Cuntacı Sisi Tarafından Katledilen Müslümanları Rahmetle Anıyoruz
Arşiv Duyurular Foto Galeri Genel Gündem

Cuntacı Sisi Tarafından Katledilen Müslümanları Rahmetle Anıyoruz

17 Aralık 2010’da Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan Arap Baharı, bölge ülkelerinde yönetimlerine karşı adeta öfke patlamasına dönüşmüş ve yönetimlerde ve destekçisi emperyal güçlerde paniğe yol açmıştı. Bölgede kimi diktatörler öldürülmüş, kimileri ise yönetimden al aşağı edilmişlerdi. Ancak ne azık ki, ilerleyen süreç içerisinde gerici bölge yönetimleri ile emperyal ve Siyonist güçler el birliğiyle Arap Baharı’nı Arap kışına çevirmeyi becermişlerdir. Halkların öfke patlamasından etkilenen ülkelerden birisi de Hüsnü Müberek’in başında bulunduğu Mısır ülkesi olmuştur. Arap Baharı’nın etkisiyle 25 Ocak 2011’de Mısır’da başlayan halk ayaklanması, Şubat 2011 ayında dönemin firavunu Hüsnü Mübarek devrilmişti. Daha sonra 24 Haziran 2012’de yapılan seçimlerde bütün engellemelere ve boykotlara rağmen Muhammed Mursi %51,7 oy oranıyla Cumhurbaşkanı seçilmişti. Ancak Mursi, bu oy oranıyla cumhurbaşkanı seçilmiş olmasına rağmen rahat bırakılmamıştı. Çünkü yönetim bütünüyle Mısır’daki derin devletin, halkının ve İslami değerlerinin düşmanı yargı, işbirlikçi büyük sermaye ve emperyalistlerin uşağı generallerin oluşturduğu oligarşik vesayetin elindeydi. Ancak, Mursi’nin dirayetli tavrı ve dik duruşu sayesinde az da olsa bu yolda bir mesafe alınmaya başlanmıştı. Ancak bu, ne Siyonist İsrail’in, ne de onun destekçisi emperyal güçlerin, ne de bölgedeki gerici, işbirlikçi Arap rejimlerinin işine geliyordu. Çünkü Siyonist İsrail, kendisini İhvan ağırlıklı yönetimlerle çevrili bir adaya hapsedilmiş olarak görüyordu. Bu nedenle bölgede yeni iktidara gelmiş yönetimleri içeriden çökertmeye dönük hesaplar, planlar ilk günden itibaren bu karanlık güçler tarafından yapılmaya başlanmıştı.

Mısır, bölgenin, Arap dünyasının amiral gemisidir; Mısır’da meydana gelen bir değişim, kısa bir sürede bütün bölgeyi etkileyebilmektedir. Zaten Siyonist İsrail’i ve bölgedeki gerici krallık ve Şeyhlikleri korkutan da bu idi. Çünkü Mısır’da İhvan’ın başarılı olması halinde sıranın kendilerine geleceğini çok iyi biliyorlardı. Ne Siyonist İsrail kalabilirdi bölgede ne de krallıklar ve Şeyhlikler! Bu nedenle bu güçler, yani Siyonist İsrail, Suud, BAE, Kuveyt, Ürdün ve tabi batılı emperyalist ülkeler bir araya gelerek el birliğiyle Mursi yönetimine karşı 3 Temmuz darbesini hazırlamışlardır.

İşte 3 Temmuz 2013’de gerçekleştirilen darbe, bu amaçla yapılan bir darbeydi. Ancak darbeye karşı Mursi, şimdiye kadar bölge halklarının alışık olmadığı bir tavır takınmıştır; dik durmuştur, darbeci generallere ve destekçisi bölgesel ve küresel bütün güçlere karşı!.. Gözaltında iken, darbecilere karşı çıkışıyla idama götürülme ihtimali varken bile, darbeyi reddetmiş, darbecilere ve destekçilerine karşı dik duruşunu devam ettirmiştir.

Ancak bu süreç içerisinde binlerce İhvan mensubu zindanlara atılarak işkencelerden geçirilirmiş, kimileri bu işkenceler altında, kimileri de darağaçlarında şehadete yürümüştür. İhvan’ın önde gelen bütün yetkilileri de bir bir yakalanarak zindanlara atılarak insanlık dışı muameleye tabi tutulmuşlardır. Mahkemeler, göstermelik yargılamalardan sonra yüzlerce gencecik insanı idama mahkûm etmişlerdir. İdamlar, uygar denilen ülkelerin, kurum ve kuruluşların sıradan ‘etmeyin/yapmayın’ göstermelik açıklamaları arasında infaz edilmiştir. Dünyaya insan haklarını pazarlayan bu kurum ve kuruluşlar, Sisi diktatörlüğüne geri adım attırıcı ciddi hiçbir tavır takınmamışlardır. Hatta karşılıklı ziyaretlerle bu insanlık dışı idamlar desteklenmiştir.  İdam edilenlerin arasında öğrenciler de vardı, henüz yeni evlenmiş gençler de!.. Hatta 80 yaşında insanlar da!..

Ne mutlu onlara!

