“Ey insanlar! Şüphesiz ki sizleri bir erkek ve dişiden yarattık. Karşılıklı olarak tanışıp kaynaşmanız için sizleri halklara ve kabilelere ayırdık. Gerçek şu ki Allah katında en değerliniz, en takvalı olanınızdır. Şüphesiz ki Allah, (her şeyi bilen) Alîm, (her şeyden haberdar olan) Habîr’dir” (49/Hucurât, 13).
Kur’an’da altmış beş yerde “insan”, on sekiz yerde “ins”, bir yerde “indi”, bir yerde “enasi”, 230 yerde “nas” olarak çoğul geçmektedir. Kur’an’da, insan bütün yönleriyle ele alınmıştır. Yani hem ruh hem beden olarak.
İnsan kelimesinin iki kökten türetildiği söylenir. İlki, “-ins, -üns, -enes” kökleri (cins anlamında erkek ve dişi, uyum sağlamak cana yakın olmak); ikincisi, “nisyan” kökü, insan kelimesinin türetildiği iddia edilen ikinci kök ise “ن.س.ي nesiye” köküdür. İbn’i Abbas’a nisbet edilen bir rivayette: İnsan, Allah’a verdiği sözü unuttuğu için bu ismi almıştır. Unutma, bir yönüyle iyiyken diğer bir yönüyle zararlıdır. Mesela, kişi, en çok sevdiği birini kaybettiği zaman veya malını veya başka bir şeyi, unutmadan yaşayamaz. Diğer türlü yani zararlı olan ise Allah’ı ve emirlerini unutmaktır. Allah (a.c), Kur’an’da insanı hem olumlu hem olumsuz yönleriyle açıklamıştır. Örneğin, olumsuz yönüyle insan, vefasızdır. “İnsana bir zarar dokunduğunda; yan yatarken, otururken ya da ayakta (sürekli bir şekilde) bize dua eder. Sıkıntısını giderdiğimiz zaman da, sanki ona dokunan bir sıkıntıdan dolayı bize hiç dua etmemiş gibi çeker gider. Haddi aşanlara, yaptıkları işte böyle süslü gösterildi” (10/Yûnus, 12). İnsanın olumlu yönüne örnek olarak, “Sizin içinizden (insanları) hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir topluluk olsun. Bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir” (3/Âl-i İmran, 104).
İnsanın davranış şekilleri ikiye ayrılır. 1) Yaratılıştan gelenler (Karakter ve mizaç), 2) Sonradan kazanılanlar (Kesbi). İlki, Allah’ın insanda yarattığı bazı huylardır. Mesela yumuşak huyluluk, aşırı heyecanlılık, asabilik, hitabın güzelliği, acelecilik, soğukkanlılık vs. İkincisi; (Arızi) fıtratın bozulması ile olan davranış biçimleri. Mesela hırsızlık, yalan, ihanet, zulmetmek, zina, baskıcı davranmak, insanlarla alay etmek, insanları küçümsemek, büyüklenmek vs. Arızi olanları düzeltmek mümkündür. Mesela, Allah (a.c.), “Onu (nefsini) arındıran, kesinlikle kurtuluşa ermiştir” (91/Şems, 9). “Onu (küfür ve masiyetle) örtüp gizleyen de kesinlikle zarar etmiştir” (91/Şems, 10) diye buyuruyor. Ve helal yiyip içmek de nefsi temizlemenin başında gelir. Çünkü Allah (a.c.): “Ey resûller! Temiz şeylerden yiyin ve salih amellerde bulunun. Şüphesiz ki ben, yaptıklarınızı bilmekteyim” (23/Müminun, 51) diye buyuruyor.
İnanç olarak insanı tek ayakta tutan, İtikat bağıdır. Bu bağ sayesinde ırk, dil ve bölge ayrılıkları silinir. Allah (a.c), insanların bir zamanlar tek ümmet olmalarından bahseder. Bir tek ümmet oluşun hangi insan topluluğu için, ne zaman nerede olduğu konusunda değişik görüşler ileri sürülmüştür. İnsanların bir tek ümmet oluşu, iman yönündendir. Bu birliğin bozulması ise ihtiras ve kıskançlık yüzündendir. İnsanlar tutunabilecekleri yeni inançlar olmadığı sürece inançlarının sorgulanmasına ve reddedilmesine tahammül edemezler. Bundan dolayı insanların alıştıkları yaşam biçimini değiştirmek oldukça zor bir olaydır. Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem), kısa sürede bunu başarmış olması takdire şayandır.
