Nübüvvet Kervanı: Hz. Nuh (as)
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Nübüvvet Kervanı: Hz. Nuh (as)

“… Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helâkini arttır…”   (Nuh 28)

deve_kervanı

 

Nuh (as)

Ulul-Azm1 peygamberlerinden ilki olarak kabul edilen Nuh (as), Tevhid ve Şirkin mücadelesinde yeryüzündeki dava tecrübelerinden ilkini yaşayarak hak ile batıl arasındaki kıyasıya mücadelenin ilk örneğini oluşturmuştur.

Nuh (as) ve kavmiyle mücadelesi Kur’an-ı Kerimde ayrı ayrı 18 sürede ve toplamda 107 ayette geçmektedir. Allah’u Teâla bu mücadelenin ve kendisine verilen peygamberlik görevini yılmadan, usanmadan 950 yıl boyunca hakkıyla yerine getirmesi hasebiyle, Allah’u Teâla kıyamete kadar, ismini hafızalardan silinemeyecek bir şekilde ibret olarak Tufan hadisesiyle dimağlara kazımış, Kur’an-ı kerimde kendi ismiyle anılan Nuh Suresini inzal buyurarak kendisine verdiği değeri göstermiştir.

Kur’an-ı Kerim’de 100 ayetin üzerinde bahsedilen Nuh (as)’ın kıssası, bir hikâye, bir efsane, bir öykü veya çocuklarımıza okuyabileceğimiz bir masal olsun diye zikredilmemiştir. Nuh (as) ve kavmiyle olan mücadelesinin bizlere aktarılmasından maksat, öncelikle Hz. Peygamber (sav)’e Mekke’de müşrikler tarafından maruz kaldığı sıkıntılar ve zor günlerde, onun bu mücadelesinde yalnız olmadığı, kendinden önceki kavimlerinde peygamberlerine aynı eza ve cefayı çektirdikleri belirtilerek, Hz. Peygamberin ve onunla birlikte olan Müslümanların mücadele azmini arttırma, dolayısıyla davalarına daha sıkı sarılmalarını, sabırla görevini sürdürmesi kendisine hatırlatılarak, inanıp mücadeleden yılmadıkları taktirde üstün gelecek olanların kendileri olduğu vurgulanarak mücadele ruhları canlı tutulmak istenmiştir. Aynı zamanda bu kıssa, Mekkeli azgın müşriklere, Nuh kavminin başına gelen felaketin benzerine duçar olabilecekleri hatırlatılarak, onlara bir uyarı ve tehdit içermektedir. Bununla beraber tabiki Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’in evrensel mesajı gereği tüm insanlığa Hz. Peygamberin dilinden kıyamete kadar geçerli olacak uyarıda bulunmuştur.

Nuh (as)’un bu kıssasında, sapık, inatçı ve yanlış yolda olan melelerin2 peşinde koşan, hakikatleri görmezden gelen bir topluluğun tasviri yapılmaktadır. Bu davada kendilerinden hiçbir ücret istemeyen, herhangi bir menfaati olmayan, Rabbinin kendisine sunmuş olduğu 950 yıllık bir ömürde, bitmek tükenmek bilmeyen bir çaba ile yapmış olduğu mücadele dile getirilmiştir.

Burada Hz. Peygamberin şahsında tüm Müslümanlara yeryüzünde iman hakikatini yerleştirmek için sarf edilen uzun ve meşakkatli bir mücadelenin tablosu çizilmektedir. İnsanoğlunun hak davaya karşı nasıl direnip, böbürlendiği, büyüklük tasladığı ve menfaatlerini kaybetme korkusuyla nasıl zulümler yapabildikleri, Mekke’deki Müslümanlara ve kıyamete kadar gelecek tüm Müslümanlara örnek sunulmuştur.