Baskının, şiddetin, işkencenin bir kâbusa dönüştüğü böylesi bir ortamda Mursi de yargılanmış hem darbeciler hem de uşak ruhlu emir eri konumunda olan sözde yargıçlar karşısında dik duruşunu devam ettirmiştir. Darbeciler ve bu uşak ruhlu yargıçlar efendilerinden aldıkları emirleri harfiyen yerine getiriyorlardı. Hatta Mısır darbe yönetiminin sözde Adalet Bakanı Ahmed Zind, 2016’da yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Mursi ve İhvan liderleri hakkında idamın uygulanacağına dair yemin etmişti. Daha sonra “Hz. Muhammed bile olsa, hata yapan kim olursa olsun fark etmez. Peygamber bile olsa bana karşı hata yaparsa onu sorgularım” diyebilecek kadar insanlıktan yoksun birisiydi. İşte insanlıktan yoksun böylesi yargıçların mahkemesinde Muhammed Mursi 16 Mayıs 2015 günü idam cezasına çarptırılmıştı.

Mursi, çeşitli hastalıklarına ve cezaevinde gördüğü insanlık dışı muameleye rağmen dik duruşunu devam ettirmiş, darbecilere ve arkasındaki karanlık güçlere karşı tavrını değiştirmemişti. Mursi’nin avukatı Abdulmunim Abdulmaksut, yaptığı açıklamada, duruşma salonundaki sanık kafesinde bulunan Mursi’nin son konuşmasında yargılanma sürecini eleştirdiğini ve “şu ana kadar mahkemede neler olup bittiğini anlamıyorum. Avukat görmüyorum. Medya görmüyorum. Ortada bir mahkeme de görmüyorum. Mahkemenin görevlendirdiği avukat da beni savunacak bir bilgiye sahip olmayacak” diyerek mahkemeye olan karşı duruşunu devam ettirmiştir.

17 Haziran 2019 günü Mursi’nin mahkeme salonunda baygınlık geçirdikten sonra, arkadaşlarının yardım çağrılarına rağmen 20 dakikadan fazla bir süre ilk müdahale yapılmadan yerde bekletilerek kasıtlı olarak ölüme terk edilmiştir. Hastaneye götürüldüğünde vefat etmişti. Ertesi gün yani 18 Haziran günü, avukatının dışında kimsenin alınmadığı cenazesi yerel saatle 05.00’de, ailesi tarafından defnedilmiştir.

Türkiye’de Mursi için Diyanetin çağrısı üzerine Türkiye genelinde gıyabi cenaze namazları kılındı. Fatih Camiinde kılınan cenaze namazında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Muhammed Mursi’nin dramının da birileri tarafından unutturulmasına asla izin vermeyeceğiz. Uluslararası hukukun verdiği imkânları sonuna kadar kullanarak, meselenin aydınlığa kavuşturulması için mücadele edeceğiz. Bununla ilgili süreci takip edeceğiz. Uluslararası mahkemelerde Mısır’ın yargılanması için gereken ne varsa yapacağız” demişti.

Ancak Mısır’la normalleşme görüşmeleri başlamasıyla birlikte yapılan bu konuşmanın tersine uygulamalar yapılmaya başlanmıştır. Türkiye’de Mısırlılara yönelik uydu üzerinden yayın gerçekleştiren kanala yapılan baskılarla, Mısır aleyhine yapılan konuşmaların yumuşatılmasına ilişkin uyarıların yapıldığı basına yansımıştır. Oysa Moataz Matar’ın ve Muhammed Nasır’ın sesini kesmek için Mısır diktatörü Abdülfettah Sisi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a yalvarmış, bunların uyduyla bağlantısını kesin diye. Ancak Macron, kendi ülkesi Mısır ekonomisinin kaymağını yemesine rağmen “Biz demokratik ülkeyiz, bunu yapamayız” diyerek Sisi’nin talebini reddetmiştir. Türkiye ise tam tersini yapmış ve bu iki Mısırlı gazeteci ve televizyon sunucusunu “Sisi aleyhine konuşmayın” diye uyarmıştır.

Yüzlerce Müslümanı idam eden darbeci Sisi, idamlara ara vermeden hala devam etmektedir. Selefi olan diktatörlerden ders çıkarmayan Sisi, Nisan 2021’de 17 Müslümanı idam ettirdikten sonra şimdi de aralarında Rabia Meydanında keskin nişancı tarafından nişan alınarak öldürülen Esma Biltaci’nin babası ve Hürriyet ve Adalet Partisi (HAP) Genel Sekreteri Muhammed el-Biltaci, İhvan liderlerinden Safvet Hicazi ve Abdurrahman el-Berr ve eski Gençlik ve Spor Bakanı Usame Yasin’in de aralarında bulunduğu 12 kişi hakkında idam kararı verdirtmiştir. Ne yazık ki, bu idamlara karşı artık Türkiye’den güçlü ses çıkmıyor.

Rabbimizden başta Muhammed Mursi olmak üzere gerek idam sehpalarında ve gerekse işkencehanelerde katledilen Müslümanlara rahmet diliyor ve bütün İslam düşmanı zalimler için, “yaşasın cehennem” diyoruz.

Genç Birikim

GRUBA KATIL