Millî Mücadele’nin Öncüleri!…
Genel Gündem İktibas

Millî Mücadele’nin Öncüleri!…

İsmail Çolak
Millî Mücâdele’nin, resmîlik ve ilmîlik vasfına tam anlamıyla büründüğü henüz söylenemez. Tarihi yönlendirmeye mâtuf ideolojik baskı ve kalıpların bertaraf edilip, hâdiselere ilmî metot ve zihniyetle yaklaşmayı sağlayacak anlayış ve vasatın ikame edilmediği de bir vâkıadır. Millî Mücâdelenin resmen başlamadığı mütâreke döneminde, işgâlleri durdurup topraklarını korumak maksadıyla Anadolu insanı, mücâdeleye “Kuvâyı Milliye Hareketi” olarak fiilen girişip, “cihad ruhûnu” tutuşturma sürecine çoktan koyulmuş ve içinden Mehmet Çavuş, Sütçü İmam, Şahin Bey gibi daha nice adsız efsânevî kahramanlar çıkarmasını bilmişti. Bunlar sergiledikleri kahramanca kıyamlarla, kendi bölgelerini işgâlden temizlemeye sebep olmakla kalmamış; hazırlık safhâsındaki Millî Mücâdelenin, vatanı kurtarmada savaşma azmini körükleyen moral güç özelliği de kazanmışlardı.

İlk Kurşun Masalından Gerçeğe
Millî Mücadele’de ilk kurşunun kim tarafından atıldığı hâlâ tartışılmaktadır. Şimdiye kadar resmî kayıtlarda ve ders kitaplarında ilk kurşunun, İzmir’in işgâli esnasında (15 Mayıs 1919) Gazeteci Hasan Tahsin Recep (Osman Nevres) tarafından atıldığı ileri sürülmüştür. Hasan Tahsin’in ön plana çıkarılması, Millî Mücadele’den yaklaşık yarım asır sonra olmuştur. 1972 yılında İzmir Gazeteciler Cemiyeti, “İlk Kurşun Hasan Tahsin Anıtı” dikilmesi için, ilk kurşunu Hasan Tahsin’in sıktığına dâir propagandaya yönelik yanlı çalışmalar içerisine girmiştir. İlmî ve resmî kaynaklarda Hasan Tahsin lehinde açık ve sağlam bir bilgi yer almamaktadır. Mıntıka Müfettişi Yüzbaşı Ziya Bey’in İzmir’in işgâli sırasında vukû bulan hâdiseleri, umum jandarma komutanlığına anlatan raporu başta olmak üzere o günlerdeki hiçbir resmî raporda söz konusu görüşü teyid eden kayda rastlanmamıştır. Ayrıca, Genel Kurmay Başkanlığı Arşivinde ve bunların yayınlandığı Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesince 3 ayda bir çıkarılan Harp Tarihi Vesikaları Dergisi’nde de, mâlum tezi ispatlayan herhangi bir yazı ve belgeye tesâdüf edilmemiştir. Hâsılı, İzmir’de ilk kurşunu kimin attığının kesin şekilde belli olmadığı ve müphemliğini koruduğu tarihî hakikati yansıtan gâliba en sağlıklı ve tutarlı hükümdür.(1)
   Ancak, yeni araştırmalar neticesinde “ilk kurşun muammâsı” tamamen çözülür hâle gelmiştir. Araştırmacı Kadir Aslan’ın geliştirdiği bu yeni teze göre ilk kurşun; Hasan Tahsin’den 5 ay önce Hatay’ın Dörtyol ilçesine bağlı Karakese Köyü’nden Mehmet Çavuş (Kara) tarafından, Fransız ve Ermeni işgâlcilerine karşı 19 Aralık 1918’de atılmıştır. Sıktığı ilk kurşunun hikâyesi ise şöyledir: 11 Aralık 1918’de Fransızlar Ermenilerin desteğiyle Dörtyol’u işgâl etmiş ve halkın mallarını “bunlar bizim hakkımız” deyip gasbetmeye ve türlü işkenceler yapmaya başlamışlardı. Tezahür eden esef verici hâdiselere dayanamayan Mehmet Çavuş ise, olaylara karışan iki Ermeni ile kavga etmişti. Kavgadan sonra Karakese Köyü’ne kaçan Çavuşu yakalamak için, düşman birlikleri köye baskın düzenleyeceklerdi. İşte düşmanın, kendisine 50 metre kadar yaklaştığı tam bu esnâda, Mehmet Çavuş ilk kurşunu ateşleyecek ve girdikleri çatışma sonucunda adamlarıyla beraber 15 Fransız askerini öldürecekti. Daha sonra bu kahramanlığından ötürü Mehmet Çavuş, Mustafa Kemal Paşa tarafından gâzi ünvanı, gâzi madalyası ve beraat ile taltif edilecekti. Soyadı kanunuyla birlikte “Kara” soyadını alan Mehmet Çavuş, 1962’de Dörtyol’da vefat etmiştir.
