Hz. Musa’nın (As) Hayatı Aynasından Hak-Batıl Mücadelesi
Arşiv Genel Yazarlar

Hz. Musa’nın (As) Hayatı Aynasından Hak-Batıl Mücadelesi

Hamd, övgü, sena, teşekkür âlemlerin rabbi olan yüce Allah’a; salat ve selam da biricik örneğimiz, rehberimiz, önderimiz, öğretmenimiz olan Hz. Muhammed’edir.
Tevhid önderleri ve insanlığın biricik rehberleri olan, yüce rabbimizin seçip de tüm insanlığa gönderdiği peygamberlerden birisi de Musa aleyhisselam. Tarihe göz atıldığında peygamberlerin gönderiliş sebeplerinin; batılı, bozgunculuğu, zulmü ve fesadı ortadan kaldırıp onların yerine hakkı, düzeni, adaleti ve huzuru hâkim kılıp rabbi hoşnut etmek olduğu görülecektir.
Nasıl ki Lut aleyhisselam sapık kavmiyle, Nuh aleyhisselam söz dinlemez insanlarla, Yunus aleyhisselam tebliğ kabul etmez toplulukla, Şuayip aleyhisselam ölçü ve tartıda haksızlık yapan Medyen ve Eyke halkıyla, İbrahim aleyhisselam başta babasıyla, insanları saptıran ve ilahlıkta bulunan Nemrut ve adamlarıyla mücadele ettilerse Musa aleyhisselam da kendi devrindeki despot, zalim, tağut, hak düşmanı, batıl dostu olan hükümdar Firavun’la mücadele içindeydi. Onu ve ona tabi olanları yola getirme çabasındaydı.
Firavun, asrının gerçekten en büyük zalimi ve akılsızıydı. Ona güzel söz ve öğütle yaklaşan, hakkı tavsiye edip batıldan uzaklaşmaya davet eden Allah elçisi Musa aleyhisselamı dinlemeyip, nefsine ve dünyalıklara güvenip âlemlerin, tüm insanların ve kendinin rabbi olan şanı yüce Allah’a asi oluyordu.
Firavun’un asiliği, “Ben yaratıcıyım, ben insanlara göz, kulak ve beden verip onlara ruh bağışlayanım.” şeklinde değildi. O da biliyordu ki bunların hepsi, Allah’ın iradesince gelişmekte, oluşmaktadır. Ama onun isyankârlığı, rabbani kanunları kendi hevasına göre kullanması, icra etmesi ve bu kendince çıkarımlarının en doğru değer ve ölçüymüş gibi insanlara zorla kabul ettirmeye çalışmasındandı.
Kur’an’-ı Kerim’e baktığımızda hakkında en çok ayet olan peygamberin, Musa aleyhisselam olduğunu görürüz. Bu da Musa aleyhisselamın hayatının ne kadar değerli ve ibretamiz olduğunu bize anlatır. Onun hayatı, çok değerli öğütler ve ibret alınması gereken gerçekler içermektedir. Onun yaşadıkları, sadece iki insanın çarpışması, savaşım vermesi değil; iki dünyanın, iki dinin, iki yeryüzü hakimiyetinin mücadelesidir. Çünkü Musa aleyhisselam, hak yanında adalet ve tevhit yanında, yolunda; Firavun ise batıl, zulüm ve şirk yolunda, yanındadır. İkisi de kendi inanışlarının yeryüzüne hükmetmesi telaşesinde, çabasındadırlar. İşte bu nokta, iki tarafın taşıdığı yükün basite alınıp iki lafla geçilecek bir mevzu olmadığının işaretidir.
Firavun; o kadar güçlü, o kadar saltanat sahibi olduğu hâlde kendi düşmanını, kendi hükümranlığını yerle bir edecek olan insanı; yine kendi sarayında, kendi içinde büyütüp beslediğinden habersiz olarak yaşamıştı. Bu olay, rabbimizin kudretinin her şeyden üstün olduğunun ispatına örneklik teşkil eder.
Rabbimiz Musa aleyhisselamı, kardeşi Harun aleyhisselam ile tebliğ için Firavuna gönderdiğinde ona güzel sözle gitmesini, yumuşak davranmasını istemektedir. Çünkü sonuçta o, bir insandır. Zalim de olsa, despot da olsa belki güzel söz ve öğütlerle yola gelebilir, hidayet yoluna ulaşabilirdi. Ama rabbimiz, burada Firavun’un iman etmeyeceğini biliyordu. İşte bu söz, bütün “Müslümanım” diyenlere, İslam’a davet ve tebliğ etmek gibi bir sıkıntıya, kaygıya, derde sahip insanlara, esasen “Anlayın, kavrayın ve ağlayın.” demekte.
