Musul, İngiliz diplomasinin ayak oyunları ve Türkiye heyetinin aymazlığı ile önce Lozan görüşmelerinin dışında bırakılmış, daha sonra da Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti)’da yapılan görüşmelerin neticesinde ise tamamen kaybedilmiştir. Mim Kemal Öke ve Mustafa Budak gibi bazı yazarlar, İngiliz diplomatların bu başarısını haklı olarak diplomatik bir başarı olarak değerlendirmişlerdir.[1] Çünkü İngilizler, Musul’un Lozan görüşmelerinin dışında bırakılması ve özellikle de Milletler Cemiyeti’inde görüşülmesinin kabulü halinde Musul’u kendi hâkimiyet alanına gireceğini biliyorlardı. İşin ilginç yanı bunu, Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve hatta Meclis’teki milletvekilleri de biliyordu. Hatta Mustafa Kemal ve arkadaşları, Misak-ı Milli’den taviz anlamına geldiğini bile bile Musul’u Lozan görüşmelerinin dışında bırakmışlardı. Aslında bu, Misak-ı Milli’den ilk taviz değildi. Çünkü 20 Ekim 1921’de Suriye’nin kuzey kesimleri Mustafa Kemal ile Fransızlar arasında yapılan Ankara Antlaşmasıyla Fransa egemenliğine bırakılmış ve bu da Meclis’te yoğun tartışmalara neden olmuştu. Şimdi ise Lozan’daki görüşmelerle, Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine bina edildiği iki asli unsurundan biri olan Kürtler açısından çok önemli olan Musul, İngilizlere bırakılmış olacaktı. Bu nedenle Lozan görüşmelerine ara verildikten sonra Türkiye’ye dönen İsmet İnönü TBMM’de, Lozan görüşmeleri ile ilgili bilgi verirken yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Bu tartışmaların başını genellikle – ve haklı olarak- Doğulu Milletvekilleri çekmekteydi. Çünkü daha önce Ankara Antlaşmasıyla, şimdi de Lozan görüşmelerinde Misak-ı Milli’den verilen tavizler genellikle Doğulu milletvekillerinin yaşadığı bölgeyi kapsamaktaydı.
Hükümet, Heyet için talimat hazırlamıştır.
İsmet İnönü başkanlığındaki heyete Lozan’a gitmeden önce 3 sahife 14 maddeden oluşan bir talimat hazırlanmıştı. Heyet, Lozan görüşmelerinde bu talimata göre tavır belirleyecekti. Bu talimatta heyetin dikkat etmesi gereken konular ise şöyle belirtilmişti:
- Doğu sınırı: ‘Ermeni Yurdu’ söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir;
- Irak sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul livaları istenecek, konferansta başka bir durum ortaya çıkarsa Hükümetten talimat alınacak;
- Suriye sınırı: Bu sınırın düzeltilmesi için çalışılacak ve sınır şöyle olacaktır; Re’si İbn Hani’den başlayarak Harim, Müslimiye, Meskene, sonra Fırat Yolu, Derizor, Çöl, nihayet Musul vilayeti güney sınırına ulaşacak;
- Adalar: Duruma göre davranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan adalar ülkemize katılacak, olmazsa Ankara’dan sorulacak;
- Trakya sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacak;
- Batı Trakya: Misak-ı Milli maddesi (yani plebisit istenecek);
- Boğazlar ve Gelibolu yarımadası: Yabancı bir askeri kuvvet kabul edilemez, bu yüzden görüşmeleri kesmek gerekirse önceden Ankara’ya bilgi verilecek;
- Kapitülasyonlar: Kabul edilemez, görüşmeleri kesmek gerekirse gereken yapılır;
- Azınlıklar: Esas mübadeledir;
- Osmanlı borçları: Bizden ayrılan ülkelere paylaştırılacak, Yunanistan’dan alınacak tamirat bedeline mahsup edilecek, olmazsa 20 yıl ertelenecek. Düyun-ı Umumiye İdaresi kaldırılacak zorluk çıkarsa sorulacak;
- Ordu ve donanmaya sınırlama konması söz konusu olamaz;
- Yabancı kuruluşlar: Yasalarımıza uyacaklar;
- Bizden ayrılan ülkeler için Misak-ı Milli’nin ilgili maddesi geçerlidir ve;
- İslam cemaat ve vakıflarının hakları, eski anlaşmalara göre sağlanacaktır.”
