Peygamberimiz, dünya-ahiret dengesini bozma eğilimi gösterenleri uyararak, Allah’ı, Rasulünü ve ahiret yurdunu, dünya hayatına ve süsüne tercih etmemelerini istemiştir.
Peygamberimizin eşlerinin dünyalık istemeleri nedeniyle şu ayet-i kerime inmiştir: “Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya dirliğini ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah’ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır” (Ahzab sûresi, 28-29. ayetler).
Yine sahabenin dünya malına fazlaca önem veren bazı hareketleri karşısında Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah katında, dünyanın, cılız bir ölü oğlak kadar bile değeri yoktur” (Müslim, Zühd 2). Burada, anlamamız gereken, dünya hayatına bağlanmamamızdır. Ahirette, Rabbimizin bize vaat ettiği cennette, gerçekten sayısız nimetler mevcut ve o nimetlerin güzelliğini, azametini tasvir etmemiz mümkün değildir. Bununla ilgili bir örnek verecek olursak; anne karnındaki bir çocukla konuşma imkânımız olsa da çocuğa: “Doğumdan sonra seni dünyada ay, güneş, dağlar, ovalar, ırmaklar, denizler vs. bekliyor” desek çocuk, anne karnındayken bunları hayal bile edemezdi. Biz de bu dünyayı ana rahmi olarak düşünürsek, cennetin büyüklüğünü, güzelliğini, bal akan ırmaklarını, Kevser Havuzunu, Naim Cennetlerini nasıl tasvir edebiliriz? Onun içindir ki Rabbimiz, bizlere; ahireti yarattığını, hazırladığını ve ebedi yurdumuz olan burayı güzelleştirmemiz için çalışmamız gerektiğini emretmiş ve öğretmiştir. Zira dünya, ahiretin tarlasıdır.
Yine Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Dünya malı, tatlıdır, çekicidir” (Buhari, Tirmizi). Bununla birlikte, “Cennette bir kamçı kadar yer, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır” hadis-i şerifi de hayli anlamlıdır.
Dünyevilik, tuğyana saplanmaktır. Allah’ın emrettiği şeyleri yapmamak, nehyettiği şeyleri de yapmaktır. Hangi iş ve amel Allah’ın rızasına uygunsa o, olumludur, hayırlıdır, yapılması daha elzemdir. Hangi iş ve amel de Allah’ın rızasına uymuyorsa o, yanlıştır, isyana kapı aralamakta bir vasıtadır.
Hz. Ömer’in (r.a.) halifeliği döneminde, Ebu Ubeyde Bin Cerrah ve Halid Bin Velid komutasındaki ordular, İslam topraklarını genişletip her türlü ganimeti, Hz. Ömer’e göndermişlerdir. Hz. Ömer (ra), altın ve çeşitli dünyalıkları gördüğünde hüngür hüngür ağlamaya başlamıştır. Yanındakiler de neden ağladığına anlam veremeyerek: “Ya Emire’l-Mü’minin, neden ağlıyorsun?” diye sorunca, Hz. Ömer: “Yüce Allah, Rasulü Muhammed’den (s.a.v.), bu malı ve serveti sakladı da vermedi. İlk halifesi Ebu Bekir’den de sakladı, vermedi. Acaba Allah, bana vererek hayır mı diledi yoksa şer mi?” cevabını vermiştir. Dünya malı, Hz. Ömer’i değiştirecek miydi? Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Ömer (ra), dünyevileşmekten bu kadar endişe duyuyor… Peki, ya biz, dünya malından ve dünya servetinden acaba ne kadar korkuyoruz, ne kadar endişe duyuyoruz? Bu yüzden biz Müslümanlar, dünyalık her malın Allah’tan geldiğini idrak edip, hesabını da Allah’a vereceğimizi bilmeliyiz.
