Muhkem ve Müteşabih -II
Gündem Son Sayımız Yazarlar

Muhkem ve Müteşabih -II

mushaf

Sonuç olarak İslam âlimleri muhkem ve müteşabih kavramlarından neyin kastedildiği hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür.

  1. Muhkem, manası bilinen; müteşabih, manası bilinmeyendir.

 Bu görüşte olan âlimlere göre, muhkem olan ayetlerin manası açık olduğundan ve akılla idrak edilebildiğinden, bunların manaları anlaşılır, neyi ifade ettikleri bilinir: Mesela; şu ayet muhkem ayetlerdendir:

“(Ey Muhammed!) Bilki, Allah’tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahların, hem de mü’min erkekler ve mü’min kadınların günahları için Allah’tan mağfiret dile. Allah dolaştığınız yeri de kalacağınız yeri de iyi bilir.(Muhammed Suresi 19)

Müteşabih ayetlerin manalarını ise, Allah’u Teâla kendi nezdinde muhafaza edip kimseye bildirmediğinden onları akılla idrak etmek mümkün değildir: Mesela; bazı surelerin başlarında bulunan “elif lam mim” gibi mukatta harfleri bu türdendir. Yine kıyametin ne zaman kopacağı bu kabildendir. Bu hususta Allah’u Teâla şöyle buyuruyor:

“(Ey Muhammed!) Sana kıyametten soruyorlar, ne zaman demir atacak (kopacak) diye. De ki: ‘O’nun ilmi ancak Rabbimin katındandır. Kıyametin vaktini ancak O açıklar…”(Araf Suresi 1187) Keza Ye’cuc ve Me’cuc denilen yaratıkların ne zaman çıkacağı bu tür manası bilinmeyen ayetlerdendir. Allah’u Teâla şöyle buyuruyor: “ Nihayet Ye’cuc ve Me’cuc’ün önü açıldığı zaman onlar her tepeden boşalırlar.(Enbiya Suresi 96)

  1. Muhkem, manası açık olan; müteşabih, manası kapalı olandır.

 Bu görüşte olan âlimlere göre ise, muhkem olan ayetler, herkes tarafından anlaşılabilecek kadar manaları açık olan ayetlerdir. Çünkü bunlar ifade ettikleri manaları net bir şekilde ifade ederler. Bunlar tek bir manaya konulduklarından, başka manalara yorumlanmaları mümkün değildir. Mesela; şu ayet bu türdendir:

“Zina eden kadın ve erkeğin her birine yüz değnek vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, Allah’ın dinini tatbik hususunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalarına şahit olsun.” (Nur Suresi 2)

Müteşabih ayetler ise, manaları hiç bilinmeyen değil, anlamları açık olmayan, herkes tarafından kolayca anlaşılmayan, ancak ilimde derinleşmiş olan kişiler tarafından anlaşılabilen ayetlerdir. Bu gibi ayetler birden çok manaya yorumlanmaya müsait olduklarından, kendilerinden hangi mananın kastedildiği belli değildir. Bu nedenle farklı içtihatlara vesile olmuşlardır.

Müteşabih nasların manalarının açık olmaması ise, çeşitli sebeplerden kaynaklanmış olabilir. Mesela; ayette geçen konu çok özetle zikredilmiş olabilir yahut ayetin zahiri manası Allah’ı yaratılanlara benzetme vehmine sebep olabilir veya ayette geçen kelime birden çok manaya geldiğinden manalarından hangisine delalet ettiği kapalı olabilir. Bu nedenle hiç anlaşılamaz değil, anlaşılması zor naslardır.

  1. Muhkem, nesh eden; müteşabih ise nesh edilendir.

Bazı âlimler, muhkem ve müteşabih kavramları hakkında şunu söylemişlerdir: Muhkem olan ayetler, hükümleri baki olan ve geçici hükümler taşıyan müteşabih ayetlerin hükmünü nesh edip yürürlükten kaldıran ayetlerdir. Bu nedenle muhkem ayetlerle amel edilir, müteşabih ayetlerin hükümleri kaldırıldığından bunlarla amel edilmez. Aşağıda zikredilen şu iki ayetten birincisi muhkeme, ikincisi müteşabihe misaldir:

“Ey Peygamber! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer içinizden sabırlı yirmi kişi çıkarsa, iki yüz kişiye galip gelir. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfirlerden bin kişiye galip gelir. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir.” (Enfal 65)

            “Şimdi ise Allah, yükünüzü hafifletti. Çünkü içinizde zaaf bulunduğunu biliyordu. Bundan böyle içinizden sabırlı yüz kişi çıksa, ikiyüz kişiye galip gelir. Eğer sizden bin kişi olsa, Allah’ın izniyle ikibin kişiye galip gelir. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal 66)

Görüldüğü gibi birinci ayette bir Müslümanın on kâfire karşı savaşması gerektiği, ikinci ayette ise bir Müslümanın iki kâfire karşı savaşması gerektiği bildirilmiştir. İkinci ayetin birinci ayetin hükmünü kaldırdığı açıktır.