İnsanın zayıf olması hasebiyle bazı şeylerin tekrar tekrar hatırlatılması gerekiyor. Çünkü Allah (azze ve celle): “Hatırlat/öğüt ver! Çünkü hatırlatma müminlere fayda verir” (51/Zâriyat, 55) buyuruyor. İnandığı, bildiği şeyleri hayatında uygulamalıdır. Bu bağlamda, insanlar ne zaman yanlışlara düşmüşlerse Allah (azze ve celle) onları düzeltmek ve onların hayatlarında yüce değerleri yükseltmek için din ve peygamberler göndermiştir.
İnsanın Allah ile olan ilişkisi nasıl olmalı?
Allah (a.c) buyuruyor ki: “Allah’tan, gücünüz yettiğince korkup sakının. İşitin, itaat edin. Kendinize hayır olarak infakta bulunun. Kim de nefsinin bencilliğinden korunursa işte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridirler” (64/Teğabûn, 16).
Allah (sübhanehu) yine buyuruyor ki: “Kullarım sana, benden soracak olurlarsa, şüphesiz ki ben onlara yakınım. Dua edenin duasına icabet ederim. (Öyleyse) onlar da benim davetime icabet etsinler ve bana iman etsinler ki (akıl, doğruluk ve olgunluk sahibi olan) rüşt ehlinden olsunlar” (2/Bakara, 186).
Tirmizi’de geçen bir hadiste de Allah (sübhanehü ve teâlâ) buyuruyor: “Ben, kulumun zannı üzereyim ve beni çağırdığı zaman ben onunlayım.”
Selim bir akıl; anlamak, bulmak, ulaşmak için yeterlidir. Bununla ilgili İbrahim’in (a.s) kıssasına başvurabiliriz. İnsanın yaratıcısı ile olan ilişkisi, dört boyutlu bir ilişkidir. Bunlara; “marifet”, “tasdik”, “amel” ve “ikrar” denilebilir. Marifet, Allah (a.c) hakkındaki bilgilere denir. Malumat denilmez. Marifet, aklın eylemi; tasdik ise kalbin eylemidir. Salt bilgi/marifet iman için yeterli değildir. Onun için Allah (a.c) bedevilerin teslimiyetini iman olarak kabul etmez. “Bedeviler: ‘İman ettik.’ dediler. De ki: ‘İman etmediniz. Fakat ‘teslim olduk’ deyin.’ (Çünkü) iman henüz kalplerinize girmiş değildir. Şayet Allah’a ve Resûl’üne itaat ederseniz (Allah,) amellerinizden hiçbir şey eksiltmez. Şüphesiz ki Allah, (günahları bağışlayan, örten ve günahların kötü akıbetinden kulu koruyan) Ğafûr, (kullarına karşı merhametli olan) Rahîm’dir” (49/Hucurât, 14). Amel ise farzları yerine getirmek, namaz, oruç, hac, Kur’an okuma ve Allah yolunda cihat etmek… Tabi bunlar, tevhid ile mümkün olur. İkrar, dini güzel bir şekilde Kur’an ve sünnete göre yaşamak ve anlatmaktadır. Çünkü yaşanılmayan bir ameli anlatmak abes olur, nitekim Allah (a.c) buyuruyor: “Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız/yapamayacağınız şeyleri (yapacakmış gibi) söylersiniz? Yapmayacağınız/yapamayacağınız şeyleri (yapacakmış gibi) konuşmanız, Allah katında büyük bir öfke nedenidir” (61/Saff, 2-3).
Allah (a.c), kulunu, korkuya değil sevgiye yönlendirir. Mesela emirlerini yerine getirdi mi kul, Allah’ı (a.c) sever; çünkü bu, onun için gerekli olan bir şeydir. Bunun tam tersi, kulunun yanlışlarına kızıyor; çünkü bu da onun için kötü bir şeydir. Kur’an’da da bunu görebiliyoruz: “Allah, iyilik edenleri sever” (2/Bakara, 195). “Şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri de, çok temizlenenleri de sever” (2/Bakara, 222). “Muhakkak ki Allah, kendine dayanıp güvenenleri sever” (3/Ali İmran, 159). “Şüphesiz ki Allah, kendi yolunda, kenetlenmiş bir bina gibi saf hâlinde savaşanları sever” (61/Saff, 4).
Allah (a.c) kimi sevmez! “Allah, haddi aşanları sevmez” (2/Bakara 190). “Allah, kâfirleri sevmez” (3/Âl-i İmran 32). “Allah, zalimleri sevmez” (3/Âl-i İmran 57). “Şüphesiz ki Allah, kibirli ve böbürlenen kimseleri sevmez” (4/Nisâ 36). “Şüphesiz ki Allah, hainlikte sınırları zorlayan aşırı günahkâr kimseyi sevmez” (4/Nisâ 107).
İnsanın kendisiyle olan ilişkisi nasıl olmalı?