Yine Peygamber Efendimiz, şöyle buyuruyor: “Âdemoğlu büyürken beraberinde şu iki şey de büyür; mal sevgisi ve uzun ömür dileği.” O (s.a.v.), hayatın her safhasında dünyaya yönelik birtakım arzu ve isteklerin/şehvetin bulunduğunu ifade eder. İnsan, küçüklüğünden itibaren çeşitli şeylere karşı ilgi duyar; karşı cinse, mala-mülke, şana-şöhrete, mevkiye-makama ve dünyevi menfaatlere. Bunlar, hayatın çeşitli dönemlerinde insanın karşısına çıkar, onu cezp eder. Allah Rasulü’nün tespitlerine göre, insanın, bedeninin yaşlanmasına rağmen dünyaya karşı olan bu sevgi ve arzuları ihtiyarlamaz; bilakis yaşama ve mal sevgisi, ömrünün sonuna dek hep diri kalır. Peygamber Efendimiz, başka bir rivayette, bunu, şöyle ifade eder: “İhtiyarın kalbi, iki şeyi sevme hususunda gençtir; yaşama sevgisi ve mal sevgisi” (Müslim).
Dünyevileşme hastalığının etkileri kısaca şunlardır:
- Kazanma ve biriktirme hırsına kapılmak.
- Başarı elde ettikçe bunu kendinden bilmeye başlamak.
- Bütün ilişkilerini menfaat üzere kurmak.
- İnanılmaz kibir hastalığına müptela olmak.
- Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için hesaplar yapmak.
Dünyevileşmekten Kurtulma Yolları:
Dünya ve içindekilerin gelip geçici olduğunu ve birer imtihan aracı olduğunu bilen ve böyle inanan İslam insanı, peki, dünyevileşme hastalığına ve tehlikesine karşı neler yapmalıdır? İşte bu noktada çözüm yollarını ortaya koymak gerekmektedir.
Peygamberimizin buyurduğu gibi, “Ağzımızın tadını kaçıracak ölümü” çokça hatırlamalıyız!
Hz. Ömer’in örneğini hiç unutmamamız gerekir. Hepinizin bildiği gibi Hz. Ömer, bir görevli tutmuş ve her gün ona ölümü hatırlatmasını istemişti. Artık saçlarına ak düştüğü gün, ölümü hatırlatmaması gerektiğini görevliye söylemişti. Peki, saçımıza düşen aklar, dökülen dişlerimiz, kısıtlanan hareketlerimiz, ihtiyarlayan bedenimiz, bize, kaç defa ölümü hatırlatıyor? Toplum olarak ne kadar ders alıyoruz, bu konuda düşünmemiz gerekiyor.
Yatağımıza her yattığımızda, uyumadan önce, Peygamber Efendimizin yaptığı zikirleri yapmamız gerekiyor. Peygamberimiz, yatağa her yattığında, Rabbimize şu sözü veriyordu: “Ey Allah’ım! Ölüm uykusuna yattığım bu yataktan, beni, sabah namazıyla tekrar diriltirsen, sana söz veriyorum; yarınım, bugünümden daha hayırlı olacaktır.” Bu sözü, hiç unutmamalıyız ve kendimize, adeta düstur edinmeliyiz.
Her gün ve her gece, namaz sonlarında; ölümü, kıyameti, ahireti, mizanı, hesabı asla ve asla aklımızdan çıkartmamamız gerekiyor. Bir gün can vereceğimizi ve “melekü’l-mevt”in ne şekilde geleceğini ve ona hazır olup olmadığımızı düşünmeli ve adeta ölüm rabıtası yapmalıyız. Tabi ki her Müslümanın istediği, şehidlik rabıtasıdır; onu da ihmal etmememiz gerekiyor.
Mezar ve kabir ziyaretlerini, sık sık özellikle de bu günlerde yapmamız gerekiyor. TV’lerin haber kaynaklarının bu kadar ölümü sürekli haber yapıp bizleri alıştırdığı bu günlerde, kabir ziyaretlerini aksatmamalı ve kendimizi “çek” etmeliyiz. Dünya’da ona göre yaşamamız gerekiyor.
Bir tek Allah’a kul olmayı, hayatımızın merkezine oturtur ve onu insanlara anlatırsak, sadece Allah’a kul olmanın gerektirdiklerini uygular ve öğretirsek, dünyevileşme serüveni de başlamamış olacaktır.
Müslümanlar, dünyevileşmenin önüne geçmek için ilimle haşir neşir olmak zorundadırlar. Kitap okumak, insanlara bu dini anlatmak, bilmeyenlere öğretmek gibi şeyler, Müslümanların amaç ve gayesi olmalıdır. İlmini, makamını, mevkisini para için değil, sadece ve sadece Allah rızası için kullanmalıdır.