   Kadir Aslan, 1976 yılından itibaren bizzat Kuvâyı Milliyecilerle görüşerek yaptığı araştırma neticesinde ilk kurşunu Mehmet Çavuş’un attığını katî biçimde ispatlamıştır. Bu yeni gelişme, Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı nezdinde de tasdik görmüştür. Söz konusu kuruluş, konunun araştırılıp incelenmesi için tarih uzmanı İlhami Berk’i görevlendirmiş ve o da 27 Ocak 1992’de hazırladığı raporla yakın tarihe ışık tutacak şu sonuca varmıştır: “19 Aralık 1918 tarihinde Karakese Köyü’ndeki direniş ve sonunda kazanılan başarı, Türk Milleti’nin saldıran düşmana karşı kazandığı ilk başarıyı oluşturması açısından önem taşımaktadır. Kurtuluş Savaşı’nın ilk silahlı direnişinin de, bu muharebe olduğu arşiv kayıtlarında ve konuyla ilgili Başbakanlık yayınlarından tespit edilen bir husustur.” Genelkurmay Etüt İdaresi bu raporu ve bilgiyi 17 Şubat 1992’de onaylamış ve Hatay Valiliği kanalıyla Dörtyol Kaymakamlığına bildirmiştir. Bunun üzerine Dörtyol’da bir “İlk Kurşun Anıtı” yapılacak ve resmî törenle açılacaktır. O zamandan beridir, Dörtyol’da her 19 Aralık tarihi, İlk Kurşun Anıtı önünde “İlk Kurşun Günü” olarak kutlanmaktadır. Yalnız, ilk kurşunu Mehmet Çavuş’un attığı henüz resmiyet kazanmamıştır ve bu mevzûda meclisi tarihî bir vazife beklemektedir.(2)
“Kendini Kurtaran İlk Şehir”: Maraş
   Millî Mücadele’de “ilk halk hareketi” ise Güney Cephesinde Maraş’ta meydana gelmiştir: Mütâreke’den sonra Maraş’ın Fransızlarca işgâl edilmesi ve akabindeki Ermeni tedhişi tüm Maraşlılar ve Sütçü İmam’ı derinden kahretmekte ve esâret zincirini kıracak bir kurtarıcı beklenmekteydi. Patlak veren dehşetengiz bir olayla aranan kahraman bulunacaktı: Fransız üniformalı Ermeni lejyonerleri 31 Ekimde, aldıkları içkinin tesiriyle, Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan bir grup Müslüman kadının yolunu kesip, Hurşit isimli hanımın peçesini yırtacaklar ve “Buraları Fransız ve Ermeni memleketi oldu! Tesettür kalkacak; kim peçesini açmazsa parça parça edeceğiz!..” tarzında ağır küfürler savurarak dînî mukaddesata hakâret edeceklerdi. Bu sırada, karşı cephedeki dükkanından hâdiseyi dehşetle seyreden Sütçü İmam, yaşanan zillete daha fazla dayanamayarak, Karabağ tabancasını alıp olay mahalline yetişecek ve “Durun bre dinsizler! Alın nâmusa taarruzun cezâsını!..” diye haykırarak mel’un Ermeni’yi yere serecekti. Beklenmedik bu asil çıkışla dona kalan Ermeniler, soluğu karargâhta zor alacaklardı. Herkesin ağır bir yeis/esâret bataklığına gömüldüğü böylesi zorlu bir vasatta Sütçü İmam, îman ve kurtuluş ümidini yeniden ateşleyen ilk kıvılcım olacaktı. Bu kıvılcım, “Bayrak Hâdisesi” ile doruğa ulaşarak infilak edecekti: 28 Kasım 1920’de Fransız komutanın asil bir Ermeni kızıyla dansetmek şerefine kaledeki Türk bayrağını indirtmeye kalkışması, bütün bu vahâmetin üzerine tuz biber ekecek; Kısakürek Mehmet Ali Bey’in müthiş beyannâmesi ve Cuma Namazı’nda Ulu Câmii İmam’ı Rıdvan Hoca’nın, “Hâkimiyeti İslâmiye’nin alâmeti sancağımız küffar tarafından indirilmiştir; artık Cuma Namazına mahâl kalmamıştır!..” sözüyle hutbeyi okumadan