Hakka Yapılan En Büyük Zulüm Batıl ile Örtmek
Arşiv Genel Yazarlar

Hakka Yapılan En Büyük Zulüm Batıl ile Örtmek

Hamd, övgü ve taat, âlemlerin rabbi olan, bütün mahlukatı yokluktan varlığa çıkaran, resullerini hak üzere gönderen, eşi benzeri olmayan Allah’a mahsustur.
Salat ve selam onun kutlu resulü, örneklik ve tebliği ile insanlara rehberlik eden, Allah’ın kullarına gönderdiği hakikati onun aracılığı ile bildirdiği Hz. Muhammed (sav)’e, seçkin arkadaşlarına ve güzide ailesine olsun.
Hak ve batıl. Biri diğerine hasım olan iki yol.
Her iki yol da insanda, kendine bir yer bulur; insanın tabiatı, bu iki yola da uygundur. “Ve de ki hak rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 29).
Hak; erdem, insanlık, akıl, bilinç, itidal sahibi olmak, ölçülü davranmak, yüce yaratıcının insana biçtiği rolü benimsemek, özümsemek, belli hudutlar ve kaidelere göre yaşamak gibi olguları harekete geçiren anlayış, nizam ve hükümler bütünü.
Batıl ise ölçüsüzlük, sınır tanımazlık, akla galebe çalan bir nefis, başıboşluk, bilinçsizlik, bencillik, hayvani hislerin beslenip ona göre yaşanmasını öngören bir yaşama ve inanma şekli.
Yaratılmış olan her canlı türünün bir doğası, fıtratı ve yaşamını sürdürebilmesi için o fıtrata uygun biçimde uyarlanmış yasaları vardır.
İnsan ve cinlerden başka hiçbir canlı, bu yasalara muhalefet etmez. Müdahale edilmediği müddetçe her canlı, kendi rolünü ona biçilen mekânda ve şartlarda, kendi âlemi içinde yaşar gider.
Yüce yaratıcı insana, kendi yasalarını kitaplar ve resuller vasıtasıyla bildirirken diğer canlılar içgüdüsel olarak bilirler. Akıl ve irade olmadığı için, insan ve cin toplulukları dışındaki diğer canlılar, bu yasalardan mesul değillerdir ama dediğimiz gibi içgüdüsel olarak uyum sağlar ve muhalefet etmezler.
“İnsanlık, tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine olan ‘azgınlık ve kıskançlıkları’ yüzünden anlaşmazlığa düşenler; o, (kitap) verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğru yola yöneltir.” (Bakara, 213)
Muhalefet etmek, zaten bir akıl ve irade gerektirir. Muhalefet etmek, her zaman olumlu etki göstermez. Yani akıl, doğru yönlendirilmez, sağlıklı bilgi ile sonuca gitmezse kendi zararına da iş yapabilir. Vahşi bir hayvanda akıl olduğunu düşünebiliyor musunuz? Böyle akıllarda hastalık hasıl olur. Bugün insanoğlunun geliştirdiği atom bombası, hidrojen bombası, fosfor bombası ve daha burada sayamayacağımız kadar çok olan icat ve buluş, böyle hastalıklı akılların ürünüdür.
Bu sebepten ötürü akıl, gelişimini sağlıklı ve fıtrata uygun bir şekilde tamamlamalı. Hiç kuşkusuz bu eğitimi en iyi verecek olan, yine aklı yaratandan başkası olamaz. Hak dediğimiz unsur her şeyin yerli yerinde, aslına uygun ve belli hudutlar ve kurallar çerçevesinde olması gerektiğini, her şeyi yaratan ve en iyisini bilen Allah (cc) tarafından düzenlenen yasalar bütünü ile belirlenmiştir.
Bilinebilirlik, kontrollü olmak, bilinmezlikten ve kontrolsüzlükten daha yaşanabilir ve daha akla uygun olandır. Hak, bilinen ve hududu belli olandır. Batıl ise heva ve hevesin istekleri doğrultusunda hareket eder.
Akıl ve irade bir güçtür. Bu gücün kontrolsüz kullanılması demek; insanoğlu, yaşadığı gezegen ve diğer bütün canlı türleri için felaket anlamına gelir. Ölçüsüz, ahlaksız ve çıkara dayalı bir akıl, kendinden başkasının menfaatini ve yaşama hakkını düşünmeyeceğinden eksiktir. Kaldı ki gücün, zehirleyici bir yanı vardır. Güç elde edilince, muktedir olunca o gücü frenleyecek, doğruya veya hakikate yönlendirecek bağlayıcı bir ölçü yok ise bütün kıstaslar değişebilir. Zaten yaşadığımız çağda, bunun birçok örneği mevcuttur. Hak, insanın sahip olduğu bu gücü, en verimli ve faydalı şekilde kullanması için hudutlar çizer ve bir ahlak belirler.
