Bismillahirrahmanirrahim. elhamdulillahi rabbilâlemin, vessalatu vesselamu ala Rasûlina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Emma ba’d.
Hak-Bâtıl Mefhumu
Hak (İslam), her türlü hayrı, bereketi, huzuru, refahı kapsayan, apaydınlık bir nurdur. Taşa bile merhamet gerektiren rahmet timsalidir. Kusursuz adaletiyle kulluk noktasında ve içtimai hayatta hiçbir eşitsizliğe razı olmaz.
Hak, gelişigüzel indirilmiş bir yaşam kaynağı değildir. Yüce Allah tarafından insanlığa, belli bir düzen üzere gönderilmiştir. İman edenlerin yaşamını, belli bir plan dairesinde dizayn eden, hiç kimsenin de başına buyruk hareket edemeyeceği, yegane kurtuluş yoludur. Yalnızca iman edenlerin değil, hakkı reddedenlerin de “hayat bulabildiği” mükemmel olan tek dindir.
Bâtılın, her yönden hakkı sarmaya çalışması hakkın, bazı kusurları barındırıyor olmasından kaynaklanmamaktadır. Ontolojik olarak asli teşekkülünden değil aksine tamamıyla iman edenlerin “temsiliyet”inden kaynaklanan arızi bir buhrandır.
Hak, her ne olursa olsun nurundan bir şey kaybedecek değildir. Çünkü hak, ikmal edilen ve Allah’ın seçip beğenmiş olduğu nurun ala nurdur.
“Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil, bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır. Bu kandil, doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren, mübarek bir zeytin ağacından yapılır. Nur üstüne nur… Allah, nuruna dilediğini kavuşturur. Allah, insanlar için misaller veriyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilmektedir.”
Bâtıl ise her türlü şerdir. Yüce Allah’tan gayrı olandır. Kur’an ve sünnette, yüce Allah’ın razı olmadığı her şey olduğu gibi ona sürükleyecek olan her şey de yine bâtıl olarak vurgulanmaktadır. Pratik olarak dünyalık açıdan bazı güzel şeyleri barındırması, kalplere “acaba” şüphesi ekmemelidir.
Bâtıl, en güçlü olduğu zamanlarda dahi “zifiri karanlık”tan başka bir şey değildir. Ancak ve ancak karanlıkta yakılan bir ateş misali, insanlığa cüzi bir ışık saçabilir. Klişe olmuş bir tabir vardır: “Bozuk saat bile günde iki kere doğruyu gösterir.” Bâtılın güzellikleri, çöldeki serap gibidir. Yanıltıcıdır. Hüsrana uğratıcıdır.
Bâtılın -günümüzde olduğu üzere- tahakküm kurması, kusursuz bir temele sahip olmasından değildir. Bâtıla hizmet eden güruhun, mücadele azminin ve inancının bir yansımasıdır. Böyle olmakla beraber bâtıl, hiçbir zaman “en güçlü” olamayacaktır.
“Bâtıl, kuvvetli; hak, zayıf olabilir. Çünkü birincisi, batılın doğru olduğuna bütün samimiyetiyle inanmış; diğeri ise sahip olduğu haktan şüphe içerisinde olabilir.”
Müslümanların bu noktada, daha aklıselim sahibi olmaları gerekmektedir. Çünkü vâkıamıza baktığımızda bu tahakküm, çok uzun süre daha devam edecek gibi görünmektedir.
Yüce Allah, iman edenleri, gevşemelerinden dolayı çer çöp hâline getirip başlarına bâtılın üşüşmesi musibetiyle imtihan edebilir. Yüce Allah -razı olmamasına rağmen- bâtıl da olsa verilen mücadelenin karşılığını katbekat verendir. Çünkü yüce Allah nezdinde en önemli mefhumlardan biri, “adl”dir. Kim azimle çalışıp gayret ederse sonucunu alacaktır. Sünnetullah’ın gereği budur.