inmesi üzerine galeyana gelen halk, coşkun bir îman seli hâlinde kaleye hücum edecek ve istiklâlimizin remzi bayrağımızı tekrar göndere çekmeye muvaffak olacaktı. Sütçü İmam’ın açtığı yoldan yürüyen Maraş halkı, Arslan Bey önderliğinde teşkilatlanıp tamamen kendi gücüne dayanarak muazzam bir silâhlı direniş hareketine soyunacaktı. (21 Ocak 1920) Din kuvvetiyle çarpışan “Kahraman” Maraşlılar, işgâl kuvvetlerine karşı 22 gün 22 gece kar, soğuk, fırtına demeden kan, ateş ve açlık içinde var güçleriyle mukâvemet ederek tarihte eşine az rastlanır bir destansı mücâdele şâheseri sergileyecekler ve 11 Şubatı 12’ye bağlayan gece, düşmanı şehirden kovmayı başaracaklardı. TBMM Hükûmeti 5 Nisan 1925’te, Sütçü İmam başta olmak üzere tüm halkı “kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası” ile şereflendirecek ve Maraş, “Kendini Kurtaran Şehir” özelliğini kazanacaktır. 7 Şubat 1973 gün ve 1657 sayılı kanunla da şehre “Kahraman” ünvanı verilecektir.(3)
Millî Mücadele’yi İlk Kim Başlattı?
 
Mustafa Kemal Paşa ve silâh arkadaşlarının Millî Mücadele’yi gerçekleştirip vatanın kurtuluşunda büyük rol oynadıklarında herkes hemfikir; fakat Anadolu’nun bu yeniden şahlanış ve dirilişini bir kişiye ve belli bir zümreye mâletmek ise, yediden yetmişe “Millî Mücâhede’ye” iştirak edip; din, vatan ve haysiyet davası uğrunda varını yoğunu ortaya koyan ve kahpe düşmana göğsünü siper eden, topyekün milletimizin ve perde gerisindeki kahramanlarımızın efsânevî gayret ve fedâkarlıklarından mürekkep hisselerini yok saymaz mı? Destansı havanın hâsıl ettiği hissîlikten kendimizi sıyırıp “19 Mayıs’ın” hakîkatine uyanmanın ve ilmin büyük ölçüde hükme bağladığı tarihî gerçeklerle yüzleşmenin daha zamanı gelmedi mi? Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişi ile alâkalı, birbirinden çok farklı rivâyetler, iddiâlar ve senaryolar dile getirilmiştir:
1)İttihatçı, radikâl ve istenmeyen adam olarak Mustafa Kemal’in İstanbul’dan uzaklaştırılıp pasifleştirildiği.
2)Başka vazife kalmadığı için mecbûren bu görevin tenzilî rütbe olarak tevdî edildiği.
3)Kendi gayretleriyle mezkûr görev ve yetkileri elde ettiği, asıl gizli amacını gizlediği ve İngilizlerden habersiz Samsun’a çıktığı.
4)Dünya Harbi sonuçlanmadan önce ilk kez İttihatçıların planladığı bu harekete, yine onların İstanbul’da kurdukları gizli Karakol Örgütü’nün, Kemal Paşa’yı uygun gördüğü ve görüşmeler sonunda Paşanın kabul etmesi üzerine, hükümete görev çıkarttırıp Pâdişaha onaylattırdığı.
5)Nihâyet, Pâdişah Vahdeddin’in ve kısmen de Sadrazam Damat Ferid Paşa’nın bilgisi ve irâdesi dâhilinde Anadolu’da büyük bir Millî Mücadele Hareketi başlatmak üzere gönderildiği. Kaynaklar ve belgelerin dile getirdiği gerçek şu ki; Pâdişah ve hükümet, İngilizleri de iknâ edip güven vererek Samsun ve civârında sözde mütârekenin tatbikini sağlayıp âsayişi temin etmek şeklindeki 9.Ordu Müfettişliği kisvesi altında, esas ve gizli bir misyonun tahakkuku için; vatan “İkinci Endülüs olmasın!” diye Kâzım Karabekir’e Pâdişahın sarfettiği söz Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya gönderilmiştir.