Hakkın hiçbir yasasında; sapma, belirsizlik, düzensizlik, anarşi, hiçbir canlının var olma hakkına tecavüz veya kast yoktur. Batıl ise hüküm sürdüğü ve gücü elinde bulundurduğu zamanlarda, yeryüzünde fesat çıkararak ekine ve nesle kasteder. Acımasızca katliamlar yaparak insan, hayvan ve bitki türünden nice canlının neslini kurutur.
Hak ile batıl arasındaki farklardan biri hakkın; sabit, değişmez, bozulmaz ve sarsılmaz oluşu iken batılın sürekli değişken, temelsiz, dayanaksız, hükümsüz, yok olan ve boşa giden olmasıdır.
“Gökten bir su indirdi de dereler kendi ölçülerinde çağlayıp aktı. Sel üstünde çıkan köpüğü yüklendi. Süs ya da eşya yapmak için ateşte yakıp erittikleri madenlerde de bunun gibi köpükler vardır. Allah hak ile batılı böyle bir benzetmeyle anlatır. Köpük yok olup gider. İnsanlara yararlı olan ise yeryüzünde kalır. Allah böyle misaller verir.” (Rad, 17)
Batıl dayanaksızdır, sağlam temelleri yoktur. Hak ise insanoğlunun yaratıldığı zamandan beri aynıdır ve sarsılmaz. Batılın güçlü olması, hakka bir zarar veremez. Hak baki olandır. Hakkın kaynağı bizatihi yüce Allah’tır.
“De ki hak geldi, batıl yok oldu. Hiç şüphesiz batıl, yok olucudur.” (İsra, 81)
Kur’an-ı Kerim’de hak ve batıl, oldukça önemli bir yer tutar; anlatı ve örnekler bütünüyle hak ve batıl eksenlidir. Hak ve batılın geçtiği ayetlerde genel uyarı, hakkın taraftarlarınadır. Allahu teala, en çok hakkı batıla karıştırmama konusunda uyarılarda bulunarak iman edenleri, geçmiş ümmetlerin düştükleri hatalardan korumak ister. Zaten batılın hakka üstün olması söz konusu bile olamaz. Ancak hak, batıl ile karıştırılır ise zaafa uğrar ki bu, hakkın kendisinin değil, taraftarlarının uğrayacağı bir zaaftır. Hiç bir güç, hakka en ufak bir zarar veremez.
“Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size!” (Enbiya, 18)
Buradan şu sonuç çıkar: Hak, gücünü saf ve bozulmamış oluşundan alır. Saflığına haktan olmayan bir şeyler eklenirse hak, insanlar üzerindeki etkisini ve gücünü çeker.
Hakkın galip gelmesinin şartı, taraftarlarının hakkı, öz kaynaklarıyla beslemeleridir.
Hakkı, batıl ile örtmek, hakka karşı yapılan büyük bir zulümdür. Böyle yapan kişi hem ebedî ve sağlam olanı, geçici ve çürük olanla değişmiş olur hem de Allah’ın kesin bir bilgi ile gönderdiği hayat biçimine muhalefet etmiş olur ki bu zulümdür.
Geçmiş ümmetlerin sıkça düştüğü bir hatadır, hakkı batıl ile örtmek. “Ey kitap ehli, neden hakkı batıl ile örtüyor ve bildiğiniz hâlde hakkı örtüyorsunuz?” (Al-i İmran, 71) Âlemlerin rabbi olan Allah (cc) son kitap olan Kur’an-ı Kerim’de, hakkı ayan beyan ortaya koymuş, batılı da nasıl bilebileceğimizi en ufak ayrıntısına kadar bildirmiştir.
“Müminlere iyiyi kötüden, hakkı batıldan ayıracak formülü de yine bildirmiştir: “Ey iman edenler, Allah’tan hakkıyla korkup sakınırsanız size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir.” (Enfal, 29)
İman edenlerin tek dayanağı haktır. Ondan başka ne bir sistem ne de bir yol benimserler. Hak, asırlar geçse bile yok olmaz, değişim geçirmez. Hak, insanı; aklını, evrensel ölçüye dayalı duygu ve düşüncelerini, hayatına ve şartlara olumlu ve uyumlu hali ile uyarlamaya yönlendirir, insan olma bilinciyle hareket etmesini sağlar. Bunu yaparken gerek dünyada gerekse ahiret hayatında izzeti ve kurtuluşu vadeder.