Yüce Allah’ın takdiriyle dünya hayatı, hak ve bâtıl olarak iki kutba ayrılmış, iman-küfür mücadelesinin merkezi olmuştur. Bâtıl, ilk olarak İblis’in varlığında ortaya çıkmış, insanlardan ve cinlerden birçoğunu da saptırarak taraftar sayısını arttırmıştır. Günümüze kadar da bâtılın destekçisi -ne yazık ki- hep daha fazla olmuş, hep de öyle olacaktır: “Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık.”
Kur’an-ı Kerim’de Hak-Bâtıl
Kur’an-ı Kerim’de, üzerinde en çok durulan konulardan biri de geçmiş kavimler üzerinden anlatılan hak-bâtıl olgusudur. Özellikle İsrailoğullarının içine düştüğü dalâletler, çokça geçmektedir. Kur’an’da bâtılın en güzel biçimde ele alınmasıyla iman edenlerin -Allah’ın bir merhameti olarak- akletmesi ve tecrübe sahibi olması sağlanmıştır. Böylelikle neyin hak, neyin bâtıl olduğu, Yüce Allah’ın rahmet ettiği Müslümanlara aşikar olacaktır. Yüce Allah bizleri hakkı hak bilip hakka uyan, bâtılı da bâtıl bilip bâtıldan kaçınan ve bu hâl üzere can veren kullarından kılsın.
Hakkın en büyük davetçisi olan peygamberler (aleyhimüsselam), öncelikli olarak “uluhiyyet, rububiyyet, ubudiyyet” yüklü davetle kavimlerine gönderilmiştir. A’râf sûresine baktığımızda tağutlar, Allah’ın gazabını celbedecek ne kadar kötü hasletlere sahipse hemen hemen men edici cümlelerden önce “Allah’a kulluk edin, Allah’ı birleyin, Allah’a şirk koşmayın” gibi tevhidi nidaya muhatap olmuşlardır. Çünkü itikadın yerleşmediği, şirkin, küfrün sarmaladığı cahili toplumlarda hayırlı, güzel olan hiçbir şey filizlenemeyecektir.
Türkiyeli Müslümanlar olarak bizler, yaşadığımız coğrafya ekseninde bu gerçeği fazlasıyla müşahede eden bir milletiz. Yüce Allah, yaşadığımız toprakları dârülislâm üzere yeşertip hakkın, (İslâm’ın) kalesi kılsın!
Hakkın Karşısında Bâtılın Metotları
Bâtıl, farklı farklı yolları, yönelişleri olan bir bataklıktır. Tarih boyunca, iddialarını kabul ettirebilme adına hep zulme ve despotluğa başvurmuştur. O yüzdendir ki Yüce Allah, Kur’an-ı Kerim’de, bâtılın karşısında yer alması için seçtiği yirmi beş peygamberi (aleyhimüsselam), ayrı ayrı ve detaylı olarak bizlere anlatmıştır. Bu sayede bâtılın değişik metotları açığa çıkacak, iman edenlerin afallamasının önüne geçilebilecektir.
Bâtıl, şeytani bir şekilde kimi zaman belli bir zümrenin zulüm üzere kurulu hegemonyası; kimi zaman şeytani ideolojilerin bir dayatması; kimi zaman fikir düşmanı; kimi zaman da insanın “yaratılış farklılığı”na karşı yine insanoğlu tarafından girişilen bir “yok sayma” ve “hakir” görme olarak varlığını en acımasız şekilde hissettirmiş, hissettirmeye de devam edecektir. Bu durum, hakkın bâtılı çepeçevre kuşatması ya da karşısında yerini, “yegane güç” olarak almasına kadar devam edecektir. Yani davetçilerin, Yüce Allah’a hakkıyla iman etmesinden sonra, ancak Yüce Allah, bâtılı def edecektir.
Bâtıl, delil sunabilme yetisinden uzak ve her yönüyle bir “sapma” olduğu için, safsatalarını, dayatmalarını hiçbir zaman sağlam temeller üzerine bina edemeyecektir.
Bâtıl, hakkın burhanı karşısında aciz kaldığından dolayı hakkı gizlemek, hakla bâtılı birbirine karıştırıp akılları bulandırmak, hakkı tahrif etmeye yeltenmek, hakkın önüne barikat çekip kitleleri uyutmak ve şüphe tohumları ekmeye çalışmak gibi insanoğlunu saptırmak adına farklı farklı metotlara sarılmaktadır.