İnsanoğlu tarih boyunca olduğu gibi, İdris (as)’den sonra başlarında bulunan yöneticilerinin de etkisiyle tekrar fıtratlarını bozmuş, Allah’a kulluğu bırakıp birtakım kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmaya başlamıştı. Tabiki bu putperest topluluk birden bire ortaya çıkmış değildi. İdris (as)’den sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet edip, Salih amel işleyen önderlerini takip ederken, bir zaman sonra, sevip uydukları insanlar ölüp aralarından ayrılınca, güya onların hatıralarını yaşatmak ve böylece onların nasihatlerini zihinlerinde canlı tutmak amacıyla, o değer verdikleri kişileri unutmamak için heykellerini dikmişlerdir. Şeytanın ve nefislerinin de etkisiyle zamanla iyi niyetle yapmış oldukları bu heykellere çeşitli anlamlar yükleyerek, çeşitli güçler isnat etmeye başlamışlar ve önlerinde saygı göstererek tapınmaya başlamışlardır.

İnsanoğlu fıtratı gereği iyi niyetle yaptığı bazı şeylere zamanla farklı anlamlar yükleyebilmekte ve ona kutsallık atfedebilmektedir. İşte bundan dolayıdır ki dinde olmayan herhangi bir şey, güzel ve hoş gibi gözükse bile “BİDAT” kapsamında değerlendirilerek yasaklanmıştır. Şunu unutmamak gerekir ki Rabbimiz Kur’an’da “Dininizi kemale erdirdim” buyurmaktadır. Dolayısıyla amellerimizde Allah’ın göndermiş olduğu din haricinde başka bir şey aramamızın bir faydası yoktur ve Müslümanlar olarak dinde olmayan bir şeyi güzel ve faydalı gibi gözükse bile hiçbir şekilde benimsememeliyiz. Unutulmamalıdır ki Bidatler delalete götürür.

Burada yeri gelmişken kısa olarak şu konu üzerinde de durmak istiyorum. Bildiğimiz üzere, günümüzde daha önceki dönemlerde pek de görülmemiş ve alışık olmadığımız bir uygulama olan “Kutlu Doğum Haftası” yapılmaya başlandı. Kulağa hoş gelen bu uygulama inşallah Nuh kavminin veya Hristiyanların Hz. İsa’nın doğumunu kutlamaları gibi bir hal almaz. Umarım iyi niyetle yapılan bu uygulama bizden sonraki gelecek nesilleri felakete götüren bir yoldan sapmaya sebep olmaz. Şunu unutmamak gerekir ki peygamber sevgisi yılda bir onu hatırlamak ve şaşaalarla kutlamak değil, onun yaşadığı hayatı yaşamak, onun Allah’ın emrine teslim olduğu gibi teslim olmak, kendinden emin olunan bir ümmet yaşantısı sergilemek, hayatına ve karakterine İslam’ın şiarını, Rasul’ün sünnetine tabi olmakla olabilir. Peygamberi sevmek, Rabbimize teslimiyetle, hayatımızdan yalanı çıkarmakla, içimizden Müslümanlara karşı olan kinimizi atmakla, sözlerimizde doğru ve dürüst olmakla, yüzbinlerce Müslüman eziyet ve cefa içinde iken hayatı sefa ile sürmemekle, hayatımızda kendimizden başkasını da gözetebilmekle mümkün olabilir.

Bu konuda son olarak, tüm Müslümanları tefekküre davet ederek, o Kutlu Doğum haftası olarak kutladığımız Rasul’ün “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir” sözleriyle kendimize çeki düzen vermeye davet ediyorum.

Ey! Allah’ın kulu ve Rasulü, önderimiz, rehberimiz, sünnetine uyduğumuz müddetçe yoldan ayrılmayacağımız nebi! Gör ki ümmetin gaflet içinde, sen ki “Komşusu açken, tok yatan bizden değildir” diyorsun. Bugün bizler, bırak komşusu açken, tok yatmayı, geceleri uykumuz kaçmakta, kafamız çatlarcasına düşünmekte, strese girip sinir krizleri geçirmekteyiz, hangi lüks evi alabiliriz, hangi lüks arabayı alabiliriz, hangi yeni çıkan telefonu alabiliriz… daha nice nice lüks tüketimi düşünmekten uykularımız kaçmakta, gözümüze sabahlara kadar uyku girmemekte…