Hak, hiçbir konuyu ve davranışı teğet geçmeden insanı ve hayatı bir bütün olarak değerlendirir, her yönü ile hakka ve insan fıtratına uygun bir hayat sistemi sunar. Bu noktada insanı, bütün davranışlarından sorumlu tutar ki bu da insana, iradenin verilişinin en büyük sebeplerindendir.
Hak, kelime olarak kullanılırken bile olumlu bir anlam taşır. Yapıcı ve yaşatmaya dönüktür yüzü. Canlı ya da cansız, hiçbir varlık hakkın kendinden ya da taraftarlarından dolayı mağdur olmaz hatta hakkın taraftarı olmayanların dahi mağdur edilmesine rıza göstermez.
Hakkın yegâne hedefi, insanoğlunun kurtuluşa ulaşmasıdır. Kendisi için bir çıkar gözetmeden adaleti tesis eder ve bu uğurda en yakınlarını bile kayırıp onlara imtiyaz tanımaz.
Hak, olmuş ve olacak olanı kesin bir bilgi ile haber verir. İnsana, çıktığı bu hayat yolunda bir harita sunarak işaret levhaları ile hakikati gösterir.
Batıla gelince kelime olarak olumsuzluk taşır. Batıla dalan bir insan bile batılı olumsuz anlamda kullanır. Hayatın içinde yer bulamayan ve hakikatten uzak inançlara “batıl inanç” deriz. Batıl, insanları haktan uzaklaştırmak için sürekli organize olur, insanların nefsine dokunarak aklını, vicdanını ve kalbini örtmeye uğraşır. Bu mücadelesinde batılın hiçbir çizgisi, ahlaki yapısı ve ölçüsü yoktur. İnsanın ziyana uğraması için, insanın kendisini kullanır ve bunu öyle bir sinsilikle yapar ki insan bunun farkına varamaz. Batıla hizmet ederken kendini doğru yolda sanır. Korkular salar insanın içine batıl. Aslında korku, batılın tarih boyunca kullandığı etkili bir silahıdır.
“Ve sihirbazlar secdeye kapandılar. Âlemlerin rabbine iman ettik, dediler. Musa’nın ve Harun’un rabbine… Firavun, ben size izin vermeden mi ona iman ettiniz. Mutlaka bu halkı buradan sürüp çıkarmak için şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyle ise buna karşılık size ne yapacağımı göreceksiniz. Muhakkak ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi idam edeceğim.” (Araf, 120-124).
Firavun, batılın güçlü komutanlarından biri. Karşısında sihirbazlar iman edince korku silahını kullanarak onları sindirmek istiyor. Tehditler savuruyor; asarım, keserim diye. Dikkat edilirse bu, hep böyle olmuştur ve olmaya devam ediyor. Birileri hakikati görüp hakka yönelince batıl, önce korkuyu kullanıyor. Bugün de Müslümanlar arasında birçok hayali korku yok mu? Hak, her şeyi teminat altına almışken rızık korkusu, rahatını kaybetme, makamdan olma, gelecek endişesi gibi o kadar çok korku var ki piyasada, bazen insanların nefes alamadıklarını hissedersin, bu korkulardan ötürü.
“İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer müminlerseniz, Benden korkun.” (Al-i İmran, 175).
Korku, gücü zayıflatır, sindirir ve sonra kendi saflarına çeker. Korkan bir canlının gücü, ne kadar çok olursa olsun o gücün sahibine de başkasına da hiçbir faydası olmaz. Bugün yeryüzünde milyarlarca Müslüman’ın gözü önünde körpe çocuklar, güçsüz ve çaresiz kadınlar, elden ayaktan düşmüş ihtiyarlar zulme ve katliama uğruyorsa bunu nasıl izah edelim? Tek sebep, elbette korku değil. İnsanı korkuya hangi sebepler iter, biraz bunu düşünmek gerekir. Hakka olan itimatsızlık, imanda zayıflık, dünya hayatının süsü, kendini müstağni görme, dinini oyun ve eğlence hâline getirme gibi birçok sebebi olabilir.
