeni kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir, (denir).”[9] “Sen, ölümü hiç hesap etmiyordun, hiç ölmeyecek gibi yaşıyordun, ölüm gelmeyecek gibi işine, gücüne devam ediyordun, namazı kılmıyordun, oruç tutmuyordun, Allah’ın emirleri hiç umurunda değildi, Allah’ın kanunları, yasaları umurunda değildi! Bak, şimdi her şey bitti, her şey son buldu, gözünün önündeki perde kaldırıldı. Hadi bakalım, kurtuluş var mı? Ölmeyeceğini sanıyordun, dünyadaki saltanatın bitmeyecek sanıyordun. Kur’an’ın ayetleri umurunda değildi, peygamberimizin sünnetleri umurunda değildi, şeytanla ortak çalışıyordun. Hadi bakalım, kim kurtaracak seni buradan?” dediği zaman Rabbimiz, halimiz ne olur hiç hesap ettik mi, hiç hesaba kattık mı?
Hesaba katmalıyız hatta ölümü hiç aklımızdan çıkarmamalıyız. Uykularımız kaçmalı. Belki sabahı göremeyeceğiz; belki de son günümüz gibi görüp hayatımızı, Rabbimizin emirlerine uygun bir düzene sokmalıyız. “Dünya hayatı hiç bitmeyecekmiş” gibi hesapları aklımızdan çıkarmalıyız ve ölümle yüzleşeceğimiz güne hazırlanmalıyız. Nitekim Efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Ebû Ya’la Şeddad bin Evs’ten (ra.)… Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Akıllı, şuurlu adam o kimsedir ki, nefsini Allah’a karşı köleleştirir veya hesaba çeker ve ölümden sonraki hayat için (iyi amel işler.) Aciz adam da o kimsedir ki; nefsini yenmekten yani nefsini haramdan alıkoymaz. Sonra da Allah’tan mağfiret temenni eder.”[10]
Rabbimiz şöyle uyarıvermektedir: “Biliniz ki, kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size çatacaktır. Sonra akıl ve duyularla idrak edilemeyeni de edileni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz, O da size yapıp etmiş olduklarınızı bildirecektir.”[11] Dünyanın zevklerine, süsüne, makamına, mevkisine aldanan adam, ölümü unutacak, ölümden nefret edecektir. Ölüm dediğimiz zaman lafı dolandırıp, ölümden hep kaçacaktır.
Ebu Hureyre’den (ra.)… Allah Teberake ve Teâlâ Hazretleri buyurur ki: “Her kim benim velilerimden birine düşmanlık ve onlara eza ve cefa ederse; o kimse, bilmiş olsun ki ben onunla harp ederim. Onu mahvederim… Kulum, sevdiğim şeyler içinde kendisine farz kıldığım ibadetleri yerine getirmesi kadar başka bir şeyle bana yakın olamaz. Sonra kulum, nafile ibadetleriyle de bana yaklaşmaya devam eder. Nihayet ben, onu, tamamen severim. Artık ben, kulluğunu sevince onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı derecesinde olurum. Diliyle ne isterse muhakkak onları da ihsan ederim. Bana sığınmak isteyince muhakkak kulumu korurum. Ben, yapılmasını istediğim hiçbir şey hakkında mü’minin ölümü karşısındaki tereddüdüm gibi tereddüt etmedim. (Çünkü) kulum, ölümden hoşlanmıyor. Ben de kuluma acı gelen şeyi sevmiyorum.”[12] Rabbimiz, Hadis-i Kutsi’de kulun ölümü kerih/iğrenç gördüğü için kendisinin de onun canını alma noktasında tereddüt ettiğini haber vermektedir. Böyle merhametli Rabbimiz var, emirlerine boyun eğmek gerekmez mi?
Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Her canlı, ölümü tadacaktır. Sonunda bize döndürüleceksiniz.”[13] Hiç kimse dünyada baki kalmayacaktır. Herkes, ölüm acısını tadacaktır ve Rabbimize kavuşacaktır. Dünyada yaptıklarımızla hesaba çekileceğiz, kimse kimseye yardım edemeyecektir.
Rabbimiz başka bir ayette de şöyle buyurmaktadır: “Huzurumuza çıkacaklarını beklemeyenler, dünya hayatına razı olup onunla rahat bulanlar ve âyetlerimizden gafil olanlar yok mu; işte onların, kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden varacakları yer, ateştir!”[14] Günah kazananlar, günahlarının karşılığını alacak, sevap kazananlar da sevaplarının karşılıklarını göreceklerdir. Rabbim, bizleri kötü akıbetten muhafaza eylesin. Âmin.
Emrah DOĞRU
Faydalanılan Eser:
Besâiru’l-Ehâdis, Merhum Ali Küçük
[1] Buhârî, Rikak 41; Müslim, Zikir 14; Nesâi, Cenaiz 10; Tirmizi, Cenaiz 67.
[2] Bakara, 46.
[3] Hakka 19-20
[4] Nisa 78
[5] Tevbe 105
[6] Hûd 105-106
[7] Tirmizî, Zühd 55
[8] Aclûni, Keşfu’l-Hâfa
[9] Kâf 22
[10] Mice, Zühd 31
[11] Cuma 8
[12] Buhari, Rikak, 38
[13] Ankebut 57
[14] Yunus 7-8