İlk puta tapmayı adet haline getiren Nuh (as)’un kavminden dolayıdır ki İslam’da putçuluğa götüren her yolun önünün kapatılması amacıyla canlı sureti (heykelcilik) yapılması haram kılınmıştır. Hz. Peygamber (sav) bu konuyla ilgi bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:

“Her kim bir suret yaparsa, Allah’u Teâla kıyamet günü, yaptığı o surete ruh verinceye kadar azap edecektir. O kimse ise asla bunu başaramayacaktır. Kıyamet günü en şiddetli azap suret yapanlara olacaktır.” (Buhari – Libas)

İdris (as)’den sonra birtakım kişiler istek ve arzularına uyarak ve kendi nefislerine hoş gelen adetler edinerek doğru yoldan çıkarak, delalete sürüklenmiş ve Allah’a kulluğu bırakıp kendilerine fayda ve zarar veremeyen heykellere kulluk yapmaya başlamışlardır. Bunun üzerine Rabbimiz bu yaptıklarına karşılık kendilerini helak etmemiş ve tekrar kendilerini doğru yola iletecek, iyiliği emredip, kötülükten sakındıracak ve hak yola davet etmek üzere Nuh (as)’u kendi içlerinden peygamber olarak seçmiş ve onlara ilahi vahyi hatırlatmak üzere görevlendirmiştir.

“Andolsun biz Nuh’u kendi kavmine gönderdik. İçlerinde elli yıl eksik olmak üzere bin sene yaşadı. Sonunda onlar zulme devam ederken tufan kendilerini yakalayıverdi.” (Ankebut 14)

“Doğrusu biz Nuh’u, kavmine can yakıcı bir azap gelmeden önce onları uyar diye gönderdik” (Nuh 1)

Peygamberler Allah’u Teâla’nın kullarına rahmetinin en açık delillerinden bir tanesidir. İnsanlara işlemiş oldukları suçlardan dolayı anında cezalandırmayarak onları uyarmak, azaptan kurtarmak, delaletten uyandırmak üzere peygamberlerini görevlendirmiştir.

Kur’anda da belirtildiği üzere Nuh kavmi, Allahtan habersiz ve onu tanımayan bir millet değildi fakat putperestliği yol edinmiş ve Tevhid akidesini bozarak her türlü ahlaksızlığı yaparak küfür ve azgınlıkta oldukça ileri gitmişlerdi. Dünyanın çekici güzellikleri kendilerine hoş gösterilmiş ve öylesine dünya zevklerine dalmışlardı ki Allah’a itaatten yüz çevirmişlerdi. Nuh (as),  kavmine peygamber olarak görevlendirildiği zaman, büyüklenmelerine, vurdumduymaz ve tüm aşırılıklarına rağmen onlara şefkatle ve yumuşak bir tavırla yaklaşarak, onları doğru yola tebliğe şu şekilde başlamıştır:

“Kardeşleri Nuh, onlara: ‘Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak Âlemlerin Rabbine aittir. Artık Allah’tan sakının ve bana itaat edin.” (Şuara 106-110)

“Ey kavmim, şüphesiz ben size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allaha kulluk edin, ondan korkun ve bana itaat edin” (Nuh 2-3)

Nuh (as) kavmini tebliğe başladığı anda ilk olarak açık, sade ve anlaşılır bir dille kavmini şu üç şeye davet etmiştir. Birincisi Allaha ibadet (kulluk), ikincisi Takva, üçüncüsü Rasul’e itaat etme.

Allaha ibadetin anlamı: Başkalarına ibadeti bırakarak, yalnız ona kullukta bulunup, onun emir ve yasaklarına uyarak yaşamı onun ölçülerine göre düzenleme ve mükemmel bir hayat nizamına tabi olmadır.

Takvanın anlamı: Allah’ın hoşnut olmayacağı bütün amellerden sakınmak ve onlardan korunarak yaşamak, Allah’ın koyduğu nizam doğrultusunda yürümek, her şeyi Allahtan istemek ve ondan beklemek, riyaya kapılmadan, büyüklenmeden ahlaki değerlerle hayatı idame etmektir.

