Hamd ve şükür, âlemleri örneksiz yaratıp bitkiler ve canlılarla süsleyen, her bir canlıya ayrı ayrı görevler yükleyen, sonra insanı yaratıp güzel bir suret vererek ona bir irade bahşeden, kendinden başka ilah olmayan, mutlak ve külli irade sahibi olan Allah’adır (cc).
Salat ve selam, onun kutlu nebisi Hz. Muhammed’e (sav) ve ondan önce gelen bütün peygamberlere olsun.
Sözlükte “istemek, dilemek” anlamına gelen irade, terim olarak “nefsin, yapılması gerektiğine hükmettiği bir işi, bir amacı gerçekleştirmeyi istemesi, ona yönelmesi” veya ”bir fayda elde etme inancının ardından doğan eğilim” gibi değişik şekillerde tanımlanmıştır. (Ragıp el-Isfahani- Müfredat)
Müslüman düşünür ve ilim adamları, “irade” hakkında birbirinden farklı ve derinlemesine araştırma ve tefekkürde bulunarak bu konuya ışık tutmak için gayret sarf etmişlerdir.
Örneğin Fahreddin er-Razi’nin kaydettiğine göre düşünürler, bir fiilin yapılmasında tamamen veya büyük ölçüde fayda bulunduğuna dair bizde bir kanaat uyandığında içimizde onu elde etme yönünde bir eğilim hasıl olacağını, bu eğilime irade dendiğini belirtmişlerdir.
İslam kaynaklarında ihtiyar, meşiyyet (meşîet), şevk, şehvet, kast, azim gibi kelimeler de iradeye yakın anlamda geçmektedir. Fakat bunlar arasında az çok anlam farkları bulunmaktadır. İrade, kısaca harekete geçme gücü ve yeteneğidir; fiilin gerçekleştirilmesinde belirleyicidir. İrade, kişiyi fiile yönlendirmekte, fiil de iradeye bağlı olması bakımından gerçekleşme imkânı bulmaktadır. Her ne kadar irade, fiilden önce geliyorsa da fiil sürecinde de onunla birlikte olan, onunla bütünleşen bir faaliyettir. Bu anlamdaki irade, sadece psikolojik bir fonksiyon yahut meleke olmayıp aynı zamanda bilinçli bir seçme gücüdür, bundan dolayı da kişiyi davranışlarının sonuçlarından sorumlu hâle getiren ahlaki bir ilkedir. Bu seçme gücüne daha çok kelam literatüründe ihtiyar denmektedir.
Hayr kelimesinden gelen ihtiyar, birden fazla seçeneğin olduğu davranış şekillerinden en güzel ve hayırlı olanını seçme iradesidır.
Buna göre ihtiyar, kişinin bir dış zorlama olmaksızın kendi iradesiyle kendi inanç ve değerlerine göre, faydalı gördüğü davranışlara yönelmesidir.
Burada dikkat edilmesi gereken konu, “fayda”, “değer”, “iyi”, “doğru” gibi sonuç ve yargı belirten kelimelerin hangi bilgi ile eğitimlendiği ve karşılık bulduğudur.
İslam inancına göre Allah, insana yaşadığı hayatta kararlar alabilmesi ve kendine yol belirlemesi için, olaylar, şeyler ve kendi istekleri karşısında bir tutum belirleyip iyi-kötü, hayır-şer, doğru-yanlış helal-haram gibi bir çok ikili seçenek arasında tercihte bulunması için bir irade vermiştir. İslam literatürüne göre buna cüz-i irade diyoruz. Külli ve mutlak irade sahibi olan Allah, bahşettiği bu irade ile insanı yaptıklarından veya seçimlerinden sorumlu tutar.
“Eğer inkâr ederseniz bilesiniz ki Allah’ın size ihtiyacı yoktur ama o, kullarının nankörlüğüne razı olmaz, şükrederseniz bu tutumunuzdan hoşnut olur. Hiç kimse başkasının günah yükünü yüklenmez; sonunda dönüşünüz rabbinize olacak, ardından o, neler yapıp ettiğinizi size bildirecektir. O, kalplerin derinliklerini bilmektedir.”(Zümer /7)
“Artık kim doğru yolu seçerse ancak kendi iyiliği için seçmiş olur. Kim doğru yoldan saparsa o da ancak kendi zararına sapmış olur. Hiç kimse bir başkasının günah yükünü çekmez ve onunla yargılanmaz. Ayrıca biz, peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.”(İsra /15)
“Rabbinizden hak gelmiştir, artık isteyen iman etsin, isteyen inkâr etsin fakat biz, hakka karşı çıkanlara öyle bir ateş hazırladık ki …” (Kehf /29); “İstediğinizi yapın ancak bilin ki Allah, yaptıklarınızı görmektedir” (Fussilet /40).