      Söz konusu görevin adayları arasından, Harbiye Nâzırı Fevzi (Çakmak) Paşa’nın hazırladığı liste içerisinden; aykırı/yenilikçi görüşler taşıdığını; yüksek derecede siyasî ihtiraslar ve emeller beslediğini; hattâ cumhuriyet yanlısı olduğunu bildiği hâlde; teşkilâtçı, hamleci, müteşebbis bir ruh ve karaktere sahip olmasına ve daha da mühimi lider vasfına güvenip; böylesi felâketli bir zamanda öncelikli gâye olan vatan ve milletin kurtuluş ve selâmeti için, “Nâmağlup Komutanım” pâyesiyle övdüğü Mustafa Kemal’in adını tercih etmekten Sultan Vahdeddin çekinmemiştir. Pâdişahın, Paşayı seçtiğini; 150’likler arasında olmadığı hâlde memleketi terkeden Râci Azmi Yeğen’in naklettiği, devrik Sultanın San Remo’da kendisine söylediği şu bilgi de pekiştiriyor: “Samsun’a bir müfettiş gönderileceğini öğrenince, yâverânımdan Erkânı Harp Mirlivası Mustafa Kemal Paşa’yı da nazarı itibâra alınız, diye îkâz eyledim!.” Bütün bunlara aslında en iyi ve sağlıklı cevap vermek konumunda olan Mustafa Kemal Paşa’nın bizzat kendisidir. Bakın, Samsun’a hareket etmeden önce Sultan Vahdeddin ile, 15 Mayıs 1919’da sarayda vukû bulan son görüşmeyi Kemal Paşa, kendi ifadeleriyle nasıl anlatmıştır: “Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Vahdeddin ile diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap var. Vahdeddin hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: “Paşa Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin; bunların hepsi artık şu kitaba, Tarihe geçmiştir. Bunları unutun; asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa Paşa, devleti kurtarabilirsin!.” “Hakkımdaki teveccüh ve îtimâda arzı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.” “Muvaffak ol!” hitâbı şahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çıktım.”
    Bâzı kaynaklar, Vahdeddin’in daha sarih ve şumüllü olarak şunları söylediğini rivâyet etmektedir: “Sizi Anadolu’ya, işte bu millî kıyam zeminini açmanız için gönderiyorum! Düşman kuvvetlerine, husûsiyle İngilizlere ve hükümete karşı gidiş sebebiniz ayrıdır. İşgâl kuvvetleri, sizin Samsun’da âsâyişi iâde edeceğiniz ve Şarktaki ordu mukâvemetini kaldıracağınız kanaatini besleyeceklerdir. Gerçek sebebi ise, yalnız siz ve ben bileceğiz. Size düşen iş, bu ruhu büsbütün alevlendirerek orduyu da içine alan bir daire merkezinde  bütünleştirmek ve teşkilâtlandırmaktır. İçinde bulunduğumuz belâlı şartlar karşısında, tek merkezli ve yekpâre bir millî hareket üzerimize farzdır. Böyle bir hareketin sevk ve idâresini, hangi kumandana emânet edebileceğimi uzun uzun düşündüm. Nihâyet, taşıdığımız vasıflar bakımından sizi buldum! Millî şahlanışın muvaffak olabilmesi için mutlaka; İstanbul, devlet ve pâdişah dışında vücut bulması ve düşmanlarımıza âzamî telâş ve dehşet hissini vermeyecek çapı muhafaza etmesi lâzımdır. Hâtta bu hareket, bana ve hükümetime aykırı diye de gösterilebilir. Evet Paşa; Anadolu’ya en ince bir sanat, askerî ve mülkî idâre dehâsıyla, işte bu gâyeyi gerçekleştirmek üzere geçecek ve Allah’ın inâyetiyle muvaffak olacaksınız!”