Bütün bunları tek bir noktada birleştiren, gizli bir sebep var aslında. Hakka karıştırılan ya da tamamen üstüne örtülen batıl. Tabii bunu yapan, batılın kendi olduğu kadar, haktan olduğunu zannedenlerdir. Batılın bir ahlakının olmadığını söylemiştik. Bu da batıla birçok maske kazandırır. Bu maskelerden biri de haktanmış gibi gözükmek. İşte bu, gerçekten iman edenler için en büyük tehlikedir. Çünkü bu tip insanlar yolu kaybetmemiş ama yolda kaybolmuşlardır. Yolu kaybeden biri, doğru yolda olmadığını bilir; bu bilinçle ya iyice batıla dalar ya da hidayeti istiyor ise arar, sorar bir şekilde bulur.
Ama yolda kaybolmuşsa kendini yolda zanneder, belki geri geri gider ama yine de doğru yolda yürüdüğünü düşünür. İşte Ali Şeriati’nin “dine karşı din” dediği, yolda kaybolmuşların ürettiği dindir. Hakkın özünde olmayan alışkanlıklar, kültürel değerler, atalardan aktarılagelen hikâyeler din olarak algılandığı zaman din, toplumda bir etken olmaktan çıkar ve edilgen bir duruma düşer. Din ticareti başlar, insanların manevi değerleri sömürülür, din bir kurtuluş olmaktan ziyade toplumları yönetme ve yönlendirme aracı olur. Hak, insanlar arasındaki etkinliğini yitirir; adaletsizlik, zulüm, kaos ve zorbalık hâkim olur. Bu, ebedi sürecek bir durum değil elbette. Hakkın koruyucusu ve kaynağı, âlemlerin rabbi olan Allah (cc)’tır.
Allah (cc), hak dediğimiz maddenin, mânânın ve eylemin hakikati olanı, yerde bırakmaz. Hakkı layıkıyla ve tastamam ayakta tutacak bir topluluk, her zaman var olacaktır. Bir topluluk, bu görevi hakkıyla yapamazsa Allah, bu kutlu ve şerefli işi yapacak başka bir topluluk çıkarır.
“Eğer topyekun hazırlanıp savaşa çıkmazsanız o, sizi pek acı bir azapla cezalandıracak ve yerinize başka bir topluluğu getirip değiştirecektir. Siz ona hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.” (Tevbe, 39).
Sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şey, hakikatte bize emanettir. Bir şey, emanet verilince emanetçinin, emanet edilen şeyi hakkıyla koruması gerekir. İslam, bir hakikat dini olarak emanet edilen kişiler tarafından korunamıyor. Allah, bu topluluğa zilleti verip kendisiyle izzet bulduğumuz İslam’ı bizden almaya elbette kadirdir.
Kur’an-ı Kerim’e ve onu en iyi anlayıp yaşayan Rasulullah (sav)’ın hayatına baktığımızda bugün anlaşılan ve yaşanan din ile çok bir bağı kalmamış gibi. Allah’ın kutlu nebisi bu ayetlerle vahşi bir topluluktan güzide bir topluluk çıkardı. Bugünün Müslümanları arasında etkili olamayışının nedeni, hakka bulaştırılan batılıdır.
Avrupa’nın çirkef ve batıl hayat tarzında büyümüş insanların, Kur’an-ı Kerim’le ilk kez muhatap olduklarında şaşırma ve hayranlık duyma hâllerini görünce biz de hayret ediyoruz. Aynı ayetleri defalarca okumamıza rağmen, bize gözükmeyen ya da göremediğimiz hangi hakikati gördü de böylesi bir hayrete ve hayranlığa kapıldı, diye düşünüyoruz.
Hakka bulaştırılan batıl temizlenmediği müddetçe bu hakikatleri görmek imkânsız gibi. Ya da Allah, yeni bir ümmet inşa edecek, hakkı temsilen İslam el değiştirecektir. Duyarsız bir topluluk hâline gelen İslam coğrafyalarında yeniden diriliş, yeniden iman etmek, bizi kurtarabilir ancak.
“Ey iman edenler; Allah’a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaplara iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkâr ederse şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.” (Nisa, 136).
İnkâr etmek sadece yok saymakla olmuyor, yokmuş gibi davranmak, yokmuş gibi yaşamak, yokmuş gibi ticaret yapmak, her tarafı budanmış bir din anlayışı da inkârın bir şeklidir.
İman edenleri yeniden imana çağıran yukarıdaki ayet-i kerime, bize bir ışık tutuyor. Böylece din tüccarlarının, İslam’ı kendi çıkarları için kullananların, mevki ve makamları uğruna İslam’ı feda edenlerin maskeleri düşecek.
Hak ve batıl arasındaki çizgi belirginleşecek, iman eden bilerek iman edecek, inkâr eden de bilerek inkâr edecek.
Erdal TUĞRUL

GRUBA KATIL