Görüldüğü gibi talimatın ilk 7 maddesi sınırlarla, izleyen 5 maddesi yeni devletin düzeniyle, son 2 maddesi de Osmanlı’dan ayrılan ülkelerdeki düzenle ilgiliydi. Yani, talimatın amacı sınırları çizmek ve içeride bağımsız devlet kurmaktı.[2]
Ayrıca Heyet görüşmeler esnasında ortaya çıkacak yeni durumla ilgili olarak hükümetle – daha doğrusu Mustafa Kemal ile – sürekli diyalog halinde olacaktı. Bu nedenle de Heyet ile Mustafa Kemal arasında çok yoğun bir telgraf trafiği yaşanmıştır. Bu da şifre çözme uzmanları sayesinde İngiliz dışişlerinin işine yaramıştır. Çünkü gizli istihbarat, bu görüşmeleri İstanbul’daki İngiliz dinleme istasyonundan mealen çözüp Lausanne’a aktarmaktaydı, bu dinleme raporları önce Londra’daki Savaş Bakanlığına, oradan Dışişleri Bakanlığına, oradan da Curzon’a gönderiliyordu.[3] Yani Mustafa Kemal ile İnönü arasında telgraf üzerinde yapılan –güya özel/gizli- bütün görüşmeler önceden Lozan’daki İngiliz heyeti tarafında bilinmekte idi. Bu da görüşmelerde, Türkiye heyetinin düşüncelerini, hatta takınacakları tavırları bile önceden bildiklerinden, İngilizlerin işlerini kolaylaştırmakta idi.
Peki, bu talimatlara ve sürekli diyaloga rağmen Musul, nasıl Lozan görüşmelerinin dışında bırakılmıştı? İngiltere’nin Musul ısrarına karşılık Türkiye Heyeti nasıl bir tavır takınmıştı ki bu durum, engellenememişti? Bu ve benzeri soruları daha da çoğaltmak mümkündür. Aslında bütün bu ve benzeri sorulara verilecek tek bir cevap vardır, o da o günün egemen iradesi yani Mustafa Kemal ve arkadaşları batılılaşma/modernleşmek istiyordu. Bu da ancak, İngiltere ve Fransa ile uzlaşmaya bağlıydı. Çünkü bu iki ülke Batı’nın en güçlü iki ülkesiydi. Yani İngiltere ve Fransa, Batı demekti. İşte bu nedenle TBMM’nde çok sert tartışmalara rağmen İngiltere’nin dediği gerçekleşmiş ve Musul İngiltere’ye bırakılmıştı.
Türkiye’yi temsil eden Heyet
Lozan görüşmelerine, Türkiye’yi temsilen Dışişleri Bakanı İsmet İnönü[4], Trabzon milletvekili Hasan (Saka) Bey ve Sinop milletvekili Dr. Rıza Nur Bey’den oluşan delegeler kurulu ile 25 kişilik bir danışma heyet katılmıştır. Heyet, 11 Kasım’da Lozan’a ulaşmıştır. 13 Kasım’da başlaması gereken görüşmeler bazı gecikmelerden dolayı 20 Kasım 1922’de başlamıştır. Musul meselesi ise, ilk olarak Lozan Konferansı’nın 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda ele alınmıştır. İsmet İnönü, Türk tezini siyasî, tarihî, etnografik, coğrafî, ekonomik ve askerî açılardan izah etmeye çalışmıştır. İsmet İnönü’nün bu konuşması incelendiğinde Musul’un bir Türk toprağı olarak telâkki edilmesindeki gerekçelerin yanı sıra İngiltere’nin ortaya koymaya çalıştığı