Rasule itaatin anlamı: Allah’ın Rasulü olarak tebliğ etmekte olduklarına itaat ederek boyun eğmek, doğru yolda gidebilmenin, hidayet yolunda yürüyebilmenin, ilahi kaynaktan beslenebilmenin yegâne yolu, Allah’ın elçisine uymak, onun izinde yürümek ve vermiş olduğu emirlere kayıtsız şartsız itaat etmektir. Zira Allah’u Teâla “Rasul size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa ondan kaçının” buyurmaktadır.3

Nuh (as) samimi bir kalple, hiçbir menfaat ve karşılık beklemeden kavmini dosdoğru yola, Tevhide davete başlamıştır. Son derece haddi aşmış kavmini tek tek ve topluca, gizli ve açık olarak, gece-gündüz demeden, durmadan, yılmadan, usanmadan, birçok sıkıntı ve çilelere göğüs gererek davet etmiştir. Nuh (as)’un bu tebliği karşısında onlar, büyüklenerek şımarmış, her davetinde kulaklarını tıkamışlar, elbiselerine bürünmüşler, onu küçümsemişler, onunla alay etmişler, onu tehdit etmişlerdir. Kalpleri mühürlenmiş kavmi onu dinlemeyerek şirk koşmaya devam etmiş, kendilerini sapıklıktan ve delaletten kurtarmaya çalışan peygamberlerini Kureyş’in ileri gelenlerinin Hz. Peygambere yaptıkları gibi onu delilikle ve sapıklıkla itham etmişlerdir. Nuh (as) da, Hz. Peygamberin müşriklere verdiği şu cevabın aynısını vermiştir.

“Ey kavmim, bende hiçbir sapıklık yoktur; ancak ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?” (Araf 61-63)

Son derece haddi aşmış kavmin mele takımı, insanlara Nuh (as)’a inanmamaları ve onu yalanlamaları için şu telkinde bulunmuşlardır.

“Sakın tanrılarınızı bırakmayın, hele Ved’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Ye’ûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin! Böylece birçoğunu saptırdılar…” (Nuh 23-24)

Ayette de görüldüğü üzere Nuh kavminin yöneticileri, putları öne süren telkinlerle birçok insanı saptırmışlar ve peygamberi yalanlamalarına vesile olmuşlardır. Nitekim Nuh (as)’un kendi karısı ve oğlunu da kendileri gibi sapıklığa ve delalete sürüklemişler hemde insanların doğru yola gitmelerine engel olmuşlardır.

Her cahiliye sisteminde karşımıza çıkan, putlar dikerek insanları yoldan çıkarma süreci şöyledir: Azgın yöneticiler, hegemonyasındaki insanlara hâkimiyet sağlamak için önce heykeller dikerler, sonra insanları etrafında toplarlar. Ardından bu putlara karşı saygı ve sevgi duygularını coştururlar ki hâkimiyeti altındakileri kolayca yönlendirebilsin, kendi emir ve yasaklarına boyun eğdirebilsinler, bu sayede de kendi çıkar ve menfaatlerini koruyarak zenginliklerine zenginlik katabilsinler.

İnsanlara boyun eğdirmeye çalışılan bu putlar, Taştan olabilir… Kişilerden olabilir… Fikirlerden olabilir… Daha doğrusu Allah’ın davasını engelleyen, onların önüne türlü türlü hileler ve tuzaklar hazırlayan ve de Allaha kulluktan uzaklaştıran her şey birer PUTTUR…

İnsanlığın ikinci atası kabul edilen Hz. Nuh’tan sonra insanlar, Tufanı unutarak tekrar eski cahiliyelerine dönmüş ve bu putlara tapınmaya başlamışlardır. Nitekim İslam Hz. Peygamberle zuhur ettiğinde, Arabistan’ın pek çok yerinde bu putların isimlerine rastlanmaktaydı ve onlar için çeşitli tapınaklar da mevcuttu. Nuh kavminin taptığı bu putların isimleri ve mahiyetleri hakkında Merhum Mevdudi, şu şekilde bahsetmektedir.4

Vedd: Bu put iri yarı gövdeli bir erkek şeklinde idi.

