Şehit olmak, herkese nasip olmaz. Her ölen de şehit olmaz. Bu işi iyi kavramak gerekir. Kavramak için de Kur’an ve sünnete hâkim olmak gerekir. İslam’ın kurallarını, Allah’ın yasalarını iyi bilmek gerekir. İslam’ın hiçbir kuralını beğenmeyenler, “çağ dışı” diyenler, ölülerine isim bulamadıklarında hemen İslam’ın şehit kavramına başvurmaktalar. Bu kişilere şöyle sormak gerekir: “Hani İslam’ın kurallarını, yasalarını beğenmiyordunuz; ne oldu şimdi, ne değişti de İslam’ın şehit kavramına sahip çıkıyorsunuz?”
Şehit sözcüğü de “cihat” sözcüğü gibi Kur’ani bir ifade olup Müslümanlara, İslam’a has bir kavramdır. Başka dinler, Allah’a baş kaldıranlar, bu sözcüğü kullanamaz. Ayrıca kullansa da şehit olamaz. Günümüzde Müslümanlara ve İslam’a savaş açmış, batıl dava uğrunda mücadele edenlere “şehit” deniyor, bunların “şehit” kelimesini kullanmalarındaki maksatları, Müslümanlara iyi gözükmek ve onların duygularıyla oynayıp batıl davayı hak dava gibi göstermektir. Bakın, Rabbimiz ayetinde gerçek şehidi nasıl anlatıyor: “Allah yolunda öldürülmüş olanlara, ölüler demeyin bilakis onlar diridirler fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara, 154). Ayet, gerçek şehit olanların, ölümsüzlerin, Allah yolunda öldürülenler olduğunu bizlere tarif ediyor.
Yine bu hususla ilgili Ebu Musa El-Eşari’nin (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte de şöyle buyrulmaktadır: “Bir gün Efendimiz’e (as), ya Resulallah! Adamın biri kahramanlık için, biri hamiyet ve ırkçılık için, biri de riya ve şöhret için savaşır; bunlardan hangisi Allah yolundadır?’ diye sorulunca Allah’ın resulü: ‘Kim Allah’ın kelimesinin en yüce olması için savaşırsa o, Allah yolundadır.’ buyurdu.” (Ebu Davud).
Nitekim ayet ve hadiste görüyoruz ki sadece Allah yolunda mücadele eden, o uğurda canı pahasına cihat edip hayatını kaybeden, gerçek şehittir. Irkçılık uğrunda, Allah’ın emirleri umurunda olmadan batıl dava uğrunda; faiz kurumlarında, zina yuvalarında, kumar yuvalarında nöbet tutarken, tağutun peşine takılıp o memleketi korumakla meşgulken bu uğurda hayatını kaybedenler, Kur’an ve sünnete göre gerçek şehit değildir. Ayrıca kâfirin de şehidi olmaz. Şehitlik, sadece İslam’a, Müslümanlara has bir olgudur. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir hâlde rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.” (Ali İmran, 169-170). Efendimiz de hadislerinde şöyle cevap vermişti: Mesruk (ra) diyor ki “Abdullah’a, ‘Allah yolunda öldürülenlerin, ölü olduklarını sanma bilakis onlar diridirler, rableri katından rızıklandırılıyorlar.’ ayetini sordum. Şöyle cevap verdi: “Biz de bunu Resulullah’a (as) sormuştuk da ‘Şehitlerin ruhları, yeşil kuşların karnındadır. Onların arşa asılı kandilleri vardır. Dilediği gibi cennette serbestçe dolaşır, sonra o kandillere geri dönerler.’ diye cevap verdi.” (Müslim, Tirmizi).