iddiaları da çürüttüğü görülür. Esasında Türk tezinin dayandığı temel nokta etnografik sebeplerdir. Musul vilâyetinde yerleşik nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş ve Türk-Kürt ayrımı yapılmaksızın çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin Anadolu’dan ayrılamayacağı belirtilmiştir. İsmet Paşa son resmî Türk istatistiklerine dayanarak Musul’u meydana getiren unsurları şu şekilde göstermiştir:[5]
Türk…………………………………..146.960
Kürt…………………………………..263.830
Arap…………………………………..43.210
GayriMüslim…………………………31.000
TOPLAM…………………………….503.000
İngiliz Heyeti’nin verdiği rakamlar ise şu şekildedir:
Türk……………………………………65.895
Kürt………………………………….452.720
Arap…………………………………185.763
Hıristiyan……………………………62.225
Yahudi……………………………….16.865
TOPLAM……………………………785.468
Verilen bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi Araplarla Müslüman olmayan grupların vilâyet nüfusu içinde azınlıkta, Kürtlerle Türklerin çoğunlukta olduğunu İngiliz temsilcileri de kabul etmektedir. İsmet İnönü’nün ortaya koyduğu diğer sebepleri ise şu şekilde özetlemek mümkündür:
– Musul vilâyetinde oturanlar yeniden Türkiye’ye bağlanmayı ısrarla istemektedirler; çünkü sömürgeleşmiş bir halk olmaktan çıkarak, bağımsız bir devletin yurttaşları olacaklarını bilmektedirler.
– Coğrafî ve siyasal bakımlardan, bu vilâyet, Anadolu’yu tamamlayan bir parçadır. Musul ancak Anadolu’ya bağlı kalmakla gerçek çıkış yerleri olan Akdeniz limanlarıyla sıkı ilişki kurabilecektir.
– Hukukî bakımdan hâlâ Osmanlı Devleti’nin bir parçası olan Musul için İngiltere’nin yapacağı bütün antlaşmaların ve sözleşmelerin hukukî açıdan hiçbir değeri olamaz.
– Anadolu’nun güney kesimlerini birleştiren yolların kavşak noktası olan Musul’un ticaret ilişkilerimiz ve bu bölgenin güvenilirliği bakımından Türkiye’nin elinde olması zorunludur.
– Musul vilâyeti, Türkiye’nin birçok başka parçaları gibi, savaşın durmasından sonra ve yapılmış sözleşmelere aykırı olarak Türkiye’den alınmıştır. Bu yüzden, aynı durumda kalmış öteki bölgeler gibi, Musul’un da Türkiye’ye verilmesi gerekir.[6]
Lord Curzon ise, yaptığı konuşmada tamamen ters bilgilerle İsmet Paşa’ya cevap verdikten sonra, “İsmet Paşa savunmasını, iyice ve dikkatlice incelenmesi gereken birçok ekonomik, stratejik ve bunlar gibi iddialara dayattı. Böyle olunca, tarafsız bir soruşturma yapılmasını kararlaştıralım. Söz konusu olan bölge manda altında bulunduğu, İngiliz hükümetinin bu yetkiyi Milletler Cemiyeti’nin koruyuculuğunda kullanmakta bulunduğu için soruşturma ile görevlendirilecek kurumun Milletler Cemiyeti olmasını düşünmekteyim” dedi ve bunu bir teklif olarak öne sürmüştür.
