Kaybolan “Ümmet”i Arıyoruz!
Arşiv Yazarlar

Kaybolan “Ümmet”i Arıyoruz!

Ümmet kelimesi, Arapça bir kelime olup ıstılahta; kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk sebebiyle aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine tabi olma neticesinde bir arada yaşayan insan topluluğu manasına gelir. İslam âlimlerinin çoğu, ümmet kelimesini, “aynı dine tabii olanlar” yani Müslümanlar için kullanmışlardır. Ümmet, İslam toplumunun tamamını ifade eden bir kavramdır.

Ümmet, kelime olarak bir anneden doğan çocuklara verilen isim olarak da kullanılır. Ümmet, bazen bütün bir Müslüman toplumunu ifade ederken bazen de Müslümanların içinde farklı özelliklere sahip daha küçük gruplardan oluşan her birini de ifade etmektedir. Diğer yandan ümmet kelimesi, aynı zamanda her bir Müslüman için de kullanılmaktadır. Ümmet kelimesinden türetilen ‘ümm’ ise sözlükte, asıl, kök, kaynak, ana, çocuk doğuran kadın anlamlarına gelmektedir. Bir şeyin vücut bulmasına, terbiye edilmesine, ıslahına veya başlangıcına asıllık eden her şeye de ‘ümm’ denilmiştir. Ümmet kelimesi, Kur’an’da yirmi beş surede, elli bir tanesi tekil, on üç tanesi çoğul olmak üzere toplam altmış dört yerde geçmektedir. Kavram olarak ise Kur’ân-ı Kerim’de, yaklaşık 50 yerde geçmektedir. Bu kavramın, bazen Hz. İbrahim’in nesli, geçmiş kavimler, kendilerine peygamber gönderilen her bir kavim, ardından gidilen önder, kendi başına bir mümin ve bir zaman dilimi gibi çeşitli anlamlarda kullanıldığını görmekteyiz.

Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de, İslam ümmetini överek; “Siz, insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz” (Ali İmran, 110) buyurmaktadır. Bu övgü, aynı zamanda, bu ümmete bir görev yüklemektedir. Bu görev, iyiliği emretmek ve kötülükten men etmek görevidir.

Allah Rasulüne ümmet olmak, Kur’an-ı Kerim’i rehber edinip sünnete tabi olmakla mümkündür. Bugün asıl problemimiz, Kur’an-ı Kerim’i terk edip, sünneti hayatımızdan çıkarmış olmamızdır. Bu da İslam ümmetinin zayıflamasının, çöküntüye uğramasının ve kurda-kuşa yem olmasının ana sebebi olmuştur. Aslında İslam Ümmeti, Allah Rasulü’nün (s.a.v), “Size, sarıldığınız zaman asla sapmayacağınız iki (sağlam) kulp bırakıyorum; biri, Allah’ın kitabı, diğeri benim sünnetim” düsturunu terk etmenin bedelini ödemektedir.

Yine bugün, İslam ümmetinin en büyük ihtiyacı; mazlumlara, ezilmişlere, sömürülenlere, hakkı yenenlere ve zulüm görenlere sahip çıkacak, kol kanat gerecek bir topluluğun oluşması ve Müslümanların içinde bulunduğu şu karanlık süreçten çekip çıkaracak bir güce sahip olmasıdır.

Kur’an’a ve Sünnete yeniden sarıldığımızda, hakiki kimliğimize tekrar kavuşmamız mümkündür. İslam ümmeti, hakiki bir dirilişle, yeniden ümmet olduğunda yeryüzünde bir kez daha seçkin bir kimlik kazanacak, adalet, istikrar ve güven, yeniden oluşacaktır. Ümmet olmanın en temel şartı, öncelikle cemaat olmaktır ki; küçük topluluklar halinde iken bir araya gelmeyi başaramayanların daha büyük kalabalıklarla bu birliği yakalaması mümkün değildir. Çünkü ümmet olmak, tek hedef uğrunda birleşmiş olmayı gerektirir. Tıpkı bir binanın tuğlaları gibi, aynı hedefin, aynı yapının parçaları olup sımsıkı bir bağ ile bağlanmış olmak, ümmet olmanın vazgeçilmez şartıdır.

Bakın, Rasulullah (s.a.v.), birbirine sımsıkı bir bağ ile bağlanmış, ümmet olmuş bir topluluğu 1400 küsür yıl önce nasıl tarif etmiş: Bir gün Allah Rasulü (s.a.v.) ashabının arasında otururken “Kardeşlerimi özledim” buyurdu. Bu ifadeye şaşıran sahabiler, “Biz, senin kardeşlerin değil miyiz ey Allah’ın Rasulü? Biz de yanındayız” dediler. Efendimiz (s.a.v.), onlara, cevaben, “Siz, benim ashabımsınız. Ben, kardeşlerimi özledim” buyurdu. “Onlar kimlerdir” diye sorduklarında Efendimiz; “Onlar, benden sonra gelip, beni görmedikleri halde bana iman edenlerdir” buyurdu.