Kur’an’da geçen canlı bir örnek: “Ehli kitaptan bir grup şöyle dediler: ‘Müminlere indirilene sabahleyin inanıp akşamleyin inkar edin. Belki onlar (böylece dinlerinden) dönerler.”
Tefsirlerde, Medine’deki ehli kitaptan bazılarının, zahiren Müslüman olacakları, sonra da irtidat edecekleri yönünde bir planları olduğu geçmektedir. Böylece imanı zayıf olan Müslümanların düşüncesinde ehl-i kitab’ın, Rasulûllah’ı (sallallahu aleyhi ve sellem) yalanlamalarının altında bir inat ve kıskançlığın olmadığı aksine bu kimselerin İslam’a girince onun kusurlarını gördükleri ve bu yüzden eski dinlerine geri döndükleri düşüncesi belirecek ve sonuç itibariyle de imanı zayıf Müslümanlar, İslam hakkında şüpheye düşeceklerdi. Bu durum, imanı zayıf bu Müslümanları dinlerinden döndürmenin yanında, İslam’a girmeyenleri de aynı yolla İslam’dan uzak tutmak için izlenen bir metottu.
Günümüzde de bâtıl, bu örneğe benzer şekilde mücadele etmektedir. Müslüman gençleri, birer batıl davetçilerine çevirmekle görevli İslam görünümlü kafirleriyle, bizatihi sistem tarafından yetiştirilmiş, laik din anlatıcılarıyla, makam mevkiyle satın alınan alim(!) kisvesindeki toplum mühendisleriyle, gavurların söylemlerini virgülüne kadar alıp değiştirmeden aktaran ve çok büyük işler başardığını sanan papağanlaşmış zındıklarıyla, demokrasinin kulları olan siyasal/bürokratik münafıklarıyla bâtıl, boş durmamaktadır. Özellikle günümüz dünyası, her şeyin birbirine karıştığı; kimin hak, kimin batıl üzere olduğunun müphemleştiği bir duruma geldi. Yüce Allah, Müslümanları muhafaza eylesin.
Bâtıl, en çok da hakkın taraftarlarını “itibarsızlaştırma, karalama” metoduna sarılmıştır. Böylece kitleleri haktan uzak tutabileceklerini ve batıl inançlarını kolayca empoze edebileceklerini düşünmektedir.
Rasûlullah’a (sallallahu aleyhi ve sellem) reva görülenler bir örnektir. Haşa “şair, deli, sihirbaz, yalancı” gibi ithamlar herkesçe malumdur.
Hakkın buyruklarına “efsaneler, eskilerin masalları, uydurma şeyler, anlamsız, karmakarışık rüyalar” gibi hakikatten uzak betimlemelerin isnat edilmesi, daha da ileriye gidelerek alaya sığınılması, batılın ne kadar aşağılık bir seviyeye inebileceğini göstermektedir. Bir dayanağı olmadığından dolayı batıl, doğruluğunu şeksiz şüphesiz delilleriyle tescilleyen hakkın karşısında çaresiz kalmaktadır.
Bu gayri ahlaki tavır biraz da metodun zan, hevâ, şehvet, kıskançlık, öfke, bencillik gibi kötü hasletleri barındırmasından kaynaklanmaktadır. Zaten İblis’in, insanoğlunu saptırırken başvurduğu en güçlü silahı, insanın hevâ ve hevesleri olmuştur. Peygamberlere ve Allah yolunda olanlara reva görülenlerin, bizim başımıza da gelme ihtimali yüksektir. O yüzden yeise kapılmadan kulluk ve davet yolunda azimle yürümemiz gerekmektedir. İnşaallah.
Batılın, bir başka metodu da muhatapları “aldatma”dır. Ne kadar batıl görüşü varsa süslü ve cazip göstermektedir. Kur’an’da, şeytanın insanoğluna, batılı süslü gösterdiğine çokça değinilmiştir. Ayrıca Kur’an’da detaylı bir şekilde anlatıldığı üzere İblis, Yüce Allah’ın huzurundan kovulurken insanoğlunu nasıl saptıracağına dair ibretlik olacak şeyler söylemiştir:
“İblis dedi ki: Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık, ant olsun ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.”