İnönü ise, Lord Curzon’un bu teklifin kabul edilmesinin mümkün olmadığını, çünkü söz konusu olan yerin (Musul’un) ulusal varlıklarının bir parçası olduğunu, Musul’dan vazgeçmelerinin mümkün olmadığını söylemiştir.[7] İnönü’nün bu çıkışı üzerine Lord Curzon, Milletler Cemiyeti Antlaşmasının 11’nci maddesini[8] hatırlatmış, diğer devletlerin delegeleri de Lord Curzon’u desteklemişlerdir. Görüşmelerin sıkıntıya girme ihtimali belirmesi üzerine İnönü Ankara’ya bir rapor göndermiştir. Bu raporda, konferansın kesilme ihtimalinin çok kuvvetlendiğini, görüşmelere ara vererek Ankara’ya dönmenin ve böylece durumu sürüncemede bırakmanın ya da Musul’dan vazgeçerek yeni bir barış imkânı aramanın gerektiğini bildirmiş, kendisinin de Musul’dan vazgeçerek yeni bir barış aranması kanısında bulunduğunu açıklamıştı.[9]
Türklerle Kürtlerin öz yurdu olan Musul’un kaderinin de, İzmir’in, Doğu Trakya’nın, İstanbul’un, Adana’nın, Urfa’nın, Gaziantep’in kaderiyle aynı olduğunu inandırıcı şekilde açıklamış olan İsmet Paşa’ya karşı sinirli bir şekilde söz alan İngiliz Baş delegesi Lord Curzon, sözlerini Kürtçülük konusuna getirerek, Büyük Millet Meclisi’nde Musul bölgesinden milletvekili bulunmadığını belirtmiş ve şöyle demişti: “Ankara’nın Kürt milletvekillerine gelince, onların nasıl seçilmiş olduklarını kendi kendime sormaktayım. Halkoyu ile seçilmiş tek milletvekili var mıdır? Bütün bu insanların atanmış oldukları ve bunlar arasında bazılarının dil bilmedikleri için meclis çalışmalarına katılmadıkları herkesçe bilinmektedir… Kürtlerin, Türk idaresinden hoşnut kalmadıklarını sürekli olarak açıkladıklarını herkes bilmektedir. Dört yıldır İngiliz Hükümeti’ne, hayal kırıklığına uğramış Kürtlerden, Kürdistan’ın özerkliği ya da bağımsızlığıyla ilgilenmemizi isteyen protestolar gelmektedir.”
Lord Curzon’un bu sözlerini öğleden sonraki oturumda cevaplayan Türk Baş delegesi İsmet Paşa, Kürtçülük konusuna da değinmiş ve “Bütün dünya bilmelidir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk halkının gerçek ve serbestçe seçilmiş temsilcilerinden meydana gelmektedir. Türkler gibi Kürtler de aynı ölçüde seçmendirler. Onların seçimlerinin dürüstlüğünden şüphe edilmez. Onların seçtikleri milletvekilleri mecliste eşit haklardan yararlanırlar. Musul milletvekillerinin mecliste bulunmaması, işgal altında olmaları sebebiyle serbestçe seçim yapamamalarındandır. Bu örnek, Kürtlerin Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilmemiş olduklarını değil, milletvekillerinin Türkiye’de ne ölçüde dürüst ve düzenli şekilde seçildiklerini ispatlamaktadır” demişti.[10]
Resmi görüşmelerin ilk celsesinde tarafların özel görüşmelerdeki taleplerinden taviz vermeyecekleri belli olmuştu. Türkiye, haklı olduğu bir davada, sonucundan endişe duymaksızın bölgede halkoyuna başvurma önerisini tekrarladı. Lord Curzon, Türkiye’nin önerisini, ‘Kürt ve Arapların cahil olduklarını, seçim sandığı nedir ömürlerinde görmediklerini ve bunlar sandığı getirenin başına atarlar’[11] demek suretiyle reddetmiştir. Oysa aynı İngiltere, Irak’ta Emir Faysal’ın Kral ilan edilmesinde halkın oyuna başvurmuştu.[12] O zaman halka güvenen ve oyuna başvuran İngiltere bu defa aynı halka güvenmeme nedeni, halkın Türkiye’yi tercih edeceğini bilmesindendir.
Lord Curzon’un önerisi meseleyi tarafsız bir kurum olan Milletler Cemiyeti’ne havale etmekti. O’na göre Türkiye kendinden bu kadar eminse, bu çözüm şeklini kabul etmeliydi. İngiltere’nin, meseleyi Milletler Cemiyeti’ne götürme teklifini Fransa (Mösyö Bompard), Japonya (Marki Garroni) ve İtalya delegeleri de desteklemiştir. İngiltere’nin Musul meselesini Milletler Cemiyetine götürmek istemesinin nedeni, Türkiye’nin uluslararası ortamdaki yalnızlığını bilmesi ve kendisinin de Milletler Cemiyeti’nin etkin üyesi olarak meseleyi istediği gibi çözümleyeceğini düşüncesi idi. Başta Fransa olmak üzere, İtalya ve Japonya da İngiltere’yi desteklemişlerdir. [13]
İngiltere’nin blöfü devam ediyordu. Nitekim Lord Curzon’u barışın uzamasıyla meydana gelebilecek herhangi bir olaydan İsmet Paşa’yı sorumlu tutacağını söyleyerek Türkiye’yi dünya barışını tehlikeye atan Devlet durumuna düşürmek istemişti. Bu durumda Milletler Cemiyeti Sözleşmesi’nin 11. maddesine göre İngiltere’nin tek yanlı olarak başvuruda bulunacağını ifade etmiştir.
