Hayriye BİCAN
İnsan, içinde duygu ve düşünceler büyütür. Herkesin bir yaşam felsefesi var, elbette. Duyusuz, düşüncesiz, reflekssiz bir kişiden bahsetmek mümkün değil. İnsan içinde ne biriktirirse davranışları da o doğrultuda şekillenir. İnsan içinde dostluk ve mutluluk büyüttüğü gibi nefret de biriktirebilir. İnsanın içinde ne varsa hayat aynasında da o görünür. Mazeret, insanın içindeki duruma bulduğu bahanelerdir, diyebiliriz. Mazeretler ağına takılan kişi, minicik bir çocuğun gözlerindeki ışıltıyı göremez. Hayır, ben baktım o gözlerini kapattı, diye itiraz eder. Yapıp çözüm bulmak yerine mazeret üretmek daha kolay gelir.
Mazeret üretmek bir hastalıktır. Hatta insan için en tehlikeli hastalıktır. Mazeret üretme alışkanlığı başarıyı engelleyen, insanı gerileten bir anlayıştır. Mazeretler arkasına sığınarak kendisini koruduğunu sanan kişi aslında kendisine en büyük kötülüğü yapıyor, demektir. Kendisini insan kılan kabiliyetlerini öldürecek mecraya doğru sürüklüyor, demektir. Mazeret üretmek işi yokuşa sürmektir. Başarmamak için mazeret üretmek, imkânların kısıtlanmasına, çabaların zayıflamasına sebep olur. Maalesef bunu yapamıyorum demek, kişinin kendisini geliştirmek için elinde fırsat olduğu halde hiçbir şey yapmadan işi yokuşa sürerek mazeret üretmekten başka bir şey değildir. İnsan bu durumda kendi potansiyeline inanmaz ve güvenmez. Tercihini başarmaktan yana koyarak hedef belirlemez.
Aynı şartlarda yetişen iki kardeş, yetimhanede zor şartlarda kalan bu iki çocuktan biri elindeki imkânları iyi değerlendirdi. Kendisini yetiştirerek meslek sahibi oldu. Evlendi ve mutlu bir yuvası oldu. Diğer kardeş okuldan ayrıldı. Elinde olan imkânları iyi değerlendiremedi. İçinde bulunduğu şartlara mazeretler bularak, böyle olmasaydı asla bunu yapmazdım, ben buna mecburum gibi yalanların arkasına gizlendi. Bir meslek sahibi de olamadı. Evlendi ama mutlu bir yuvası olmadı. Boşandı ve serseri bir hayat sürdürdü. Bu iki kardeşe de “Nasıl oldu da böyle bir hayat sürdürüyorsun?” diye sorulduğunda ikisi de aynı cevabı veriyordu: “Sen de benimki gibi bir çocukluk geçirseydin, başka türlü bir hayat sürmen mümkün olur muydu?”
Hikâyedeki iki karakterden birisi mazeretler üretmeden doğruyu hedefleyerek yürüdü. Hayata su taşıyarak merhametle yaşadı. Diğeri mazeret çalılarına dolanarak adeta hayata odun taşıdı ve alev alev ateşin içinde kaldı. Geçmişi suçlamak mazeret üretmektir. Hâlbuki yaşadıklarımızdan ibret almak lazım. Gönül gözüyle bakmak mazeretlere takılmadan hakikati görmeyi sağlar.
İnsanoğlu her şeye bir sebep bulabiliyor. Okumaya, öğrenmeye, başarısızlığa, geç kalmaya, unutmaya her şeye bir bahane söyleyebiliyoruz. Ama şu asla unutulmamalıdır ki, bahane insanın kendisine söylediği en büyük yalandır. Yalan girdiği her şeyi çirkinleştirir. Bu durumda mazeret kötü duygu ve davranışların maskesi olabiliyor. Bu da insanda bulunan gelişim potansiyelini de olumsuz yönde etkiler. İnsan adeta başarmamak için direnir.
Mazeret üretme tehlikesine karşı insanın kendisini uyarması ve uyandırması çok önemlidir. Hayatta her şeye bir bahane yakıştırmak kişiyi insan olma izzetinden uzaklaştırır. İnsan en mükemmel, en güzel şekilde yaratılmıştır. İman ve ilimle “yapıp etmeye” en layık olan insandır. Çünkü o beyan gücüyle şuurlu ve sorumlu olmaya en uygun biçimde yaratılmıştır. İnsan kendisine verilen bu nimetleri, nimeti verenin gösterdiği, bildirdiği gibi değerlendirmelidir. Hayat üzerinde nimet sahibinin etki ve yetkisinin olduğunu unutmadan hayırlar ve güzellikler ortaya koymalıdır mü’min, mazeretlere takılmadan. Üretme ve inşa etme güç ve kuvvetini verenin Allah(c.c) olduğunu bilerek, O’nun(c.c) öngördüğü şekilde ameller ve çalışmalar ortaya koymak gerekir. Mademki insan mükemmel yaratıldı, o zaman hayatta mazerete yer yok. “Yapacaktım ama… Gidecektim fakat…” gibi cümleleri lügatimizden çıkarmalıyız. Başarmak için her şart ve durumda, her zaman eyleme ve söyleme mazeret bulma sıkıntısından kurtulmak lazım. İnsan olmak için, kul olmak için, dost olmak için, birbirimizi anlamak için, başarmak için mazeret kelimesiyle ilgili olan tüm bağlardan kurtulmak gerek.
