“Sana rabbinden indirilenin hak olduğunu görüp bilen kimse görmeyen gibi olur mu? Bunu ancak akıl sahipleri anlar. Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getirirler, yeminlerini asla bozmazlar. Onlar, Allah’ın, korunmasını emrettiği bağı koruyan, rablerine saygıda kusur etmeyen, hesabın kötü sonuç vermesinden korkan kimselerdir. Ve onlar, rablerinin rızasını elde etmek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda gizli açık harcayan, kötülüğü iyilikle savan kimselerdir. İşte dünya hayatının güzel sonu (cennet) sadece onlarındır” (Ra’d-19-22).
Konu başlığımızda, üç temel kavram görmekteyiz: ilim, amel, Müslüman. İlmin kökü, tevhiddir; tevhidin ana konuları rububiyyet, uluhiyyet ve ubudiyyet ilmidir. Ve bu ilmin amele dönüşmesi sonucunda Müslüman olunur. Rabbini bilmeyen ona nasıl kulluk yapabilir? Allah’a ortak koşma ayan beyan dünyayı sarmış iken, bu zulümattan nasıl iman ile selamet bulunulabilir? Dinlerini oyun ve eğlence edinmiş milyarlarca insan içinde, kişi, tevhid akidesi üzerine nasıl sabit kalabilir? Konu, bütün işlerimizi kapsadığı için önemlidir. Tabiri caizse dünyalık ve uhrevi işlerin hepsi konunun alanıdır. Çünkü rabbimizin ilminin ve yaratmasının olmadığı hiçbir alan olamaz; tevhidin kapsamı bunu gerektirir. “Allah için olan, dünya için olan” diye yapılacak bir tasnif, bazı yerlerde Allah’ı etkisiz, yetkisiz kılmaktır ki bu, şirke götürür. “Allah; yaratsın, yağdırsın, bitirsin ama benim özel hayatıma karışmasın, siyasi uygulamalarıma ilişmesin, seyretsin” anlayışı, İslami anlamda ilmi bir değeri olmayan ve batıl olarak kabul edilmiş bir yoldur.
Konumuzu biraz açarak devam inşallah: “İlim, fiil olarak zihnî çıkarıma yahut gözleme dayalı ilmi, bir kimsenin ne dediğini bilmeyecek kadar sarhoş olduğu durumda namaza durmaması gerektiğini belirten âyette de (en-Nisâ 4/43) fiilî şuurluluk halini ifade etmektedir. (İbadette ne yaptığını bilmesi lazımdır. Müskirat ile sarhoşluk gibi cehalet ile sarhoşluk da imanda ve ibadette bozulmaya yol açacaktır.) Her şeyden önce İslâm ümmetinin benimsediği değerler sisteminin devamlılığı ilme bağlı olduğu için Hz. Peygamber, ilmi yüceltmiş ve teşvik etmiş, meselâ ilmin nâfile ibadetten daha üstün olduğunu söylemiştir (Tirmizî-İlim). “Mârifetin karşıtı inkâr, ilmin karşıtı ise cehl olarak gösterilir” (Tâcü’l-ʿArûs, “ʿilm” md).
