Gafleti İzale
Arşiv Yazarlar

Gafleti İzale

Düşünmek, aklın mahsulü, Allah’ın insana bahşettiği nimetidir. Rabbimiz, kulluk kitabımızda birçok ayette “düşünmez misiniz, akletmez misiniz” buyurur. Düşünmek, fikri harekete geçirme eylemidir. İnsanoğlu, düşünen, akleden ve o çerçevede yanılma oranı daha az olan bir varlıktır. Düşünmeden yaptığımız şeylerin sonu, hep pişmanlık olan rastgele yapılmış, pişmemiş duygulardır. Oysa düşünmek dediğimiz kelimenin, ıstılahtaki manası Tefekkür”dür.

Akıl, insana verilmiş en büyük nimettir; ondan sonra da ilim gelir. İnsan, bu ikisiyle düşüncede yoğunlaşır ve bu ikisiyle hayatını güzelleştirip olumlu ya da olumsuz kararlar alır, sorumluluk yüklenir ve o sorumluluklarla mükellefiyet kazanır. Ne güzel bir varlıktır insan; Rabbi onu ne kadar öz kelimelerle sunmuştur bize: Biz, insanı en güzel biçimde yarattık”.[1] Biz, insanın yaratılış amacını gerçekleştirmesi için ihtiyaç duyduğu her türlü zihni ve bedeni özelliklerle donatarak, varlık mertebelerinin en yükseğine çıkabilecek bir yetenek ve kapasitede yani olması gereken en güzel biçimde var ettik.[2]

O zaman Rabbimizin bizim üzerimizde murat ettiği hedefi gerçekleştirmek için bize verilen ömür gibi mahdut bu zamanı, düşüncelerimizi yorarak, halifeliğimizin gereğini ortaya koymalı insanlık için faydalı şeylerin öncüsü olmalıyız.

Her yönden donanımlı yaratılmış olan insanın yapması gereken de o donanımı gün yüzüne çıkarmak, zihni sondajlamaları güzel yapmak ve Allah’ın kullarına, vahyin ve sünnetin eşliğinde üretken bir varlık olduğunun gereğini yerine getirmektir.

Yolumuzu aydınlatan delillerimiz olan Vahyin ve Sünnetin ışığında yürürsek, çağlar üstü verilere bakmamız bize yeter. Rabbimiz, ne güzel buyurmuş; “Biz, onları, emrimiz uyarınca insanlara doğru yolu gösteren birer rehber kıldık”[3]

Peygamberimizin (aleyhisselam) buyurduğu gibi; “İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.”[4]

Subhanallah! Elbette ki yaratan yarattığını (kullarını) daha iyi bilir ve rol model olarak hidayetin öncüsü olan Peygamberine de o varlığın neler yapabileceğini de öğretmiştir.

Biz Müslümanlar, beşeri ideolojilerin içinde büyümüş ve o ideolojilerin az da olsa etkisinde kalmış olanlarız. Bu ideolojiler, insanları vatandaşlık tornasından aynı kafayla mezun eder, edemediklerinin hakkından gelmeye de kendisini adar. Bu sebeple bizler, beyin üretimimizde hep atıl kalmışızdır; üretmekten uzak tutulmuş, kendine verilmiş olan kapasitesinden habersiz, her zaman yapılmış projelerin uygulayıcısı olarak hayatını idame ettirmeye alıştırılmış bir kitle olarak yaşatılmışızdır.

Her ne zaman insanoğlu vahyin potasında erir, Allah Resulü’nün idaresine girip de beyin istilasından, kuşatmasından kurtulursa işte o zaman esaret zincirleri çözülür. Bu sebeple mühtedi, hidayetinden sonra aklı, düşünce yapısı değişir ve o, sanki önceki kendisi değildir.

Kitab-ı Mübin’de Rabbimiz (subhanehu ve teâlâ), toplumları, medeniyetleri iki başlıkta bize anlatır: İslam ve Cahiliye. Cehaletin babası Ebu Cehil, çağının okumuş edebiyatçılarından, eli kalem tutanlardandır. Öyle olmasına rağmen Efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-, ona, “cehaletin öncüsü, destekçisi” manasında bu ismi vermiştir.

Biz Müslümanlar; hayrın, hayırlı düşünce ve fiillerin öncüsü olup hangi çağ ve hangi coğrafyanın adamıysak o çağda çığırlar açmalıyız.

Çok temiz, izzetli bir geçmişimiz var. Tarihi tedebbür üzere okursak düşüncelerini hayata geçiren ve öncü olan atalarımızdan binlerce örnek buluruz. Onların düşünceleri hürdü. İnsanın bedeni mahkûm olabilir ama düşünceleri, duyguları asla; eğer akılları istila edilmemişse.           İşte onlardan; Sahabîler, Tabiîn, Etbau’t-Tabiîn (Selef)… Ve onların takipçilerinin hayatlarına vakıf olunca hayretler içinde kalıyoruz. Ne büyük mütefekkirler ve eylem adamları yetiştirmiş bu dava.