İslam, esas olarak irade sahibini muhatap alır. İradesi olmayan hiçbir canlıyı, koyduğu kurallardan mesul tutmaz. Bu açıdan baktığımızda iradenin bilinçli bir eylem olması gerekmektedir. Zaten bilinç, akıl olmadan iradenin varlığı söz konusu bile olamaz.
İslam’da sarhoş edici şeylerin yeyilip içilmesinin yasak oluşunun sebebi, irade ile bilincin arasına girmesidir.
Sarhoş olan biri, ayık iken yapamayacağı birçok kötülüğü kolaylıkla yapabilir. Çünkü bilinç kaybolmuştur. Mesela kendinden geçen ya da fenalaşan hastalar için de “bilinci kapalı”, “şuuru kapalı” tabirleri kullanılır. Çünkü kişi, ne durumda olduğunun farkında değildir.
Bilinç; insanda istikamet çizer, hedef belirler, inanç oluşturur; irade ise bu istikamete ya da inanca ulaşmak için insanı harekete geçirir.
İrade, insanın kendi bilinci ile yönetilmez ise başka bilinçler, başka iradeler tarafından yönetilir.
Başka iradelere teslim olarak sorumluluklarından kurtulduğunu düşünmek, günümüz insanında yaygın görülen bir durum.
Kur’an-ı Kerim, bu konuda kesin bir dil kullanarak irade sahibinin, iradesi ile davranması gerektiğini vurgular. Her irade, sahibi içindir ve sahibi, iradesinden mesuldür.
“Diyecekler ki “Rabbimiz, gerçekten biz yöneticilerimize, büyüklerimize itaat ettik, onlar da bizi yoldan saptırdılar.” (Ahzap/67)
İrade, insanı uygulamaya sevk eden, harekete geçiren bir kudrettir. Yani bilgimiz, hassasiyetlerimiz, dünya görüşümüz (bilinç) bir eğilim gösterir, irademiz ile bu eğilim için harekete geçeriz. İradeyi harekete geçiremeyen bir bilgi ya da hassasiyet, aslında tam anlamı ile varlığından söz edilemez veya amacına ulaşamamış bir bilgi, hassasiyet ya da inançtır.
Mesela, Kuran-ı Kerim’de bazı bilgi sahiplerinden bahsedilirken “… Onların durumu ciltlerle kitap taşıyan merkebin (eşeğin) durumu gibidir…” ( Cuma /5) diye buyrulur. Bilgi var ama amacına uygun kullanılmıyor ya da sahibine ve yaşadığı topluma bir fayda sağlayamıyor ise o bilgi kendi vasfını yitirdiği gibi doğal olarak sahibinin de vasfında değişim gerçekleştiriyor.
Sahip olduğu o değer her ne ise -bilgi, maddi güç, inanç, estetik, kuvvet, vs.- sahibine bir katkı sunmuyor, hayatında değişim gerçekleştirmiyor ise o değer, yükten öte bir şey değildir.
Bunu, sadece bilgi olarak düşünmemek gerekiyor. Hakkını veremediğimiz her zihinsel ya da fiili faaliyetin bir ederi ya da hak ettiği bir değeri vardır. O değer bizde karşılık bulmuyor ise bizim için vasfını yitirmiş, aynı zamanda bize yüklediği vasıfları da bizden almış olur. Kuran-ı Kerim’e bu açıdan bakıldığında birçok örnek görmemiz mümkündür.
“Yazıklar (veyl) olsun o namaz kılanlara ki onlar, namazlarında gaflet içindedirler. Onlar gösteriş yapanlardır, hayra da mani olurlar.” (Maun / 4-7)
Namaz, aslı itibari ile günde beş kere yapılan bir ibadettir. İslam’ın temel unsurlardan biri, Müslümanlar için ise günlük eğitim ve disiplin mahiyetindedir. Namaz kılmak normalde insanı kötülüklerden , bayağı ve boş işlerden alıkoyar (Ankebut /45); kalplerin mutmain olmasına vesiledir (Rad/28), Allah’ın ve resulünün dostluğunu kazandırır (Maide /55) ve Allah’ın (cc) kutlu nebisi (sav) “Namaz müminin miracıdır.”, Namaz dinin direğidir.” gibi birçok hadis-i şerifte namazın önemine ve faydalarına dikkat çekmiştir.
