Beyt Daras ve Gazze: Soykırıma Karşı Nesilden Nesile Aktarılan Bir Mücadele Hikâyesi
Arşiv Genel Yazarlar

Beyt Daras ve Gazze: Soykırıma Karşı Nesilden Nesile Aktarılan Bir Mücadele Hikâyesi

Atalarım 76 yıl önce köyümüzden sürüldü; bugün ise ailem, büyüdükleri mülteci kamplarından kaçmak zorunda kalıyor.
Yetmiş altı yıl önce bugün, Filistin’in kuzeyindeki Gazze bölgesinde, o zamanlar İngiliz mandası altında bulunan ata köyüm Beit Daras, Yahudi milislerin saldırısına uğradı. O dönemde, Nakba ya da Filistin’e yönelik Siyonist etnik temizlik çoktan başlamıştı. O dönemde, Filistin’de bir Yahudi etno-devlet kurmayı amaçlayan Siyonist milislerin, Filistinlilere yönelik sistematik işkencesi ve katliamları, en az 750.000 Filistinlinin topraklarından edilmesiyle sonuçlanmıştı.
Bugün, Gazze’de yaşanan soykırımı izlerken köyümün ve atalarımın kaderini düşünmeden edemiyorum. Tıpkı büyükannem ve büyükbabamın çocukken köylerinden kovulmaları gibi, onların torunları da aynı soykırıma maruz kalıyor.
Beyt Daras hakkında bildiklerimin çoğu, uzun yıllarını ailemizin ve Beyt Daras’ın tarihini araştırmaya ve kayıt altına almaya adayan babam Remzi Baroud’dan geliyor.
Köyümüzün toprakları, yüzyıllar boyunca buralarda yaşamış çeşitli imparatorlukların yükselişine ve çöküşüne (Romalılardan Haçlılara, Memlüklerden Osmanlılara kadar) tanık olmuştur. Tarihi çok eskilere dayanan köyümüzde, 1948’de 3.190 yerli nüfus bulunuyordu.
Beyt Daras, büyük büyükbabam ile büyükannem Zeynep ve büyükbabam Muhammed’in ebeveynleri Muhammed’in yaşadığı yerdi. Burası, aynı zamanda büyükannem Zarefah’ın ebeveynleri Meryem ve Muhammed’in de eviydi.
Zeynep ve Muhammed, çiftliklerinde meyve ve tahıl yetiştirerek geçimlerini sağlıyorlardı. Muhammed, aynı zamanda yetenekli bir sepet dokumacısıydı ve sepetlerini hareketli eski pazarlarda satmak için sık sık Filistin’in liman kenti Yafa’ya giderdi.
Meryem ve Muhammed de çiftçiydiler ve geçimlerini topraklarından sağlıyorlardı. Bu ailelerin her ikisinin de kökleri Beyt Daras’taydı.
Yirmi yedi Mart’ta Haganah Siyonist milisleri, komşu Siyonist koloni Tabiyya’dan gelen ölümcül havan topu atışları eşliğinde köyümüze saldırdı, dokuz köylüyü öldürdü ve mahsulleri yaktı. Nakba’nın korku hikâyeleri, Beit Daras’a çoktan ulaşmıştı ve bölge sakinleri kendilerini korumak için harekete geçiyordu.
Bu dönemde köylüler, tüfek satın almak için para topladılar ve birçok kadın, direniş çabalarını desteklemek için altınlarını sattı. Küçük Beit Daras; kuvvetli, iyi donanımlı, İngiliz eğitimli Yahudi milislerle boy ölçüşemezdi, buna rağmen iki ay boyunca köylerini korudular. Nakba sırasında genç bir kız olan Ümmü Adel babama, “Erkekler aslanlar gibi savaştılar.”, dedi.
Mayıs ortasında Haganah, köyü kuşattı ve ayrım gözetmeksizin bombaladı. Bu, Beyt Daras için sonun başlangıcıydı. Saldırıdan sağ kurtulan Ümmü Muhammed, olayı babama şöyle anlattı: “Kasaba bombardıman altındaydı ve her yönden kuşatılmıştı. Hiçbir çıkış yolu yoktu. İsdud yönünden, Sevafir yönünden ve her yerden kuşattılar. Biz, bir çıkış yolu aramak istedik. Silahlı adamlar, Beit Daras savaşçıları, açık olup olmadığını görmek için İsdud yolunu kontrol edeceklerini söylediler. Savaşçılar yolu inceledikten sonra geri döndüler, kadın ve çocukların kaçması için bir geçit açıldığını söylediler. Ama bu geçit bir tuzaktı. Yahudiler, insanların dışarı çıkmasına izin verdi, sonra da onlara bombalarla ve makineli tüfeklerle saldırdılar. Koşarak uzaklaşmayı başarabilenlerden daha fazlası yaralandı ya da öldürüldü. Kız kardeşim ve ben, birbirimizin elini tutarak düşüp kalkarak tarlalara doğru koşmayı başardık. Ana yolu kullananlar ve geçitte bulunanlar ya öldürüldü ya da yaralandı. Kurşunlar, insanların üzerine kum gibi yağıyordu.”
Dönemin Yahudi Ajansı başkanı David Ben-Gurion; günlüğüne, Siyonist güçlerin o gün en az 50 Filistinliyi katlettiğini yazmıştı.
Öldürülmeyen köylüler ise sınır dışı edildi. Sınır dışı edilmelerinin arifesinde Zeynep ve Muhammed, ailelerinin eşeklerini yürüyüşe hazırlamak için birkaç ihtiyaç maddesini topladılar. Kendi inşa ettikleri kıymetli evlerine son kez bakarak veda ettiler.