Mazeret maskesinin ardına sığınmadan yapmamız gerekenleri gücümüz yettiğince en iyi şekilde yaparak takdirin Allah’tan olduğuna inanmalıyız. “İçindeki devi uyandır” şeklindeki sloganlaşan söylemlere takılarak, bencilliğin içine düşerek, şişirilmiş egolarla ortalıkta dolaşmak kadere iman eden mü’mine yakışmaz. Evet, yapabilmek için insana cüzi irade verilmiştir. Fakat Yaratıcının külli iradesine aykırı davranan insan hiçbir şeye ulaşamaz. Sebep ve sonucu yaratacak olan Allah’tır. O’nun(c.c) dilemediği bir şey asla gerçekleşmez. İnsan kendisine aşırı bir öz güven vehmederek benim yapamayacağım şey olamaz gibi kibre ve gurura kapılmamalıdır. Rabbin hayata müdahale yetkisini, O’nun(c.c) plan ve programını unutmamak gerekiyor. İnsan bir işe niyetlenir, elinden gelen performansı ortaya koyar ama sonucu takdir edecek olan Allah’tır.
Günümüz insanı her şeye bir bahane bulabiliyor. Bu bazen zamansızlık, bazen imkânsızlık, bazen isteksizlik, bazen tembellik, bazen de başka bir şey olabiliyor. Yapmadığımız, başarmadığımız şeylerin bizim eksiğimiz veya yanlışlığımızdan dolayı olduğunu düşünmeden hataları, eksikleri, başarısızlıkları, kötülüklerin ve tembelliklerinin hepsini yüklemek için bir günah keçisi arıyoruz. Kendimize yalan söyleyerek yanlışa şartlanıyoruz. Dağlar kadar büyük, kayalar kadar sert mazeretler üreterek zalimce bir yalanın içine düşüyoruz.
Mazeret üretme çabası insanı adeta yalan makinesine çevirir. İnsan yaptığı hataya bir kılıf uydurmak, bir mazeret bulmak için didinip durur. Bir yanlış daha büyük bir yanlış olarak sürer gider. Hatayı örtmek için o böyle yaptığı için, ben de böyle yapmak zorunda kaldım gibi savunma mekanizmaları geliştirir. Kişi adaleti baz almadan kendi zaviyesinden baktığında suç hep başkalarındadır. O sütten çıkmış ak kaşıktır.
Mazeret üretmek kaçmak, saklanmak deyim yerindeyse güneşi balçıkla örtmek gibi olmayacak bir çabanın içine düşmektir. Bahanelerin arkasına sığınmak, insanın kendi gerçeklerinden kaçmasına neden olur. Bu sebeple gönüllerde kapanması zor derin yaralar açılır. Mazeret üretmek insanı alelacele bir tuhaflık içine sürükler. İnsanın iç âleminde büyük ıstıraba sebebiyet verir. Mazeret insana kendisini unutturur. Sorumluluk şuurundan uzaklaştırır. Hedefi ve niyeti şaşırtır. Davadan vaz geçirir. Bu da insanı ifsada ve helake sürükler.
Zayıflıklarımızı, zaaflarımızı, arızalarımızı bilmek ve bunları tedavi etmek için çabalamak gerekir. Ama biz hatayı onarıp, düzeltmek yerine hataların faturasını başkalarına kesmek için bahaneler üretiyoruz. Mazeret üretmek başarıya değil, başarısızlığa yol açar. Mazeret üretmeyi hayat biçimi haline getirenler, kendilerini geliştirmek için gerekli şevk ve enerjiden mahrum kalır. Mazeret üretmek performansı olumsuz olarak etkiler. Bu insanlar performanslarını genelde başkalarını kınamak ve suçlamak için kullanırlar. Kusurlu durumlar için nefisleri dışında herkesi rahatlıkla suçlayabilirler. Mazeret üreterek her şeyde hep kendi haklılığı noktasında bir fikre sahip olurlar. Hatalardan asla ders çıkarmazlar. İbretle bakıp ders almayanlar asla gelişemezler.