Dünyevileşme hastalığının tedavisi; cemaatten ayrılmamak, beraber olmak, ortak hareket etmek, kardeşlik ve ümmet bilincini, kulluk bilincini inşa etmek, bu yolda çalışmakla olur. Dünyevileşme hastalığının önüne geçmek için yapılması gerekenlerin bence en önemlisi; cemaatle birlikte hareket etmek ve görev alıp Allah’ın dini için çalışmaktır. Verilen görevlerin bir başkası tarafından yapılmasını beklemeden, neye gücümüz yetiyorsa o şekilde hareket ederek dünyevileşme hastalığından kurtulabiliriz.
Cemaatle çalışırken; işimizi, eşimizi, farklı şeyleri bahane edip geri durmamamız, nasıl ki dünyalık her şey için vakit-fırsat buluyorsak, Allah’ın dini için de mutlaka vakit-fırsat bulmamız gerekiyor. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de “dünyadan nasibini de unutma” denmesi, dengeli olmak gerektiğini de bize hatırlatır. Ona göre dengeli olmamız gerekmektedir.
Dünyevileşmek istemeyen müminler, akıllarını kullanarak ahiret için çalışmaları gerekir. Nefisleriyle gereken mücadeleyi yapıp ahiret yurdunun ebediliğini seçmelidirler.
Müslümanlar, dünyevileşmeden sakınmak için, hayatın her safhasında vahiyden ve sünnetten ayrılmadan dosdoğru hareket etmelidirler. Günümüzde, İslam’ın kaybolma tehlikesi geçiren değerlerine sımsıkı sarılmak ve bu sapmalara, kaymalara karşı İslam’la bağlarımızı yeniden ve tekrar sağlamlaştırmamız gerekmektedir. Bunlardan birkaç tanesine değinmek isteriz:
- Dünyevileşme ile birlikte sekülerleşmeye karşı da sağlam durulmalıdır. Çünkü dünyanın sekülerleşmeye doğru gittiğinin farkındayız. Biliyoruz ki sekülerleşme, ferdi; dinden, din olgusundan uzaklaştırıp kendi heva ve hevesine göre kendi kararlarına göre yaşamını sürdürmesi ve insanı dini değerlerden uzaklaştırması anlamına gelmektedir. “Bütün kötülüklerin başı, dünya sevgisidir” hadisini, asla ve asla unutmamamız gerekir. Bu hadisten hareket edere ahiret bilincimizi iyice yerleştirmeliyiz.
- Kur’an ve sünnet merkezli yaşamalıyız. Sünnetin, hadislerin bu kadar itibarsız hale getirilmeye çalışıldığı bu zamanda, Peygamberimizin sünnetine sımsıkı sarılmalıyız.
- İbadetlerimize gereken hassasiyeti mutlaka göstermeliyiz. Cibril hadisindeki “ihsan”ı, ibadetlerimizde yaşamalıyız. Çünkü “Biz, Allah’ı görmesek de O, bizi görüyor” mantığını hiç unutmamalıyız. Es-Semî olan Allah, bizi işitir; el-Basîr olan Allah, bizi görür; el-Alîm olan Allah, her halimizi bilir; el-Habîr olan Allah, her halimizden haberdardır. Bunları, aklımızdan hiç mi hiç çıkartmayalım.
- Takva yolunu seçmeliyiz. İyiliği emredip kötülükten nehyetme görevini elimizden geldiği kadar devam ettirmeliyiz.
- Yüce Allah’ın, hayatımızın bütün alanlarına hükmetmesine, karışmasına müsaade etmeliyiz. Çünkü iki yol var: biri, dünyevileşme, dünyayı ahirete tercih etme; ikincisi ise dünyayı, ebedi hayatın kapısı yapma. Bugün gerçekten yol ayrımındayız; ya nefsimizin hevası, ya Rabbimiz; ya geçici menfaat, ya dava; ya fani olan, ya Baki olan… Tercih bize kalmıştır. Tercihimizi, Rabbimizden yana kullananlardan olma dileğiyle, es-selamu aleyküm…
Hakverdi DOĞRU
* 30 Ocak 2021 Cumartesi tarihinde, çevrimiçi olarak yapılan konferansın metnidir.