Amel, sözlükte; “iş, çaba, fiil, çalışma” gibi mânalara gelir (bk. Lisânü’l-ʿArab, “ʿamel” md.), “Canlı varlığın gayeli olarak yaptığı iş” diye de tarif edilmiştir. Buna göre amel, fiil kelimesinden daha özel bir mâna ifade eder. Çünkü fiil, bilgisiz ve gayesiz olarak yapılan işleri de kapsamaktadır (bk. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ʿamel”, “fiʿl” md.leri). Kur’an-ı Kerim’e baktığımızda her bir ayetin ilme, ilmin en önemli unsuru düşünmeye ve öğüt almaya, yüreğe sindirilen öğütleri amel ile müşahhas hale getirmeye yönlendirdiğini görmekteyiz. Kişiyi ve toplumu inşa etmeye yönelik olan İslami emirler, insanları bidat ve hurafelerden, temel inanç konuları ve bu konuların dayanağı da nakıs insan aklının tasallutundan azad eder. Hüküm koyanların en hayırlısı, ilmin sınırsız sahibi olan Allah’ın düzen ve nizamı ile buluşturur. Cehalet ve cehaletin en yıkıcı unsuru olan taklitten ve atalar dininin mahkûmu olmaktan kurtarır. Yapılan her amelin anlam ve önemine işaret eder. Anlamsız işler; kaosun, kargaşanın mahsulüdür. Akıl, mükellef olmanın tek şartıdır; insan, aklı ile imtihan olunur. Akıl, bilginin öğrenilip anlaşılabileceği ilahi rahmet ve emanettir. Bundan dolayı bir amel işlenecekse onun ilmi bir dayanağı olmalı, o ilim de vahiy mahsulü olmalıdır. Müslüman olmak, iman etmek, mükellef olmak, yaptığından mutmain olmak, bunu gerektirir. Bilimsel çalışmalar, yine böyledir. Bir mucidin en önemli imani vazifesi, yaptığının insana ve canlılara zarar vermemesidir. İcatlar, sadece ekonomik mal üretimi olamaz. Bütün bilimsel çalışmalar da aynı şekildedir. Allah rızası olmayan her iş, melun görülmüştür. İslam’da, bu şekilde yapılan işlere ve yapan kişilere “icat-mücit” denmemiş, “ifsat-mufsit” denmiştir. Her mesele rabbimizin evrensel yasalarına göre yapılmalıdır ve denetlenmelidir: “De ki: Çalışın, yapın. Yaptıklarınızı Allah da, Resûlü de, mü’minler de göreceklerdir. Sonra gaybı da, görülen âlemi de bilen Allah’ın huzuruna döndürüleceksiniz. O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir” (Tevbe-105).
Allah katında yegâne din, İslam’dır. Ona tabi olanlara verilen isim, Müslüman ismidir. Teslimiyet içeren Müslüman ismi, Kur’an’ın şekillendirdiği bir yaşam biçimidir. Rasulullah (a.s.), yaşayan Kur’an olarak sünneti ile bizlere, murad-ı ilahiyi nasıl yaşamamız gerektiğini öğretmiş ve göstermiştir. “Usvetu’n-hasene” olan Rasulullah, Müslümanca yaşamın her ameline bir delil ile ilmi bir dayanak getirmiştir: “Biz, Seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler” (Sebe’, 28).
Müslüman, emredilmiş olan amelleri ciddiye almalıdır. Bu emirler, âlemlerin rabbi Allah’tan (subhanehu ve teala) gelince, nasıl ciddiye almaz ki! Hayatta ki en önemli amel, Allah’a itaat ve rızasına uymaya çalışmaktır: “… Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur” (Tevbe-72). Allah (subhanehu ve teala) insanlığa iman etmeleri ve onunla amel etmeleri için bir ilim göndermiştir. Kur’an, en büyük ilimdir, husisi olarak insanlar için hayat nizamı olmakla beraber tüm kâinatı okumamızı sağlayan muciz bir ilim deryasıdır: “Sözlerin en doğrusu, Allah’ın kelâmı; hâl ve tavrın en güzeli ise Muhammed’in hâl ve tavrıdır” (Buhârî, İ’tisâm). İlimsiz iman olmaz, imansız amel olmaz, ameller de usulsüz olmaz. Her usulün ilmi vardır ve Müslüman, bu ilmi ve usulünü öğrenmek ile mükelleftir: “Bir adam gelip Hz. Peygambere (sav) ‘Cehâletin aleyhime delil olmasını ne giderir?’ diye sordu. Hz. Peygamber (asm), ‘İlimdir.’ buyurdu. ‘Peki, ilmin aleyhime delil olmasını ne önler?’ diye sordu. Bu kez Hz. Peygamber, ‘Ameldir.’ buyurdu.” (İbn Abdilberr, Cami’, II, 11)
Müslümanlar, son yüzyıllarda taklid-i imana ve taklid-i amele daha fazla yöneldi. Taklit ettiklerini taassup derecesinde savundular/savunuyorlar. Hataları ve doğruları birbirine karıştırdılar. “Hâlbuki onlar, bu konuda herhangi bir delile veya güvenilir bilgiye sahip değiller; sadece hiçbir doğruluk değeri taşımayan sözlerin ve zannın peşinden gidiyorlar; oysa tek başına zan, hakîkate ulaşmak için hiçbir zaman yeterli olmaz” (Necm-28, Mahmut Kısa meali). Hep birlikte kabul edilmesi gereken Allah’ın dini olması gerekirken, grupların veya kişilerin dini haline getirildiler. Herkes kendi hocasını peygamber, kitabını Kur’an gibi taşıdı. Kendilerine uymayan sorgulamayı, eleştiri ve görüş belirtmeyi itaatsizlik ve ifsad olarak görüldüler. Bu ve buna benzer sözde İslam’ı yaşama metodu, Müslümanların nasslara bağlı olarak ilim-amel ilişkisini yozlaştırmaya müsait hale getirdi. Toplumun her basamağında muhkem kale gibi sapasağlam olan şeriatın ilimlerine, gedikler açılmasına sebep oldu. Siyasette, ailede, ticarette, sosyal hayatta, gayri müslimler ile ilişkiler de yani her alanda kişisel yorumlar, nefsanî tedbirler, duygusal ameller, keyfi ahkâm ve deliller maalesef ilmi, lüzumsuz; amelleri, şuursuz hale getirdi. “… Yemin olsun ki eğer sana gelen ilimden sonra, onların heveslerine tabi olursan, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı olur” (Bakara-120). Kendi yaptıkları yüzünden Müslümanlar, Allah’ın yardımından mahrum kaldı. Düşmanlarının ilim ve amelleri ile yaşamak, kalplerine sevdirildi. İçlerinde Allah’ın ilmi ile hükmeden peygamberlere rağmen, Samiri’nin buzağısına tapınmaya götüren o sevgi gibi. Atasözünde de vurgulandığı gibi, “Silahı bilmem ama boş insanı şeytan doldurur.”