Rabbimizin yolunda koşturanlar, yılmadan mücadele ve mücahede edenler, Allah rızası için her türlü zorluğa tahammül göstererek sabredenler ile bu yolda tembellik edenler, bahaneler uyduranlar, fedakârlık yapmaktan kaçınıp dünya işleriyle uğraşanlar, İslam’a vakit ayıramayanlar; elbette mücadele edenlerle, şehit olanlarla bir olmaz. Bu nedenle Rabbimiz, kullarını imtihan ederek iyilerle kötüleri, İslam için çalışanla çalışmayanı birbirinden ayırır. Bakın, Rabbimiz ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Yoksa siz; Allah, içinizden cihat edenleri ve davası uğrunda sabredip direnenleri ortaya çıkarmadan kolayca cennete girivereceğinizi mi sandınız?” (Ali İmran, 142). Nasıl ki kolayca doktor, mühendis, öğretmen olunmuyorsa cennete girmek de kolay olmayacak. Cennete gitmek, bedel ister. Yani vaktimizden fedakârlık edeceğiz, paramızdan fedakârlık edeceğiz, ömrümüzü boşa tüketmeyeceğiz, en değerlisi de canımızı Allah için feda edeceğiz ki o zaman, imtihanı yüzde yüz geçmiş olalım. Bu da herkese nasip olmaz.
Nitekim Allah’ın kendilerine “ölüler” denmesini yasakladığı ve ölümsüz ilan ettiği kimseler, Allah yolunda, Allah’ın kelimesinin en yüce olması için savaşırken öldürülen kimselerdir. Allah’ın dinini, tevhit akidesini yeryüzüne yaymak için Kur’an-ı kerimin hükümlerini, Allah’ın şeriatını insan hayatına hâkim kılmak için tebliğ eden, kınayıcının kınamasından korkmayan, zorluklarla geçen günlerde de mücadele eden kimselerdir. Hayatlarında İslam’ın kurallarını, hükümlerini, yasalarını tatbik etmeye çalışan; Müslümanca yaşamayı benimseyen ve kimseden korkmayan müminlerin canlarını, mallarını, ırzlarını, topraklarını ve haysiyetlerini korumak için, canlarını ortaya koyarak zalimler karşısında dik duran, eğilmeyen ve hakkı pervasızca haykıran, hakkı haykırmaktan korkmayan kimselerdir.
İşte ölümsüzlük, onlar içindir. Dava ve ideallerini, düşünce ve inançlarını kıpkırmızı kanlarıyla sulayıp ölümsüzleştirmek, onların şanıdır. Mal, mülk, para ve saltanat gibi dünyevi makamlardan, değerlerden sıyrılıp yüce Allah’a kavuşmak; Rablerinin ikram ettiği en güzel nimetlerden rızıklanmak ve ferahlamak, onların hakkıdır. O yolculuğa çıkanın hiçbir şey umurunda olmaz; gerçek şehitlik, şehadet aşkı budur işte. Yakın zamanda Yahya Sinvar’ın şehadetine şahit olmuştuk. Şehadet arzusu, onu çepeçevre sarmıştı. Bir konuşmasında şöyle diyordu: “Ben yatağımda ölmekten, hastalıktan ölmekten, trafik kazasında ölmekten korkuyorum.” Buradaki korkunun şehit olmadan ölme korkusu olduğunu söylemişti ve istediği de oldu. Rabbim, onu şehadetle şereflendirdi. O da istese tünellerde kalabilirdi veya orayı terk edebilirdi ama o, yüce makamı seçti ve yüce mertebeye ulaştı, dini uğruna şehit oldu. Gerçek şehitlik, bu şekilde özetlenebilir. Gazze’de mücadele eden mücahitler de çok zor şartlarda cihat etmekteler. Onlar da vekil olarak Allah’a sığınmaktalar ve şehadet arzusuyla mücadelelerine devam etmekteler. Şehitlik, Allah’ın kural ve yasalarına başkaldırarak, Allah’ın hükümlerini tanımayarak, tağutun kullarının savunuculuğunu yaparak erişilecek bir mertebe değildir.