Normalde insana birçok kazanım sağlayan namaz, bazen veyl olsun noktasına getirir. Çünkü vasfını yitirmiş, şekle indirgenmiş ve bilinçten sıyrılmış bir ibadet hâlini alınca failine zarar olarak dönüyor.
“Onlardan sonra öyle bir nesil geldi ki namazı zayi etti ve şehvetlerine uydu. İşte bunlar azgınlıklarının cezasını göreceklerdir.” (Meryem /59)
Namaz, insanı gafletten uyandırmak ve insana kurtuluş yollarını aralamak için olan bir ibadet iken namazdan gafil olmak ya da namazı zayi etmek, amacı ile ters orantılı bir sonuçtur.
İçinde bulunduğumuzu iddia ettiğimiz herhangi bir kurum, bizden ispat ister çünkü karşısındaki bir insandır ve seçiminin bir bilinçle gerçekleştiğini varsayar.
Kendimizi ne olarak vasıflandırdığımızdan ziyade bilincimiz, irademiz ve sonucunda hayata geçirdiğimiz fiillerimiz, ne olduğumuzun kanıtıdır.
İradenin bilinçli bir eylem olması gerektiğini söylemiştik. Yani şuursuz ve farkındalık yönü olmayan bir irade olmaz. Bilinç ise bir şeylerle beslenmesi gereken, motivasyonu olan, plan-program yapabilen insanın doğal bir fenomenidir.
Günümüz dünyasında, insan iradesine ve bilincine birçok yol ve yöntem ile müdahale edildiğini söyleyebiliriz. Subliminal mesaj yöntemleri, gıdalarda kullanılan katkı maddeleri, sinema ve dizi sektörü, reklamlar, moda, müzik, yazılı ve görsel medya gibi daha nice yöntem ile insan iradesi ve bilinçaltına mesajlar gönderilip yönlendirme yapılarak toplumlar, istenen noktaya getirilebilir.
Bu sınır tanımaz, azgın zihniyetin hedefinde itaatkar, tüketici, sorgulamayan ve itiraz etmeyen insan toplulukları oluşturmak var.
Bilinci kuşatılmış toplulukları yönetmek, daha problemsiz ve kolay olacaktır.
İnsan aşına, ekmeğine nasıl sahip çıkıp onu koruyorsa bilincini de öyle korumak zorundadır.
Bilinç, varlığımızın en büyük delillerindendir. Bireysel bilinçlerin kaybolduğu ya da ele geçirildiği coğrafyalarda toplumsal bilinç de yok olmuştur.
Bütün alışkanlıkların, yaşam biçimlerinin ve kaygıların değiştiği günümüz dünyasında Müslüman toplumların inanç, irade ve bilinçlerini ana kaynakları olan Kur’an ve peygamberin hayatını esas alarak dizayn etmeleri gerekmektedir.
Cüzi irademiz, külli irade sahibi olan Allah’a tam anlamıyla teslim olmaz ve emirleri doğrultusunda hareket etmez ise irademize başka odaklar hâkim olmuş demektir.
“De ki ben, dini yalnızca ona halis kılarak Allah’a ibadet etmekle emrolundum.” (Zümer /11)
Dini Allah’a has kılarak ibadet etmek, iradesini Allah’a ibadet ederek diri tutmaktır. Bu dirilik insanın önüne çıkan, aklını çelebilecek şeylere karşı azimli bir duruş kazandıracaktır. İradelerimizi ele geçirmek isteyen herhangi bir şer odağına karşı bizlere bir koruma sağlayacaktır. Ve biz hakkıyla kulluk ettiğimiz müddetçe Allah (cc), bize kurulan tuzakları gösterecek ya da görebileceğimiz bakış açıları kazandıracaktır.
Allah’a (cc) hakkıyla kul olmak, şeytan ve yandaşlarının insan nefsine sunduğu, hoşa giden birçok haram karşısında iradeli bir duruş sergilemektir.
İrademiz, Allah’a (cc) kulluk ettikçe tecelli ederek varlığını güçlendirecektir.
Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde sabırla davranmamızı öğütler Allah (cc). Çünkü sabır, iradeyi güçlendirir. Sabır, bize bir direnç kazandırır.
Nefse karşı üstünlük kurmak, iradenin sağlam olması ile orantılıdır. İrademiz ne kadar Allah’a teslim olmuş ise kulluğumuz Allah’a o kadar has kılınmış olur.
“Ey iman edenler! Sabredin, sebat gösterin, sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, daima savaşa hazırlıklı olun, uyanık bulunun ve Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa erebilesiniz.” (Ali-İmran/200)
Erdal Tuğrul