Suva: Bir kadın şeklinde idi.

Yeğûs: Dişi bir aslan şeklinde idi.

Ye’ûk: At şeklinde idi.

Nesr: Akbaba şeklinde idi.

Şirkin ve küfrün pisliğine bulaşmış fertler, tarihin her döneminde olduğu gibi, Allah’u Teâla ne zaman bir elçi gönderse onunla alay etmiş, küçük görmüş, Allah’ın elçisinin bir insan değil, melek olması gerektiğini ileri sürerek şöyle demişlerdir:

“Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz…” (Hud 27)

“Kavminin inkârcı ileri gelenleri şöyle dediler: Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.” (Mü’minun 24)

Yine tarihin tüm dönemlerinde olduğu gibi Nuh (as) dönemindeki mele takımı, tebliği tesirsiz bırakabilme gayreti içerisinde, üstünlüğü zenginlikte, malda ve makamda gördükleri için kendilerinin ayrıcalıklı olduklarını iddia ederek şöyle demişlerdir:

“Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.” (Hud 27)

Zenginliğin verdiği gurur ve kibirle azgınlaşmış mele takımı Nuh (as)’a gelerek, ayak takımını yanlarından uzaklaştırırsa ve yalnız kendilerine iltifat ve ehemmiyet gösterirse ancak belki o zaman ona tabi olabileceklerini söylemişlerdir. Bunun üzerine Nuh (as), mele takımının bu tavrına kaşı diğer peygamber kardeşlerinin verdiği cevabı vererek üstünlüğün malda, parada, makamda olmadığını, bilakis üstünlüğün ancak takvada olduğunu vurgulamıştır.

Nuh (as), kavmine gece-gündüz, gizli-açık, davette bulunmuş, elinden gelen tüm çabayı sarf etmiş, yılmamış, usanmamış, sıkılmamış, küsmemiş, gönül koymamış, uğraşmış didinmiş fakat Hud suresi 40. Ayette geçtiği gibi 950 yıllık ömrü boyunca kendisine “Pek az kimse dışında” inanan olmamıştı. Nuh (as) rabbine bu durumu şu ifadelerle dile getirmiştir:

“Rabbim! Doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim, Fakat benim çağırmam, sadece onların kaçmalarını artırdı. Doğrusu ben Senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra ben onları açık açık çağırdım. Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum. Dedim ki, Rabbiniz’den bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır.” (Nuh 5-10)

Nihayet onca uğraş ve çabadan sonra, onların yola gelmeyeceğini, Allaha kulluğa yanaşmayacaklarını, sapıklıktan geri durmayacaklarını ve kalplerinin artık mühürlenmiş olduklarına kanaat getiren Nuh (as), Rabbine el açarak onları helak etmesi için şöyle duada bulunmuştur:

“Ey Rabbim, Yeryüzünde kâfirlerden bir tek kişi bırakma! Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, sadece ahlâksız ve inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler.” (Nuh 26-27)

Nuh (as)’un yapmış olduğu bu beddua, uzunca bir süre mücadelede bulunmuş, gece-gündüz her türlü yolu denemiş ve sonunda hiçbir yolun onların kalplerini yumuşatamayacağını anlamış, ayrıca bu tavırlarıyla kurtuluşu hak etmeyenlere karşı umudunu yitirmiş bir kalbin duasıdır.

Nuh kavminde olduğu gibi, bazen başka bir çıkar yol kalmayınca, zalimlerin helak edilip yeryüzünün temizlenmesi icap etmektedir. Yoksa bu zalimler sahip oldukları güçle inananları, inançlarından döndürebilmektedirler veya ekonomik güçlerini kullanarak inananları rehavete sürükleyecek çabalar sarf ederek, inananların inançlarını bulandırabilmektedirler.

Yine böyle zalim ve inançsız bir çevrede doğan çocuklarda, küfrün ortamında yetişerek, küfrün temsilciliğini yapabilmektedirler. Bundan dolayı Nuh (as) ezici ve yok edici bu duasını yapmaktadır.