Efendimiz (sav), uzunca bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Sehl İbn Sa’d Es-Saidi anlatıyor: ‘Resûlullah (sav), müşriklerle karşı karşıya geldi ve savaş başladı. Bir ara Resulullah (sav) da düşmanlar da karargâhlarına döndüler. Hz. (sav) ashabı içinde bir yiğit vardı, önüne gelen ve ordusundan ayrı düşen düşman askerlerini tek tek takip ediyor ve kılıcıyla vurup yere seriyordu. İnsanlar, onun hakkında: “Bugün içimizden hiç kimse bu adam gibi mükâfat almadı.” demeye başladılar. Fakat Resul-i Ekrem (sav): “Buna rağmen o cehennemliklerdendir” buyurdu. Bu, o anda orada bulunan herkesi şaşkına çevirmişti. İçimizden birisi: “Ben bu adamı takip edeceğim.” deyip onun peşine takıldı, onun durduğu yerde duruyor, harekete geçtiği zaman hareket ediyordu. Bir süre sonra kahramanca çarpışan bu adam, çok ağır bir yara aldı ve bir an önce ölmek için intihar etti. O, kılıcın kabzasını yere dayadı ve ucunu da tam göğsünün ortasına yerleştirip üzerine yüklenerek kendisini öldürdü. Bu olayı gören adam, derhal Hz. Peygamber’in (sav) yanına geldi ve “Şehadet ederim ki sen Allah’ın resülüsün.” dedi. Hz. Peygamber (sav), “Ne oldu, niçin bunu söyleme ihtiyacı duydun?” diye sorunca adam şöyle cevap verdi: “Biraz önce insanların hayranlıkla bahsettiği ve sizin cehennemlik olduğunu söylediğiniz adam vardı ya ben, sizin o sözünüz üzerine onu takip ettim ve her hareketini kontrol etmeye başladım. Adam, savaşırken çok ağır bir yara aldı ve bir an önce ölmek istedi. Bunun için de kılıcın kabzasını yere dayadı ve ucunu da tam göğsünün ortasına yerleştirip üzerine yüklenerek kendisini öldürdü.” Bunun üzerine Resulullah (sav), şöyle buyurdu: “Bir kimse, insanların müşahede edebildiği davranışları bakımından cennetliklerin amelini işler fakat cehennemliklerden olur. Buna karşılık bir kimse, insanların müşahede edebildiği davranışları bakımından cehennemliklerin amelini işler fakat cennetliklerden olur.” (Buhari, 2898).
İmam Buhari’nin Sehl’den naklettiği rivayet ile başlık arasındaki ilişki şöyle açıklanabilir: “Ashab-ı kiram, böylesine kahramanca savaşan bu adamın cihat konusunda herkesten üstün olduğunu düşünmeye başlamıştı. Hatta söz konusu şahıs, savaş sırasında öldürülmüş olsaydı herkes onun şehit olduğuna tanıklık bile ederdi. Fakat daha sonra onun, Allah için değil, kabilesine karşı duyduğu öfke dolayısıyla savaştığı anlaşıldı. İşte bu ve benzeri ihtimaller söz konusu olduğu için, cihat sırasında öldürülen herkes için, herhangi bir kayıt kullanmadan mutlak bir ifade ile ‘şehittir’ demek, doğru olmaz. Bununla birlikte savaşta ölenler, zahiri hükümler bakımından şehit muamelesi görürler. Fakat burada dikkat çekilmesi gereken bir hüküm vardır: ‘Selef âlimleri, Bedir ve Uhud ile diğer savaşlarda öldürülen sahibilere “şehit” denebileceği konusunda görüş birliğine varmışlardır.’ Ancak bu hüküm de kesin değildir. Onlar hakkındaki güçlü kanaate (zann-ı galip) dayanır. Her şeyin en doğrusunu, sadece Allah bilir.”
Rabbim, bizleri şehadet arzusuyla yaşayıp şehit olarak can verenlerden eylesin. Âmin.
Emrah DOĞRU
Faydalanılan Kaynaklar:
– Yüce kitabımız, Kur’an-ı kerim
– İbni Hacer El-Aksalani, Fethu’l-Bârî