  1. Muhkem, hikmetleri aklen bilinen; müteşabih ise hikmetleri idrak edilemeyendir

Şu ayet muhkemlere örnektir: “Sakın zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra Suresi 32) Fuhşun hayâsızlık ve çirkin bir iş olduğu aklen idrak edilecek bir hükümdür.

Şu ayet ise, müteşabih ayetlere örnektir: “…. Sizden kim Ramazan ayına erişirse, onu oruçla geçirsin…” (Bakara Suresi 185) Bu ayette zikredilen orucun tutulmasının niçin başka bir aya değil de, Ramazan ayına tahsis edildiğinin hikmetini aklen bilmek mümkün değildir. Bu nedenle müteşabihtir. Yine namazlarının rekâtlarının sayısı, Kâbe’nin hac için tahsis edilmesi, kıble yapılması vb. hükümler bu kabildendir. Çünkü bunların hikmetini aklen bilmek mümkün değildir.

  1. Muhkem, farzları, vaadleri ve tehditleri içeren; müteşabih ise kıssaları ve misalleri zikredendir
  1. Muhkem, Allahu Teala’nın helal ve haramlarını kesin beyan eden; meteşabih ise bunlar dışında kalanlardır

 Muhkem olan ayetler, Allah’u Teâla’nın, helal ve haramlarını, tartışmaya mahal bırakmadan kesin bir şekilde beyan ettiği ayetlerdir. Şu ayet bunlardandır: “Faiz yiyenler yerlerinden şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların ‘Alışveriş de aynen faiz gibidir’ demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.” (Bakara Suresi 275)

Müteşabih ayetlerse, bunların dışında kalan, lafızları farklı da olsa birbirlerini doğrulayan ayetlerdir. Şu ayetler bu türdendir: “Şüphesiz ki Allah, sivrisineği ve ondan daha üstününü misal vermekten çekinmez. İman edenler, onun Rableri tarafından bir gerçek olduğunu bilirler. Kafirler ise ‘Alllah, bu misalle ne kastetti?’ derler. Allah bu misalle birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Allah bununla, sadece yoldan çıkanları saptırır.” (Bakara Suresi 26)

“Allah kimi hidayete erdirmek isterse, onun gönlünü islama açar. Kimi de saptırmak isterse, sanki göğe yükseliyormuş gibi gönlünü dar ve sıkıntılı kılar. İşte böylece Allah, iman etmeyenlerin üzerine azap yağdırır.” (En’am Suresi 125)

“Doğru yolu bulanlara gelince; Allah onların hidayetini arttırır ve onlara takva bahşeder.” (Muhammed Suresi 17)

Kur’an’ın sadece muhkemlerle yetinmeyip müteşabih ayetleri ihtiva etmesi belki de müminlerin bir çok ilimle uğraşıp müteşabih ayetleri anlamaya çalışmaları ve böylece taklit karanlığından kurtulmalarını; düşünerek ve huşu içerisinde Kur’an’ı okumalarını sağlamıştır.

HURUF-U MUKATTAA

Kur’ân’ın bazı sûrelerinin başındaki hece harfleri. Kur’ân’ın yirmidokuz sûresi bu harflerle başlamaktadır. Bu sûrelerden üç tanesi bir; on tanesi iki; on üç tanesi üç; iki tanesi dört ve bir tanesi de beş mukattaa harfiyle başlamaktadır.

Bu sûreleri şöylece sıralayabiliriz: Bakara, Âli İmran, A’râf, Yunuş Hud, Yusuf, Ra’d, İbrahim, Hicr, Meryem, Neml, Kasas, Ankebut, Rum, Lokman, Secde, Yâsîn, Sâd, Mü’min, Fussilet, Tâhâ, Şuarâ, Câsiye, Ahkâf, Kaf, Kalem, Şurâ, Zuhruf, Duhan.

Bu sûrelerin yirmi yedisi Mekke’de nazil olmuştur. Bakara ve Âli İmrân süreleri Medenîdir.

İslâm bilginleri Mukattaa harflerinin tam bir âyet olup olmaması konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Bu harflerin ne anlama geldiği konusunda pek çok görüş ileri sürülmüştür.

Bir kısım âlimlere göre bu harfler, Kur’ân’ın esrarındandır. Allah bunların hakikatini bilmeyi kendine tahsis etmiştir. Bu görüşte olan âlimler haliyle onları tefsir etmekten kaçınmışlardır. Görüşlerini teyid sadedinde seleften birtakım rivayetler de nakletmişlerdir. Şa’bî, Süfyan es-Sevrî ve muhaddislerden bir topluluktan yapılan rivayetlere göre onlar şöyle demişlerdir: “Allah’ın her kitabında bir sırrı vardır; bunlar da Kur’ân’daki sırrıdır. Bunlar, sadece Allah’ın bildiği müteşâbihattandır. Onlar hakkında konuşmamız gerekmez (caiz olmaz). Onlara inanır ve nakledildikleri gibi okuruz. Benzeri görüşler Hulefa-i Râşidîn ile İbn Mes’ûd’a da nisbet edilmiştir (Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut ty. 1, 154).