Meryem ve Muhammed de ayrılmaya hazırlanıyorlardı. Muhammed, köyü savunmak için silaha sarılmıştı ve Meryem, onsuz ayrılmayı reddetmişti. Siyonist milisleri durduramamanın acısı, Muhammed ve ailesi Beyt Daras’tan çıkarken yavaş yavaş hastalanan Muhammed’e ağır geliyordu. Kendisi ve Meryem yürüyordu ve aralarında iki yaşındaki Zarefah’ın da bulunduğu çocukları, eşeğe biniyordu.
Siyonist milislerin havan ve keskin nişancı ateşinden kaçan iki aile, uzun bir yürüyüşten sonra ayakları kan içinde, şu anda Gazze Şeridi olarak adlandırılan yere ulaşmayı başardı. Artık Beyt Daras’ın sakinleri değillerdi; Gazze’nin Bureij ve Nuseyrat kamplarında mülteci olmuşlardı. Yeri doldurulamaz kayıplarının yanı sıra Zarefah’ın babası Muhammed, Gazze’de çadır kurduktan sonra komaya girdi ve kısa süre sonra öldü.
Büyükannem Zarefah ve büyükbabam Muhammed, yıllar önce toprağa verilirken Baroud ailesinin büyük bir kısmı Gazze’de kaldı. Siyonist işgalciler, atalarımın, köylerine dönmelerini yasakladı. Bütün hayatları, Filistin’in kurtarılacağı günün hayalini kurarak geçti. Evlerine dönebilmenin tek yolu, buydu.
Arkalarında bırakmak zorunda kaldıkları, yemyeşil tepeler ve meralar, üzüm bağları, mis kokulu narenciye bahçeleri ve badem bahçeleriyle bezenmiş bu cennet parçası, biz gençler için artık bir hayalden başka bir şey olmayacaktı.
Beyt Daras’ın Nakba’sından yetmiş yıl sonra, asıl sakinlerinin torunları başka bir soykırımla karşı karşıya. İsrail, yaklaşık altı aydır, 1948’de başlattığı “işi bitirmeyi” amaçlayan soykırım kampanyasını yürütüyor.
Yedi Ekim’den bu yana, bu torunların çoğu İsrail bombardımanında ve kara saldırılarında katledildi. Yetmiş altı yıl önce Beyt Daras’ta etnik temizliğe yol açan saldırıları anarken Nakba kuşağının kurtuluş umudu taşıyan değerli üyelerine varana kadar, yakın zamanda ailemizin katledilen üyelerinin yasını tutuyoruz. Tüm bunlara rağmen bir gün evimize döneceğimize dair inancımızı yitirmiyoruz.
Zalim İsrail bombardımanları ve işgallerinin ortasında, Zarefah’ın öz kızı, teyzem, annesinin deneyimlerini yaşadı; sırtlarında kıyafetlerinden başka bir şey olmadan çocuklarıyla birlikte Qarrara’daki evinden kaçmak zorunda kaldı.
Baroud ailesinin hikâyesi de farklı değil. Gazze nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i Nakba’dan gelen mültecilerden oluşuyor ve bunların çoğunluğu ABD destekli İsrail’in gerçekleştirdiği soykırım nedeniyle bir kez daha mülteci durumuna düştü.
Büyükannem ve büyükbabamın çocukluklarını geçirdiği ve ailelerini büyüttüğü Nuseyrat ve Bureij kampları, büyük ölçüde yok edildi. Beyt Daras halkının direndiği gibi, bugün Gazze halkı da bu Siyonist işgal girişimine karşı ayaklandı.
Gazze’de yaşanan soykırıma tanık olduğumuzda atalarımızın Nakba’da yaşadıklarını daha iyi anlıyoruz. Yetmiş altı yıl sonra, tıpkı yıllar önce olduğu gibi, soykırım tehlikesiyle karşı karşıyayız. Ailemizin birçok üyesini kaybetmenin yasını tutarken büyükanne ve büyükbabalarımızın eve dönme hayaline olan bağlılığımız ve inancımız ise sonsuz derecede güçleniyor.
Her ne kadar Beyt Daras, son Filistinli savaşçımız öldüğünden beri ıssız kalmış olsa da, evlerinden geriye kalanlar ve büyükbabamın çocukluğunda dua ettiği Ulu Cami’nin iki sütunu, sabırsızlıkla dönüşümüzü bekliyor.
Bu tatlı buluşma nihayet gerçekleştiğinde Beyt Daras’ın mescidini orijinal beyaz sütunlarıyla yeniden inşa edeceğiz, evlerini yeniden canlandıracağız, meyve bahçelerini ve tarlalarını yerli ağaçlar ve ürünlerle yeniden dikeceğiz. Pek çok Beyt Daras köylüsünün, çocuklarının ve torunlarının hayatları vahşice alınmış olsa da köyü yeniden inşa ederken, döşenen her kerpiç tuğlaya onların ruhunu kazıyacağız.
Zarefah Baroud,
Al Jazeera English, 27.03.2024
Çeviren: İsmail Ceylan

Şekil 1. Bir anne ve çocukları, 23 Temmuz 1949’da Mısır işgali altındaki Filistin’in Gazze bölgesindeki, yaklaşık 216.000 Filistinli mültecinin yıpranmış çadırlarda yaşadığı bir mülteci kampında görülüyor.

GRUBA KATIL