Allah’u Teâla hiçbir peygamberin bu içten yalvarışını ve duasını reddetmeyeceği gibi yeryüzünün pisliklerden arındırılması için, peygamberinin duasını kabul ediyor ve ona şöyle emrediyor:

“Bizim nezaretimiz altında ve vahyimiz uyarınca bir gemi yap.” (Mü’minun 27)

Nuh (as), Allah’ın emri uyarınca, Cebrail vasıtasıyla bir gemi yapmaya koyulmuş ve o gemiyi yaparken küfürde ileri gitmiş olan mele takımı her yanından geçtiklerinde onu alaya almışlar ve küçük düşürmeye çalışarak, kimisi: “Ey Nuh, peygamberliği bıraktın da marangozluğa mı başladın, bu iş daha mı karlı geldi?” diyor. Kimisi de, “Demek karada gemi yapıyorsun öyle mi, hani su nerede, gemiyi karada mı yüzdüreceksin?” diyor. Kimisi de: “Daha önce var idiyse de, şimdi hiç şüphemiz kalmadı, bu adam gerçekten deli!” diyor ve etrafında toplaşarak alay edip, gülüşüyorlardı.

Nuh (as) ise, kavminin dayanılması oldukça güç olan bu tavır ve çirkefliklerine karşı aldırmıyor, sabrediyor, vahyin gereği olarak işinde azimle devam ederek onlara şöyle cevap veriyordu:

“Siz bizimle alay ediyorsunuz ama iyi bilin ki sizin alay ettiğiniz gibi, bizde sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini yakında bileceksiniz.” (Hud 38-39)

Böylece günler geçmiş, zaman ilerlemiş ve nihayet iman ile küfür mücadelesinde kâfirlerin safında yer alanları cezalandıracak olan azap Nuh (as) un kavminin üzerine hak olmuştu. Nuh (as) gemiyi bitirince inananları ve birer çift olmak üzere hayvanları gemiye bindirmişti. Buna mukabil karısı ve oğlu gemiye binenlerden olmamıştı. Kamer suresi 9-13. Ayetlerde geçtiği üzere, gökten boşanan su ile yerden kaynaklar halinde fışkıran sular takdir edilen akıbeti gerçekleştirmek üzere birleşmiş ve önüne geçilemez bir Tufan halini almıştı. Yeryüzü yavaş yavaş sular altında kalıyor ve Allah’ı inkâr edenler birer birer azgın sularda boğuluyordu. Bu arada Nuh (as) küfürde ısrar eden oğluna babalıkla merhamet duyguları kabararak gemiye davet etmiş ve oğlu ise küfürde direterek gemiye binmemişti.

“Gemi onları dağlar gibi dalgalar arasında geçirirken Nuh, bir kenarda duran oğluna, oğulcuğum! Bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma. Oğlu, dağa sığınırım, beni sudan kurtarır, dedi.” (Hud 42-43)

Nihayet aralarına dalga girince, Nuh (as), suda boğulacak oğlu için Allaha şöyle yalvardı:

“Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vadin elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin.” (Hud 45)

Bunun üzerine hükmedenlerin en iyi hükmedeni Rabbimiz Nuh (as)’u uyararak ihtar etmiş, hatasını düzeltmesi için şöyle buyurmuştur:

“Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmayasın diye öğüt veriyorum.” (Hud 46)

Nuh (as) bunun üzerine hatasını anlamış, pişman olmuş ve hemen Rabbine tevbe ve istiğfarda bulunmuştur.5