Özellikle kelâmcılar bu görüşü tasvip etmezler; Allah’ın kitabında, mahlûku için mefhumu olmayan şeyleri irad etmesini uygun görmeyip bu görüşü redde dair âyet ve hadislerden deliller nakletmiş ve aklî deliller ileri sürmüşlerdir (İsmâil Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, Ankara 1976, s. 137).

Onlara anlam verenler ise değişik birçok görüş ileri sürmüşlerdir. Biz bunlardan sadece önemli bulduğumuz bir kaç tanesini nakletmekle yetineceğiz:

a- Bu harflerden her birinin Allah’ın isim ve sıfatlarıyla başka isimlere delâlet ettiğini ileri sürenlerin görüşü: 

Bu konuda selefe nisbet edilen görüşler de vardır. Bu görüşlerin büyük çoğunluğu İbn Abbâs’a nisbet edilir. Meselâ İbn Abbâs’a nisbet edilen bir görüşe göre “Kâf-hâ-yâ-ayn-sâd” harfleri Allah’ın şu isimlerine delâlet ederler “el-Kerîm, el-Hâdî, el-Hakîm, es-Sâdik” (Suyûtî, el-İtkân, Beyrut 1978, II, II). “Elif-lâm-mîm” harfleri, “Ben Allah’ım daha iyi bilirim” anlamındadır. Buna benzer misâlleri çoğaltmak mümkündür. Bir kısım âlimler, bazı gerekçeler ileri sürerek bu görüşe karşı çıkmışlardır. Her şeyden önce bu harflerin bu anlama geldiğine dair tutarlı bir dayanak mevcut değildir. Meselâ bir “kaf” harfi için Allah’ın “Kahir ismine delâlet ediyor da “Kuddûs”, “Kadîr” veya “Kavî” isimlerine delâlet etmiyor? (Subhi es-Sâlih, Mebâhis fi Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrut 1968, s. 241) Ayrıca bir harf ya da harf gurubunun anlamıyla ilgili olarak bir sahabeden meselâ İbn Abbas’tan nakledilen farklı anlamlar o kadar çok ve birbirinden uzaktır ki bu durum rivayetlere itimadı sarsmaktadır.

b- Kur’ân’ın icâzına delâlet ettiklerini söyleyenlerin görüşü: 

Huruf-u mukatta ile muhataplara şu mesaj verilmektedir: Kurân-ı Kerîm, Arapların konuşmalarında kullandıkları bu hece harflerinden oluşan kelimelerden meydana gelmektedir. Kur’ân bu kelimeleri kullanarak öyle bir ifade uslûbu ortaya koymuştur ki beserin bunun gibisini ortaya koyması mümkün değildir. Oysa Araplar da konuşmalarında aynı hammaddeyi kullanıyorlar. Eğer bu Kur’ân Allah tarafından indirilmemiş olsaydı, onlar da Kur’ân’ın fesahatine denk bir fesahat tuttururlardı.

Bu görüşü ileri sürenler, görüşlerine gerekçe olarak da şunu söylerler: Bu harflerle başlayan sûreler yirmi dokuz âdet olup hece harflerinin sayısı da yirmi dokuzdur. Ayrıca her harf grubundan biri huruf-u mukattaa içerisinde Kur’ân’da zikredilmiştir.

Arap dilinde kelimelerin harf sayısı ile de Hurûf-u Mukattaanın bir ilişkisi vardır. Şöyle ki; Arap dilinde kelimeler ya bir, ya iki, ya üç, ya dört, ya da beş harften oluşmaktadır. Arapça’da beş harften fazla harften oluşan kelime yoktur. Hurûf-u Mukattaa da birden başlamak üzere beş harfe kadar bir arada zikredilmiştir.

c- Uyarı harfleri olduklarını söyleyenlerin görüşü: 

Bu görüşü ileri sürenler, şöyle derler: Cahiliyye Arapları da kasidelerinde birtakım tenbih (uyarı) edatlarıyla başlar, böylece muhatabın dikkatini kendi sözlerine çekmek isterlerdi. Kur’ân-ı Kerîm, onları kullandığı uyarı harflerinden farklı olarak bu harfleri kullanmıştır. Çünkü bu harfleri kullanmaktan maksat, muhatabın dikkatini çekmektir. O halde farklı harflerin kullanılması, bu görevi daha mükemmel bir şekilde yerine getirecekti ve Kur’ân da bunu yaptı.

Bu saydığımız görüşlerin dışında pek çok görüş ileri sürülmüştür. Ancak diğer görüşlerin hemen hemen tamamının bir dayanağı yoktur. Bu nedenle bunlarla iktifa etmeyi uygun gördük.

 

 

KAYNAKLAR:

  1. Şamil İslam Ansiklopedisi
  2. Mevdudi Tefhimul Kur’an
  3. Kurtubi Tefsiri
  4. Hasan Karakaya İslam Akaidi
  5. Dr. İsmail Cerrahoğlu Tefsir Usulü
  6. Subhi es-SALİH Kur’an İlimleri

 

GRUBA KATIL