İngiltere, Türkiye’nin basına yansıyan kararlılığını, Musul için gerekirse savaşı göze alabileceğine dair haberleri Milletler Cemiyeti’ne başvururken gerekçe göstermiştir. Lord Curzon 25 Ocak 1923’te, Milletler Cemiyeti’ne yaptığı başvuruda, Musul meselesinin bir an önce ele alınmasını istemiştir. 30 Ocak 1923’te Milletler Cemiyeti’ndeki İngiliz temsilcisi Lord Balfour ise konseyi “barışa karşı yöneltilen tehdidi önlemeye” çağırmıştır.[14]
31 Ocak 1923 günü İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcilerinin hazırladığı 150 sayfa, 160 madde ve 9 bağlı projeden ibaret anlaşma projesi Türk heyetine özel olarak iletilmiştir. Sanki bu belge, Türkiye ile barış için değil, fakat Türkiye’nin her çeşit egemenliğini elinden almak için hazırlanmıştı. Bu antlaşmanın bir maddesi ‘Irak hududu (Musul) Milletler Cemiyeti tarafından tayin edilecekti.’[15] İsmet Paşa bu teklife itiraz ederken, konuyla ilgili Ankara’nın da görüşünü istemiştir. Hükümet İsmet Paşa’ya, Musul meselesinin çözümünü her türlü baskıdan uzak olarak halkın oyuna bağlı olduğunu, petrol konusunun görüşülebileceğini bildirmiştir. Ankara’dan gönderilen talimatta, İngiltere’nin Musul petrollerinden “İngiliz kapitalistlerinin ihtiraslarını tatmin için” savaşa sürüklediklerini iyi bir propaganda ile ABD ve Avrupa kamuoyuna duyurulması isteniyordu. Türk heyetine, verilecek cevabi projenin kabul edilmemesi halinde Ankara’ya dönmesi de bildirilmişti.[16]
Lozan Konferansının son oturumu 31 Ocak Çarşamba günü ‘Şato Oteli’nde toplandı. Lord Gurzon: “On haftadan fazla bir zamandan beri devam eden çalışmalarını sonuna geldiklerini, Konferans üyelerinin elinde sulh muahede metninin bulunduğunu, burada hazır bulunan devletlerin hepsinin muahedeyi imzalamaya davet ettiğini’ belirtir bir konuşma yapmıştır. İsmet İnönü ile Gurzon 1 Şubat günü bir araya gelerek üç saat görüşmüşlerdir. İnönü, müttefiklerin hazırladığı metinde kabul edemeyeceği hususların bulunduğunu belirtir bir muhtıra vermiştir. 2 Şubat 1923 günü ise Lord Curzon’un davetiyle toplanan müttefikler, İsmet Paşa’nın 1 Şubat 1923 tarihli muhtırasını değerlendirmişlerdir. 3 Şubat Cumartesi günü İtalya (Mark Garroni) ve Fransa (Mösyö Bompard) temsilcileri, Musul meselesinde Milletler Cemiyeti’nin gözetimi altında halkoyuna başvurulması teklifini kabul etmesini rica etmişler fakat İngiliz baş delegesi Milletler Cemiyeti’ne mektup yazdığını söyleyerek bu meselenin İngiliz Hükümeti’nin elinden çıktığını söylemiştir.[17] İngiltere temsilcisi Lord Curzon görüşmelerin başından beri blöfle İsmet İnönü’nün gözünü korkutmuştu. Nitekim bu konuda da aynı şekilde blöf yapmış ve tutmuştu. Lord Curzon müttefiklerine, 2 Şubat 1923 tarihinde Lozan’dan ayrılacağını, o tarihe kadar anlaşma imzalanmazsa sorumluluk kabul etmeyeceği blöfünü gündeme getirmişti. Bu blöfü duyan İsmet İnönü öyle telaşlanmıştı ki, Ankara’ya ne yapması gerektiğini soran telgrafa kendi görüşünü de eklemişti. Ona göre, Musul meselesinin halli daha sonraya bırakılarak, Lozan Barış Antlaşması hemen imzalanmalıydı! Delegasyonun diğer iki önemli adamı, Hasan Bey kararsız iken, Dr. Rıza Nur fikre şiddetle karşı çıkmıştı. Ankara’da, Başbakan Rauf Bey ve hükümet, İsmet Bey’le aynı şeyi düşünürken mebusların büyük çoğunluğu Musul’un silah kullanılarak alınmasından yanaydılar.[18] İngiltere, güya Türkiye bu şartı kabul etmezse barışa yanaşmayan taraf olacaktı ve bu da savaş ilanı anlamına gelecekti. Oysa o dönemde İngiltere’nin de savaşabilecek gücü kalmamıştı. Ama Türkiye bunu bilmediği ya da böyle işine geldiği için bu blöften korkmuştur.