Musa aleyhisselam ve kardeşi Harun aleyhisselam, Firavun’a tebliğe gittiklerinde Firavun, onlara sertçe müdahale edip getirdikleri ve sundukları mesaja inanmamış ve Musa aleyhisselamın peygamberliğinin göstergesini istemişti. Musa aleyhisselam da bunun üzerine Allahu Teala’nın izni ve emriyle asasını yere atmış ve asanın yılan suretine dönüşünü, elini koynuna sokup çıkararak avucunun parlak bir ay hâline gelmesini küfrî gözlere, yola gelmez ruhlara göstermişti. Bunun üzerine Musa aleyhisselamı sihirbazlıkla yaftalayan Firavun, Musa aleyhisselamın, sihirbazlarla yarışması teklifinde bulunmuştu. Daha sonra sihirbazlarla karşılaşma zamanı geldiğinde Musa aleyhisselamın göstermiş oldukları karşısında akıllarını ve ruhlarını harekete geçiren sihirbazlar, hemen iman edip secdeye kapanmışlardı. Firavun da bu uğursuz(!) gelişme üzerine sihirbazlara: “Benden izinsiz Musa’nın rabbine inanırsınız ha! Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim!” diye tehditler savurmuştu. Burada sihirbazların tavırları çok ilginçtir. Musa aleyhisselamın mucizeleri karşısında, hemen imana teslim olup iman yolunu tercih etmişlerdi. Çünkü bu olayın sihirbazlıktan öte, çok yüce bir yapıcının, yaratıcının iradesi dahilinde gelişen vakıa olduğunun farkına varmışlardı. Ve bizlere, şöyle bir miras bırakıyorlardı: insanların hidayet bulması için kendimizi yıpratmamıza hacet yok. Samimi adımlarla ve sahih sözlerle yola çıkıldığı vakit, rabbimiz adımlarımızı bereketlendirecek ve bizlere ummadığımız yerlerden nimetler bahşedecektir. Ki en büyük nimet, bir insanın aslına dönmesi yani rabbine iman etmesidir.
Ve artık Musa aleyhisselam için Firavun yurdu, yaşanmaz olur. Rablerinden izin çıkar ve Kızıldeniz’e yürürler. Firavun’un zulmüne dayanamayıp rabbinin izniyle Kızıldeniz’den geçen Musa aleyhisselam ve yarenleri; geride, denizde boğulan Firavun ve adamlarını bırakmışlardır. Firavun, son nefesinde “İman ettim.” dediyse de bu, ondan kabul edilmemiştir.
Zalim Firavun’dan kurtulan Musa aleyhisselamın yarenleri, bu defa ayrı bir taşkınlık, ayrı bir zulmet üretmeye başladılar. Samiri adındaki bir sapık, bir heykel yapıp “İşte, sizin ve Musa’nın rabbi budur” diyerek inananları, inandıkları ve uğruna çaba sarf ettikleri yoldan saptırmaya çabalamıştı. Musa aleyhisselam, Firavun’dan sonra, ayrıca bu sapıklığa yönelen kavmiyle uğraşmış ve muzaffer de olmuştur yüce Allah’ın izniyle.
Musa aleyhisselam dediğimiz, tarihin tevhit akidesinin, tevhit ve dahi hak yolunun ender elçilerinden, önderlerinden o büyük mücadele sahibi insan, bütün hayatı boyunca rabbinin yüceliğini, tevhidi, adaleti, hakkı hâkim kılıp bütün insanlığı bu yüce değerler sistemine, İslam’a çağırmıştı. Bu zaman zarfı içerisinde birçok zorluk, meşakkat, sıkıntı ve olmaz görmüş hatta memleketinden çıkarılmıştı. Ama o tarihten bu yana gelen gerçek ve sönmez vaat; galibiyetin, rableri yolunda olanlara ait olduğunu haykırmaktaydı.
Musa aleyhisselamın hayat serüveninden hissemize düşen pek çok ibretlik durum var. Ondan bize miras kalanlar; cesaret, sabır, metanet, direnç, tatlı dil, her vakit dua, ne pahasına olursa olsun, zalim kral ve sultana/sultanlara karşı hakkı gereğince haykırmak, rabbe dayanıldığı, güvenildiği ve tam anlamıyla sığınıldığı vakit, onun şüphe içermeksizin yardımını göndereceğiydi.
Bu ulvi hâlleri, ahvallerine perçinleyenlerin muzaffer olacakları, rahman ve rahim olan Allah’ın (azze ve celle) vaadidir. Ne mutlu Musaca kalanlara! Ne mutlu hak yolunu tercih edip batıla karşı mücadele ve savaşım içinde olanlara!
Aziz ve kerim kitabımız Kur’an’da, Musa peygamberden çokça bahis açılmasının yanı sıra, muhtevasına onu konuk eden çokça eser de verilmiştir sonraki zamanlarda. Onu daha yakından tanımanın yolu, o eserlere doğru hareket etmekten geçer.
Sözlerimizi, sözlerin en kutlusundan bir ayetle sonlandıralım ve Musa (as) olmanın yollarına bakalım inşallah: “Sen, insanları Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle davet et; gerektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et. Rabbin, elbette yolundan sapanları en iyi bildiği gibi kimlerin doğru yola geleceğini de pek iyi bilir.” (Nahl, 125).
Fatih PALA
fatihpalafatih@gmail.com

GRUBA KATIL