Ne güzel bir hadistir bu! Bu hadis-i şerifi okuduğumuzda, Allah Rasulü (s.a.v.) ile aramızda sanki bir kan bağı varmışçasına bir yakınlık hissediyoruz. Çağdaşlarına, ‘arkadaşlarım’ diyen Rasul, kendisinden sonra gelecek ümmeti için ‘kardeşlerim’ ifadesini kullanarak, asırlar öncesinden bizlerle bir bağ kurmak istemiş ve bu şekilde oluşan bir yakınlık ile O’na ümmet olmak, davasına sahip çıkmak ve bu uğurda çalışmayı bizlere tavsiye etmiştir.

Başka bir hadiste de Rasulullah (s.a.v.), şöyle buyuruyor: “Ümmetimden bir grup, kıyamet kopuncaya kadar mansur (Allah’ın yardımına mazhar) olmaya devam edecek, onları mahrum bırakanlar, onlara zarar veremeyeceklerdir” (Tirmizi) buyurmuştur.     İşte Allah’ın yardımına mazhar olmak, ümmet olmaktan; ümmet olmak, Allah’ın yardımına mazhar olmaktan geçmektedir.

Bir de İslam, her yönüyle vasat ümmet olmayı öngören bir dindir. Ne Hristiyanlık gibi Allah ve Hz. İsa konusunda aşırılığa ne de Yahudilik gibi kendilerini dünyanın en yüce milleti ve ırkı görecek kadar dengesiz bir dindir. İslam, gerek günlük hayatımızda uymamız gereken emir ve yasaklarda, gerekse teşri alanında ve ibadetlerle ilgili konularda her şeyi yerli yerince koyan, vasat bir inanç sistemidir. İslam’ın kazandırdığı temel ahlak esaslarına dayalı, örnek bir İslam toplumunu oluşturmak için modelimiz, ortada durmaktadır. Bu modele uygun olan ‘vasat ümmet’i oluşturmak için; önce, birey olarak vasat olmak ve daha sonra gerek davranışlarımızla ve gerekse sözlerimizle diğer insanların bu vasatlığa ulaşmasına katkıda bulunmamız gerekmektedir. Eğer böyle yapar ve dışımızdaki Müslümanları da kardeşlik duygularıyla ve ümmet olma bilinciyle kucaklarsak, o zaman Allah’ın bizden istediği vasat ümmeti oluşturmuş oluruz. Hz. Âdem’den (a.s.) bu yana, insanoğlunu Allah’ın dininden uzaklaştırmak ve onların birlik ve beraberlik içerisinde bir ümmet olarak yaşamalarına engel olmak için elinden gelen çabayı sarf eden şeytanın varlığını göz ardı etmemek, bu tuzaklara karşı da uyanık olmak gerektiğini, unutmamak gerekir.

İslam dünyası, başını kaybettiğinden beri bir o yana, bir bu yana çalkalanıp duruyor maalesef. İnsanlar sayısınca demesek de gruplar sayısınca İslam ortaya çıktı. Herkes, kendi şekline göre iş yapıyor. Kimin en doğru olduğunu tespit edecek bir merci yok. Bir kez tespihin imamesi koptu mu, taneler dağıldı mı, tekrar bir araya gelir mi? Allah’ın izniyle gelir. Gidiş de o yöne doğrudur biiznillah. Allah, nurunu tamamlayacaktır. Bu, O’nun vaadi olduktan sonra biz, bundan şüphe etmeyiz, edemeyiz, etmemeliyiz.
Dengesini kaybetmiş saatin sarkacı gibi ümmet, bir uçtan öbür uca savruluyor. Başımıza gelenlerin çoğu, işin merkezini, ortasını göremememiz ve bilemememizdendir. Yeterli sayıda âlimimiz, mütefekkirimiz ve mürşidimiz yok. Ama elimizde; sarıldığımızda asla kopmayacak iki sağlam kulpumuz var: Allah’ın kerim kitabı ve Rasulü’nün güzel örnekliği…

HARUN AKÇA

smharunakca@hotmail.com

Kaynakça:

  1. Kur’an’ın Önerdiği Vasat Ümmet, Dr. İsmet Ersöz.
  2. https://tr.wikipedia.org/wiki/ümmet
  3. Peygamber’e Ümmet olmak, Semra Kuytul.
  4. Vasat Ümmet Örneği, Doç. Dr. Mehmet Vehbi Şahinalp
  5. Vasat Ümmet, Faruk Başer.

 

GRUBA KATIL