Türkiye barışı engelleyen taraf olmak istememişti. Sonunda, Musul meselesinin çözümünde İngiltere’nin “görüşüne yaklaşan bir adım atmıştır.” İsmet Paşa 4 Şubat 1923 tarihli bir mektupla, barışın sağlanabilmesi için Musul Meselesi’nin konferans programından çıkarılarak bir yıl içinde Türkiye ve İngiltere arasında çözümlenmesini önermiştir. İngiltere aynı gün Milletler Cemiyeti Meclisi’nde bir yıldan önce “Türk Irak sınırı meselesinin” ele alınmasını istemiştir. Türkiye’nin söz konusu yaklaşımına rağmen konferans aynı gün kesintiye uğramış, diğer birçok mesele de halledilememiştir.[19]
Türkiye’nin 15 kişilik heyeti 7 Şubat sabahı Bükreş-Köstence yoluyla İstanbul’a hareket etmiştir. İstanbul’a gelindiğinde İnönü gazetecilere “çok mücadele ettik. Konferans kesilmedi prensibini herkes kabul etti. Ama bu esas benden çıkmadı. Şimdi vaziyet bu merkezdedir” şeklinde kısa bir açıklamada bulunmuştur.
O sıralarda Mustafa Kemal İktisat Kongresi dolayısıyla İzmir’de bulunuyordu. İnönü, Mustafa Kemal ile 18 Şubat’ta Eskişehir istasyonunda buluşarak durum değerlendirmesi yapmışlardır. 20 Şubat’a Ankara’ya dönülmüş, burada da (Çankaya Köşkünde) çeşitli vekillerle durum değerlendirmesi yapılmıştır.[20]
Meclis’teki Musul Görüşmeleri
TBMM, 21 Şubat 1923 tarihli gizli oturumunda Lozan Konferansı’nda meydana gelen hâdiseleri ve İsmet Paşa’nın müttefiklere teklif ettiği sulh projesini görüşmeye İlk olarak İsmet Paşa söz alarak konferans hakkında oldukça uzun bir konuşma yapmış ve Meclis’e bilgi vermiştir.[21] İsmet Paşa’nın izahından sonra 27 Şubat’tan itibaren yaklaşık bir hafta süreyle Lozan görüşmeleri ikinci grup milletvekilleri arasında çetin tartışmalara ve karşılıklı atışmalara sebep olmuştur. Grubun lideri Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey;
“Efendim, Cemiyeti Akvam İngiliz şurasından başka bir şey değildir. Cihanı aldatmak için sahte meşrutiyetlere müşabih olan şu makamı tanıyalım. Eğer aczimiz varsa resmen veririz. Kendi kendimizi aldatmayız efendiler. Musul bir sene hali intizarda bulunacak. Bu ne demektir Efendiler? Bu milletle istihzadır. İngilizlerden Mısır’ı aldınız, Kıbrıs’ı aldınız mı efendiler? Musul’u bugün sana vermeyen ne için yarın versin? (…) Şimdi efendiler, eğer feda etmek icab ediyorsa millete yalancı bir sulh, yarım bir sulh getirmeyiniz. (…) Musul’u bir sene sonraya talik etmek demek, milleti idlal etmek demektir. (…) Efendiler, eğer veriyorsanız Millete deyiniz ki, müddeti muvakkate için bunu İngilizlere verdik. Harb devam etsin, memlekette seferberlik itimatsızlık devam etsin. Bir sene sonra Cemiyeti Akvam vermezse harb edeceğim diye aldatmayınız!”[22] diye bağırmıştır kürsüden.
Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey de;
“Efendiler soruyorum; düşmanların altı ay sonra iade etmiş olduğu bir toprak var mıdır? Yoktur efendiler. Hangi toprak bir daha geri iade edilmiştir? Musul’u bir sene sonraya bırakmak, bir Mısır yapmak demektir. Binaenaleyh neticede gaip etmek demektir. Bu da Girit gibi gidecektir. Binaenaleyh Musul’u bırakmak caiz değildir. (…) İngilizler Yunanlıların burada iki üç yüz bin kişilik kuvveti mevcut iken harp etmek istemiş olsaydı ve eğer harp etmeye muktedir olsaydı, yani efkârı umumiyesini harbe izhar etmiş olsaydı Yunanlıların süngüsü henüz burada kırılmamış olduğu bir zamanda harp ederlerdi. Yunanlılar perişan olduktan sonra üç yüz bin kişilik bir kuvvetini gaip ettikten sonra, İngiltere yeni baştan Avusturalya’dan bilmem nereden asker toplayıp da harp edecek değildir. Bir sene evvelinden beri Musul meselesi değil, Irak meselesi İngiltere’nin en had liberalleri başta Asküit olduğu halde, Basra’dan yukarı çıkmak bizim için doğru değildir nokta-i nazarını ileri sürüyorlar ve burada sebat ediyorlar. Irak işgal kuvvetinin mesarifi daimesini harp bütçesinden avam kamarası çizmiştir, başka yerden para bulamadıkları için müstemlekât bütçesine koymuşlardır ve kurnazlıkla geçirmişlerdir. Yani İngiltere efkârı umumiyesi bu kadar işgal aleyhinedir. (…) Irak’tan çekilelim diyorlar. Bu mesele Avam Kamarasında tekrar mevzubahis edilmiş ve reye konmuştur. Reyler arasındaki fark çok değildir. Tahliye taraftarı olanlar neden kazanamamıştır bilir misiniz? İşte şu bizim talik dolayısıyla kazanamamışlardır. Diyorlar ki, artık Türk sulhunu bekleyelim, ona göre karar veririz. Şu talik meselesi itibariyle, bunu ben kendim uydurmadım, hepiniz gazetelerde görmüşsünüzdür.” Mersin Milletvekili Selahaddin Bey de 26 Şubat tarihli Tan’da vardır diye ilavede bulunmuştur.[23]
Ali Şükrü Bey, yaptığı konuşmalarda sık sık “Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam zafer, Lozan’da heba edildi “şeklinde sert eleştirilerde bulunmuştur. Musul meselesinin çözümünün ertelenmesi ve bir sene sonraya bırakılması ise heyetin yaptığı büyük bir hata olarak değerlendirilmiştir.