İslâm dininin tebliğinden sonra Peygamber Efendimizin (s.a.v.) işaret ve teşvikleriyle dinî ilimlerin yanında fen ve matematik gibi müspet ilimlere de büyük önem verilmiştir. İslâm dünyasında, özellikle sistemli ve etkili çalışmaların Abbasi Halifesi Harun Reşid devrinde hız kazandığı söylenebilir. İslâm âleminde yetişen ve bütün dünyayı etkileyen meşhur İslâm âlimleri de bu devirde ortaya çıkmaya başlamış ve bilime çok büyük katkılar sağlamışlardır.

 Cabir bin Hayyân: Birçok bilim adamı tarafından modern kimyanın kurucusu olarak kabul edilir. Bir eczacının oğlu olan Cabir’in kimyaya en büyük katkıları arasında metallerin yapısı konusundaki tespitleri yer almaktadır. Bunlar, çok az değişiklikle modern kimyanın başlangıcı sayılan 18. yüzyıla kadar ulaşmıştır.

İmam Cezerî (Rahimehullah): Dünya tarihinde bilgisayarın temeli olan sibernetiğin kurucusu olarak tanınır. Bilindiği üzere sibernetik; haberleşme, kontrol, denge kurma ve ayarlama ilmidir. Bu ilim, gerek insanlarda gerekse makinelerde karşılıklı bilgi alışverişi, kontrol ve denge durumunu incelemekte ve bu sistemi geliştirmeye çalışmaktadır. Bu ilmin gelişmesiyle bugün elektronik beyinler ve otomasyon denilen sistemler ortaya çıkmıştır.

 Harezmî: Yapmış olduğu seyahatler, incelemeler ve tercümelerle Harezmî, matematik ilmini halka anlatabilecek durumda düzenleyerek cebir ilmini kurmuştur. Ayrıca dünya, sıfır rakamını ilk defa Harezmî’nin Kitâbü’l-Muhtasar fî Hisâbi’l-Cebr ve’l-Mukâbele kitabıyla tanımıştır. Daha buna benzer binlercesi… (Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun). Bugün geçmişini bilmeyen, cahil bırakılmış bu ümmete, insanları icatlarıyla aydınlatanların kâfir bilim adamları olduğu empoze edilmiştir. Ümmet içinde bazı insanların bu eziklik psikolojisiyle geçmişi bilmediklerinden kâfirlere nasıl övgüler yağdırdığını görürsünüz. Müslüman bilim adamlarının, insanlığı faydalandıran bu deha insanların icatları, hep kâfirlere mal edilmiştir.

Tarık bin Ziyad: Bu muhterem insanların ne işi vardı. Tâ kıtalar arasında onlar atıl olmayan hayırlar üretenlerdi. Mesela Cebelitarık Boğazı, Akdeniz ile Atlas (Atlantik) Okyanusu’nu birleştiren, Avrupa ile Afrika kıtalarını ayıran boğazdır. Adını, İslam komutanı Tarık Bin Ziyad’dan alan boğaz, 60 km uzunluğunda, 44 km genişliğinde ve 426 metre derinliktedir; kıtaları, İslam’ın öncüleri kölelikten kurtararak hürleştirmişlerdir.

Hulasa biz; öncü, vasat, övülmüş Muhammed (aleyhisselam) ve getirdiği çağlar üstü hayat nizamıyla değer kazanmış, O’nun izzetiyle çağlara hâkim olmuş bir ümmetiz. Nübüvvetle başlayan bu kutlu yolun yolcuları; hep akıllı, aklını kullanan ümmetin ve insanlığın yararına düşünen, akleden, üreten aktif insanlardır. Hangisinin hayatına baksanız kitlelere yol açmış, izzet sahibi insanlar görürsünüz. Sebebi; gözün ışığı nasıl aydınlıksa aklın ışığı da vahiydir ve o vahyin tatbikatçısı Efendimiz Önderimiz Muhammed’e (Aleyhisselam) ittibada bulmuşlardır.

O’nun yolunun müntesipleri olarak bizler de atıllıktan kurtulup, hidayetin gönderilmiş olan ışığıyla silkelenerek ayağı kalkıp öncelikle fert, ümmet ve insanlığın kurtuluşu olabilecek gelişmelere imza atmalıyız.

Hasan Basri (Rahimehullah), ne güzel söylemiş; “Tefekkür, sana, iyi ve kötü fiillerini gösteren bir aynadır. Hakkın aynasıyla bakıp gafletin izalesi için var gücümüzle bu kutlu yolda yerimizi almalıyız. Velev ki o yolda tek kalsak da…

En Emin olana emanet olunuz.

Sümeyye DEMİRCİ

 

[1] Tin Suresi, 4

[2] Mahmut Kısa, Kur’an Meali

[3] Enbiyâ Suresi, 73

[4] Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 64

GRUBA KATIL