Zayıf yaratılan ve bu zayıflığının getirdiği muhtaçlıkla yaşamını sürdüren insanlar olarak gönderildik şüphesiz. Her birimiz etten, kemikten yaratıldık ve bu etleri, kemikleri diri tutmak için sürekli beslenmeye ve iyi yetişmeye muhtacız. Dünyaya ayak uydurabilmek için cehaletten sıyrılmaya, Müslümanlar olarak şahsi ayrıcalıklarımızın farkında olmaya muhtacız. Kulluk hususunda titiz davranmaya (ibadet mevsimlerini takip etmek gibi) ve gelip geçici hiçbir maddeye bağlanmama çabasında ilahi bir kuvvetten gelen yardıma -her daim- muhtacız. Çünkü zayıfız. Çünkü tüm güçler üzerimizde var edilmemiş ve bir şeyleri elde edebilmek için başka şeylere tutunmak ve destek almak zorundayız. Kirpiklerimizden ayak tırnaklarımıza kadar her türlü ayrıntıyı üzerimize yerleştiren Allah (c.c.), nasıl ki hayvanların büyük bir kısmına insanlara zarar verme ve etrafta sıkıntı oluşturma özelliği vermişse, insanın ruhuna uygun olarak da zayıflığı hoş görmüş, layık kılmış. Buna itiraz etmeye hakkımız olmadığı gibi -ki bu bir şeyi değiştirmez, kendi kendimize güç elde edemeyiz- sosyal hayatta sürekli muhtaç konumunda olduğumuzu da kabul etmeliyiz.
İhtiyaçları gidermek için yüksek bir otoriteye bağlı olmak yani itaati yerine koymak gerekecektir. Çünkü istek ve ihtiyaçların giderilmesi, deyim yerindeyse bedavaya olacak bir iş değildir. Bir insandan bile bir şey isterken karşılık bekleyeceğini bilerek isteriz. Ki bu yazıya konu olan “Allah’a itaat ve tazim”, bundan daha yüce ve ciddi bir konudur. Bu basit örnek, sadece meselenin anlaşılmasını kolaylaştırmak içindir.
Evet, itaat demek, yalvarış demektir; yeri geldiğinde ise bu anlam yarışa dönüşebilir. Zira kişinin istek ve ihtiyaçlarının bu dünya için bir sınırı yoktur. Bize çok basit gelen bir eylem olan nefes almak bile oksijen, temiz hava, açık alan ve ağaçlar olmadan mümkün değildir. Yani nasıl ki istek ve ihtiyaçların bir türlü sonu gelmiyorsa, (yaratıcıya) itaatin de bir sınırı olmamalıdır. Bir süre sonra Allah’a itaat ve teslimiyet, müminler arasında tatlı bir yarışa dönüşmelidir. Böylece bu kapsamlı kavram hem eyleme dökülmüş hem de gerekliliğinin bilincine erilmiş olacaktır.
Peki, itaat, tamamıyla kendine zıt bir kavram olan isyana yol açabilir mi? Eğer cahillikle harmanlanmış bir itaat söz konusuysa, evet. Artık bu kelimenin yerini ne yazık ki isyan alacaktır.
İnsana itaat, çoğu zaman peşinde Allah’a ve dinine isyanı getirir. Çünkü hangi devir olursa olsun, şahısların oluşturduğu kanun ve nizamlar, Allah’ın kanun ve nizamına her zaman ters düşmüştür. Bir tek yasa bile O’nun hükmüne ters düşerse artık ona uyan kişi de küfre sapmıştır. Eğer bir davanın içindeysek ve yaşantımızı o davaya uygun şekillendirdiysek, artık dünyevi hiçbir şey bizi içine çekmemeli ve aldatmamalıdır. Büyük şehit Seyyid Kutub da bu konuda şöyle söylemiştir: “… Bu davanın temelleri, sadece Allah’ın ulûhiyetine kulluk esası üzerine kurulmuştur ve sadece Allah’ın ulûhiyetine kulluğun tahakkuku/gerçekleşmesi ise ancak bir şekilde olmaktadır ki o da Allah’ın şeriatını hâkim kılmaktan ibarettir!” (İslam’da Sosyal Adalet, Seyyid Kutub). Demek ki sosyal toplumun ıslahı, Allah’a kulluk ve itaat ile; Allah’a kulluk ve itaatse yalnızca O’nun şeriatı ile mümkündür.
Alnını secdeye götürebilen her kul bilir ki, Allah’a itaatin dışındaki tüm itaatlerin sınırı vardır. İnancına zarar veren bir kurala uymak, kalpteki imanlara zarar verecek ve kişi istemeden uhrevî benliğine silah doğrultmuş olacaktır.
Allah’tan sonra üzerimizdeki en büyük hakka sahip olan anne babaya bile itaat, işin içine din girince kesintiye uğrarken, isyanın eşiğine düşmüş bir itaat, kime nasıl bir fayda sağlayabilir? Çizgisinde yürüyen olgun bir Müslümanı (Allah korusun) saptırması durumunda böyle bir itaat, hayatında ne gibi iyiliklere yön verebilir?
Her daim kötülükle, şerle ve cahillikle boyanan beyinlerin arttığı, bilinen bir gerçek. İtaat mevzusu da boyanan beyinlerin yüzünden üzeri çizilip atılıyor. Tek bir düşüncede takılıp kalan, hiçbir ilerleme kaydedemeyen, yolunu sürekli o vazgeçilemeyen arzularla tıkayan ve neticede hayatını zincirleyen insanların hiç eksilmediği bir zamanda yaşamak, sayısı gün geçtikçe azalan inançlı, dirençli, itidalli ve gerektiğinde yumruk sıkabilen o sebatkâr toplum için büyük bir imtihan… Ama her imtihanın sonu bir mükâfat diyerek teselli bulmak da büyük bir iftihar…
Rüveyde Bera PALA