Şehadet bir çağrıysa nesillere, çağlara; yazık ki neslimizi ve çağımızı ıskaladığını söylemeliyim! Zira şehadetin, yüreklerde sebep olduğu heyecana, coşkuya rastlamak bu zamanda, büyük bir hadise olacaktır. Ne Allah’ın adını hatırlayan bir nesil kaldı beldemizde ne de Allah’ı tanıyanların dahi umurunda şehadet. Herkesin dünya denen sürgün yerinin yalancı, çeldirici nimetleri peşinde bir koşuşturmacası var, nihayetinde. Bu deni dünyanın, geçici veya imtihan yeri olması gibi bir şuuru yok maalesef kimsenin, olsa bile bunu, çok da umursadıklarını söyleyemeyiz. Aman, bir daha mı geleceğiz dünyaya, şuursuzluğuyla kurulur hâlde cümleler, en akil olanın dilinde. Hesaptan müstağni görmek kendini, bu olsa gerek yoksa hangi mantık kaidesiyle açıklanabilir ki bu herzeler?
Veylena, kim diriltti bizi kabirlerimizden, diye ibretlik sorular soran adamın misalini, gözlerimizin önüne çarşaf çarşaf seren Allah’ın, bu meseli vermedeki muradı nedir ki acaba, diye sormak, aklımızın ucuna dahi ilişmiyor, yazık ki! Hem zaten Allah’ın seçkin kulları arasındayız biz, zehabıyla dillendirilen, cezamız neyse çeker, çıkarız nasılsa nevinden izahatlarla kendilerini temize çıkaran nefislerle karşılaşmak da işten değil. Hatta bu türden insanların, çevrelerine de bu yönde nasihatlerde bulunmalarına da şaşırmamak lazım: “Aman be kuzum, şimdi bunları düşünmek için çok erken, hayatın tadını çıkarmaya bak, daha çok gençsin. Yaşlanınca tövbe eder, hacca gidersin, anandan doğmuş gibi olursun.” dediklerinde ne kadar emin görünürler kendilerinden zira Müslüman bir coğrafyada doğmuş olmak, ateşin sayılı gün dokunacağı fikrini yeşertir zihinlerde ya da merhameti sonsuz olan Allah, nasılsa affeder kullarını emniyeti vardır, bu sefil zihinlerde. Pek çoğu, ömrünün son demlerinin daha geleceğini düşünürken yakalanır Azrail’e ya da ömürlerinin son demlerinde de aynı haltı işlemeye devam ederler. Öyle hesap ettikleri gibi olmuyor maalesef her şey. Evdeki hesap, her zaman uymuyor çarşıya.
Nesille ve mahsulle oynayan, bunları fıtratlarının en tabii hâllerinden uzaklaştırıp suni bir kıvama getiren birilerinin varlığı, dünyanın hiçbir yerinde tepki çekmiyor artık. Bırakın tepki göstermeyi, Âdemoğlunun böyle bir gündemi de yok esasında. Damaklarda, bedenlerde, nefislerde meydana gelen hazzın, yapay veya geçici olması, hiç de umursanmıyor. Âdemoğlunun umursadığı tek şey, haz oldu artık. Başka coğrafyalardaki din kardeşine ya da kendi memleketine musallat olan, onlara her türlü zulmü reva gören, bu coğrafyalarla ilgili sinsi hesaplar peşinde koşan zalimlerin kim oldukları veya neler yaptıklarıyla pek ilgili olmadıklarını görüyoruz. “Ben bir Türk’üm, Gazze gibi bir meselem yok.” diyenlerin hadsiz, kibirli ve bencil tutumlarına, artık şaşıramıyoruz bile. Başkalarının acılarıyla dertlenmek gibi bir meseleleri yok artık, bunların. Doğrusunu isterseniz kendi yurttaşlarının meseleleriyle de pek ilgilendikleri yok. Onlar için varsa yoksa kendileriyle aynı düşünceye sahip olanlar, partizanlar yani. İşte böyle bir neslin, siyasetçilerin, bürokratların, esnafların, öğrencilerin olduğu bir coğrafyaya elbette küsülü olur şehadet. “Ey şehadet, sen bana yoksa küsülü müsün/ Birçoğuna göz kırptın, bana yeminli misin?” diye mırıldanır ezgilerimiz.
Bırakın din kardeşiyle, yurttaşıyla hemhal olmalarını -bu arada aynı dinden olup olmadıkları ayrı bir mesele- beklemek, en hafif ifadesiyle safdillik olur. Bütün dünya, insanlık diyerek ayaklanıyor, zalimin zulmünü haykırıyor ama bunların insanlıktan da haberleri olmuyor, yazık ki! Hristiyan, Yahudi, ateist, deist ne varsa hepsi birden mazlum coğrafyalardaki masum insanların acılarını ta yüreklerinde hissedip bütün dünyaya bu zulmü durdurmaları için haykırırken bu, insanlıktan nasiplerini alamamışlar, dünya denen coğrafya, cennetten bir bahçeymiş gibi davranırlar. İktidar sahiplerinin zalime arka çıkmalarına engel olamadıklarını anladıklarında insanlar, en azından bu azılı zalimleri ekonomik olarak köşeye sıkıştırma umuduyla ekonomik boykota başvurduklarında yine bu neviden insanların, bir kahve içmeyerek adamları batırabileceğinizi mi zannediyorsunuz, türünden istihzalarıyla karşılaşıyorsunuz. İşte bu türden varlıkların sayılarının her geçen gün daha da arttığı bir coğrafyada şehadetten, şehitten bahsetmek, hiçbir şekilde netice alamayacağınız beyhude bir uğraş olacaktır. Dayağın bile nasiple yendiği bir imtihan dünyasında, şehadet herkese nasip olacak kadar basit bir mertebe değildir vesselam! Herkese uğrayacağı yoktur onun, onu arzulayan, onun için yanıp tutuşan yüreklerin hakkıdır şehadet. Korkakların, hazcıların, dünyaperestlerin harcı değildir, şahit olmak.
Ölümlerin şahı şehadetin, yüreklerimize uğraması temennisiyle.
Taşkın ÖNEL
30.01.2025
Akhisar
Arşiv
Genel
Yazarlar
Ey Şehadet, Sen Bana Yoksa Küsülü Müsün?
- by Taskın Önel
- 02 Nisan 2025
- 0 Comments
- 0 Views

Follow