TBMM’de muhalefet partisi rolünü üstlenen ikinci gruba mensup milletvekilleri “Musul verilemez, gerekirse bu uğurda savaşırız” anlayışı içindeydiler. Bu heyecan içinde defalarca söz alarak İsmet Paşa’ya ve Vekiller Heyeti’ne çeşitli suçlamalarda bulunmuşlardır. İkinci grubun önde gelen isimlerinden Hüseyin Avni ve Ali Şükrü Beyler başta olmak üzere birçok milletvekilleri yaptıkları konuşmalarda Lozan görüşmelerinde “Misâk-ı Milli’den taviz veriliyor” iddiası ile endişelerini dile getirmişlerdir. Siirt Mebusu Necmettin Bey Musul’u terk etmenin bütün doğu vilâyetlerini terk etmek anlamına geldiğini, bu meselenin Cemiyet-i Akvam’a havale edilmesinin, Musul’u İngiltere’ye vermek anlamına geldiğini ısrarla ifade etmiştir. Devam edecek…
[1] Mim Kemal Öke, Musul-Kürdistan Sorunu, İstanbul: İz Yayıncılık, 1995, s.196-197; Mustafa Budak, İdealden Gerçeğe, Misak-ı Milli’den Lozan’a dış politika, Küre Yayınları, İstanbul, Birinci Basım 2002, s.372
[2] Baskın Oran, Türk Dış Politikası, c.1: 1919-1980, İletişim Yayınları 2 bsk. 2001, İstanbul s.217; Ayrıca daha geniş bilgi için bkz; Budak, age. s.313 vd.
[3] Baskın Oran, agy.
[4] Mustafa Kemal, mevcut Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal’in (Tengirşek) 26 Ekim 1922’de istifasını istemiş ve boşalan yere de İsmet İnönü’nün gelmesini sağlamıştır.
[5] http://www.tariharastirmalari.com/musulmeselesi.html
[6] Mahmut Goloğlu, Türkiye Cumhuriyeti 1923, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1. Bsk. Ağustos 2011, İstanbul, s.60
[7] Goloğlu, age. s.60-61
[8] Milletler Cemiyeti Antlaşmasının 11’nci maddesi;‘Cemiyet üyelerinden birinin doğrudan ilgilendirsen veya ilgilendirmesin, her savaş ya da savaş tehdidi bütün Cemiyeti ilgilendirir, Cemiyet uluslararası barışı etkili bir şekilde korumaya yarayacak tedbirleri almakla yükümlüdür. Böyle bir durum Cemiyetin herhangi bir üyesinin isteği üzerine Genel Sekreter Meclisi toplantıya çağırır’
[9] Goloğlu, age. s.61-62
[10] Goloğlu, age.s.74-75
[11] Ali Naci Karacan, Lozan, Milliyet yayınları, 2.bsk. Temmuz 1971, İstanbul, s.253
[12] Yapılan halk oylamasında Irak’ın Kuzeyindeki Kerkük, Musul, Erbil ve Süleymaniye halkı, Emir Faysal’ın aleyhinde oy kulandı. Hatta Kerkük’te büyük tepki gösteren halk, oy sandıklarını dağıtarak, Emir Faysal’ın Türk toprakları üzerinde kral olmasının ve esasen bu bölgede böyle bir halk oylamasının düşünülemeyeceği yolunda itirazlarda bulundu. Böyle olmasına rağmen İngilizler Emir Faysal’a 28 Ağustos 1921de törenle taç giydirdiler.” Daha geniş bilgi için bkz; http://www.tasam.org/tr-TR/Icerik/815/modern_irak_tarihi
[13] Mösyö Bompard söze başladı ve Türklere sevgisinden söz ederek Gurzon’un tekliflerinin makul olduğunu söyledi: -İsmet Paşa’nın bu teklifi reddetmesi beni çok mahzun eder” dedi. Japon delegesi ile Marki Garroni de aynı tarzda konuştular. –Gayet zeki, gayet nazik olan İsmet Paşa’dan bu mesele hakkında dünyayı memnun edecek bir karar bekleriz” dediler. Daha geniş bkz; Karacan, age. s.254-255
[14] http://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=354597
[15] Bu antlaşmanın özeti ve esasları için bkz; Karacan, age. s.271-273
[16] Kürkçüoğlu, a.g.e., s. 266.
[17] Karacan, age. s.275, 288, 289
[18] Daha geniş bilgi için bkz; http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/musulu-neden-ve-kaca-sattik-1197140/
[19] http://www.altayli.net/musul-meselesi.html
[20] Daha geniş bilgi için bkz; Ş. Süreyya Aydemir, İkinci Adam, c. 1 Remzi Kitabevi, tarihsiz. s.251 vd.
[21] T. İş Bankası Kültür yayınları, 1985, TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.4, s. 65 vd.
[22] TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.4, s.93
[23] TBMM Gizli Celse Zabıtları, c.4, s.133-134