       Kemal Paşa, İstiklâl Harbi’nin devam ettiği 10 Ocak 1922’de, gazeteci Ahmet Emin’e (Yalman) verdiği mülâkatta; Anadolu’ya gönderilme teklifinin Pâdişah ve Hükümetten geldiğini, kendisinin de kabul ettiğini doğrulamıştır. 1927-1938 yıllarında sofracılığını yapan Cemal Granda’nın, onun ağzından aktardıkları da aynı gerçeğe parmak basmakta: “Beni, Millî Mücâdele’yi açmak üzere bunca paşa arasından seçip Anadolu’ya gönderen Vahdeddin’dir. Eğer bu vatanı kurtaran birini aramak gerekirse Vahdeddin’i göstermek lâzım gelir!.” Refet Bele’nin, Necip Fâzıl’a söyledikleri ise şöyle: “Vahidüddin, vatanın kurtarılması yolunda işin başına geçmesi için maddî ve mânevî her fedâkârlığı göstererek Mustafa Kemal’i seçmiş ve Anadolu’ya göndermiş insandır!” Vahdeddin ise, gurbetteyken şunu söylemiştir: “Biz yandık amma, onu Anadolu’ya göndermekle vatanı kurtardık!” Ahmet İzzet Paşa’nın; “şimdiye kadar hiçbir fâniye nasip olmamış” şeklinde tavsif ettiği; Kemal Paşanın ordu müfettişliğini aşan gâyet geniş yetkilerle ve en vatanperver ve vasıflı subaylardan müteşekkil 18 kişilik kurmay kadroyla Anadolu’ya gönderilmesini, Amerikalı Tarihçi Stanford Shaw, son tahlilde şöyle hükme bağlıyor: “Mustafa Kemal’in, böyle olağanüstü yetkilerle donanmış olarak silah toplamaktan daha başka şeyler için düşünüldüğü açıkça görülmektedir. Harbiye Nâzırlığındaki üstlerinin ve bir ihtimâlle Sadrazam ve Pâdişahın kendisinden direniş örgütlenmesini beklemiş oldukları açıktır.”(4)
Dipnotlar:
1)Necdet Öklem, Türk Devrim Tarihi, İzmir 1977, Ege Üni. Yay., s.159; Öklem, “Şehit Hasan Tahsin ve İlk Kurşun”, Ege Ekonomisi, 23-24 Ocak 1973, Sayı:1360-1361; Ümit Sinan Topçuoğlu, Milli Mücadelede İlk Kurşun, İst.1974, Milliyetçi Yay., s.59; Bilge Umar, İzmir’de Yunanlıların Son Günleri, Ank.1974, Bilgi Yay., s.119-166; Turan Akkoyun, “İzmir’de Atılan İlk Kurşun Meselesine Dair Notlar”, Tarih ve Toplum Dergisi, Eylül 1992, Sayı:105, s.38-40; Akkoyun, “İlk Kurşun Masalı”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Aralık 2000, Sayı:14, s.54-58.
2)Zaman Gazetesi, 19 Aralık 1995, s.3; Haşim Söylemez, “İlk Kurşun Mehmet Çavuş’tan”, Aksiyon Dergisi, 20-26 Mayıs 2000 Sayısı.
3)Hüsamettin Karadağ, İstiklal Savaşında Maraş, İçel 1943, s.11,14-19; Adil Bağdatlılar, Uzunoluk İstiklal Harbinde Kahramanmaraş, 1974, s.48,56-64; Yalçın Özalp, Gazilerin Dilindan Milli Mücadelemiz, Ank.1986, s.24,52-55; Türk İstiklal Harbi VI, Güney Cephesi, Gen.Kur.Yay., Ank.1966, s.58,60; Yaşar Akbıyık, Milli Mücadelede Güney Cephesi (Maraş), Ank.1990, s.113,123-131,174-223; Eşref Edip, “Maraş ve Anteplilerin Kahramanlıkları”, Sebilürreşad Dergisi, 3 Şubat 1921, Sayı:467; M. Ertuğrul Düzdağ, “Anadolu Cihadının Gerçek Hikayesi”, Zaman Gazetesi, 2021 Kasım 1994, s.10; M.Tayyib Gökbilgin, Millî Mücadele Başlarken, Ank.1965, s.189; Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, c.2, İst.1991, s.211-212-213; H. Reşit Tankut, Maraş Yollarında, Ank.1944, s.20; İsmail Çolak, “Derin Türkiyenin Sütçü İmam’ı”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Aralık 2000, Sayı: 14, s.4048; İsmail Çalık, “Bir Na
4)İlhan Bardakçı, Vahdeddin’den  Mustafa Kemal’e,  İst.1993, s.77-78; Falih Rıfkı Atay, Atatürkün Bana Anlattıkları, İst.1955, s.124-125; Atay, Çankaya, İst.1980, s.173-174; Naşit Hakkı Uluğ, Siyasi Yönleriyle Kurtuluş Savaşı, İst.1973, s.51-53; Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, İst.1981, s.408; Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri, Ank.1986,  s.116; Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, C.1, Ank.1970, s.30; Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.2, İst.1983, s.497; Mehmet Kafkas, Millî Mücadelede Öncüler, C.1, İzmir 1991, s.43-44,46-51; Necip Fazıl Kısakürek, Sultan Vahidüddin, İst.1976, s.156,160,173,177-178,192-193,196,224,245; Ali Osman Eğilmez, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, İst.1998, s.24-27; Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, C.1, Ank.1973, s.193.
Vuslat Dergisi

 

GRUBA KATIL