Mazeret üretme hastalığı şeytani bir hastalıktır. Nefsinin arzularını hayatına egemen kılan insan yaptıklarına her an bir bahane bularak kendisini rahatlatmak ister. Aslında onun gönlü kuşku ve endişelerle doludur. Bu ruh hali de insanı zanna ve iftiraya doğru kaydırır. İçindeki şüpheleri temizleyemeyen kişi üzüntü ve telaş içinde bir hayat geçirir. Mazeretler üreten insan aslında kendisini aldatır ve büyük bir yanılgının içine düşer. Dünyadaki en kötü şey de insanın kendisini aldatmasıdır. Bu da fıtrata ihanet etmek demektir. Kendisine faydası olmayanların başkaları için yapabilecekleri hiçbir şeyleri yoktur. Unutulmamalı ki, yalan ve yanlış iktidarı artmakla hiçbir zaman doğru hale gelmez. Zehir, kristal kadehlerde, altın tepsilerde de sunulsa öldürücüdür.
Her zaman ve şartta yapılacak bir şey vardır inancında olan yürekli insanlar mazeret üretme mekanizmasına asla tenezzül etmezler. İmkân ve istidatlarının farkında olarak görevlerini hakkıyla yerine getirirler. Hayatını hizmet ve mücadeleye adamış kahramanlar hatır ve gönül kırmadan sadece Allah’ın rızasını arzulayarak sorumluluklarını yerine getirerek, hedeflerindeki hakikatleri ileriye doğru taşırlar.
Aklıselim sahibi olan her insan, bir örümcek ağı gibi insanın ruhunu saran, reflekslerini zayıflatan, hayat alanlarını maddi ve manevi yönden etkileyen mazeret tufanından korunmalıdır. Her Müslüman zihin ve gönül uyumu içinde hem fert hem de toplum bazında adalet ölçüsünde güzel davranışlar ortaya koyarak iyiliklerin yaygınlaşmasına ön ayak olmalıdır. Karşılaştığı engellere karşı direnç göstererek, hakikat bilgisi ışığında çıkış yolları ve çözümler aramalıdır. Mazeretler ağına takılmadan, bahaneler uçurumuna düşmeden dengede kalarak fıtrat üzere kalmak için mücadele etmelidir. Pes etmek Müslüman bir kişiliğe yakışmaz. Çok az da olsa yaptıklarımızla birilerine yardımımız dokunacaksa, bahaneler üreterek yapacağımız hayrı engellememeliyiz. Kendimize göre geçerli nedenlere dayandırarak mazeretler üretsek de, tercihimiz hayrın azalmasına ya da yok olmasına sebebiyet veriyorsa, bir kez daha durup düşünmemiz acilen şarttır. Ruhlarında zehirli sarmaşık gibi dolanan mazeret üretme refleksine yenik düşerek, küçücük bir yardıma, azıcık bir faydaya bile engel olmak büyük bir vebaldir. Nefislerin arzularından kurtularak mazeretsiz ve bahanesiz bir şekilde özgürce Rabbimizin rızasına ulaşmak için çalışmalıyız.
“İki günü eşit olan ziyandadır.”, “Amellerin en faziletlisi vaktinde yapılandır.”, “Mü’min, bir delikten iki defa sokulmaz.”, “Allah sizden birinizin yaptığı işi sağlam ve iyi yapmasından hoşnut olur.”, “Kardeşine tebessüm etmen sadakadır.” Gibi Peygamber Efendimizin mesajlarıyla hayata bakan mü’min, bu vahiy bilgisiyle olayları değerlendirdiğinde, mazeret üretmekten kaçınarak değer üretmeye ve hayırlı ameller ortaya koymak için çalışır. Karşılaştıkları olumsuzluklara takılıp kalmak yerine Ku’ran ve Sünnet ilkelerine uygun çözümler bulmak için çaba sarf ederler. Boş kalmanın bir takım marazlara sebep olacağının farkında olarak tembellikten ateşten kaçar gibi kaçarlar. Her zorluktan sonra mutlaka bir kolaylığın geleceğine inanarak, sıkıntıları gözünde büyüterek kendisini mazeretlerin kucağına atmaz. Her an ve her durumda bir imtihan sürecinde olduğunu bilerek, mazeret balonlarının arkasına saklanmaz.
“Ey İman edenler! Allah’a bütün samimiyetinizle tövbe edin. Umulur ki Rabbiniz sizin günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. O gün Allah, Peygamberi ve onunla beraber iman edenleri utandırmayacaktır. Onların nurları önlerinde ve sağlarında koşacaktır. Ve onlar diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla ve bizi bağışla. Şüphesiz senin gücün her şeye yeter.”(Tahrim–8)
NOT: Bu Yazı Genç Birikim Dergisinin 169.Sayısında (Haziran-2013) Yayımlanmıştır.