Amel dendiğinde sadece namaz, oruç, hac, zekât vb. anlaşılmamalı. İman etmek, ahlaklı yaşamak, devlet siyaseti gibi birçok konu, amelî konu olarak görülmelidir. Dolayısıyla her konunun ilmi vardır ve o ilmi elde etmeden sağlıklı bir iman ve İslami yaşam sahibi olunamaz. “Ameller, (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur” (Buhâri, Müslim).
Bugün Müslümanların içine düştüğü girdabın sebebi, “Müslüman olmam neyi gerektirir?” sorusunu kendilerine içten ve istekli sormamalarıdır. Yahudi inancı gibi “Müslüman oldum, kurtuldum” şeklindeki şirk koşarak amelsiz iman sahibi olmuşlardır. İtikat ve kalbi ameller, ıslah olunmalı. Her gün kelime-i tevhid ile imanlar yenilenmelidir. Anlam ve gösterdiği hedefler, iyice anlaşılmalıdır. Yoksa Kur’an başka bir amel çeşidinden bahseder, habt-ı amel, ihbât-ı amel, amelleri boşa gidenler: “İşte bu, Allah’ın hidayetidir ki, kullarından dilediğini buna iletip yöneltir. Eğer onlar da Allah’a ortak koşsalardı, bütün yaptıkları boşa gitmişti” (En’am-88, Bakara-217, Maide-53).
Korkulması gereken diğer bir batıl amel şekli daha var ki o da sahibini İblis ile aynı yola sevk eden amellerdir. Kur’ân-ı Kerîm’de; içki, kumar, falcılık, haksız yere adam öldürme gibi büyük günahlar ‘şeytanın ameli’ şeklinde nitelendirilmiş (Mâide-90). Kâfirlerin amelleri, ıssız çöllerdeki seraba ve derin denizdeki karanlığa benzetilmiştir (Nûr-24.39.40). Şeytanın adımları, kendinin razı olduğu amellere götürür. Onu takip etmek, azaba; bundan habersiz olmak, ahmakça bir sona doğru savurur, heba eder.
Sonuç olarak Müslümanlar, ilimsiz bir hayatı kerih görmelidir. Amellerinin fıkhını öğrenmeli, delilleri ile yaşamalıdırlar. Zor dönmelerde cahil kalmak ve amelleri google’dan sorgulamak, sosyal medya paylaşımlarını takip ederek dinini öğrenmek, talihsizliğin en büyüğüdür. Her insan önderleri ile mahşere gelecek, bir delil üzere hesaba çekilecek. Önderlerimiz ve delillerimiz, Allah’ın huzurundaki tek kurtuluşumuz. Her Müslüman özellikle de davetçi, hayatında ne yapıp ne ettiğine iyi bakmalı.
“Allâh’ım, fayda vermeyen ilimden, huşû duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duâdan Sana sığınırım” (Müslim-Zikir). Âmin.
Haydar ÖZALP
Arşiv
Yazarlar
Müslüman İlim ve Amel Bilinci ile Yaşar, Onu Zayi Etmez
- by Haydar Özalp
- 19 Ocak 2023
- 0 Comments
- 0 Views