Burada Allah’u Teâla Nuh (as) ve oğlunun örneğinde, kıyamete kadar geçerli olacak islam kaide ve ahlakının evrensel mesajını ileterek, İnsanı ve toplumunu birbirine bağlayan bağın, ancak inanç bağı olduğu ilkesidir. Bu bağ öyle bir bağdır ki eğer insanın eşi, çocuğu, kardeşi, amcası, teyzesi fark etmez inançta birleşmemişlerse, aralarında bağ, kan bağından öteye gitmemekte, aralarındaki münasebet hiçbir şey ifade etmemektedir. Buna mukabil,  Tevhid inancında birleştikleri takdirde dünyanın diğer bir ucunda da olsa, birbirlerini tanımasalar da, Afrikalı da olsa, Amerikalı da olsa, Türk’te olsa, Arap’ta olsa, hangi etnik gruptan olursa olsun bu inanç sistemi, bu bağ, onları kardeş yapmaktadır. Onların aralarında öyle bir muhabbet tesis etmektedir ki hiçbir dünya görüşü bunun ehemmiyetini anlayamaz, aralarında oluşan sevgi ve muhabbeti idrak edemez, şaşkınlık ve hayret içerisinde izlemekle yetinir. Rabbimiz bununla ilgili şöyle buyuruyor:

“Ancak müminler kardeştir.” (Hucurat 10)

Nihayet yeryüzünde bulunan kâfirler boğulunca, Allah’u Teâla’nın emriyle sular çekilmiş ve gemi tekrar karaya oturmuş ve sadece gemide bulunan inananlar ve çift olarak bindirilmiş diğer canlılar dışında kurtulan olmamıştır.

“Ey yeryüzü! Yut suyunu. Ey gök! Tut suyunu” denildi. Su çekildi, iş bitirildi. Gemi de Cûdî’ye oturdu ve “Zalimler topluluğu, Allah’ın rahmetinden uzak olsun, denildi.” (Hud 44)

Bu şekilde Nuh (as)’un kavmi ile mücadelesi, Tevhid ve Şirk’in bir mücadelesi olarak tarihteki yerini almış ve tüm insanlığa kıyamete kadar unutulmayacak bir ibret olarak sunulmuştur. Nuh (as) ve kavmiyle olan mücadelesini Nuh (as)’un dilinden dökülen şu güzel dua ile bitirmek istiyorum.

“Rabbim! Beni, anamı, babamı, mümin olarak evime gireni, mümin erkek ve mümin kadınları bağışla. Zalimlerin de helakından başka bir şeyini arttırma.” …Âmin… (Nuh 28)

Sözlerime son verirken Merhum Seyyid Kutub’un, Nuh (as)’un bu duası ile ilgili şu ifadelerini de aktarmak istiyorum.

Hz. Nuh (as), bir peygamber olarak Rabbinden kendini bağışlamasını istemesi, kendisinin insan olduğunu, hata ettiğini, kusur işlediğini unutmayan, bununla beraber itaat eden, kulluk sunan ve Allah’ın lütfu ile ancak cennete girebileceğinin bilincinde olan bir kulun edep tavrıdır…

Annesi ve babası için yaptığı dua, bir peygamber olarak mümin anne babaya iyiliğin belirtisidir, zira anne-babası mümin olmasalardı suda boğulmaya mahkûm olan kâfir oğlunu reddettiği gibi onları da reddederdi…

Özel olarak iman etmiş halde evine girenlere yaptığı dua, bir müminin bir başka mümine yönelik iyilik temennisinin ifadesidir. Kendisi için istediği gibi kardeşine de hayır dilemesidir.

Genel olarak tüm mümin erkek ve kadınlara yaptığı dua ise, zaman ve mekân farklılığına rağmen aradaki yakınlık bağının bilincinde oluşun ifadesidir…

…Selam Hidayete tabi olan, yeryüzünün imarı için çalışan, Allahtan başkasına kulluk etmeyen, mele grubuna boyun eğmeden, yılmadan, usanmadan doğru yolda ilerleyen dürüst ve sabırlı kulların üzerine olsun…

 

…Selam ve Dua ile…

 

Dipnotlar

  1. Ulu’l-Azm: Ahkaf suresi 35. ayette geçtiği gibi, hayatı zorlukla, çileyle geçen peygamberler için kullanılmış özel bir ifadedir.
  2. Mele: Bir toplumun önderleri, başkanları, ileri gelenleri anlamındadır.
  3. Haşr suresi 7. Ayet
  4. Bilgi için Tefhim’ul Kur’an, Nuh suresi 23. Ayete bakabilirsiniz.
  5. Hud suresi 47. Ayet

 

GRUBA KATIL