Öncelikle “ben kimim” sorusuyla başlamak lazım cevap bulmak için. “Ben”, Türkçede birinci tekil şahıs zamirdir. Arapçada “Ene” zamiri ile ifade edilir. “Ben kimim” demek, aslında “ben varım” demektir ve şahitlik etmektir. Zaten imanın itirafı olan şehadet, insanın hem kendisine hem de Rabbine tanıklık etmesidir. “أشهد : ben şehadet ederim ki” aslında “ben varım” demektir. Bu tanıklık ifadesi, bireylerin benlik duygularının varlığına ve bu duygunun izharının gerekliliğine en büyük işarettir. “Ben” zamiri, Kur’an’da hem olumlu hem de olumsuz manada kullanılır. Mesela Firavun’un büyüklenerek söylediği söz şöyledir: “Ben sizin en büyük Rabbinizim” (Naziat 24).
İblis de dedi ki: “Ben, ondan daha hayırlıyım. (Çünkü) beni ateşten, onu topraktan yarattın” (7/A’râf, 12). Allah (azze ve celle), Peygamberin dilinden de aynı kelimeyi olumlu manada kullandırır: “De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım” (41/Fussilet, 6). Kur’an’da Allah (azze ve celle), اُنْظُر, إِقْرَأ, أفْهَمَ إحكم kelimelerini kullanır. “Unzur: Bak”, doğru bir şekilde bak, çünkü doğru bakan doğru görecektir. Allah (a.c), Kur’an’da, “(Öyleyse) insan, neden yaratıldığına bir baksın” (86/Târık, 5) diye buyuruyor. “Oku” diyor, baktığın tüm varlık âlemini, o varlık âleminin bir parçası olan benliğini, kendini, iç dünyanı, kâinat kitabını, gökleri ve yeri, her ikisi arasında var edilen şeyleri, oku! Hayatı, kabri, ahireti, peygamberi, haşrı, cenneti, cehennemi Allah’ın ismiyle oku. Sonra İfhem/okuduklarını anlama ve hayata geçirme fıtratını, kabiliyetlerini, gücünü ve acziyetini anla.
İnsanın insan ile olan ilişkisi, Âdem (a.s.) ile Havva annemizden başlıyor. İlişki, Türkçede “isteşli” fiillerdendir. Bu fiil, Arapçada “feale” veznidir. “Feale” fiilinin temel özelliği, iki özneli olmasıdır. İlişkinin temelleri şöyle sıralanabilir: 1) Taraflar. 2) Amaç, gaye. 3) Usül, üslup. 4) Sonuç. İnsan ilişkilerini anlamak, olumlu özellikler kazandırır insana. İnsanı tanımayı yine Rasulullah’tan (s.a.v.) öğreniyoruz ki insanı tanımak, ticaret ve yolculukla elverişli olur. Ticaretle alakalı, yalan yere yemin etmeyecek, hıyanet etmeyecek, kırmayacak… Bununla ilgili bir söz var: “Dostumu kıracağıma elmasımı kırarım.” İnsanları anlamayla ilgili Peygamberimizden (s.a.v.) çok güzel örnekler öğreniyoruz. Mesela O, insanlara bütün vücuduyla dönüp cevap verirdi. İnsanlarla konuşurken onların seviyelerine inmek, bütün resullerin ilişki biçimidir: “İkiniz Firavun’a gidin; çünkü o, azgınlaştı. Ona yumuşak bir söz söyleyin. Umulur ki öğüt alır ya da korkar” (20/Tâhâ, 43-44) İşte Kur’an’ın müthiş üslubu. Firavun gibi bir zorbaya karşı bile Musa’ya (a.s.), “ona gidin, yumuşak söz söyleyin” demiştir.
“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel şekilde sav. (Bir de bakarsın ki) seninle arasında düşmanlık olan kimse, sıcak/samimi bir dost oluvermiş” (41/Fussilet, 34). Kötülüğe iyilikle karşılık vermek, hayat kurtarır. Ve Allah’ın (a.c.) Kur’an-ı Kerim’de en çok tembihlediği şeylerden biri, silai rahimdir: “Allah’tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan korkup sakının. Şüphesiz ki Allah, sizin üzerinizde gözetleyicidir” (4/Nisâ, 1) Akrabalık bağlarını gözetmek önemlidir; çünkü insan, öncelikle akrabaları ile alakadardır. Yine ihtiyaç duyduğu kişiler, ilk önce onlar olacaktır. Nitekim hadiste de Rasulullah (s.a.v.), “Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin” (Buhari, Edeb) buyuruyor.
Davette de akrabalarla başlanmalıdır: “Yakın akrabaların olan aşiretini uyararak (işe başla)” (26/Şuarâ, 214).
Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.
Mehmet Can GİYİK
[1] Erdemliler Hareketi tarafından 15 Ocak 2023 tarihinde organize edilen çevrim içi konferansın özet metnidir.