Batıl, hakka giden yolu, çeşitli desiselerle bulandırmaya çalışarak insanoğlunu saptırmıştır. Ancak hakkıyla iman edenleri, hiçbir zaman saptıramayacaktır. İman edenler, “üstle” bağlantıyı kaybetmez, kul olduğu bilincinden bir an olsun gaflette olmazsa eğer İblis, hiçbir şey yapamayacaktır. Çünkü dört taraftan sokulacağını söylerken “üst”ten sokulacağını belirt(e)memiştir. O da iyi biliyor ki üstte Yüce Allah var ve her kim üstle bağlantıyı kuvvetli tutabilirse sapıtmaz. Yüce Allah, ihlaslı kullarını koruyarak, İblis’in onlara üstten sokulabilmesinin önünde engel olmaktadır.
Müslümanlar olarak uyanık olmalıyız, üst bağlantıdan mahrum kalmamak için her daim Yüce Allah’a yönelmeliyiz. Rabıtayı güçlü tutmalıyız.
Bâtıl, İslam yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenleri yıpratmak ve inandıkları yoldan çevirmek adına başvurduğu başka bir metodu da “baskı, korkutma, hapsetme…” zulümleridir. İstisnalar illa ki olmakla beraber, bu fitneye maruz kalan çoğu Müslüman, fitnenin etkilerini kolay kolay atlatamamaktadır. Hedefleri doğrultusunda -Allah niyetlerini tersine çevirsin- hakkın görüntüsü, korkuya kapılacak olan muhatapların nezdinde bulanıklaşacak ve kitleler, hakkın yolundan uzaklaşacaktır. Böylece kitleleri yönlendirebilmesi kolaylaşacaktır. Bu fitne, bir Müslümanın geçirebileceği en büyük imtihandır.
Son
Bâtıl, kıyamete kadar bu plan/proje ile varlığını devam ettirmeye çalışacaktır. Kendine temel olarak aldığı yaklaşımı hep bu metotlar olduğundan Yüce Allah’ın, “uyarıcı nitelikli” öğretileri de tarihi dönemlerle sınırlı kalamayacak kadar cihanşümul olacaktır.
Bâtıl, şüpheye düşmeden her şeyiyle iman edenlere tanıtılmıştır. Bâtılın yuvası, her ne kadar “örümcek ağı” kadar bile güçlü olmasa da tefekkürden uzak aklıselim sahibi olmayanların çoğu, şeytanların ardı sıra gitmektedir. Çünkü insan, çok zalim, çok cahildir.
Hak ehli, bu sahneler karşısında, cihad ve tevhid ilkesiyle başarıya ulaşmıştır. Allah katında, hak mücadelenin sonucu önemli değildir. Önemli olan azimdir, ameldir. Başarı ya da başarısızlık sonuca mebni değildir. Kimse de gaybı taşlayamayacağı için, tek çıkar yol, elden geldiğince cihad etmektir. Elbette akıbet de müttakilerin olacaktır.
Müslümanlar olarak bizler, Yüce Allah’tan bir lütuf olarak hakkın bir savunucusu, bir neferi olmaya muvaffak kılındığımız için çokça şükretmeliyiz. İmkan buldukça özellikle secdeye kapanarak bu şükrü fiili olarak da ifa etmemiz gerekmektedir. Allah muhafaza, btılın ateşli bir savunucusu, cehenneme çağıran bir davetçisi kimliğine de duçar olabilirdik.
Yüce Allah’ın, bir insana lütfedeceği en büyük nimet, “hidayet”tir! Bu hakikatin kıymetini bilerek hidayetimizi arttıracak amellere yönelmeli ve hidayet nurundan uzaklaştıracak her türlü fısk u fücurdan da elimizden geldiğince içtinap etmeliyiz.
Velhamdülillahirabbilâlemin.
Selam ve dua ile…
Sercan AKBAYRAK
akbayraksercan@gmail.com